Rabbimiz Bakara suresi Ayet.43.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Namazı kılın, Zekatı verin ve Allaha boyun egenlerle beraber boyun egin…*** Yine Rabbimiz Hadid suresi Ayet.10.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Siz neden Allah yolunda sarfetmiyorsunuz ki ? Göklerin ve yerin mirası zaten Allahındır. İçinizden Mekkenin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimseler, daha sonra sarfedip savaşan kimselerle bir degildirler, öncekiler daha üstün derecededirler…***
Peygamber efendimiz Abdullah ibni ömerden rivayet edilen bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** İslam beş şey üzerine bina olunmuştur. Bu beş şey Kelimeyi şehadet getirmek, Namaz kılmak, Zekat vermek, Hacc etmek ve Ramazanı şerif orucunu tutmaktır…**
İslam bilindigi gibi; İtaat etmek, boyun egmek, teslim olmak; Tertemiz, lekesiz ve kötülüklerden selamette bulunmak, selamete ulaşmak veya selamete ulaştırmak anlamlarını içermektedir. Dini literatürde ise biz ona aynı zamanda ıstılahi manası da diyoruz, İslam: Allahın iradesine teslim olmak, Peygamber efendimizin (sav) bildirdigi İslami esasları kabul edip, bu mutlak dogrulara, iyiliklere, güzellikler bütününe baglanmak demektir…
İnanıyoruz ki; İnsanların Allaha teslim olmadıkları yerlerde degişik teslimiyet makamları, tarz ve yöntemleri ortaya çıkmakta ve insanlar pek çok şeylere esir hale getirilmektedirler. Zamanımızda çok daha iyi anlayabilecegmiz ve kavrayabilecegimiz gibi; Dini inançlar ve müesseselerin yıkıldıgı Cemiyetlerde, Cemaat ve Ülkelerde, onların yerini birer DİN kurumu haline gelen ideolojiler almaktadır…
Kendilerini Çagdaş, medeni ve üstün vasıflarla anlatan bu gibi toplumlarda DİN gibi benimsenen çagdaş ideolojilerinde dua ve ilahi yerine koydukları Marşları, Şiirleri, Efsaneleri, Mabedleri, Heykelleri, resimleri ve bunun gibi kutsallaştırdıkları sembolleri vardır. Fakat tabiidirki ya da bize göre diyelim akli temele dayanan ideolojilerde Din kavramındaki gibi bir güzellik, bir huzur ortamını çagırıştırıcı hava ve derinlik yoktur ve de tümüyle basitlik sırıtmaktadır…
Günümüz tartışmalarıyla hakiketlerden, gerçeklerden günden güne ayrılan insanoglu, günübirlik teklif ve önerilerin etrafında problemlerine çözüm aramakla bir bakıma vakit öldürmektedir kanısındayız. Zamanımızda çogunlukla tartışılan konu insanlıgın durumu degil, daha çok siyasal yönetim biçimlerinin ve insan fikrinin, düşüncesinin ortaya koymuş oldugu ideolojilerin konumlarıyla ilgilidir…
Bu şartlar altında da İNSAN gerçek ve hakiki gayesinin dışına çıkarak yaratılışının gayesine tamamen ters ve yabancı olan izah şekillerine ve anlatımlara tebliglere muhatap olmaktadır. Bunun sonucu olarakta Adalet ve sosyal faydalara uygun olarak düzenlenmemiş amaçsız ve güncel geliş gidişlerle gününü gün eden, temelde ise hakim bir sınıfın çıkarları üzerine inşa edilmiş olan bu günkü sistemler Dünyayı bir bakıma yaşanmaz bir hale getirmektedirler.
