Süleyman Hilmi Tunahan

Büyük İslam Alimi Süleyman Hilmi TUNAHAN: 1888. Yılında Şimdi Bulgaristan sınırları içerisinde kalan SİLİSTİRE nin Ferhatlar köyünde dünyaya gelmiştir. Soyu, Fatih Sultan Mehmed Han tarafından, TUNA valisi olarak görevlendirilen İdris Beye dayanır. İdris Bey, Fatihin kız kardeşinin beyidir. Süleyman Hilmi Efendinin Babası Osman Efendi de zamanında İstanbulda tahsilini tamamlayıp SATIRLI medresesinde uzun yıllar görev yapmış bir Din bilginidir.

Bundan 42 yıl önce ( 16 Eylül 1959 Çarşamba) kaybettigimiz, Süleyman Hilmi Tunahan (Rh.a) Hazretleri Uzun müddet İstanbulun Sultanahmed, Süleymaniye, Yenicami, Şehzadebaşı, Piyalepaşa gibi büyük Camilerinde Müslümanlara vaaz ve Nasihat ederek İRŞAT vazifesinde bulunmuştur.Süleyman Hilmi Efendinin ekol haline gelmiş müstesna hizmetlerini, Türkiye, İslam dünyası ve Batı ülkelerindeki Müslümanlar, bugün iki yönüyle tanıyor:

1- İslam âlimi kimligi ve Sünnilik

Fatih medresesi ‚Dar’ül Hadis‘ kayıtlarındaki adıyla Silistreli Süleyman Hilmi (1888-1959), Sultan Vahidüddin Han fermanıyla, idarecilik (rüus) görevi verilmiş (Nisan 1920 ) akademisyen, müderris-dersiam (profesör). Ve onun ugrunda hayatını verdigi, temel Din ilimlerini kavramış ilmiyle amil, onbinlerce talebesi, onlardan feyzalan, anarþiye teröre bulaşmamış, asrın sapıklıgıyla kirlenmemiş, haram ve helalin şuurundaki milyonlarca mümin..

2- Nakşi ve Kadiri, Ehli Tasavvuf kişiligi…

Süleyman Efendi, * ŞEYH * kelimesini, kendisiyle ilgili olarak hiç kullanmamıştır. Hatta bazı Arabça eserlerde geçen ‚Şeyh ‚ kelimeleri üzerinde talebelerine izahat verirken, ‚Araplar’da yaşlı zevata, Hindistan’da ulemaya, Anadolu’da ehl-i tasavvufa, Türkistan’da ise mezar bekçilerine şeyh denilir‘ şeklinde latife yapmışlardır.

Merhumun tarikat silsilesi, Türkiye’de yaygın Nakşibendiligin Mevlana Halid-i Bagdadi’ye (1777- 1826) dayanan Halidiyye kolundan, 28’inci halka Abdullah Dehlevi’den itibaren ayrılmakta ve 32. halka, bugün Özbekistan hudutları içinde kalan Namangan’ın Tus kasabasından Mevlana Salahuddin bin Siracüddin’e ulaşmaktadır. Süleyman Efendi’nin tasavvufta mürşidi olan Türk asıllı Mevlana Siracüddin’in, l900’lerde Sultan 2. Abdülhamid Han ile İstanbul’da 2 defa başbaşa görüştügü bilinmektedir.
Kur’an hizmetinde geçen bir ömür. Dînî hayatın zayıfladıgı dönemde Kur’anî ölçüyü yeniden topluma yayan Süleyman Efendi talebelerine de şöyle diyordu: Olmazsa şeriat şeytan işidir tarikat. Tasavvuf haldir yaşanır, konuşulmaz. En büyük keramet istikamettir, dogruluktur, akl-ı selim üzere olmaktır. Sanattan ticarete, şehirden devlete, tasavvuf katkısı.

