Rabbimiz İsra suresi ayet.1.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir…***
İsra mana itibariyle: Yürümek demektir. „gece yürüyüşü“ manasına gelir.Mirac ise:yukarı çıkmak, yükselmek anlamlarını ifade eder.Peygamber Efendimizin (sav) göğe yükselerek Allah’ın huzuruna kabul edilmesi mucizesidir. „Mi’rac“ kelimesi arapçada yükseğe çık¬mak anlamına gelen „urûc“ kelimesinden türetilmiş olup, sözlükte „yükselme, yük¬seğe çıkma aracı“ demektir. Dinî bir terim olarak yani ıstılahta ise miraç, Peyhgamber efendimizin (sav) Yüce Allah tarafından göklere yükseltilip kendi huzuruna çıkarılması ve bu arada bir çok ilâhî sırlara ve tecellilere mazhar kılın¬ması olayını ifade eder.
Peygamberimiz bu olayı anlatırken „yükseğe çıkarıldım“ ifade¬sini kullandığı için olay „miraç“ adıyla anılagelmiştir.Bizleri bu mübarek Miraç kandili gecesine ulaştıran Allah’a hamdü senalar, bu gecede bize Allah’tan en güzel hediyeleri getiren Peygamber Efendimize salatü selam olsun. Hz. Peygamber’in Yüce Allah’ın huzuru¬na yükseltilerek taltif edilmesi mucizesi.Peygamberimiz bu olayı anlatırken „yükseğe çıkarıldım“ ifade¬sini kullandığı için olay „miraç“ adıyla anılagelmiştir.
Kur’ânı Kerîm’de bir çok peygambere verilen mucizelerden sözedilir ve bu muci¬zelerin peygamberlerin değil Cenabı Al¬lah’ın fiili olduğu belirtilir. Peygamberlere mucizeler verilmesi bir çok hikmet içerme¬sinin yanısıra, Yüce Allah tarafından o pey¬gamberin taltif edilmesi anlamını da taşır. Peygamber Efendimizede (sav) ilâhî bir lütuf olarak verilen mucizeler var¬dır ve bunların en önemlisi Kur’ânı Kerîm’dir. İşte son peygamber Hz. Muhammed’e(sav) ihsan edilen mucizelerden biri de özellikle Ebû Talip ve Hz. Hatice’nin vefat¬larından sonra müşriklerin inananlara eza ve cefalarını arttırdıkları döneme raslayan miraç mucizesidir.
Miraç ile ilgili olarak Peygamber Efendimizden (sav) nakledilen hadislerde yer alan bilgiler ve Kurân âyetlerinin konuya ışık tutan dela¬letleri farklı yorumlara açık olduğu için, miracın tarihi, nasıl cereyan ettiği hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür.Kuvvetli bulunan görüşe göre miraç hic¬retten önce peygamberliğin 13. yılında {m.622) recep ayının 26’sını 27’sine bağlanan gece meydana gelmiştir.
Hicretten 18 ay önce peygamberliğin 12. yılında Ramazan ayının 17’sinde, hicretten bir yıl önce 17 rebiülevvelde, hicretten 6 ay önce Rama¬zan ayında cereyan ettiğine dair rivayetler vardır. Buna bağlı olarak, miracın Rasûlullah’ın hayatında bir kere mi yoksa birden fazla mı olduğu hususunda farklı görüşler bulunmakla birlikte İslâm Alimlerinin çoğunluğuna göre bir kere meydana gelmiştir.