Bazı anlarda bu hakim ve aynı zamanda azgın olan azınlıklar o hale geliyorlarki insanoglunun şeref ve izzetini Allahın yer yüzünde halifesi olma yüceligini ayaklar altına alma cesaretini bile gösterebiliyorlar. Biz Müslümanlar * Allah indinde DİN İslamdır…* mutlak ölçüsünün ışıgı altında Tarihçilerin, İlim sahiplerinin ve sosyal bilimcilerin tesbit ettigi bütün Dinlerin biri hariç (yani İSLAM) digerlerinin batıl oldukları, hatta Din bile olmadıkları aşikardır…
Yahudilik ve Hristiyanlık ilk etapta DİN tarifine en çok yaklaşan kültürel olgulardır. Yahudilik ve Hristiyanlık ilk çıkışlarında TEVHİD dini olmalarına ragmen tarihin zaman sürecinde asimileye ugrayarak yani kendi özünden koparak DİN olma vasfını yitirmişlerdir. Yahudilik belirli bir millet, Hristiyanlık ise geçen zaman süreci içerisinde süslü bir ahlak sistemi haline gelmiştir. Yahudilikte tek tanrıya inanma hadisesi vardır ama bu tanrı sadece İsrailin tanrısıdır. Hristiyanlıkta ise ‘’ Din insanı mahkum eder, Hristiyanlık kurtarır’’ felsefesi zamnımızda hakim olan bir felsefe halini almış bulunmaktadır…
İnanıyoruz ki; Bir toplumda birlikteligin, cemiyet ve cemaat olmanın ana unsuru inanç, düşünce tarzı ve yaşama şekli olunca, bunlarda kulun kula kullugunu temsil eden dünya patentli Rablerle, Tanrılarla, felsefi ideolojilerle degil de –mesela Laiklik gibi, İnsanın yücelik ve üstünlügünü temsil eden ve tek ALLAH inancına dayalı bir sistemin halledecegi kesindir. İşte bu sistem, bu idare, bu yöntem, bu tarz, bu ifade yalnız ve yalnız İSLAM inancında ifadesini bulmaktadır…
İslam, evrensel bir DİN dir. Milliyet, ırk, deri rengi, ve toprak parçası ortaklıgı özelliginden de çok çok öte. Ruh ve düşünceden uzaklaşmış ve mahrum olmuş bir insan tasavvur edilemez. Zira insan inancını görüş açısını degiştirebilir, ama Milliyet ve deri rengini degiştiremez. İşte bunun içindir ki İslam birlikteligi sadece inanç birlikteligidir. İnanan insanlarda üstünlük diyebilecegimiz ayrıcalık ise sadece Takva ile kendisini belli eder…
Bizim üzerinde en çok duracagımız konuların başında ve öncelikle İslamca düşünce tarzı bunun yanında Müslümanca hayat sürmeye çalışmak ve İslami olmayan hayat tarzlarını da topyekün kapı dışarı etmek, din dışı tabir edilen hususlardan, çelişkilerdende kendimizi korumak esatır diye düşünüyoruz. Ve inanıyoruz ki Müslümanlar İslam Devlet ve toplumu olmadan da Müslümanlıklarını güzelleştirebilirler…
Biz Müslümanlar geçiş dönemi olarak adlandıracagımız günümüz hayat şartlarında da Müslümanca yaşamayı ögrenecegiz ve Müslüman gibi yaşamasını bilecegiz. Bu geçiş döneminde ayagımızı saglam basmasını bilecegiz başta, bu hazırlık döneminde İslamımızı yani teslimiyetimizi nasıl güzelleştiririz ona bakacagız. Mesela bol bol Kuran okuyacagız. Zamanımızın belli bir dönemini Sünneti seniyyeyi ögrenerek geçirecegiz…
İslam dininin ana kaynaklarından İslamı anlatan eserleri okuyacagız. Sonuçta; düşüncemizi, fikrimizi, zihnimizi, kültür hayatımızı her türlü kötü düşüncelerden, şirkten arındırarak, Saglam akidemizi, İmani temellerimizi Kuran ve Sünnet bütünlügü ile berraklaştırarak, her yeni ögrendigimiz güzellikleri hayatımıza tatbik ederek bu günün şartlarında Müslümanca yaşama gayreti ve bilinci içerisinde olacagız…
Peygamber Efendimiz (sav) Abdullah ibni Ömerden rivayet edilen bir Hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Gerçek müslüman, diliyle ve eliyle Müslümanları incitmeyen kimsedir. Gerçek muhacir de allahın yasakladıgı şeylerden uzaklaşan kimsedir…**
Teslimiyetimizin en önemli İbadet şekillerinden birisi olan ZEKAT ibadetine gelecek olursak: İslam deyince İmandan sonra ilk akla gelen iki rüknünden birincisi NAMAZ farzı ise , ikincisi de ZEKAT farzıdır. Bu sebeple İslam alimleri ZEKAT İslamın üçüncü rüknüdür demişlerdir. Kuranı Kerim baştan sona, Namazla Zekatı hep yan yana zikreder. Namaz kılın derken, arkadan da Zekat verin diye emreder…
