Rabbimiz Hac Suresi ayet.17-18.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Mümin olanlar, yahudi olanlar, sâbiîler, hıristiyanlar, mecûsîler ve müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah, bunlar arasında kıyamet gününde (ayrı ayrı) hükmünü verir. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir. Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde ediyor; birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa, artık onu değerli kılacak bir kimse yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapar…***
Mecusî, Mecus dinine mensup olan; Mecusîlik ise Mecus dinine ait inanç ve akidelere dayalı tutum ve davranışların bütünü; temel akideleri Ateş (ışık)’e tapmak olan Zerdüştîlik, Mithraîlik, Zurvaîlik, Manilik ve Mazdekîlik gibi çeşitli fırka ve mezheplerin ortak adı. Mecusîler, Ateş’e tapan, nur ile zülmeti iki hayır ve şer kaynağı olarak kabul eden müşrik bir topluluktur.Mecus kelimesinin aslı,eski Farsçadan gelmektedir.
Peygamber Efendimizin (sav) doğduğu gece meydana gelen büyük mucizelerden birisi de Mecusîliğin ebedi sanılan ateşinin sönmesi ve Kisranın sarayının on dört sütununun devrilmesiydi. Bu mucize, Mecûsiliğin Sâsânîlerle gelen müşrik dinî-siyasî etkinliğinin artık yok olacağı anlamını taşıyordu. İslâmın doğduğu ve yayıldığı sıralarda, Mecusîlik, İran dışında Umman, Bahreyn, Yemen ve Necran bölgelerinde yaygındı. Asrı saadette mecusîlere ehli kitap uygulaması yapılmıştır.
Mecus kelimesinin özü olan, Minc Kûş kelimesi doğu dil öbekleri arasındaki geçişi esnasında lâfzî,söyleyişte değişiklikler geçirerek önce Arâmiceye, oradan da Arapça’ya „mecus“ şeklinde intikal etmiştir. Mecus kelimesi lügatçılar tarafından „yahûd“ gibi bir cins isim olarak kabul edilmiştir. „Mecuslar“ın tâbi oldukları dine „el-Mecusiyya“ denilir. Bu dine Mecusîlik denildiği gibi, Zerdüşte isnaden „Zerdüştîlik“‚.ve ilâh Ahura Mazda’ya isnaden de „Mazdekîlik“ adı verilmiştir.
Mecusîlik dinine ait bilgiler, bu dinin kutsal kitabı olan Avesta’da bulunmaktadır. Avesta, Zerdüşt’ün ilâhileri olan Gatha’lar bölümü hariç, II. Şahpur zamanında düzene konulmuştur.Daha sonra İslâm’ın üçüncü yüzyılında yeniden kaleme alınmıştır. Avesta, zamanla değişik yorumlara tabi tutularak karmaşık ve anlaşılmaz formlarda ortaya çıktığı için, kimlerin Mecusî olduğu tarihçilerin dahi çözemediği bir muamma-bilinmezlik durumunu almıştır.(Dinler tarihi)
Mecusîlik, İran’a sonradan gelen arya(soylu)lara telkin edildiği için bir soylular dini olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda Mecusîlik – Zertüştîlik, aryaların kurduğu Hindnizm, Jainizm ve Sikh(sih) dini ile beraber arî(aryaî).. dinler kolunun bir üyesidir.Mecusîlik dini henüz ortaya çıkmadan önce İran’da aryaların kendileri ile beraber buralara getirdikleri animizm-naturalizm karışımı dinler ve bu dinlere ait ilâhlar bulunmaktaydı. Meselâ Mithra (Mehr) güneşte ikamet ettiğine inanılan bir Mecusî tanrısı olup, geç dönemlerinde Mecusîliğin bir çeşidi olarak ortaya çıkmıştır.
Kurucusu Zaratuştara ya da Zar osten adından dolayı Zerdüştilik diye anılan bu eski tran dini, geleneksel olarak kurucusunun yaşa¬dığı tarih kabul edilen M.Ö. 628-551 ara¬sında, kuzey-doğu İran’da ortaya çıkar. Za¬ratuştara ya da Zerdüştün hayat hikayesi hakkında bildiklerimiz çok azdır. Genç yaşlarında yaydığı dinden dolayı göç ettiği, Vitaspa adında bir hami bulduğu, iki oğlu ve bir kızının olduğu dışında ona ait tüm kaynaklar efsanelerle doludur.
