Rabbimiz Enam suresi ayet.159.da mealen şöyle buyurmaktdır: *** Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir…***
Peygamber Efendimiz (sav) Ebû Hureyre’den rivayet edilen bir hadislerinde mealen: **… Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, kurtuluşa eren fırka (Fırka-ı Naciye) dışında kalan yetmiş iki fırka Cehenneme gidecektir…** buyurmuşlardır. nanıyoruzki, Sünneti seniyyeye uymanın gerekliligi, İslam dininin en açık prensiplerindendir. Biz müslümanlar, Bidatlardan kaçınmak ve onları hoş karşılamamak islamın hükümlerine uymakla mükellefiz.
İnancımıza göre genel ve özel konularda bizler Peygamber efendimizi (sav) örnek almak onun siret ve sünnetini bilmek ve ona uymak mecburiyetindeyiz. Bizler her konuyu derinlemesine bilemedigimizden dolayı; sünneti seniyyeye baglanmanın dine baglanmanın derecelerini en güzel şekilde ictihad ehli ve fetva vermeye yetkili ilim adamları belirlemektedir. Mutlaka ilim çok geniş ve diyebilirizki hudutsuzdur. Mesela sünnet hususunda; adet olan sünnetler var, ibadetler arasına giren sünnetler var, sürekli uygulanması gereken veya geçici bir süre için konulmuş olan sünnetler ve hükümler vardır.
Bir müslüman, ictihad ehli ile imama ve güvenilir bir ilim adamına uydugu sürece, İslam üzere sayılır ve sünneti seniyye çizgisinde olur. Böylesi bir Müslüman en alt derecede veya en üst derecede Rasulullahı (sav) kendisine örnek almış olur. Müslüman, Kitap ve sünnette açık şekilde bildirilen akaid prensiplerini kabul ettigi, şüpheli konularda da ilimde söz sahibi olan yani meselelerin inceliklerini iyi bilen ilim adamlarının açıklamalarına dayandıgı sürece, sünneti seniyye üzerinedir yani dogru yoldadır.
Kesin olarak bildirilen hükümlerde kitap ve sünnetin ölçülerine uyan, anlaşılması zor müteşabih ya da şüpheli meselelerde de Ehli sünnet vel cemaat mezhebi üzere olan ilimde söz sahibi imamların mezheplerini esas alan kimse Bidat ehli sayılmaz. Bu iki durumda, söz konusu müctehid imamlara uyanları sapıklıkla itham eden, suçlayan kişi kendisi sapıklıga düşmüş olur. Çünkü o, ümmeti, cahiliyenin kucagına itmek ve imamları da itham etmek istemektedir. Bu imamlar ise onun iddialarından uzaktır. Bidatlerin en tehlikelisi, kişiyi kurtuluşa eren grup yani fırkayı naciye mensubu olmaktan çıkarak, Rasulullahın cehennem azabını hakedeceklerini bildirdigi yetmişiki fırkadan biri içerisine sokan itikadi bidattir. Ameli yönden uydurulmuş şeyler de bidatların, sapıklıkların arasına girer…
Biraz daha gerilere gidecek olursak mesela Yahudilerin çok degişik fırkala ayrıldıgını görürüz. Bunlara örnek kısaca, Ferrisiler, Saddukiler, Kurralar, yazıcılar ve tutucular gibi. Ayrıca Hristiyanlarında çok çeşitli gruplara, fırkalara ayrıldıgını görürüz mesela; Yakubiler, Deysaniler, Aryusiler, Katolikler, Protestanlar, Anglikanlar…gibi. Bir müslümanın Yahudi ve Hristiyan fırkalarını, mezheplerini inceleyerek bunların her birinin görüş ve düşüncelerini, her birinden ortaya çıkmış grupları ögrenme sorumlulugu ve bilme mecburiyeti yoktur. Ancak Müslüman, bu tür mezheplerin, içine düştükleri sapıklıklardan uzak kalmakla sorumludur. Daha da önemlisi Müslümanın, bu ümmetin içinden çıkmış olan sapık fırkaları da, onlardan her hangi birinin sapık görüş ve düşüncelerine kapılmamak için ögrenmesi önemli bir görevdir. Said Havva merhum diyorki: Bunların bilinmesi Farzı ayın derecesinde bir görev degilsede, Ehli sünnet vel cemaat mezhebinin itikat prensiplerini ve kitap ve sünnetten, kendini sapık mezheplerin aldatmalarına düşmekten koruyacak kadar bir şeyler ögrenmesi mutlaka gereklidir.