Zekat ibadetinin Namaz ibadeti ile aynı önem içerisinde emredilmesi, İslam dininin, sadece Ahiret hayatına hazırlayıcı ve İbadetle meşgul olan bir DİN olmayıp, Dünya hayatını Ahiret hayatından ayırmayan, ikisini bir mütalaa eden yüce bir inanç sistemidir İSLAM…
Zekat ibadeti mali bir ibadettir. Zekat demek; Zengin konumunda olan bir müslümanın , herhangi bir karşılık gözetmeksizin, İbadet niyyetiyle malından belli bir hissnin mülkiyetini fakire vermesi ve teslim etmesi demektir. Kelime olarak baktıgımızda zekat; temizlik, artma, bereket ve büyüme manalarına gelir…
İbrahim Canan diyorki: Büyüme sadece bitki için degil mal için de kullanılır. Zekat ayrıca, temizleme manasına da kullanılmıştır. Şeran yani Dinen her iki mana da muteberdir. Birinci manaya göre, Zekatın verilmesi, malın artmasına sebeptir. Veya kişinin sevabı, Zekat sebebiyle artar demektir. Veya Zekat olarak verilen mallar, ticaret, ziraat gibi artmaya uygun olanlardır…
Temizlik manasına gelince; Hadisler Zekatın insan nefsini cimrilik kirlerinden temizliyecegini, günahlardan paklayıp arıtacagını ifade etmiştir. (Kütübi sitte.c.7.s.321.) Ebu bekir Merginani, El Hidaye adlı eserinde diyorki: Hür, akil, balig ve Müslüman olan kimse, eger nisab denilen miktarda bir mala malik-sahip olur ve o malın üzerinden bir yıl geçerse, o malın Zekatı o kimseye vacip olur…
Zekatın vücubu hakkında icmaa vardır. Vacip ten maksat FARZDIR. Çünkü vücubunda şüphe yoktur. Ancak FARZ olması için bir takım şartlar vardır. 1.) Hür olmak. Çünkü kölenin elinde mal bulunsa bile, kendisinin degildir.. 2.) Balig ve Akil olmak. Çocuk ve deliye zekat farz degildir. Çünkü Zekat bir İBADETTİR. Çocuk ile deli ise ibadet ile mükellef degillerdir. 3.) Müslüman olmak. Çünkü Zekat bir ibadettir. Müslüman olmayan bir kimsenin İbadeti ise makbul degildir…
4.) Malın nisab miktarına ulaşması şarttır. Zira Peygamber efendimiz (sav) Zekat düşen malların her bir çeşidi için ayrı bir miktar koyarak malın o miktardan az oldugu zaman ona ZEKAT düşmedigini bildirmiştir. 5.) Malın üzerinden bir yıl geçmesi şarttır. Zira Peygamber efendimiz (sav): ** Hiç bir malda, üzerinden yıl geçmedikçe ZEKAT yoktur…** buyurmuştur. Ayrıca, yılın içinde dört mevsim vardır. Malın fiyatlarıda çogunlukla mevsimlere göre degiştigi için kişi elindeki malı bir yıl içinde degerlendirebilir. (El Hidaye. C.1.S.215-216)
Hesap gününe hazırlanan her mükellefin; mali ibadetlerini eda ederken; Hem Allahın rızasını esas alması, hem o ibadetin bütün şartlarına riayet etmesi farzdır. Zekat ibadetini eda eden mükellefin ise şu iki şartı yerine getirmesi zaruridir. 1.) Niyyet. Her ibadette oldugu gibi ZEKAT ibadetinde de Niyyet şarttır. Zekatını vermesi için birisini vekil tayin eden veya zekat memuru olan Amile veren mükellefin, niyet etmesi zaruridir…
2.) Temlik. Mükellefin; Zekatı müstehak olan kimselerden birisine temlikte bulunması, yani ona malı teslim etmesi ZEKAT ibadetinin edasının şartlarındandır. Hem niyyetin, hem temlikin yani teslimiyetin aynı anda bir arada bulunması şarttır. Mücerret niyet etmek veya zekatı verecegini söylemek kafi degildir…
Burada Nisab miktarı üzerinde biraz daha duracak olursak Nisab: Kişinin kendisinin, bakmakla görevli oldugu kimselerin bir yıllık yiyeceginden, borcundan ve asli ihtiyaçlarından başka belirli bir fazlalıkta mala sahip olmasıdır. Bu durum zengin olma konumunun – haline gelmenin ilk basamagıdır diyebiliriz. Bu basamaga ulaşan kişi, zengin sınıfına girmiştir ve bu basamak malın çeşidine göre degişiklik arzeder. Mesela; Altının nisabı 20.Miskaldir yani günümüz ölçüsüyle takriben 96.gramdır.