Zerdüşt’ün Öğretisini Gatalar adını alan ve onun yazdığı sanılan kutsal kitaptan öğ¬reniyoruz. Galalara göre inandıkları tanrı, „Sonsuz iyilik“ olan Ahura Mazda’dır.Mecusilerin inandıkları tanrının kar¬şısında „Kötülük Prensibi“ni temsil eden, Angra Manyu vardır. İnsanlar bu iki güçten birini seçmek zorundadır. Bununla beraber, itikadları bu iki ezeli gücün çekişmesi ebedi değildir.Bir gün gelecek ve iyilik prensibi, yaratıcı Tanrı Ahura Mazda galip gelecektir inancını taşımaktadırlar..
Zerdüştilerin kutsal kitabı yukarıda da belirttigimiz gibi, M.S. 5. yüz¬yıl civarında yazıya geçirilen Avesta’dır. Zaman içerisinde oldukça değişen Avestada en orjinal kısım Zerdüşt’ün bizzat ken¬disine ait olduğu söylenilen Gatalardır. Gataların dışında dua ve ibadet formülle¬rini içine alan Yasna, Vendidad ve Yasht adında başka kitapçıklar da vardır. M. S. 9. yüzyılda hem Hıristiyanlığa hem de Müslü¬manlığa karşı yazılan pek çok reddiye var¬dır. Farisice veya pehlevice yazılan bu eser¬ler Avestaya şerh mahiyetinde olmaktan pek öteye gidememektedir.
Zerdüşt akidesine göre, insanın Tanrı fikrine varmasında yardımcı en büyük aracı tabiattaki olağanüstü ahenktir. Zerdüştilik aslında, dünyaya bağlı ve laik bir dindir. İlahi olmaktan ziyade etik-ahlaki bir yapısı vardır yani ahlaki özellikleri daha agır basar.Tanrının kötülüğün sebebi olabileceği¬ni reddeden Zerdüştiler, kötülük prensibini, neşet ettiği-dogdugu tanrı karşıtı bir ilah düşünmüş¬lerdir. Yeryüzünde var olan tüm kötülükler¬de bu prensip ya da Angra Manyu sorumlu¬dur.
Her iki ilah sürekli, fakat bir gün sonra erecek bir savaşın içindedirler. İnandıkları tanrının kendisine eşlik eden sıfatları, altı ölümsüz¬ler veya Amashraspandalar, zamanla ondan bağımsız melekler olarak düşünülmüştür. Gerçekte Hıristiyanlık’taki melek anlayışı¬nın karşılığı Zerdüştilikte Yazatalardır. Ya-zatalar ilahî meleklerdir. Eski Aryen inanç¬larının kalıntısı olan Yazatalann herbiri bir sıfatın efendisidir. İyiliğin Yazatası, Erde¬min Yazatası… gibi.Bu ilahî ve iyi varlıkların karşısında yine onlara benzer olan fakat Kötü Ruh’a eşlik eden varlıklar da mevcuttur.
Zerdüştiliğe göre yeryüzünün tarihi inandıkları tanrının Kötü Ruh’la çekişmesinin tarihi¬dir. Tarih herbiri üçbin yıllık dönemleri kapsayan dört döneme ayrılır. Bu dönemlerlerin ilk ikisinde Tanrı ve Kötü Ruh müca¬dele için kendi güçlerini hazırlarlar. İkinci dönemde savaş hazırlıkları yoğunlaşır. Üçüncü dönemde savaşa tutuşurlar ve son dönemde de Şer prensibi yok edilir. Zerdüştilîk dünyevi ve laik bir dindir dedik.Bu dinin inanç prensiplerinden biride, diğer din mensuplarından farklı olarak maddeyi kü¬çültmez ve maddenin kötü olduğuna inan¬maz.