Sapık fırkaların tanınması ve bunların sapıklıga düşmelerinin bilinmesi farzı kifaye hükmündedir ve ilim adamlarının da sapık fırkaların gidişatlarını bilerek müslümanları söz konusu fırkaların çagrılarına karşı korumaları gerekmektedir. İlim adamlarının dogrudan ya da dolaylı yollarla bu sapık fırkaları tanımalarına ihtiyaç vardır. Bu tanıma bir yerden bir yere ve zamandan zamana farzı ayın hükmü kazanmaktadır…(El esas fis sünne.Said havva.)
İnanıyoruzki; İslam ümmeti içerisinde Kurtuluşa erecek olan fırka, kendisine ehli sünnet ve’l cemaat adı verilen fırkadır. Müslümanların tarihinde ehl-i sünnet ve’l cemaat alimlerinin haklarında ka¬fir hükmü vermedikleri çok sayıda fırka ortaya çıkmıştır. Bunların yanısıra kafir oldukları üzerinde bütün ehli sünnet alimlerinin görüş birliğine vardıkları fırkalar da ortaya çıkmıştır.
Müslümanların arasından çıkmış olan çok sayıda in¬san, kendilerinin peygamber olduklarını ileri süren bazı yalancıların peşine takılmışlardır. Resulullah (a.s) da ümmeti içinden yalancı peygamberlerin or¬taya çıkacağını önceden haber vermiştir. Öte yandan kendilerinin tanrı olduk¬larını ileri süren bazı kimselere uyanlar da olmuştur. Bir başka deyişle yetmiş iki fırka ile, hakka yakınlık ve uzaklığının ölçüsüne bakılmadan İslami çevre¬den az veya çok nasibi olan bütün fırkalar kastedilmektedir.
Sapık yolda oldukları üze¬rinde bütün ehli sünnet alimlerinin görüş birliğine vardıkları mutezile ve hari¬ciye gibi bazı büyük firkalar da kendi içlerinden fırkalara, gruplara ayrılmış¬lardır. Şimdi bunların her biri kendi başlarına bir fırka mı sayılacaklar, yoksa bun¬ların tümü birlikte tek bir fırka mı sayılacaktır ? Bu gibi noktalardan hareketle, geçmişte itikadı fırkalar hakkında kitaplar yazan ilim adamları kendi dönemle¬rine kadar ortaya çıkmış olan fırkaların sayılarını yetmişe yaklaştırmışlardır.
Ancak daha sonraki çağlarda yeni bir takım fırkalar ortaya çıkmıştır. Eğer ki biz kendilerinin ilah olduklarını yahut peygamber olduklarını ileri sürenlerin veya sapık öncülerin ortaya çıkarmış oldukları fırkaların tümünü sıralamak istersek karşımıza çok sayıda fırka çıkar ve söz bir hayli uzar ve onları anlatma tanıtma hususunda bir hayli zorlanırız. Bu durumda konu bir makalenin kaldırabileceği yazım sınırları da aşar.
İslamın ilk dönemlerinde ortaya çıkmış olan Museylemetu’l Kezzab, Secah, Esved Ansi gibi bir takım yalancı peygamber¬lerden sözedilmesi ve tek bir kaynaktan ortaya çıkmış değişik gurupların her biri hakkında ayrı ayrı bilgi verilmesi uzun ve teferruatlı kitapların muhtevasına gi¬rebilir ancak. Geçmişte ortaya çıkmış olan fırkaların bazıları tamamen yok olmuş, bazıları ise halen varlıklarını sürdürmektedirler. Biz burada örnek nite¬liğindeki bir takım fırkalardan sözedeceğiz. Yahut ortaya atmış oldukları sapık fikirlerin yeniden müslümanların arasına karışması ihtimali bulunanların bu gibi fikirleri üzerinde duracağız. Amacımız eski ve yakın çağlarda ortaya çıkmış olan ve dini nitelik taşıyan muhtelif sapık fikirlerden yahut komünizm, laiklik gibi dini tümüyle reddeden ideolojik akımlardan müslümanı korumaktır.