Yaygın görüşe göre miraç olayı şöyle ce¬reyan etmiştir: Peygamber Efendimiz (sav), Kabe’nin yanındaki Hatim’de (veya Ümmühani Bint Ebî Talibin evinde uzanıyordu ve uyku ile uyanıklık arasında bir halde idi. Cebrail (a.s.) geldi, göğsünü yarıp zemzemle yıkayarak iman ve hikmetle doldurdu. Hz. Pey¬gamber Burak’a bindirildi. Cebrail ile Mek¬ke’deki Mescidü’l-Haram’dan Kudüs’teki Beyt-i Makdis’e gittiler. Orada Rasûl-i Ek¬rem bütün Peygamberler’e imam oldu ve birlikte namaz kıldılar.Bunun, miraçtan dönüş sırasında gerçekleştiği rivayeti de vardır. Sonra yüksek makamlara çıkılacak bir miraç, bir manevi yükselme aracı kurul¬du; gök katları açıldı…
Peygamber Efendimiz (sav), birinci katta Hz. Âdem’le, ikinci katta Hz. İdris ile, beşinci katta Hz. Harun İle, altıncı katta Hz. Musa ile ve yedinci katta Hz. İbrahim ile görüştü. Hz. İbrahim el-Beytü’l-Ma’mur’un duvarına yaslanmış idi. Daha Ötede sınır, bir ağaç („sidre“) ile işaretlen¬miş bulunuyordu.Rabbimiz En Necm suresi ayet.12-18.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız? Andolsun onu, önceden bir defa daha görmüştü, Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında. Cennetü’l-Me’vâ da onun yanındadır. Sidre’yi kaplayan kaplamıştı. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü…***
Ali Küçük hocaefendi tefsirinde bu konuyu şöyle izah ediyor: * Andolsun ki peygamber, Cibril’i bir başka seferde de görmüştür. Sidre-i Münteha’nın yanında onu bir kez daha görmüştü. Allah’ın Resûlü bir gece Mekke’deki Mescid-i Haram’dan, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya getirilip, oradan yedi kat semâya geçip Cebrâil ile yolculuğu devam ederken bir yere ulaşırlar ki, burası Sidretü’l Müntehadır.
O Sidre, Cennetü’l Me’vânın yanındadır. İşte her şeyin son bulduğu, maddenin, maddî dünyanın son bulduğu o sınırda Cebrâil onu yalnız bıraktıktan sonra Rasulullah Efendimizin tek başına devam ettiği bir mi’râc yolculuğunun sonunda tekrar Sidre’ye dönüşü gerçekleşinceye kadar ki geçen zaman dilimine mi’râc, ya da İsrâ yolculuğu diyoruz.İşte bu harikulade olay yaşanırken Sidre’ye dönüşünde Rasu-lullah Efendimizin Cebrâil’i orada aslî şekliyle tekrar bir daha gördüğü anlatılıyor.
Rasulullah Efendimiz demek ki; iki defa hey’et-i asliyesiyle Cibril’i (a.s) görüyor. Birincisi Rabbimizin bu sûresinde ve kendi beyanıyla Hıra’da ilk vahyin, Alâk sûresinin inişi esnasında; ikincisi de mi’râc hadisesinin cereyanı esnasında Sidre-i Müntehada ki, onun yanında cennetü’l me’vâ vardır. Sidre-i Münteha bir izafet terkibi olup „müntehâ sidresi“, yani sidrenin sonu, nihâyeti demektir. Müntehâ kelimesi son, nihâyet, bitiş anlamlarına gelmektedir.
Sidre kelimesi de, ağaç anlamındadır. „Sid-re” Arabistan kirazı denilen bir ağaca verilen isimdir. Trabzon hurması bu ağacın cinsindendir, gölgesi gâyet koyu ve latiftir.Sidretül-müntehâ‘ şeklinde Kur’ân-ı Kerim’de işte bu âyette geçmektedir. Ayrıca Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Mirac’ını anlatan ve bir çok sahabeden rivâyet edilen Hadis-i şerifte de geçmektedir. Hem Kur’an’ın Necm suresinde, hem de Hz. Peygamberin Mira-c’ını bütün ayrıntılarıyla anlatan hadis-i şerifte geçen Sidretül-Mün-tehâ‘, „Cennetin uçlarındandır.