Münzevi hayat yoktur. Bedenle Ruh arasında, Hıristiyanlık’ta görüldüğü üzere, bir zıtlık yoktur. Ruh ve beden bir bütündür. Evlilik gibi dünyevi müesseseler her açıdan gereklidir, özellikle toprak işiyle uğraşmak çok kutsaldır. Varlıklı bir insan diğerlerini de varlıklı yapar, bu yüzden servet faydalı¬dır.Gerçekte Zerdüştilikte en bü¬yük günah başkalarına saygısızlık etmek ve asalak olmaktır. Zerdüştlük, Hinduizmden farklı olarak hem aktif hem de sosyal bir dindir. „Çalış¬mak hayatın tuzudur.“ Amaç değil, yapılan iş önemlidir. Akıl, duygudan Öncedir.
Hindular ve Sihler gibi Zerdüştiler de gün¬lük kıyafetlerinde dinlerini sembolize eden kıyafet giyerler. Bunlardan biri, herbiri yet¬miş iki düğümden oluşan yetmiş iki bölümünü sembolize eden Kuşti adında¬ki giysidir. Dini sembolize eden elbiseleri de sadre adını alan gömlektir. Rahipler be¬yaz başlık takarlar ve beyaz elbise giyerler. İbadet sırasında nefesleriyle la ateşi kirletme¬sinler diye ağızlarına beyaz bir bez bağlar¬lar. Bir günde beş kere ibadet ederler.
Yine hayatın şu beş safhasını sembolize eden-doğum, olgunluk, evlilik, çocuk doğurma ve ölüm-törenleri vardır. Zerdüştlerin inançlarında ölüm kötülüğün ese¬ridir. Bundan dolayı ceset cinlerin mekanı¬dır. İyi insanlar öldükçe kötülük de o kadar çok güç kazanır. İtikatlarında, Cesedi yakmak veya göm¬mek elementleri pisletir, bundan dolayı ce¬setler dakhma denilen „Sessizlik Kulele¬ri“ nin üzerine konur. Buraya yerleştirilen ceset yırtıcı kuşlar tarafından parçalanır. İbadetten önce bir arınma merasimi yapılır, yine cesetlerin yerleştirilmesi sırasında su ile yapılan bir merasim vardır.
İki önemli merasim vardın Ateş merasimi ve hovma kurbanı. Ateş merasimi, Ahura Mazda’nın sembolü olan ateşi kutsamak için yapılır. Ateş inanç¬sızlardan ve güneşten korunur, sürekli ola¬rak yanık tutulur. En önemli ateş, Behram veya ateşler kralıdır. Havma, Hinduizmdeki Soma kurbanına benzeyen bir içecek kurbanıdır. Havma merasiminde, Tanrı dökülmüş olur ve sıvı¬dan ölümsüzlük içeceği hasıl olur. Görül¬düğü üzere her iki merasim de sembolik özellikler taşımaktadır.
Ölen kişi iyi bir insansa cennete, kötü bi¬riyse cehenneme gider. Fakat cehennemde sonsuza kadar kalma yoktur, cezasını çeken cennete geçecektir. Nihayetinde cennete geçer ve herkes hep birlikte Ahura Mazdayı ululayacaktır. Rivayetlere göre Zerdüşt, bir sabah tanyeri ağarırken kutsal nehir Daiti’nin küçük bir ırmağına inmiş, buradan bir miktar su içtikten sonra, elinde ışıktan bir asa taşıyan ferişteh – melek Vah Manah ile karşılaşmıştı.
Vah Manah onu Ahura Mazda’ya götürmüş ve yeni dininin emirlerini oradan almıştır. Böyle bir ruhî tecrübe geçiren Zerdüşt, henüz Azerbaycan’da bulunmaktaydı ve dinini ilk kez burada tebliğ etmeye başlamıştı. Zerdüşt, tebliğinin ilk dönemlerinde önemli zorluklarla karşılaştı. Bunun üzerine Azerbaycan’dan ayrılıp Belh bölgesine geldi. Bu arada yol boyunca düşüncelerini gözden geçirdi, bazı düzeltmeler yaptı. Belh şehri bu yeni dinin yayılma merkezi oldu. Zerdüşt, yeni dinin şu dört ilkesinin uygulanmasıyla, Ehrimen yani zulmetin ifsadından dünyanın kurtulacağına inanıyordu: 1. Ahura Mazda’ya ibadet, 2. Feriştehlere saygı; 3. Cin ve şeytanlara lânet; 4. En yakın ile evlilik.