Sapıklığın yahut küfrün temellerini araştıran kişi; bunların ya tanrılık veya peygamberlik iddiasında bulunanların ortaya attıkları saçmalıklardan birine, ya küfür dinlerinin birinin getirmiş olduğu anlayışlardan bazılarına, ya Resulullah (a.s)’ın ehli beyti hakında taşkınlığa, ya bilgisizce yapılan te’vile, ya Allahu Teala’yı yarattıklarına benzetmeye, ya da kişiyi inanç, anlayış (fıkıh) veya gidişat yönünden ehli sünnet vel cemaat çizgisinden uzaklaştıran taşkınlarlardan birine dayandıklarını görür.
Bazen fırkalar hakkında zorunlu olarak bilgiler verilmek¬tedir. Çünkü bazen bu fırkalardan birinin sapık görüşlerinden, bazen de sapık öncülerin adından sözedilmekte ve buna bağlı olarak ilgili fırkalar hakkında da bilgilere yer verilmektedir. Bu arada doğru yoldaki bir fırkanın içerisinden sapık bir fırkanın doğması olayından sözederken, her iki fırkanın isminden de zorunlu olarak bahse¬deceğimizi burada hatırlatalım. Mesela hidayet yani doğru yolun önderlerinden olan Zeyd bin Ali ve taraftarlarından sözederken, zaman içerisinde onun tarftarlarının arasından bazı taşkın fırkaların doğması olayı üzerinde de duracağız.
Günümüzdeki İslam alimleri, aynı şekilde belkide geçmişte yaşamış olan İslam Alimlerinden daha büyük bir sorumluluk altında bulunmaktadırlar, çünkü hem sapık ve bidat ehli grupların sayısı artmış ve aynı şekilde tehlikede gittikçe artmıştır ve artmaktadır. Bunun yanında, Müslümanlar da çeşitli sapık mezheplerin, sapık fırkaların ayakta kalanları ile iletişim araçlarının geliş¬mesi doğrultusunda, dünyaya yayılan muhtelif sapık felsefi ekoller ve mezhep¬ler karşısında mücadele vermek durumundadırlar.
Söz konusu bozuk fırkalar ve ekoller, sahip oldukları imkanları, insanların zihinlerine şüphe ve tereddüt sok¬mada kullanabilmektedirler. İşte bu gelişmeler karşısında müslüman ilim adam¬ları, müslümanlann doğru inançlarını, sapık inançlara karşı korumakla görevli¬dirler. İlim adamlarının müslümanlan, sapık mezhebin ve felsefi ekolün, dinin yahut fırkaların etkilerine karşı korumaları gerekmektedir. Diğer görevlerinin yamsıra, bu yöndeki görevler de ilim adamlarının üzerinde önemli bir sorumlu¬luktur.
Buradan hareketle diyoruz ki: Farzı kifayeler, durum ve sayı itibariyle za¬mandan zamana ve mekandan mekana değişiklik arzetmektedir. Aynı şekilde müslümanın üzerindeki ilmi ve ameli yönden farz-ı aynlar da zamana ve meka¬na göre değişiklik arzetmektedir. Hatta bu tür farz-ı aynlann kişiden kişiye değişiklik arzettiği bile söylenebilir. Bizim üzerinde durduğumuz konu, yani İslam ümmetinin değişik fırkalara ayrılması konusu, üzerinde durulması gereken konuların en önemlilerindendir. Ortaya çıkan fırkanın bir tanesi ahirette kurtuluşa erecek, diğerleri helak olacaklardır. Bu fırkaların, hak olan itikadı yapıca uzaklık ve yakınlıklarına göre ahiretteki helak dereceleri de farklı olacaktır.