Yalnız bu hesaplamalar örfi oldugu için bazı yerlerde bu hesap 80. 18 gramı birazcık aşmaktadır. O yüzden genelde hesaplamalar Altında 80.18.gram ile 96.gram ölçüsü hesap edilerek yapılması uygun görülmüştür.
Gümüşün nisab ölçüsü ise 200.miskaldir. Bu da tahminen.672.gram demektir. Yine bazı yerlerde örfi ölçü olarak. 561.gram tutmaktadır.yani Nisab miktarı hesap edilirken bu degerler göz önünde bulundurulmalıdır. Gümüşte esas alınacak ölçü böylece. 561 .2gram ile 672.gram arasında örfi degerler göz önünde bulundurulmalıdır.
Eger Zekat ibadetini küçük baş hayvanlardan yani Koyundan verecek olursak Koyunun nisabı. Kırk koyun dur. Yani 40.Koynda bir tane. Lakin sayı arttıkça hesapta ona göre degişmektedir. Mesela: 40.Koyundan 120. Koyuna kadar 1.Koyun. 121.-200.Koyun da ise iki koyun. 201-399.Koyunumuz olursa zekat verecegimiz koyun sayısı.üç. Koyun.400-ile 499.koyun arasında verecegimiz koyun sayısı ise. Dört Koyun olmaktadır ve böylece devam eder gider…
Büyükbaş hayvanlardan sgırın Nisab miktarı ise .30.sıgırdır. 30. Sıgırdan 39.sıgıra kadar .İki yaşına girmiş bir buzagı. 40. sıgırdan 59. sıgıra kadar olana üç yaşına girmiş bir dana. 60.dan 69.sıgıra kadar ise iki yaşına girmiş iki buzagı Zekat olarak verilir.
Zekat eger Deve den verilecek ise Devenin Nisap miktarı .5. devedir. Deve sayısı beşten yirmi beşe varıncaya kadar her beş deve için bir Koyun Zekat olarak verilir. Ancak sayı arttıkça verilecek Devenin yaşı ve sayısı degişir.
Burada da kısaca misal verdigimiz gibi Zekatın hangi mallardan verildigi beyan edilmiştir yani: Altın, Gümüş, Koyun, Sıgır, Deve ve Toprak mahsullerinden olmak üzere altı çeşit maldan zekatlarımızı veririz…
Günümüzde de Zekat verirken hesaplarımızı bu mallara göre yaparız. Yani ihtiyaçlarımızdan fazla olarak 96.gram agırlıgında Altın veya 672.gram.gümüşe veya bunların günümüz piyasa degeri tutarındaki Türk lirası, Oyro ya da Dolara sahip olan kimse zengin sayılır ve sene sonunda kırkta biri ni, hesap ederek zekat olarak verir. ..