At üstünden inmeyen Türkler’i, yerleşik medeniyete geçiren ictimai ruh, toplumsal şuur. Şehirlerde meslek ögrenmeye ve türlü ticaret dallarına alıştıran, çinicilikten ebruya uzanan nice sanat dalına yönlendiren ruh terbiyecisi, gelenek, kültür, manevi güç neydi acaba? Batıdan doguya koşan cihangirlerin, ahir ömründe ogulları arasında bölüştürdügü bir-iki nesillik devletçikleri, 600 yıllık köklü imparatorluga (Devlet-i Aliyye-i Osmani’ye) taşıyan halk egitimcisi tarikatlar, bugün görevlerini tamamlamış mıydı acaba ?

Hazret-i Türkistan Ahmed Yesevi ile başlayıp Buharalı Türk Bahaeddin Nakşibende (1389), Belhli Mevlana Celaleddin-i Rumi’ye , Türkmen Kocası (büyügü) Yunus Emre’ye, Karacaahmed’e, Hacı Bektaş’a, Bayram Veli’ye uzanan şehirleşme, meslekleşme, esnaflaşma ve topyekün medenileşme mektebi yollar ve kollar artık kapanmalı mıydı? Hacı Bektaş’a, Hacı Bayram’a, Mevlana’ya devlet destegi, ya digerleri?

Sosyolojik literatürün, bir vakıa (fenomen) olarak kabullendigi tarihî, sosyal, kültürel gerçek, tarikatlar ve mensupları, ‚Ya devlet başa (gelir), ya kuzgun leşe‘ diyerek, tarih boyunca hep devletten yana çıkmış, geçici zulüm dönemlerine ragmen, devleti daima ayakta tutmuş güce artık ihtiyaç yok mu diye sormadan edemiyoruz.

Osmanlı’dan Batıcı modern topluma geçişte tekke ve zaviyelerin sosyal ve işlevini, dolduramadıgımız boşlukları, acaba günümüzde kimler, nereler nasıl ve nelerle dolduruyor? İşte, başta Nakşilik ve Kadirilik olmak üzere, Mevlevilik’ten Bektaşilige hatta tarikat tasnifindeki Alevilige giden yolda, bozulmayan yollar, meslekler ve meşrepler.. Sahtekarların bol oldugu ülkelerde ve zamanlarda ya hakikisi, hedefe erdiricisi olursa. Sonuş inanıyoruzki, NUR ÜSTÜNE NUR olacaktır…

Süleyman Hilmi Tunahan (Rh.a), bu işin kalpazanlarını ayıran ölçüyü getirdi. ‚Olmazsa şeriat (= DİN yada İslam hukuku), şeytan işidir tarikat.‘ O, ‚Tasavvuf haldir, yaşanır, konuşulmaz – yazıya dökülmez‘ diyerek karmaşaya fırsat verenlere karşı, İmamı Rabbani’yi tanıttı. Keramet peşinde koşmayınız, derken cihana ilan etti: En büyük keramet, istikamettir. Dogruluktur, Akl-ı selim üzere olmaktır.

Hakimlik yerine müderrislik

Çanakkale Savaşı aynı zamanda bir münevver (Şimdilerde basitçe AYDIN diyorlar.) kıyımı oldugundan, Süleyman Efendi’nin arkadaşları kendilerini Bakıyyet’üs-süyuf (kılıç artıgı) olarak degerlendirmekteydi. Çanakkale’de çogu yüksek tahsilli 250 bin gencin şehadeti dolayısıyla Süleyman Efendi, aynı zamanda Osmanlı ilim ve kültürünü Cumhuriyet Türkiyesi’ne taþıyan belirli sayıdaki önemli zevat arasındadır. O, Sünni İslam alimi kimligi yanında Medreset’ül Kuzat denilen Hukuk Fakültesi mezunu bir İslam hukukçusudur.