Şu sorular mutlaka zihnimizde yer etmelidirki; Dogru, doyurucu ve gerçek cevaplar bulmaya çalışalım, hakikate ulaşalım. Öncelikle şu souları sorup cevap arayalım; Sapık fırkaların ortaya çıkmasının sebepleri nelerdir ? Çeşitli nasların bizzat söz etmiş oldukları fırkalar nelerdir ? Bu fırkaların haklarında bir çok nass bulunan önemlileri hangileridir ?
Ehl-i sünnet mezhebi alimlerinin, sapık oldukları ya da küfre düştükleri ko¬nusunda icma ettikleri yani görüş birliğine vardıkları fırkalar hangileridir ? Bu gibi fırkaların öne sürdükleri iddiaların önemlileri nelerdir ? Şimdi bütün bu sorulara cevap arayalım inşaallah.
Öncelikle belirtelimki; Geçmişte ortaya çıkmış fırkaların bazıları bugün yok olmuştur. Ancak ye¬niden ortaya çıkabilecek durumda olanlarda vardır. Bazı fırkalar ise halen varlıklarını sürdür¬mektedirler. Bu gibi fırkalar ümmet açısından önemli problemler oluşturmak¬tadırlar. Bunun yanı sıra bazı fırkalar, eski dönemlerde ortaya çıkmışken bazıla¬rı yakın zamanlarda ortaya çıkmışlardır. Bazı akımlar ise her yeni nesille birlikte tekrar tekrar ortaya çıkabilmektedir.
Allahu Teala’nın hidayetinden sonra ilim, insanın kurtuluşunu sağlamada benzeri olmayan bir ölçüdür. Bütün sayılan konularla ilgili çok sayıda kitap yazılmıştır. Bu kitapların kimileri eski, kimileri ise yenidir. Bu kitaplardan bazıları sırf itikadı mezheplerle ilgili içeriklere sa¬hiptir. Allah’ın kitabından ve Resulullah (a.s)’ın sünnetinden sonra tartışmasız kabul edilmesi gereken hiçbir kitap yoktur. İtikadi mezhepler konusuyla ilgili yazılmış eski kitapların en çok bilinenleri şunlardır: Ebu’l Hasan el Eş’ari’nin ‚Muakalatu’l İslamiyyin‘, Abdulkadir Bağdadi’nin ‚el Fark beyne’l Firak‘, Şehristani’nin ‚el Milel ve’n Nihal’, İbni Hazm’ın ‚el Milel ve’n Nihal.’
Son dönemlerde ortaya çıkmış olan Kurratiyye. (İran’ın Kurratul Ayn şeh¬rine nisbetle bu adı almıştır). Bahailik, Kadiyanilik, vs. gibi akımlarla ilgili olarak da son dönem ilim adamları bir takım eserler yazmışlardır. Biz bu bölümde bütün bu fırkalarla ilgi¬li bazı kısa ve özlü bilgilere yer vermeye ve tanıtmaya çalışacagız. Geçmiş ümmetlerin ve özellikle haklarında Allahu Tealanın bize bazı bil¬giler verdiği yahudilerle hıristiyanların arasından çıkmış fırkalar üzerinde geniş çaplı düşünürsek, sapıklığa neden olan faktörlerin şunlar olduğunu görürüz:
Birincisi: Kalp hastalıkları, kin, haset haksız uygulamalara ve arzuların pe¬şine takılmak gibi kalp hastalıklarından meydana gelen durumlar sapıklıgı arayışın sebeplerinden sayılabilir. İkincisi: İnsanlar, uygulamalar ve konumlar konusunda taşkınlık etmekte¬dirler. İnsanların derecelerini, uygulamaların mahiyetlerini ve bunlara bağlı ko¬numların belirlenmesi konusunda ölçünün kaçırılması ve aşırıya gidilmesi ayrı bir sapıklık sebebibir. Rabbimiz tevbe suresi ayet.31.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Onlar Allah’ı bırakıp, hahamlarım, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i kendilerine rab edindiler. Oysa tek Tanrıdan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı…***
Üçüncü olarak: Hak olan şeyleri bilgisizce te’vil etmek yorumlamak ve bazı hakikatleri unut¬mak, uygulamadan kaldırmak suretiyle unutulmasını sağlamak başka bir sapıklık nedenidir. Rabbimiz yine Maide suresi ayet.77.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey kitap ehli, haksız olarak dîninizde taşkınlık etmeyin. Daha önce sapıklı¬ğa düsen, pek çok kimseyi doğru yoldan saptıran ve doğru yoldan ayrılmış olan bir milletin heveslerine uymayın…*** Dördüncüsü: Vahiyden kaynaklanmayan şeyleri, vahiy ürünleri arasına sokmak.