Üzerinde Sündüs ve İstebrekın Cennetlerinin etekleri vardır“, diye açıklanmış, Keşşâf’ta da Sidretül-Mün-tehâ‘ Cennetin nihâyetinde ve sonundadır, diye geçmektedir.Ayrıca Sidretül-Müntehâ‘, „Allah Teâlâ’nın zât âlemi demektir ki, buraya ne meleklerin büyükleri, ne de Peygamberlerin büyükleri dâhil olabilir. Nitekim hadis-i şerifte de Hz. Peygambere refakat eden Cebrâil aleyhisselâm da Peygamberimizi buraya kadar götürmüş, bu-radan ileriye geçmeye izinli olmadığını ifade ederek, bundan sonra Cenâb-ı Hakk’ın daveti sebebiyle Hz. Peygamberin yalnızca gideceğini bildirmiştir.
İşte bu yüzden bu terkip „son sınır, son hudut veya sı-nırın sonu“ diye anlaşılmıştır. Hadis-i şeriflerde ise belirttiğimiz gibi daha çok mi’rac hadisesi ile ilgili kısımlarda geçmekte ve meşhur hadis kitaplarının; hemen hemen hepsinde söz konusu edilmektedir: „Sonra beni Sidretül-Mün-teha’ya götürdü. Bir de gördüm ki, sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir, yemişleri ise (Yemenin) Hecer (kasabası) testilerine benzer. Allah’ın emrinden her şeyi bürümekte olan şey Sidre yi ta-mamiyle bürüyünce bana başka bir hal oldu. Artık Allah’ın mahluklarından onun güzelliğinin bir kısmını bile anlatmaya gücü yetebilecek hiç bir kimse yoktur… “ (Müslim, İmân, 259).
İbn Mesud (r.a)’dan gelen rivâyette de „Resûlullah (s.a.s) Sidretül-Müntehâ’ya varınca yeryüzünden çıkan ve yukarıdan inen burada son buluyor“dedi. Allah orada ona kendisinden önce gelen hiç bir peygambere vermediği üç şeyi verdi: Namazlar beş (vakit) olarak farz kılındı. Kendisine Bakara sûresinin son âyetleri verildi ve Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmadıkları müddetçe ümmetine büyük günahlar da bağışlandı.
İbn Mesud, „Sidre’nin dört bir tarafı (meleklerle) çevrili iken“ (Necm,16) âyetini okudu ve „Sidre, altıncı göktedir“ dedi. Süfyân „Altından Pervaneler!“ dedi ve eliyle işaret edip elini titretti. Malik b. Mağfel’den başkası da şöyle diyor: „Yaratıkların ilmi „sidre’de“ son bulur ve bunun üstü hakkında bilgileri yoktur“
(Tirmizî, T. Suver 53).
Mürre’nin Abdullah’tan rivâyetine göre „Rasulullah (s.a.s) İsrâ gecesinde Sidretü’l-Müntehâ’ya götürüldü ki, sidre altıncı göktedir…“ (Müslim’den naklen, Kurtubî, XVII, 94) Enes’in rivâyetine göre Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor: „Ben Sidretü’l-Müntehâya götürüldüm. O, yedinci göktedir. Yemişi Hecer (kasabasının) testileri, yaprakları da fil kulaklarına benziyordu. Dibinden iki zâhir, iki bâtın olmak üzere dört nehir çıkıyordu. „Ya Cibril bu da ne?“dedim. Cibril: „Bâtın olanlar Cennettedir; zâhir olanlar ise Fırat ve Nil’dir“ diye cevap verdi“ (Kurtubî (Darekütnî’nin lafzıyla Müslim’den naklen), XVII, 94).
Bu iki hadisi sahih kabul edenler onları şöyle telif etmişlerdir: Kökü altıncı gökte, dalları yedinci göktedir (Et-Tehanevi, Keşşafu İstılâhati’l fünûn, İstanbul 1984, I, s. 728; Kurtubî, a.g.e., aynı yer).Sidr denilen bu ağaç Cennetin en üst kısmındadır. Eskilerin ve yenilerin ilminin ulaştığı son noktadır. Arşın sağında yer almaktadır. Mi’rac gecesinde bu mevkie vardıklarında Cibril geride kalmış; Resulullah (s.a.s) geri kalmasının sebebini sormuş, Cibril şöyle cevap vermiştir: „Bu makam dostun dostta kalacağı bir makamdır. Eğer kıl kadar ileri gidersem yanar kül olurum. Bundan sonrasını geçmek sa-dece sana bahşedilmiştir…“(Keşşafu İstilâhati’l-Fünun, „Sidretü’l-Müntehâ“ maddesi).