M.Ö. I. bin yıldan itibaren İran’da sosyal hayat tarım ve çiftçiliğe göre teşekkül etmeye başladığından eski dinlerin ilâh ve ayinleri (kurban kesmek gibi), Zerdüşt tarafından terk edilerek, sadece Ahura Mazda’nın bakışları önünde çiftçilik ve tarımla uğraşmak gibi bir ibadet şekline dönüştürüldü. Ahura Mazda, insanlardan ibadet olarak sadece iş – çiftçilik ve barış istiyordu. En büyük ibadet, kuru bir çöl parçasını ekili bir toprak haline getirip, insanların yararlanmasına sunmaktır. Bu anlamda Zerdüştlük, tarım kültürüne dayalı sosyal bir ıslah dinidir.
Zerdüşt inançlarına göre, ölümsüzlüğün ve sonsuz mutluluğun geçerli olduğu hak ve doğruluk ülkesinin mutlak hakimi olan Bilge Tanrı Ahura Mazda’nın karşısında, kötülüğü simgeleyen Ehrimen yer alır. Bu inanış Zerdüştçülük’ün ikici yönünü oluşturur. Ehrimen’in peşinden gidenler, özgür iradeleriyle onu seçtikleri için kötü olurlar. Bu ahlakî ikicilik anlayışa göre başlangıçta „hayat ile hayat olmayan“ arasında seçim yapma özgürlüğü bulunan iki ruh karşı karşıya gelmiştir. Bu ilk seçim, iyilik ve kötülük ilkelerinin kaynağıdır.
„Adalet ve Hakikatin Egemenliği“ iyilik ilkesiyle, „Yalanın Egemenliği“ ise kötülük ilkesiyle bağlantılıdır. Yalanın ülkesi daeva denilen kötü cinlerle doludur. Kendi iradeleri ve kararlarıyla iki karşıt ilkeye dönüşen iki ruhu da Ahura Mazda’nın yaratmış olması, ahlakî ikiciliğine karşın Zerdüşt dininin tek tanrıcı niteliğini korumasını sağlamıştır.İnandıkları, Bilge Tanrı, kutsal ölümsüzlerin de yardımıyla sonunda kötülüğün simgesi Ehrimen’i yok edecektir. Bu inanç, ahlakî düzlemlerde ikiciliğin ortadan kalkacağı anlamına gelir.
Ama bu ikici anlayış Zerdüşt’ten sonraki dönemlerde yeniden önem kazanmış, artık Hürmüz yani Yaratıcı ya da Ormazd olarak anılan Ahura Mazda’nın Ehrimen’le eşit konumda görülmesine neden olmuştur. Buna göre zamanın başlangıcında dünya, biri iyinin, diğeri kötünün egemenliği altında bulunan iki alana bölünmüştür. Her insan bunlar arasında seçim yapmak zorundadır; kendi iradesi doğrultusunda ya Bilge Tanrı’yı ve onun egemenliğini ya da Yalan ülkesinde hüküm süren Ehrimen’i seçecektir.
İnsanın karar verme özgürlüğü, kendi kaderini belirlemesi ve ondan sorumlu olması sonucunu doğurmuştur. Doğru insanın ödülü mükafatı, sonsuz dürüstlük ve ölümsüzlüktür. Yalanın yanında yer alanlarsa, yalnız Bilge Tanrı tarafından yargılanıp cezalandırılmakla kalmayacak, kendi vicdanlarınca da mahkum edilecektir. Bu insanların ölümden sonra sürdüreceği hayat, İslam’daki Cehennem hayatına benzer, insan bir kere seçimini yaptıktan sonra geri dönüş yoktur. Bu nedenle dünya, birbiriyle savaş durumundaki iki topluluğun oluşturduğu iki zıt kutup ,olarak algılanır.
Öyleki; Günah insanı kötü güçlerin esiri kılar. Erdemler iyiliğin nihai üstünlüğüne yardım eder. Doğru yaşama, ahlakî emirlere uyma başlıca esaslardır. Ahlakî emirler iyi düşünce, iyi söz ve iyi iş diye özetlenir. Yoksullara cömert davranma, misafirperverlik, bütün kötülüklerden uzak kalma, toprağı sürme, sığırlara bakma, sıkıcı şeyleri ortadan kaldırma da başlıca erdemlerdir. Temiz hayvanları, özellikle köpekleri öldürme büyük günahtır. Zina yasaktır. Bazı cinsel konular ve ölü bedenine dokunma kirlenmeye yolaçar ve arınmak için özel ayinler gerektir.