Nisab miktarı malı olup da, malı kadar borcu bulunan kimseye de zekat farz degildir. Çünkü bu kimsenin her ne kadar nisap miktarı malı varsa da, bu malı ancak onun manevi hayatını kurtarabilecek miktarda oldugu için ona , susuz ve çıplak olan kimsenin muhtaç oldugu su ve zaruri elbise kadar lüzumludur denilmiştir. Bu itibar ile bu kimsenin malı varsa da yok hükmünde sayılmıştır…
Kişinin sadece içerisinde oturmuş oldugu Mesken evleri, giyilen elbiseler, ev eşyası, binek hayvanları ve kullanılan silahlara ise Zekat düşmez. Çünkü bunların hepsi kişi için ihtiyaç maddeleridir ve aynı zamanda bunlardan gelir de saglanamaz. İlim ile ugraşan kimsenin kitapları ile sanatkarın sanatı ile ilgili aletleri de böyledir yani bunlara ZEKAT düşmez. (El Hidaye)
Biz Hanefilere göre Altın ve gümüş ister işlenmemiş şekilde yani külçe olsun isterse işlenmiş şekilde yani mücevherat cinsinden olsun fazlalıgı nisab miktarında ise ve üzerinden bir yıl geçmişse yüzde iki buçuk üzerinden zekatı verilir. İster ziynet eşyası olarak bulundurulsun, isterse bir ihtiyaç için bulundurulsun hani bizlerde yastık altı tabir edilirya, elde bulunan bütün Altın ve gümüşlere zekat vermek gerekir…
Yani Kadınların Altın ve gümüşten yapılmış olan ziynet eşyaşlarına da zekat lazımdır. Yani onlarda zekata girer. Şafiilere göre Kadınların ziynet eşyalarına ve Erkeklerin gümüş yüzüklerine zekat vermeleri gerekmez.
Elde bulunan Nakit paralar veya her an paraya çevrilebilen tahviller, aynen Altın ve gümüş gibi Zekata tabiidir. Bunların ve ticaret mallarının nisab miktarı, hem altına ve hem de Gümüşe göre degerlendirilebilir. Bu konuda fakir için daha faydalı olanı esas alınmalıdır.
Ticaret Mallarının Zekatı
Cinsi ne olursa olsun, ticaret maksadı ile alınıp satılan tüm mallar nisaba ulaştıkları takdirde yüzde iki buçuk oranında zekata tabidirler. Bu malların nisab miktarı, kıymetlerinin altın ve gümüş nisabına ulaşması ile sabit olur.
Ticaret mallarında zekat, elde edilen kazanca göre degil, sermaye ve kazancın toplamına göredir. Bu durumda, sene başında nisab miktarına ulaşmış olan ticaret mallarının sene sonundaki kıymetleri esas alınarak zekatları verilir.
Ticaret malları kendi aralarında birbirlerine eklendikleri gibi, ticaret için olmayan altın, gümüş ve paraya da ilave edilirler. Sene içerisinde bir başka mal ile degiştirilmeleri, malın üzerinden bir sene geçmesi şartını engellemez.
Bir malın, ticaret malı sayılması satın alınırken veya satması için bir kimseye verilirken ticaret maksadıyla olduguna niyet edilmesine baglıdır. Ticaret maksadıyla kırlarda veya ahırlarda beslenen hayvanların zekatı, kıymetlerine göre yüzde iki buçuk oranında verilir.
Toprak Mahsullerinin Zekatı: Öşüre tabi arazilerden elde edilen mahsul, İmam Ebu Hanifeye göre; miktar ve cinsine bakılmaksızın belirli oranda zekata tabidir. Bu oran, sulama masrafı gerektiren arazilerde yüzde beş, sulama masrafı gerektşirmeyen yerlerde yüzde ondur. Toprak mahsullerinden alınan bu zekata; ÖŞÜR denilir.
Fabrika, Kiralık Bina ve Ticarî Maksatla Kullanılan Taşıt Araçlarının Zekâtı meselesine gelince: Müctehid alimlerin yaşadıkları devirlerde, büyük çapta atölye ve fabrikalar, kira elde etmek için yaptırılıp kiraya verilen binalar ve büyük taşıt araçları yoktu. Onun için bu tür malların zekâtları konusunda büyük imamlardan fazla bir şey nakledilmiş degildir. Sadece Ahmed b. Hanbelden, evini kiraya veren bir kimsenin, kirayı alınca onun zekatını vermesi gerektigine dair bir görüş nakledilmiştir (Şamil İ.Ansk.İbn Kudâme, el-Muğnî,III, 29, 47).
Kiraya verilen bina, mağaza ve fabrika gibi gayri menkul (taşınmaz) olanlar araziye benzerler. Yani bunların aynılarından zekat alınmaz. Gelirlerinden toprak mahsullerinde oldugu gibi yüzde beş veya yüzde on oranında zekat alınır.