Sidretü’l-Müntehâ‘ denilmesinin sebebi, buraya hem büyük meleklerin, hem de büyük peygamberlerin geçememesi ve burası hakkında bilgilerin yeterli olmamasıdır. Bunun için bu tabir kullanılmış ve beşerî, yani insanlara ait ilmin son sınırı diye de açıklanmıştır. Ge-rek peygamberlerin, gerekse diğer yaratılmışlardan her âlimin ilmi burada son bulur, ondan ileri geçemez.
Ayrıca büyük müfessirlerden Fahruddîn er-Râzî, Sidretü’l Müntehâ’yı, buraya kadar zikredilen mâ-nâlarının yanı sıra, „hayreti küsvâ“ diye açıklamıştır ki, akılların hayretle kaldığı, bundan daha şiddetli bir hayretin tasavvur edilemeyeceği, insanın son derecede hayrete düştüğü bir makam olarak tavsif ettikten sonra; sadece, Hz. Peygamberin hayrette kalmadığını, şaşmadığını, gördüklerini açıkça gördüğünü kaydetmektedir.
Öyleyse biz âciz insanların Sidretü’l-Müntehâ’yı kesin olarak „şudur veya budur“ diye açıklamamız mümkün görülmemektedir. Necm suresinin 9. âyetine ve hadis-i şerifteki rivâyete göre, sadece Peygamberimize „Kâb-ı Kavseyne“ kadar yaklaşmasına müsaade edilmiştir. Sidretü’l Müntehâ’dan ilerisi gayb âlemidir ki, Allah Teâlâ’dan başka hiç kimsenin ilmine ve bilgisine giremez, yani insanî ilmin son sınırıdır. Buradan ötesi Allah Teâlâ’nın „Zât Âlemi“ diye adlandırıldığı için, bu deyimi açık ve seçik bir tarzda ortaya koymamız mümkün değildir.Evet, bu kitap Allah bilgisidir ve bu bilgiye ancak çok şerefli ve yüce vasıflara sahip olan Allah’ın elçileri ulaşabilmektedirler.
Allah’ın tertemiz elçilerine ulaşan bu bilgilerden de elbette tertemiz ve şerefli insanlar istifade edebileceklerdir. Ama şurasını unutmamak lâzımdır ki, Allah’ın şerefli elçilerinin dışındakiler ne kadar da temiz ve şerefli olurlarsa olsunlar, Allah elçilerinin ulaştırıldıkları bilgi zirvesine ulaşmaları asla mümkün olmayacaktır. Necm sûresinin işte bu âyetinde Rabbimiz şerefli Resûlü’nün bilgi seviyesinin, bilgi kaynağının nasıl onu Sidretü’l Münteha’ya ulaştırdığını anlatıyor.
Bizlerin o noktaya ulaşmamız hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Bizler ancak Allah’ın şerefli elçilerine müracaat ederek, onların bizim seviyemize indirdikleri bilgilere muhtacız ve ancak o kadarına ulaşabiliriz. Bu da ancak Kitap ve sünnete yakınlığımızla orantılı olacaktır. Bizler her konuda Allah ve Resûlü’nün bize sunduğu bilgiye muhtacız. Gerek yaşadığımız bu hayatın bilgisini, gerek yaratılış bilgisini, ölüm ve ölüm ötesi bilgisini ve tüm bilgileri ancak bu iki kaynaktan elde edebiliriz.(Besairul Kuran.ali Küçük.)