Gathalarda Zerdüşt’ün kıyamet ve ahiret hayatıyla ilgili inançları da açıklanır. Bu ilâhilerin hemen her satırında ölümden sonra insanı nelerin beklediğinden söz edilir.Zerdüşt inancında, bu dünyadaki hayat, ölümden sonraki hayatın uzantısıdır. Bilge Tanrı tüm iyi davranış, söz ve düşünceleri ödüllendirip kötülerini cezalandıracaktır. Ayrıca; Zerdüşt dininde maddi dünyanın Cennetten daha değerli olduğuna inanılır. Çünkü kötülüğün gücüne karşı verilecek savaş ancak bu dünyada yapılabilir. Bu anlamda Zerdüştlük – mecusîlik dünyevî bir dindir.
Yukarıda da ifade ettigimiz gibi; Gathalarda işlenen ana konu, Ahura Mazda’dır. Gathalarda tam ifadesini bulan Zerdüşt dini, birbirlerine karşı kıyasıya bir mücadeleye tutuşan iki kutuplu ilâhların ebedî olarak savaştığı bir dindir. Bu dinde âlem, hayır ve şerrin üstünlük sağlamak için mücadele ettiği bir savaş alanıdır. Bu mücadele ve çatışmanın bir tarafında iyilerin iyisi „nur ilâhî“ Ahura Mazda ve ona yardım eden feriştehler; öte yanda yalan şeytanı, „zulmet ilâhı“ Angra Manyu ile yardımcıları yer alır.
İnsan bu mücadelede tanrılardan birisinin yanında yer alarak iyi ya da kötülüğünü ortaya koymak zorundadır. Bu savaş, sonunda, Ahura Mazda ve yandaşlarının zaferleri ile sona erecegi inancını taşırlar. Hayatın belirleyici aslı Hürmüz yani Ahura Mazda ile Ehrimenî yani Angra Manyu güçler arasındaki mücadeledir.Ateş, ışık tanrısı olan Ahura Mazdayı sembolize eder ve her tapınakta (ateşgede) bir ateş odası bulunur. Bu tapınaklardan alınan kutsal ateş, söndürülmemek üzere evlere götürülürdü. Ateşgededeki ateşi yakmakla görevli rahip, ateşi kirletmemek için eline eldiven giyer, ağzının üstüne de bir peçe takardı.
Aydınlık ilâhı Ahura Mazda’ya inananlar cennete, Angra Mainyu’nun yanını tutanlar da cehenneme gitmeye mahkumdur. Zerdüşt kendisinden üç bin yıl sonra Ehrimeni gücün sona ereceğine, Hürmüz’ün hukümranlığının her tarafı kuşatacağına inanmıştı.
Mecusîlik veya Zerdüştlük sonraki dönemlerde haleflerinin elinde yorumlanarak tahriflere uğradı. Zerdüşt’ün savaş açtığı Mithra ve Anahita gibi ilâhlar, yeniden Mecusîliğe sokuldu.İlk dönemlerine baktıgımızda, Zerdüşt dinine ilk ağır darbeyi Hükümdar Darius döneminde, M.Ö. 331 yılında Doğu seferini yapmakta olan Büyük İskender vurdu.
Büyük İskender Avestaları toplatıp Persepoliste yaktırdı ve Mecusîliği yasakladı. Milâdî üçüncü yüzyılda Mani, Mecusî dininin esaslarından yararlanarak yeni bir din (Manieheisme) kurdu. Mani’nin asıl amacı Zerdüştlüğü ıslah etmek ve ondan evrensel bir din meydana getirmekti. Bunun için Mecusîlik, Budhizm ve Hristiyanlık karışımı bir din kurmaya çalıştı. Kendisinin, Hz. İsa’nın müjdelediği „Faraklit“ Süryanice Munhamenna, arapça Muhammed olduğunu iddia ederek peygamberliğini ilân etti. Mani, madde ve karanlığı kötülüğün yaratıcısı; ışık ve melekût âleminin ise iyiliğin yaratıcısı olduğunu ileri sürerek, Mecusîlik dininin ilkelerinden yararlandı. Mecusilikte ve zerdüştlükte; Madde ve ışık ezelî ve ebedî bir mücadele içindedir. Kurmuş olduğu kâinat nizamı ve gök düzenini Sâsânî yani iran sarayının sınıfsal üstünlügüne kıyasla yorumlamıştı.