Yüce Allah bununla ilgili olarak da şöyle buyuruyor:*** Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap’tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ediyorlar…***
Beşinci sapıklık nedeni: Üzerinde icma edilerek görüş birliğine varılan şeyleri bırakarak, bunlara ters olanları öne çıkarma çabalarına girişmek. Bu konuda Rabbimiz Beyyine suresi ayet.4-5.te mealen şöyle uyarıyor: *** Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil (Peygamber) kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. Halbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur…***
Altıncı sapıklıga yönlendiren sebep: Allahu Teala hakkında bilgisizlik ve O’nu zatına layık olmayan şeylerle vasfetmek, insanların bilmedikleri hususlarda fikir beyanında bulunmaları: Rabbimiz bu konuda Maide suresi.64.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır (sıkdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez…***
Şurası unutulmamalıdırki; Geçmiş ümmetlerin içerisine düşmüş olduğu hatalara, zaman içerisinde bizim ümmetimiz de düştü. Bu durumun ortaya çıkacağını Peygamber Efendimiz (sav) mucilerinden biri olarak önceden bildirmişti. Müslümanların içinden peygamber olmayan bazı kimselerin de masum olduklarını, hatta bunların nassa aykırı düşen sözle¬rinin bile reddedilemeyeceğini ileri sürerek taşkınlık edenler olmuştur. Nitekim Şiilerin bazı gurupları böyle bir inanca sahiptirler. Nusayriler, Dürziler ve İsmaililer gibi, insanları tannlaştıranlar çıktı.
Ayrıca; Yalancı Müseyleme ve Gulam Ahmed Kadıyani gibi, kendilerinin peygam¬ber olduklarını ileri süren ve bu iddialarında kendilerine uyanları bulabilenlerde olmuştur ne yazıkki. Ya da, Mutezililer gibi bilgisizce bazı hususlarda tevilde bulunanlar, yorum getirenler olmuştur. Ve ya, Muşebbihe mezhebi mensupları gibi, teşbih yaparak Allah’ı yaratılmışlara benzetenler çıkmıştır. Hariciler gibi, taşkınlıkları benimseyenler oldugu gibi, Murcie mezhebi mensupları gibi, şeriatın hükümlerine göre amel etmeyi ge¬reksiz görenler ortaya çıkmıştır.
İbahiler gibi, Allah’ın haram kıldıklarını helal sayanlar ortaya çıkmış, Laikler gibi, şeriat hükümlerine göre hükmetmeyi gereksiz görenler sapıklıga ortak olmuşlardır. Bütün bu yanılmaların ve sapıklıkların özü, Kuranı Kerimin muhkem ayet¬lerinde yer alan anlamları bırakarak müteşabih ayetlere dayanmak suretiyle, ar¬zuya göre,heva ve heveslerini esas alarak hükümler çıkarma uygulamasına dayanıyor. Bu noktada müteşabih nisbi bir mahiyet ve izafiyet arzeder. Değişik yorum¬lara göre müteşahib olduğu ileri sürelen ayetleri de içine alır. Pek çokları belirli bir muhkem ayete nisbetle, müteşabih sayılabilecek ayetlerden hareket ederek sapıklığa düşmüşlerdir. Bu mesele oldukça tehlikeli bir meseledir ve mutlaka kavranması gerekmektedir.
Genel itibariyle denilebilirki; Bu ümmetin içinden çıkan sapık ve hakikatten uzaklaşmış fırkalar, müteşa¬bih nasslara dayanmaları ve muhkem olan nasları da müteşabih naslara göre açıklamaya kalkışmaları nedeniyle sapıklığa düşmüşlerdir. Bunlar yerine göre, ilim adamlarının belirlemiş oldukları ıstılahı anlamı yerine göre müteşabih olan ayetlere, yerine göre de kendilerinin bilgisizlikleri nedeniyle müteşabih sandık¬lan ayetlere dayanmışlardır. Bazen de arzularını gerçekleştirmek için ayetlere farklı anlamlar vererek müteşabih bir mahiyete sokmuşlardır.