Peygamber Efendimiz (sav) Refref adlı özel bir binekle Cenab-ı Hakk’ın huzuruna götürüldü ve O’na yaklaştırıldı. Kur’ân-ı Kerîm’de bu yakınlığı belirtmek üzere En Necm suresi ayet.8-9.da meâ¬len şöyle buyurulur: *** Sonra (Muhammed’e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu…*** Yüce Allah ile mekândan münezzeh olarak ko¬nuşma mertebesine eriştirilen Rasûl-i Ekrem tazim ifadeleri ile selâmlarını arzetti. Cenab-ı Allah da rahmet ve bereket söz¬cükleri ile selâmını karşıladı. Namazlarda her oturuşta okunan „ettahıyyatü“ duasının bu görüşmenin hatırasını yadetme anlamı taşıdığı rivayet olunur..
Nice sırlara ve ilâhî tecellilere mazhar kılınan Peygamber Efendimiz (sav) doğrudan vahye muhatap oldu. Kendisine beş vakit namazın farz oluşu ve Cenabı Allah’ın on iki emri tebliğ edildi; Allah’ın birliğine ina¬nan bütün Muhammed ümmetinin günahlarının cezasını bir süre çektikten sonra cennete gireceği müjdesi verildi; ayrıca Bakara sûresinin son iki âyeti arma¬ğan edildi. Bunlardan iman esaslarının bir bütün halinde sıralandığı birinci âyette, daha önceki peygamberlere ve kitaplara imanın da emredilmesi yeryüzünde ırk ve inanış farklılıklarına rağmen insanlar ara¬sında bir sulh ümidini uyandırıyordu.
İkinci âyette ise her müslümana güç ve kabiliye¬tine göre manevi alanda gelişme katedebileceği bildiriliyordu.Mirac’ta Rasûl-i Ekrem’e bildirilen on İki emir ise şunlardı: 1- Allah’tan başkasına kulluk etmemek, 2- Ana ve babaya iyi davranmak,3- Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hakkını vermek, 4- Cimri ve israfçı olmamak, 5- Evladını yoksulluk korkusuyla öldürmemek, 6- Fuhuş ve zinaya yaklaş¬mamak, 7- Cana kıymamak, 8- Yetimin malına doğru olmayan bir surette yaklaş¬mamak, 9- Ahdi yerine getirmek, 10- Ölçü ve tartıda doğruluğa dikkat etmek.
11- Hakkında bilgi sahibi olunmayan şeyin ardına düşmemek, 12- Yeryüzünde gurur ve kibirle yürümemek, büyüklük taslama¬mak.Hz. Peygamber Sidre’ye döndüğünde Cebrial’i asıl şekliyle gördü.Hz. Peygamber’in dünya gözü ile Cenab-ı Allah’ı görüp görmediği hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ancak Allah’ın bir insanla konuşmasının ancak vahiy yo¬luyla veya perde arkasından olabileceğini,bildiren, gözlerin Allah’ı idrak edemeyeceğini {el-En’âm 6/103) ifade eden âyetler ile Hz. Ayşe’nin bu konudaki açık¬lamasını esas alan bilginler bu soruya olumsuz cevap vermişler, Rasûlullah’ın sadece doğrudan vahye muhatap olduğu¬nu ve Cebrail’i aslî şekli ile gördüğünü be¬lirtmişlerdir.