İslam tarihlerine baktıgımızda: Hz. Ebu Bekr Efendimizin hilâfeti sırasında Bahreyn Mecusîleri cizye ödemeyi reddettikleri için üzerlerine asker gönderilmişti. Hz. Ömer (r.a), Caz‘ b. Ma’ûya’e, Bahreyn Mecusîleri için, „yakın akraba evliliği yapan erkeklerin karı ve çocuklarından ayrılması, yemeklerde Mecusî âdeti üzere dua yapılmaması ve Mecusî (mani) sihirbazların katledilmesi emrini göndermiş ve o da bu emri üç gün süreyle uygulamıştır. Bu uygulamanın duyulması üzerine Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer (r.a)’e Hz. Peygamber (s.a.s)’in, „onlardan yalnız cizye alınacağı, başka bir mükellefiyetlerinin olmadığı“ hakkındaki hadis-i şerifini (Ebu Davud, Harac, 31) nakledince, Hz. Ömer (r.a) bu hadis doğrultusunda uygulama yapmaya başlamıştır.
İslâm egemenliği altında, Mecusîlerin yaşadığı her yerde cizye ödemeleri koşuluyla dini âdet ve ayinlerine müsamaha gösterilmiş, ateşgedeler faaliyetlerine devam etmiştir.İran tamamiyle müslümanlar tarafından fethedildikten sonra, İran’da yaşayan Mecusî halk, İslâm’ın adil düzeni karşısında kitleler halinde İslâm’a girdiler. Zira Mecusî inanç ve uygulamaları, bütün çeşitleriyle aristokrat-soylu-sınıflı bir din, bir soyluluk inancı olarak yerli halk kitlelerini tahkir etmeye ve aşağılamaya devam etmekteydi. Hatta ilginç bir uygulama olarak da İslâm öncesi dönemlerde, Mecusîliğin fiillerinden olan en yakın akraba ile evliliğin sadece soylular arasında yapılabileceği, çünkü bu âdetin bir soyluluk alâmeti olduğu ilân edilerek aryai olmayanlara aşağılayıcı bir sınırlama olarak yakın akraba evliliği yasaklanmıştı.
Müslümanlar iranı aldıktan sonra, Mecusî dininden kaynaklanan sınıf düzenini ortadan kaldırarak, çarpık aile ilişkilerini ebediyyen ilga etti. İslâmî dönemde, Mecusî kalıntılar İslâm’a karşı oluşturulan mukavemet gruplarının psikolojik dayanağı olmaya devam etti. Mecusî inançlarıyla bütünleşen Sâsânî saltanatı, İslâm’ın hükümranlığı karşısında boyun eğdikten sonra, İranî – Farsilik haline dönüştü. Ehl-i Beyt’i Sâsânîlerin varisleri kabul ederek, Hz. Alinin (r.a) taraftarları arasına sızıp Ehli Beytin hukukunu müdafaa perdesi altında Zerdüşt – Mecusî inançları ile İslâm akidesini bozmaya çalıştılar.
Şianın gulat kesiminde kendini gösteren beyaniyye, ilhad ve ibâhilik (her şeyi mubah gören mazdekî serbestlik) v.b. gibi fırkalar, akidelerini Mecusî ve Mazdekî etkilerle beslemekteydiler.Hicrî birinci yüzyılın başlarında İran asıllı Mecusîler, İran-Azerbaycan arasında kalan bölgede siyasî iktidarı ellerine geçirince, bölgenin sosyal-siyasî çehresinde hızlı deformasyonlar meydana geldi. Bu bölgede İslâm’a karşı Mecusî akideleriyle beslenen bir savaş ve mücadele dönemi başlattılar.