Merhum, cumhuriyet döneminde diger hukukçu arkadaşlarının aksine, hakim ve avukatlık yerine, müderrisligi tercih etmiştir. Cumhuriyetten sonra bu görevi sona erdiginde ise, dersiamlık sıfatının sagladıgı hak ve salahiyetle, İstanbul camilerinde halkı irşat görevini üstlenmiştir. Bu tercihinde babası, Silistre Satırlı Medresesi Müderrisi Osman Fevzi Efendi’nin tesiri ve ikazı sözkonusudur. Pederi Osman Efendi, ‚Hakimlerin üçte ikisi (adeletsizlikleri sebebiyle ) cehennemdedir‘ mealindeki Peygamber hadisini hatırlatmış, merhum da babasının bu işaretine saygılı kalmıştır.

Ezanın yasaklandıgı günler…

Cumhuriyet Halk Partisi’nin laikligi din düşmanlıgı olarak uyguladıgı 1940’lı yıllar.. Beş vakit ezanın bile minarelerden * ALLAHU EKBER, ALLAHU EKBER * diyerek okunmasının yasaklandıgı günlerde, Süleyman efendinin Camilerdeki irşat ve nasihat vazifesi de engelleniyordu. Cami cemaati kalabalıklar, İsmet Paşa’nın Kasımpaşa’da mahrukatçılık (odun- kömür işi) yapan kardeşi, Rıza Temelli’yi (Kambur Rıza) dahi üst makamlara aracı yaptıkları halde, yine de bir dönem merhumun camilerde halka meccanen – her hangi bir bedelalmadan konuşmasına izin verilmemişti.

Çünkü devir, matbuatta hertürlü dini tefrika ve yazının talimatla yasaklandıgı tek parti devriydi, Din hürriyetiyle birlikte her türlü temel haklar tahdid altındaydı. Camiler bugday deposu yapılmış, nice vakıf eserler, şahıslara hatta gayri müslimlere cüz’i paralarla satılmıþ yahut kiraya verilmişti. Dünyada Hitler, Mussolini, Stalin’in borusunun öttügü faşist, baskıcı, açlık ve kıtlık yılları. Hafiyelere ragmen göreve talip Camilerde cemaat arasında birçok hafiye, ispiyoncu görevli olmasına aldırış etmeden Süleyman Efendi, fahri (gönüllü) olarak tekrar görev verilmesini ısrarla istiyordu. 14.4.1948 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlıgı’na verdigi dilekçesinde diyor ki:

* Mütehassisin Medresesi’nden mezun dersiamım. Ayrıca Medresetül Kuzat’tan da mezun bulunmaktayım. Kanunen, kayd-ı hayat şartıyla aldıgım dersiam maaşı benim tabii vaiz oldugumun en kat’i delilidir. Dersiamlar memleketin tabii vazileri olup hiçbir kayda ve şarta tâbi olmaksızın ve vesikaya lüzum olmadan camilerde vaaz edebilecekleri muhakkaktır. Bir müddetten beri bu tabii vazifemi yapamıyordum. Bugün yapmak istiyorum. İstanbul camilernden hangisinde ve hangi saatte ifayı vazife edebilecegimin tayıni için İstanbul Müftülügü’ne emir verilmesini diler, saygılarımı sunarım.‘

1948 yılında tekrar başladıgı fahri vaizlik görevini, daha sonraki yıllarda Diyanet İşleri Başkanlıgı’nın resmi vaizi olarak vefatına kadar sürdürürken, Müslümanlar’ın ufkunu açan sosyal olayları ve dünyadaki gelişmeleri de degerlendiriyordu. Mesela, 1957’de Fransızlar’ın Cezayir’de Müslümanlar’a karşı giriştigi katliam harekatını dile getiriyor, bu savaşta Fransızlar’ı destekleyen DP iktidarına göndermeler yapıyordu.

Bir defasında Eminönü Yeni Cami’de, Müslüman kanı dökenleri anlattıktan sonra, ‚Kardeşim Menderes’e de Allah hidayet versin‘ diye dua etmişti. Ama bu yüzden, ifadesi alınmış, Her zamanki kalıplaşmış soruş şekliyle * Neden dini siyasete alet ettin ?* Diye hesap sorulmuştu…
Gönüllüler hareketi

Din egitimi almamış insanların akıbeti ulema arasında geniş tartışmalara yolaçmıştı. Müderrisler bir dernek kurmuþlar ama baskıdan seslerini çıkaramamıþlar. Ulema korkutulmuştu. Süleyman Efendi Hazretleri’inin vaazları, kuru bilgilerin ötesinde, cemaate aþk vecd, gayret ve heyecan telkin edicidir.