Rabbimiz bu konuyu aydınlatan Şura suresi ayet.51-52.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir. İşte böylece sana da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin…*** Ayrıca Enam suresi ayet.102-105.te.te rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** İşte Rabbiniz Allah O’dur. O’ndan başka tanrı yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin, O her şeye vekildir (güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur). Gözler O’nu göremez; halbuki O, gözleri görür. O, eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır. (Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim. Böylece biz âyetleri geniş geniş açıklıyoruz ki, „Sen ders almışsın“ desinler de biz de anlayan toplum için Kur’an’ı iyice açıklayalım…***
Şehitlerin ve müttakilerin ruhları ile me¬leklerin barınağı olan „cennetü’l-me’vâ“ yi da görme şerefine erişen Peygamber Efendimiz (sav), dönüşte Cebrail’in yol göstericiligi ile, cenneti hakedenlerin erişecekleri mutluluklarını ve cehenneme atılmaya müstehak olanların acı akıbetlerini sergileyen ilginç görüntüler seyretti. Sonra gökten Kudüs şehrine inildi. Burada yukarıda işaret edilen rivayete göre Rasûl-i Ekrem kendisini karşılayan bütün önceki peygamberlere imam oldu, birlikte namaz kıldılar. Daha sonra Mek¬ke’ye dönüldü. Peygamber Efendimiz (sav) uyanıp ken¬dine geldiğinde Kabe’nin avlusunda idi.
Peygamber Efendimiz (sav) ertesi gün bu gördükleri¬ni anlatınca Mekkeli putperestler ona inanmadılar. Bazıları Rasûlullah’a Kudüs hakkında ve o taraftan gelmekte olan bir kervanla ilgili sorular yönelttiler. Allah Teâlâ, bütün sorulan doğru olarak cevap¬lanmasını sağlayacak görüntüleri Rasulü’nün gözlen Önüne serdi. Pey¬gamber Efendimiz (sav) sorulan her konuda gerçeğe uygun bilgiler veriyordu. Kervan döndüğünde müşrikler kervanın yolcularından bu bilgile¬rin kontrolünü sağlayacak sorular sordular. Aldıkları cevaplar hep Hz. Peygamberi doğruluyordu.
Mekke müşrikleri buna rağmen İnan¬mamakta direndiler. Öte yandan derin İman sahibi müslümanlar Rasulullah’ı canı gönülden tasdik ettiler, hatta Hz. Ebubekir henüz bizzat Peygamber Efendmizden (sav) bu olay hakkında bilgi almadığı halde hiç tereddüt etmeden „Eğer Rasûlullah söylüyorsa mu¬hakkak doğrudur“ diyerek imanının sarsılmadığını gösterdi ve bu sebeple „sıddîk“ lakabına lâyık görüldü.
Peygamber efendimize (sav), hiçbir insana na¬sip olmayan mazhariyetlere erişmesini sağlayan miraç yukarıda işaret edilen önemli hükümler ve prensiplerin tebliğine zemin oluşturması bakımından İslâm tari¬hinde çok önemli bir yer tuttuğu gibi, İs¬lâm’ın geleceği bakımından da müjdelerle yüklü bir olay Özelliği taşımaktadır. Zira Rasûlullah’ın en sıkıntılı dönemine raslayan bu mucize ile, Allah rızası için iman müca¬delesi veren ve elinden gelen çabayı harca¬yan müminlere ümit ve başarı mesajı ve¬rilmiştir. Nitekim Akabe Biatları, hicret ve Medine’nin yurt edinilmesi gibi mutlu ge¬lişmeler miracın peşisıra gerçekleşmiştir.
Burada üzerinde en çok konuşulan meseleden bahsedecek olursak; Miracın keyfiyeti, yani bedenen mi, ru¬hen mi yoksa rüyayı sâdıka – şeytanî unsur karışmamış doğru rüya- şeklinde mi mey¬dana geldiği hususunda da farklı görüşler ortaya konmuştur. İslam alimlerinin çoğunluğu miracın hem ruhen hem bede¬nen meydana geldiği kanaatindedir.Kur’ânı Kerîm’de miraç mucizesinin Mekke’den Kudüs’e kadar olan kısmından söz edilirken meâlen şöyle buyurulur: *** Bir gece âyetleriıtilzden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescidi Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir; O gerçekten işi¬tendir, görendir…İsra suresi.ayet.1*** Âyette, gece yürüyüşü yaptırdı, geceleyin yürüttü anla¬mına gelen „esrâ“ fiili geçtiği için, Rasûl-i Ekrem’in bu yolculuğu aynı fiilin mastarı olan „isrâ“ terimi ile de anılır. Hadislerde bu yolculuğun „Burak“ isimli bir binek vasıtası ile gerçekleştirildiği belirtilir.İsrâ hadisesi Kur’an ile sabit olduğu için bu hadisenin inkârı mümkün değildir. Kur’an-ı Kerîm’de bu olay şöyle anlatılmıştır: Ayeti Kerimenin ifadesine göre isrâ hadisesi ruhanî bir hadise değildir. Peygamber Efendimiz (sav) bedeni ile birlikte Beyti Makdis’e götürülmüştür.Buradan Miraca çıkmıştır.Konunun daha iyi anlaşılması için adı geçen yer ve mahalleri bir defa daha kısa izahıyla tekrar edelim; Mescidi Haram:Kabeyi çevreleyen ve Haremi Şerif denilen mesciddir.