Otobüs, kamyon ve gemi gibi taşınır nakliye vasıtalarının zekatları ise; kendi kıymetlerinin yüzde iki buçugu kadardır. (Kardavî, a.g.e., I, 476-479). Ancak, Yusuf el-Kardavi, bu tür malların taşınır ve taşınmaz diye bir ayırma tabi tutulmadan birlikte mütalaa edilmesi gerektigini söyler (Şamil.İ.Ansk.Kardavî, a.g.e., I, 480).
Burada Zekat kimlere verilir hususuna bakacak olursak.1. Fakirlere. Fakir kısaca Elinde nisab miktarı malı olmayan ve asli ihtiyaçlarını karşılayamayan kimselere denir. 2.) Miskinlere. Miskin ise Hiç malı olmayan ve dilenmek zorunda kalan kimselere denir. 3.) Amillere yani İslam devletinin Zekat memurlarına. 4.) Müellefei kulub yani Kalpleri İslama ısındırmak için verilir. 5.) Kölelere verilir.
6. Borçlulara verilir. Borçlu ifadesinden şunu anlıyoruz: Borçlarından fazla kalan malı nisab miktarına ulaşamayan kimselerdir borçlular.
7.) Allah yolunda gayret sarfedenlere. Allah yolunda olan: İmam Yusufa göre mali güçsüzlügü yüzünden yani ekonomik zorlukları nedeniyle gazaya katılamayan kimsedir. İmam Muhammede göre ise Allah yolunda olandan maksat: Hacc kafilesinden geride kalan kimsedir demiştir. Biz Hanefi mezhebinde olanlara göre, gazada olan kimseye ZEKAT, fakirlerin hakkı oldugu için eger zengin olursa verilmez…
8.) Yolda kalmış yolculara Zekat verilir. Yolda kalmış olan kimse: Memleketinden uzak düşüp varlıklı oldugu halde beraberinde kendisini memleketine ulaştıracak masrafı bulunmayan kimsedir. İşte Zekat verilebilen kimseler bunlardır. Buna göre: Zekat verilebilenler sekiz sınıf kimselerdir.
Ancak bu sınıflardan kalpleri Müslümanlıga ısındırılmak istenenler icmaa ile bugün ortadan kalkmıştır. Zira Cenabı Allah İslam dinini gerektigi kadar güçlendirerek herhangi bir kimsenin kalbini Müslünalıga ısındırmaya gerek bırakmamıştır.
Bir de bizim için önemli bir hususu buraya aktarmak gerekirse oda: Zekat malı ile Cami yaptırılamaz ve Ölülere kefen alınamaz hükmüdür. Zira Zekatta temlik şarttır. Yani zekat veren kimsenin, verdigi kimseye zekat olarak verdigi şeyin temlik etmesi yani bilfiil teslim etmesi gerekir. Cami ile ölü malik olamazlar. Ayrıca Zekat parası ile her hangi bir ölünün borcu da ödenmez…
Bir kimse Annelerine, Babalarına, çocuk ve torunlarına zekat veremez. Çünkü Anne ve Babalarla çocuklar arasında menfaat ortaktır müşterektir. Aynı zamanda bir kişi hanımına, Hanımda kocasına zekat veremez. Bunun yanında zengin olan bir kimsenin çocuguna da ZEKAT verilemez…
Ayrıca Haşimilere de ZEKAT verilemez. Haşimiler diye bildiklerimiz şu kimselerdir: Hazreti Ali, Hazreti Abbas, Hazreti Cafer, Hazreti Akiyl, Hars ve Abdulmuttalibin soyundan gelenlerdir. Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Ey haşim ogulları, biliniz ki Cenabı Allah size insanların malından çıkan kiri yasaklamış ve onun yerine size Beytülmalın beşte birinin beşte birini vermiştir…**
Zekat fakir de olsa Müslüman olmayan kimseye verilmez. Zira Peygamber Efendimiz (sav) Muaz ibni Cebeli Yemene gönderirken ona: Onu yani Zekatı zenginlerinden al, fakirlerine ver buyurmuştur. Bundan ise, Müslüman olmayan fakire vermenin caiz olmadıgı manası çıkar. Çünkü Hadisteki birinci zamir nasıl Müslümanlara raci ise, ikinci zamirinde aynı merciye ait olması gerekir. Diger sadakalar ise Müslüman olmayan kimselere de verilebilir.(El Hidaye.C.1S.240.)