Esasta ise müslü-manın muhkem ayetleri dayanak edinerek sadece ilimde rüsuh sahibi olan ilim adamlarının anlayabileceği türden ıstılahi anlamda müteşabih ayetleri veya in¬sanlardan bazılarının anlayamamaları nedeniyle müteşabih olan ayetleri, muh¬kem ayetlere göre açıklaması gerekmektedir. Biz buradan müteşabih ayetlerin kısımlandırılmasından hareketle, mu’tezile gibi ilim adamlarının belirlemiş ol¬dukları ıstılahi anlamda müteşabih olan ayetlere dayanarak sapıklığa düşen fırkalar ile, Hariciler, Mürci’e ve Batınilerin bazı gurupları gibi cehalet yüzün¬den bir takım konuları karıştırmak suretiyle sıpıklığa düşen fırkaları birbirlerin¬den ayırmaktayız.
İlim adamları, Sapıklığa Düşmekten korunmanın yolları şu şekilde göstermişlerdir: Öncelikle, Kuranı Kerime ve sünneti seniyyeye yapışmak, sahabe ve tabiin gibi doğru çizgide oldukları kesin olan geçmişlerimizin yollarını izlemek, doğru bilgiye ve çağlar boyunca İslam ümmetinin içinden çıkmış olan ilim adamlarının çoğun¬luğunun ortaya koymuş oldukları ilmi delillere dayanmak ve söz konusu İslam alimlerini oluşturan ilim adamlarından rüsuh sahibi olanları izlemek…
İnanıyoruzki; mutlaka her çağda, her zaman diliminde İslam ümmetinin içerisinde ilimde rüsuh sahibi olan ilim adamları yetişmiştir. Dört mezheb imamı, İmam Nevevi, İbni Hacer Askalani, Suyuti ve bunların benzerleri, ilimde rüsuh sahibi olan ilim adamlarındandır. İlimde rüsuh sahibi olan ilim adamları bazı fırkaların sapıklık dairesi içine girdikleri, bazılarının da tamamen küfre düştükleri konusunda icma etmişlerdir. Bir takım fırkaların sapıklığa düşmelerine neden olan bazı önemli meseleler şunlardır:
Kuranı Kerimin zahiri anlamından farklı olarak, batini bir anlam içerdi¬ği iddiası. Sünnet naslarının yani hadis metinlerinin hüküm çıkarmada esas alınıp alınmayacağı ve sünnetin, hadis naslarının ne derece bağlayıcı olduğu konusu etrafındaki tartışmalar. Teşbih yani benzetme. Ayetleri farklı anlamlara çekme. Bilgisizce tevil buna kuru aklıyla farklı yorum getirme diyebiliriz. Kişinin günah işlemekten dolayı kafir olduğu iddiası. İmamet ve hilafet konusundaki tutum. Sahabiler hakkında ortaya çıkarılan tereddütler, onlardan bazılarına küfredilmesi (sövülmesi) ve kafirlikle itham edilmeleri. Kaderin inkarı. Cebrilik. İnsanın yaptığı işleri, kaderin zorlaması ile yaptığı iddiası. Dinde taşkınlık hususlarıdır… İbni abbasdan gelen bir rivayet mealen şöyledir: ** Dinde taşkınlık etmekten mutlaka sakının. Sizden öncekiler, dinde taşkınlık etmeleri nedeniyle helak oldular…** Bir başka hadisi, Taberani, Ebu Umame nin merfu olarak şöyle söylediğini rivayet etmiştir:** Ümmetimden iki sınıf vardır ki, bunlara benim şefaatim ulaşmayacaktır Za¬lim, gaddar bir imam (yönetici) ve hareketlerinde ölçüsüz taşkın kişi…**
Kuranı Kerim bize, sapık fırkaları tanımamıza imkan sağlayacak ölçüyü vermiştir. Bu ölçüden anlaşıldığına göre sapık fırkaların mensupları, müteşabih ayetleri kendilerine dayanak edinip muhkem ayetleri bunlara göre açıklamayı prensip haline getirerek müteşabih ayetleri bunlara göre açıklama prensiplerini reddetmişlerdir. Kurtuluşa erecek olan fırkanın özelliği muhkem ayetlere göre amel etmesi, müteşabih ayetlere inanması ve bunları muhkem ayetlere göre açıklamasıdır. Bu ölçüye göre insan, ehli sünnet vel cemaat mezhebinin hak çizgi üzere olduğunu anlayabilir.