Yer yüzünde ilk defa inşa edilen mabet budur.Mescidi Aksa: Kudüs’deki Beytu’l-Makdis’tir.Kabe’den sonra yer yüzünde yapılan ikinci mabettir. Mescid-i Aksa, Peygamberlerin toplandığı, ilahi vahiylerin indiği mübarek bir yer olduğu için, Mi’raçta Peygamberimizin yol uğrağı olmuştur.Beytü’l-Ma’mur:7.kat gökteki melekler tarafından tavaf edilen mabettir.Sidretü’I-Münteha:Arşın sağında bir ağaçtır ki, ne melek, ne saire, ondan ötesine asla geçemezler.Refref: Mahiyetini aklımızın kavrayamayacağı bir vasıtadır.
Mirac olayı hicretten bir buçuk yıl önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleşir.Peygamber Efendimiz (sav) Cebrail ile birlikte, semalara, yüce makam lara çıkarılmış ve kendisine mülk ve melekût âlemleri gösterilmiştir.Kur’anı Kerîm’in onyedinci sûresi olan İsrâ Suresi’nin İlk ayetlerinde Peygamberimizin Miracından bahsedildiği için “gece yürüyüşü” anlamına gelen “İsrâ “adını almıştır.Miracı; sınırlı gücümüz ve dar ölçülerimizle değil, her şeyi bilen Yüce Allah’ın kudretinin ölçüleriyle değerlendirip ona iman gözüyle bakmamız gerekir.
İnanıyoruzki; Günümüzde Miracı anlamak, eskiye nispetle daha kolaydır. Çünkü ilim ve teknoloji, insanoğlunun ufkunu açmış ve birçok insanın aklının ermediği işler yapılıp ortaya konmuştur. Bize düşen; İsra ve Mirac’ın hikmetini anlamak ve bu olayın, insanlık için maddi ve manevi yükseliş sınırlarını gösteren bir mûcize olduğunun idraki içinde olmaktır.Bizler yinede zaman kavramının izafi olduguna inanıyoruz.Zamanı en iyi degerlendirme çabası ve gayreti içerisinde olmak gerekir düşüncesindeyiz.Ebubekir efendimizi takip edenler olaya sadık bir şekilde inanmışlar,ebu cehili takip edenlerde hala inanmamak üzere inatlarını sergilemişler ve de sergilemektedirler.
İnanıyoruzki; Mirac,Habibullah olan tek ve yegâne Sevgili’nin göklere yükseldiği ve dünya zamanından çıkıp, ahiret zamanında Allahu teâlâ tarafından kabul edildiği muhteşem hadisenin ismidir.Allahın Şanlı Peygamberinin (sav) Mirac’ta maveradan yani ötelerden, ötelerin ötesinden getirdiği bir büyük haber de Sidret’ül Münteha’da yazıcı meleklerin mevcudiyeti ve onların divitlerinden,kalemlerinden çıkan yazı sesleridir. Mirac, yokların varlığıdır… harf yok, kelime yok, söz yok, mekân yok, yön yok… bu dünyaya, fani olana mahsus hiç bir şey orada yok, yok bile yok… Ezelî olan Allah ve ebedî olan Sevgili vardır, Sevgili Peygamberimiz vardır.