Zekat ibadeti öyle bir ibadettirki Peygamber Efendimizin ifadesiyle İslamın köprüsüdür. Ahiret yakası arası ile Dünya yakası arasına atılmış , ikisini birleştiren bir köprü; Fani ile bakiyi, Ümmetle devletini, fakirle zengini, madde ile manayı, Allah ile onun kulunu birleştiren bir köprüdür ZEKAT. Zekat ibadeti ile zenginlerin malı kirden, ruhu cimrilikten temizlendigi gibi, Fakirinde gönli kin den ve kötü düşüncelerden temizlenir…
Böylece cemiyetin, cemaatın, toplumun her iki zümresi barışa ve güzellige kavuşur. Zekat farzına uyarak elini uzattıgı fakir kimselere zenginin merhamet hisleri, duyguları daha bir içtenlikle uyanır., Fakir de zengine hürmet ve muhabbet besler, teşekkür eder. Bu durum bir cemiyetin huzuru ve saadeti için şart olan sosyal bir barış halidir. Rabbimiz Kuranı kerimde Sadakaları Allah Bereketlendirir buyurmaktadır…
Halbuki bir kişi Allah korusun Faize girse, Faizde görünüşte insanın cebine bir şeyler girerken, Zekatta ise bunun tam tersine İnsanın cebinden bir şeyler çıkmaktadır. Ayeti kerime açık olarak beyan etmektedir ki, Faiz malın eksilmesine sebep olurken, ZEKAT ise malın bereketlenmesine vesile olmaktadır. Rızkı veren Allah ise, Rızkımızın bol olmasını veya dar olmasını saglayan da odur. Rabbimiz ZEKATLA, Sadaka ile malın artırılacagını bildiriyorsa, kişinin malının Zekatını vermemesi bir noktada malının artmamasını istemektir…
Eşyaya sahip olan malik olan Allah, onun nasıl çogalmasını da elinde bulundurmaktadır. Bu sebeple İLAHİ hikmet mal sahiplerine mala çok meyledip bütün varlıgı ile ona yönelerek tapmalarını önlemek ve insanın gerçek mutlulugunun, ancak mal biriktirmekte olmayıp onu Allah yolunda harcamakta oldugunu tenbih etmek için ellerinde bulunan malın bir kısmını onlardan almayı emretti. Cenabı Hak Tevbe Suresi Ayet.103.te mealen şöyle buyurmaktadır:*** Onların – Müminlerin mallarından Zekat al ki, onları temizleyip tezkiye etsin…***
İnanıyoruz ki: yine fazlasıyla malı çogaltacak olan Allahtır. Zekatın tabiidir ki bir çok faydaları vardır. Bunlardan bazılarını zikredecek olursak: Zekat kalbin katılaşmasını önler. İhtiras zincirlerini kırar. Cemaata şefkatin, sevginin, ülfetin anahtarıdır Zekat. Malın Ahirette Salih amel olarak kişinin karşısına çıkar. Zekat ibadeti Ruh ile beden arasında bir denge saglar. Zekat ibadeti Allaha şükrün açık bir ifadesidir. Aynı zamanda Zekat ibadeti Zenginin şahsiyetini geliştirir denilmiştir…
Bu konuda Yusuf Kerimoglu hocaefendi şu bilgileri bizlere taşıyor: Bedeni ibadet olan Namaz ile mali ibadet keyfiyetine haiz olan Zekatı birbirinden ayırmak mümkün degildir. Günümüzde yaygın olan hurafelerden birisi şudur: Zekat ibadeti, ferdin vicdanına terk edilen ve hiç bir müeyyidesi – yaptırımı olmayan bir ibadettir…
Fetevayı Hindiyyede yer alan ve zahirurrivaye olan şu hüküm, bu kanaatin batıl oldugunun delilidir. * Zekat muhkem bir farzdır. İnkar eden mükellef kafir olur. Vermeyen öldürülür. Serahsinin muhiytinde de böyledir.* Bu hükümde yer alan vermeyen öldürülür hükmü; İslam fıkhına göre kurulan devletin, önemli vazifelerinden birisini gündeme getirmektedir…
Bir mükellef; Zekatın farzıyetini kabul etmekle beraber, mala olan düşkünlügü sebebiyle eda etmezse – farzı terk ettigi için – büyük günah işlemiş olur. İmanı, Namazı ve Zekatı birbirinden ayırmak mümkün degildir.Hesap gününe hazırlanan her mükellefin; mali ibadetlerini eda ederken; hem Allahın (cc) rızasını esas alması, hem o ibadetin bütün şartlarına riayet etmesi farzdır…(Misak.191.s23.24.)