Konuşmaları yazıya aktarıldıgında, lüzumsuz kullanılmış bir kelimeye, bozuk bir cümleye rastlamak imkansızdır. Vaazları, güçlü bir cümle yapısı yanında, ikna edici, gönülleri sıcakca kuşatan, müşfik nasihatlerdir. Türkçe’yi çok etkili ve güzel konuşurdu. Zaten merhumun dogup büyüdügü, ilk tahsilini yaptıgı Silistre ve Deliorman bölgesinde karışıksız Türk köyleri bulunmaktaydı.

Medreseler kapatılınca

Hürriyet Şairi Namık Kemal’in * Vatan yahut Silistre * diye VATAN ile eşitleyip onun hasretini kitaplaştırdıgı Rumeli Türkü’nün hanlık merkezi Silistre, o devirde önemli bir Osmanlı şehridir. Aradan yüz yıl geçmesine, onca Bulgar zulmüne ve komünizme ragmen, Tuna boylarında bir tek Bulgar veya Rumen hanesinin bile bulunmadıgı özbe öz Türk köyleri, halen aynı özelligini bugün bile korumaktadır.

Medreselerin resmen kapatılması ve onların yerini alacak, din ilimleri okutacak hiçbir müessesenin ortada bulunmaması, ülkenin bütün münevverlerini şaşırtmakla kalmamış, ulemayı korkutmuştu.. Din egitimi almayan genç nesillerin akıbetleri, bu insanlara sahip ülkenin durumu, ulema arasında geniş tartışmalara yolaçıyordu. Bu arada müderrisler bir dernek kurmuşlar ama, seslerini yükseltmek ne mümkündü. Herkes yasaklara takılıp kalıyordu.

İşte bu dönemde Süleyman Efendi Hazretleri, yakın çevresindeki insanlardan başlayarak, kimi bulduysa onları Osmanlı medreselerindeki usul üzere, fakat hızlandırarak okutmuş, bu ugurda kendisinin ve muhterem zevcesinin aileden gelen malını cömertçe harcamıştı.

Ama, din ilimleri okuma ve okutma faaliyetini, gençlerde aşk ve heyecana dönüştürmüştü. O tarihlerde başlayan gönüllüler hareketi, yahut sivil toplum teşebbüsü, bugün onbinlerce akl-ı selim sahibi inançlı gencin, çeşitli dallarda yetişmesine imkan hazırlamış ve gençleri egitme şekli günümüzde de müstesna şekliyle bir ekole dönüşmüştür. Kuranı Kerimi okuma ve okutma hizmeti Süleyman Hilmi Tunahanın (Rh.a) Kerametiyle en güzel şekilde devam etmektedir… Ya Rabbi Süleyman Hilmi Tunahan (Rh.a) Bir Kuran aşıgı idi. * Sizin en hayırlınız Kuranı ögretenler ve ögrenenlerdir.* Peygamber (sav) Emrini kendisine hayat düsturu edimişti. Allahım ona gani gani Rahmet eyle. (Yeni şafak. Gazetesinden faydalanılmıştır.)
Allahım Senin adını telaffuz etmenin dahi yasak oldugu dönemlerde, Allah kelamını unutmayanlardan ve unutturmayanlardan razı ol. Bizleri de senin o nurlu yolun Sıratı müstakimden ayırma, Ehli Sünnet yolunun güzelligini iç ve dış güzelligimize yansıt. Ya Rabbi Şeytanın desise ve hilelerinden sana sıgınırız. Şeytanın askerlerindende yalnız sana sıgınırız çünkü başka sıgınak bilmiyoruz. Ellerimizi ve gönüllerimizi boş çevirme. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…
Sermed Kadir… ..16.09.2001

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.