Bu dönemle Gulâtı Şiadan yani aşırılardan olan El-Babekiye el-Hürremiyye mezhebi, şu dört ilkeyi kabul ederek Mecusî Mazdekî bir misyonu yürüttüklerini ortaya koydular: 1. Siyasal iktidarı ele geçirmek; 2. Ric’at akidesini yaymak; 3. Mecusîliğin nur ve zulmet ilâhlarına inanmak; 4. Kadının orta malı olduğunu kabul etmek. Babek, Abbasî halifesi Mu’tasım zamanında ulûhiyyetini ilan ederek isyan etti. Mecusî etkiler altında ortaya çıkan bir başka gulât-ı Şîa ekolü de Batınîliktir. Bu mezhep, Irak’ta ayrıca Karmatî ve Mazdekî adını almıştır. Bu mezhebin ilk kurucusu, Ahfar’lı Mecusî dönmesi Me’mun b. Deysan olup; İran ve Irak’ta İslâm kisvesi altında Mecusîliği yaymaya çalışmıştır (İzmirli İ. Hakkı, Yeni İlmi Kelâm, Ankara 1981, 105).
Hicri on üçüncü yüzyılda Mecusîliğin farklı bir yorumu ile ortaya çıkan Bâbilik ve Bahâilik, İran’daki Mecusîliğin bütün geleneksel,ananevi,yöresel mirasına sahip olmuşlardır. Bahâîler eski İran hükümdarı ışıklı ulu padisah denilen Cemşidin tahta çıkışı olan 21 Mart Nevruz gününü bayram kabul ederler. Günümüzde Türkiye’de yaşayan gulatı Şia – Alevi topluluklar arasında bu âdet ateş üzerinden atlamak ve etrafında oyunlar oynamak,dans etmek şeklinde varlığını sürdürmekte olup bu tarz davranışlarda Mecusîlik geleneklerindendir.
Günümüzde Parsilik olarak adlandırılan Zerdüştçülük, kendi inanışlarına göre güçlü bir ahlaki yapı ve saglam bir karakter taşımaktadır. Ateş, yine inandıkları gücü, tanrıyı simgelemektedir. Eskiden olduğu gibi içinde sürekli ateş yanan tapınakları vardır. Bu tapınaklara Parsi olmayanlar alınmaz. Günde beş kez, ateşin temizliğini korumak için temizleme ayini yapılır. Rahipler denetiminde yapılan ayinlerde Avesta’dan ilâhiler okunur.
Zerdüştlerde,mecusilerde; Sunu ve kurbanlara büyük önem verilir. Necis sayılan Ölüler, kentten uzak „dakhma“ denilen ölü kulelerine bırakılır. bu kuleler 4-5 metre yüksekliğinde silindir şeklinde yapılardır. Terasına çıplak biçimde yatırılan ölülerin etleri akbabalar tarafından yenilir, kemikleri güneşte kurur. Daha sonra bu kemikler kule içinde depolanır. Böylece toprağın kirletilmediğine inanılır.
Bugün dünyada İran ve Hindistanda ol¬mak üzere diğer yerlerdekilerle de beraber toplam iki üç yüz bin civarında Zerdüşt –Mecusi- ateşperest yaşamaktadır.Roma împaratorluğu zamanında yaygınlaşan Zerdüştilik, İslam dininin hayata hakim olmasından sonra etkisini, nüfuzunu kay¬betmiştir. Zerdüştilik başta Mani ve Hıristiyanlık hatta Yahudilik olmak üzere pek çok Asya din ve kültürlerinde etkide bulunmuş¬tur.
Allahım bu tür müşriki inanç ve kültürlerden,sapık ve bozguncu itikadlardan sana sıgınıyoruz. Bizlere şereflerin en büyügü Müslüman ismini verdigin için sana binlerce binlerce hamdediyoruz. Günümüzde sivil iteatsizlik adına ve tekrar zerdüştlügün hortlatılması çabalarına şahit olmaktayız,sen bu sapık görüş ve düşüncellileri ıslah eyle,ıslah olmazlarsa kahhar ismi şerifinle kahreyle yarabbi. Bizleri senin dosdogru yolun olan sıratı müstakimden ayırma,bizleri ehli sünnet vel cemaata sımsıkı sarılanlardan eyle.sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…
Sermedkadir…Lu…28.05.2011