Şurası bir gerçektirki; Miracı, her beynin idrak etmesi mümkün değil. Bazı kafalar, imanı akıl süzgecinden geçirmekle sorumlu tutarlar kendilerini. Onlar, güneşi mum ışığıyla yoklamaya çalışırlar.Miracın iki müstesna hediyesi vardır. Biri Peygamber Efendimizin (sav) getirdiği 5 vakit namazdır. Diğeri, yetişkinlerde ilklerin ilki, İslamın teslimiyet numunesi, Hulefa-i Raşid’in en yükseği, Peygamberlerden sonraki erişilmez zirve Hazreti Ebubekir’in büyük imtihandaki çarpıcı cevabıdır: -O diyorsa doğrudur!
Bu yükseliş, bu akıl ötesi,ötelerin ötesi hadiseyi gerçekleştiren Allahın Şanlı Peygamberi (sav) derin hurmet ve en mümtaz selamlarla selamlarız,salatı selam getirmeyi her ismi anıldıgında üzerimize borç biliriz. O, seyyîd’il evvelîn ve’l ahirîndir yani kendinden önce gelmiş olanların ve kendisinden sonrakilerin en yükseğidir. Miracta ümmetim.diyen Peygamberin, ümmetinden her ferdin kendisinin de içinde bulunduğu büyük ümmet camiasını düşünme vaktidir. Düşünme ve kalbden dua mükellefiyeti.Hastalara, borçlulara, mazlumlara, hürriyetsizlere, muratsızlara, işsizlere, çaresizlere, yolculara, geçimsizlere…Dua…
Konumuzu bir hadisi şerifle noktalayalım inşaallah.Peygamber Efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmuşlardır:** İbrahim, Allahın dostudur. Mûsa, Allahın kendisiyle konuştuğudur. isa, Allahın kelimesi ve ruhudur. Ademi de, Allah seçmiştir. Bunlar doğru.Ben ise, Allahın sevgilisiyim. Ama bununla övünmüyorum. Kıyamet gününde hamd sancağını ben taşıyacağım, yine övünme yok.
Kıyamet gününde ilk şefaat edecek olan, benim. Bu yetki ilk kez bana verilecektir, ama yine övünme yok.Cennet kapısının halkasını ilk kımıldatacak olan, benim. Allah bana, cennet kapısını açıp, ilk defa beni ve benimle birlikte müminlerin fakirlerini oraya koyacaktır. Buna rağmen yine övünme yok.(İbn Abbas radıyallahu anh. Tirmizî.)
Yüce Rabbimiz, bu ve benzeri gecelerde lütfedilen rahmet ve bereketten ziyadesiyle yararlanmayı bizlere nasip eylesin. Yüce Rabbimiz, bu gecelerin hürmetine dualarımızı kabul eylesin, kusurlarımızı bagışlasın, mağfiret eylesin.Ahirete göçenlerimize rahmet eylesin. Rabbimiz bu gecenin feyzinden,bereketinden en güzel bir şekilde istifade edebilmeyi nasip eyleyip tekrarına kısmet eyler inşaallah.Bizleri hakkı hak bilip hakkı anlatmayı,baytılı batıl bilip batıldan kaçınmayı nasip eylesin.Rabbimiz bizleri yolların en dogrusu olan sıratı müstakimden ayırmasın. Bizleri Ehli sünnet itikadından ayırmasın.Allahım sen her şeylere kadirsin…Amin…
Bir şerefli yükseliş ötelere, öteler ötesine.
Yazıyla anlatmak zor,dil ifade edemez.
Nice sırlar gizliki,şahit degil böylesine,
Beyin algıdan mahrum,kalp tasavvur edemez…
Mucize yalnız peygambere,başkasına caiz degil.
Her nebide ayan beyan isyankarlar susacak.
Maddi gözle bakacaksak sermedim mümkün degil.
Allah kuluna vekil, gök kapılarını teker teker açacak…
Sermedkadir…28.06.2011