Burada bir defa zikretmekte fayda vardır sanıyorum günümüz için de geçerliligini koruyan en efdal Zekat verilecek kimseler arasında özellikle Aile, çoluk çocuk sahibi, veya borçlu kimseler, veya hasta ve yakın akraba olanları daha ön planda gözetmek lazımdır. Zira zekatı akrabaya vermek, aynı zamanda hem sadaka ve hem de sılayı rahim olmaktadır. Sılayı rahimin sevap yönünden degeri gizli degildir…
Dostlar ve din kardeşleri, sıradan tanıdık olanlardan tabiidirki önce gelir. Nasıl ki Akraba da diger yakınlardan – etraftaki lerden öncelikli oldugu gibi. Burada bir önemli husus daha vardır ki o da, sadaka veren kimsenin bilmesi gerekir. Zekat verdigini başa kakmak o insanları incitmek suretiyle sadakasının degerini iptal etmekten kaçınmaktır… Cenabı hak Bakara suresi.ayet.264.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey iman edenler, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmakla boşa gidermeyin…***
Osman bin affan Radıyallahu anh minbere çıkmış ve şöyle buyurmuştur: * Ey müslümanlar. Bu ay Zekat ibadetini eda etme ayıdır. Kimin üzerinde Zekat borcu varsa, kendisi bu borcu ödesin. Bu şekilde batıni malların yani altın, gümüş ve kıymetli eşya olup ta gizlenen malların zekatı, müminlerin vicdanına havale edilmiş ve o tatbikat o tarihten itibaren devam etmiştir…
İyilik ve TAKVA hususunda yardımlaşmayı ahlak haline getiren Müslümanların ihlası, İslami hareketin hayatiyeti ve devamı için zaruridir. İman eden, salih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eden müminlerin hüsrandan kurtulacakları muhkem nassla haber verilmiştir. Mali ibadetlerini hakkıyla eda eden bir mükellefin ; dikkat etmesi zaruri olan edeplerden birisi, kendi nefsini teskiye etmemesi temize çıkarmamasıdır… (H.Aktaş. Misak.191.s.25)
Tirmizi, Ebu Davut ve Nesainin Zekat bölümlerinde Rivayet edilen bir Hadiz mealen şöyle: ** Resülullaha (sav) bir kadın, beraberinde bir kızı olduğu halde geldi. Kızın elinde, altından kalın iki bilezik vardı. Bunların zekatını verdin mi ? diye (Resülullah aleyhissâlatu vesselam) kadına sordu. Kadın: Hayır diye cevap verdi. Resülullah: Kıyamet günü Allah’ın, onları sana ateşten iki bilezik yapması seni memnun eder mi? dedi. Bunun üzerine kadın, bilezikleri derhal çıkarıp Resülullah’ın önüne bıraktı ve: Bunlar Allah ve Resülüne aittir. dedi.
Muteber HADİS mecmualarında Rasuli Ekremin (sav) ; Ümmetine ögretmek niyyetiyle, şu duayı yaptıgı haber verilmiştir: ** Allahım rahmetini umuyorum. Gözümü açıp kapayıncaya kadar bile olsa, beni nefsimin hevasıyla başbaşa bırakma. Her halimi ıslah eyle. Senden başka ilah yoktur…**
Allahım bizleri senin her emrine teslim olanlardan eyle. Kılmış oldugumuz Namazları dergahında kabul eyle. Vermiş oldugumuz Zekatlarımızı Dergahında kabul eyle. Tutmuş oldugumuz Oruçlarımızı ve Haccımızı dergahında kabul eyle. Sen izzet sahibisin içimizi ve dışımızı yani bizi bizden daha iyi bilirsin. Günah, kusur ve hatalarımızı affeyle. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…
Sermed Kadir… …20.02.2008