Sahabiler arasında bazı parçalanmalar oldu. Hz. Ali (r.a) ile Hz. Muaviye arasında bazı çarpışmalar meydana geldi. Bunun yanısıra, bir yanda Hz. Ali (r.a)’nin, diğer yanda da Hz. Aişe (r.a), Talha (r.a) ve Zübeyr (r.a)’in yer aldığı çarpışmalar oldu. Bunların tümü, naslann şehadeti ile ehl-i sünnet vel cemaat çizgisi üzereydiler. Hz. Ali (r.a) haklıydı ve doğruluk üzereydi. Diğerleri ise hata etmişlerdi. Bu konunun dar bir alana sıkıştırılması, halkın genelinin kalblerinde bazı şüphe ve tereddütlere yol açar. Bu nedenle ilim adamları, sahabiler arasında meydana gelen söz konusu çatışmaların gündeme getirilmesini hoş karşılamamışlardır. Bu çatışmalarda taraf durumunda olanların tümü, cennetle müjdelenmiş kim¬selerdi ve gerekli yerlerde tevil yapabilecek derecede ilim sahibiydiler. Bun¬ların tümü de aynı zamanda kendilerinin haklı olduklarına inanıyorlardı.
Hz. Ali (r.a) ile Hariciler arasında da çatışmalar olmuştu. Bu çatışmalarda Hz. Ali (r.a)’nin haklı olduğu, Haricilerin ise Hz. Ali (r.a) ve Hz. Osman (r.a)’ı küfürle suçlamaları nedeni ile hata üzere oldukları, naslardan bütün açıklığı ile anlaşılmaktadır. Bazı kimseler, hilafette Hz. Resulullah (a.s)’ın ehl-i beytinin hak sahibi oldu¬ğuna inanmışlardır. Bu inançtan Şiilik fırkası doğmuştur. Ancak ehli ehli beyt yanlıları aralarında guruplara ayrılmışlardır. Bunların içinde orta yolda olanları olduğu gibi, fazla aşırıya gidenleri de olmuştur. Muh¬kem olan naslar, herkes için geçerli olan hükümler ortaya koymaktadır.
Hazreti Ali Efendimizin şöyle söylediği rivayet edilmiştir: * Resulullah (a.s) beni yanına çağırdı ve şöyle söyledi: ** Senin durumun biraz Hz. İsa (a.s)’nın durumuna benzer. Ona yahudiler öylesine bir kin beslediler ki, anasına iftira attılar. Hıristiyanlar da onu öylesi¬ne sevdiler ki, kendisinde olmayan sıfatlarla onu tarif ettiler…** Bakın, benim hakkımda İki kişi helake gidecektir: Beni sevip sevgisinde aşırı giden, bende olmayan sıfatları bana nisbet ederek övgüde bulunan ve bana asın kin beslemekten dolayı özelliklerimi beni kötülemek için kullananlar. İyi bilin ki, ben bir peygamber değilim. Bana vahiy gelmiyor. Ancak Allahın kitabı ve peygamberinin sünneti ile gücüm yettiğince amel etmeye çalkıyorum. Size Allaha itaat konusunda bir şey emrettiğim zaman, hoşlansanız da hoşlanmasanız da bu konuda itaat etmeniz üzerinize bîr haktır, görevdir…(Ebu Davud)*
İşte ilk dönemlerde ortaya çıkmış olan iki büyük fırka bu olaydan meydana gelmiştir. Yani Hz. Ali (r.a) ile ilgili anlayıştan…Sonraki dönemlerde bu iki büyük fırkadan çok değişik fırkalar doğ¬muştur. Bazı insanlar, Hz. Ali (r.a) ile ona karşı çıkanlar arasında ortaya çıkan ihtilafla ilgili olayları anlayamadıklarından, değişik yorumlarda bulunmuşlar¬dır. Ardından felsefi bir takım görüşler ortaya atılmış ve bunlara dayanılarak yoldan sapılmıştır.
Hep te’vil cihetine meyletme sonunda, Mutezililik ortaya çıkmıştır, İşte bütün bu gelişmeler, ilk dönemin dört büyük fırkasını ortaya çıkarmıştır: Şi’a, Hariciler, Mutezile ve Mürcie… Bütün bu fırkalardan yeni yeni guruplar doğmuştur. Daha sonraki dönemlerde sünneti bırakıp da her şeyde yalnız Kuranı Kerime dayanan fırkalar meydana gelmiştir. Yine sufilerin bazıları gibi, insanın üzerinden yükümlülüğün yani nasslara göre amel etme yükümlülüğünün kalktığını ileri sürenler türemiştir. Zaman ilerledikçe de yeni yeni fırkalar ortaya çıkmaktadır.
Kadiyanilik ve Bahailik gibi fırkalar geçtiği¬miz yüzyılda ortaya çıkmıştır. Basiretli bir ilim adamı ve hak üzere olanlarla ilişkide bulunanlar, Kur’an ilimlerinden yararlanabilen kimseler ile sapıkları he¬men tanıyabilmeleri mümkündür. Haricilerin durumlarından söz eden nassların, diğer fırkalardan söz eden naslardan sayıca daha çok oldukları görülür. Bunun çeşitli hikmetleri bulunmaktadır: Birincisi: İslam ümmeti içinde ortaya çıkmış fırkaların ilki Haricilerdir. Ha¬riciler ortaya çıktıklarında, insanlar Peygamber Efendimizin (sav) hadislerini şifahi yani sözlü olarak birbirlerine aktarıyorlardı.
İkincisi: Bunlar, katılıkları ve taşkınlıkları sebebiyle halkın avam kesimini aldatabiliyorlardı
Üçüncüsü: Halkın çoğunluğunun yönetime karşı olan eğilimleri nedeniyle Hariciler pek çok kimseyi kendilerine çekebiliyorlardı. Yönetime karşı olma, çeşitli şekillerde ortaya çıkmaktadır. Bu konuda isyan¬karlık vasfı kazananlar yani bağiler, hak olan imama haksız bir iddiayla karşı du¬ranlardır. Bunların dışında kalanlar, karşı çıkışlarında haklı olabilecekleri gibi, zulmedenler de tarih içerisinde olmuştur.
Zamanımıza kadar olan Sapık fırkaları, mezhepleri, Ehli sünnet alimleri ve ilim ehli tarafın¬dan bilinen, sapık yahut kafir bir takım fırkalar bulunmaktadır. Özellikle ilim sahipleri tarafından tanınan, sapıklığa götürücü bazı önderler ortaya çıkmıştır. İlim sahibi olmayanlar, sapıklığa götürücü önderlerle kimlerin kastedildiğini bi¬lemezler. Bu konu ilmi gerektiren ve sorumlulugu olan bir husustur. Sapık fırkaları tanıma yol ve yöntemleri için yine islam alimlerinin eserlerine müracaat edecegiz inşaallah…
Konumuzu bir Hadis mealiyle noktalayalım inşaallah: ** Ümmetim yetmiş küsur fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan en büyük fitneye yol açacak olanları, meseleleri kendi anlayış ve yorumlarına göre değerlendire¬rek, haramı helal ve helali de haram sayanlardır…(Taberani, Avf bin Malik) ** Cenabı hak bizleri Sapık ve bidat ehli yolları izlemekten muhafaza eylesin. Bizleri Ehli sünnet vel cemaatta sabit duranlardan eylesin. Bizleri Sıratı müstakimden ayırmasın. Allahım sen her şeylere kadirsin…Amin…
Sermedkadir…Lu…06.09.2011