Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, Allah kelâmı olarak bize verilen en şerefli ve değerli eserdir. Bu ilâhî eserin mânâlarını anlamak, öğrenmek, öğretmek, yaşamak ve yaşatmak üzerimize düşen en büyük görevdir. Çünkü Kur’ân, İnsanlığın son peygamberi Hz. Muhammed’in, son dîn olan İslâm’ı tebliğ ederken dayandığı esasların ana kaynağıdır. Son ilâhî kitap olan Kur’ân, insanlığın ıslâhını amaçlayan en büyük yasadır. Hz. Peygamber’in en büyük kalıcı mûcizesidir. İslâm’ın inanç, ibâdet ve ahlâk esaslarının yanısıra dünya ve ahirete ilişkin bir çok hususlarda temel dayanağıdır. Lâfız ve mânâ itibariyle de arap edebiyatının zirve noktasında bulunan bir dil ve edebiyat abidesidir.
Bir çok ilim ve hikmetleri bünyesinde toplarken, telkin ettiği yüksek İdeallerle her devir ve her ülkede insanlara rehber olmuş ve onlar bunalımdan ve sıkıntılardan kurtarmıştır.İşte bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm’e Hz. Muhammed ve O’nun sahâbîlerinden başlayarak bugüne kadar çok büyük ölçüde önem verilmiş ve üzerinde titizlik gösterilmiştir. Kur’ân’ın lâfız ve manâ yönünden incelenmesi, üslüb ve i’câz yönlerinin araştırılması, tefsir ve açıklamalarının yapılması O’na verilen önem ve gösterilen titizliğin belli başlı göstergeleridir. Ayrıca, kıraat, tecvîd, yazı, tefsir, nâsih mensûh gibi tâbirlerle ifade ettiğimiz bir çok ilimler Kur’ân’a verilen değeri yansıtırken bu konudaki çeşitli ve kıymetli kitaplar da meselenin takdirle karşılanan diğer yönünü oluşturmaktadır. Gerçekten bir çok bilginler Kur’ân üzerinde çok yönlü araştırmalar yapmışlar, eserler te’lif etmişlerdir.
Geçmişte değerli âlimlerimizin birbiriyle yarışırcasına sürdürdükleri bu ilmî faaliyet, sonunda çok değerli eserler meydana getirmiş ve bu şerefli miras kütüphanelerimizi doldurup taşırmıştır. Müslümanlar olarak sahip olduğumuz bu servet diğer milletler ve dinler karşısında iftihar edebileceğimiz müstesna özelliklerimizden sadece biridir. Tüm bu faaliyetleri, kitapların en büyüğü olan Kur’ân’a karşı gösterilen büyük hizmetin tezahürü olarak değerlendirmek mümkündür.Kur’ân’a hizmet eden veya Kur’ân’a dayanan ilimlere Kur’ân İlimleri (Ulûmu’l-Kur’ân) denir. Kur’ân’a dayanan ilimler, tefsir, kıraat, Kur’ân yazısı, i’câz, nüzul sebebleri, nâsih mensûh, i’rab ve garib kelimeler ilmi … şeklinde sıralanırlar.
Lügatte, çeşitli anlamlarının yanı sıra beyân etmek, keşfetmek, İzhâr etmek ve üzeri kapalı bir şeyi açmak anlamına gelen tefsir, eski felsefî ve ilmî eserlerin açıklanışı ve izah edilişi mânâsına da kullanılmaktadır. Istılahta tefsir: Müşkil olan lâfızdan murad edilen şeyi keşfetmek demektir. Bu tarif çerçevesinde tefsir kelimesi Kur’ân’ın mânâlarını keşf edip, ondaki müşkil ve garip lâfızlardan kasdedilen şeyi beyân eden ilim olarak anlaşılmıştır. Fakat ilmî bir anlam olarak tefsirin sadece Kur’ân’a tahsis edilmediği diğer ilmî sahalarda da kullanıldığı görülmektedir.Tefsir kelimesi, İslâm’ın ilk asrında diğer ilimler yaygınlaşmadığından tefsir ve hadis ilimleri ıstılahı olarak kullanılmıştır.
Daha sonraki dönemlerde başlayan terceme faaliyetleriyle diğer ilimlerin tedvin edilmesi üzerine tefsir kelimesi bu ilimler için de kullanılmıştır. Âlimler arasında çoğunlukla yerleşen anlamıyla tefsir ; konusu Kur’ân âyetleri olan ve onlar Cenabı Hakkın muradına uygun biçimde anlamlı anlatma ve hüküm çıkarma gayesi güden ilmin adıdır. Kur’ân-ı Kerîm’i inceleyen ve onun anlaşılmasıyla meşgul olan ilim olması açısından tefsirin önemi büyüktür. Çünkü müslümanların temel kitabı Kur’ân olduğuna ve Kur’ân da anlaşılmak ve yaşanmak için gönderildiğine göre tefsirin İslâmî ilimler içinde özel ve müstesnâ bir yerinin olması tabiidir. Bu yüzden îslâmiyetin ilk yıllarından itibaren Kur’ân’ın doğru bir şekilde anlaşılmasına çalışılmış ve bunun usûlleri konmuştur. Kur’ân’ın tefsiriyle ilgili olarak konan bu ölçü ve usûller „Tefsir Usûlü“ veya „Usûlü Tefsir“ biçiminde bir ıstılahın kullanılmasına sebep olmuştur. Cenabı hak kuranı kerimin anlaşılmasında ve yaşanmasında emegi geçen cümle İslam alimlerimizden razı olsun…Şimdi Ömer Nasuhi bilmen hocaefendinin Büyük tefsir tarihi eserini esas alarak, Tabiin devri tefsir alimlerini tanımaya geçebiliriz inşaallah.
Saîd b. Cübeyr:İbn-i Hişâm el-Kûfî el-Esedî, Tâbiîn’in en meşhurlarındandır. Künyesi, „Ebû Muhammed“ veya „Ebû Abdillâh“dır. Aslen Habeşîdir. Takriben H. 46 târihinde doğmuş, H. 95 senesinde şehîd olarak vefat etmiştir. Kabri Vâsit şehri hâricinde bir ziyâretgâhdır. Saîd b. Cübeyr büyük bir imam; yüksek bir âlimdir. Yüce kadrini, celâleti şânını, zühd ü takvasını herkes tasdik etmektedir. Hazık yani maharetli, işinin ehli, nâkıd,tatlı dilli, mütebassir,açıkgöz güleryüzlü bir zât idi. Bu cihetle kendisine Cehbezü’l-ülemâ yani basiretli ileri görüşlü alim denilmiştir.
Süfyân-ı Sevrî demiştir ki: „Tefsîr ilmini dört kişiden alınız. Saîd İbn-i Cübeyr, Mücâhid, İkrime ve Dahhâk.“Katâde de diyor ki : „Tâbiîn’in en âlimi dört zâttır: Menâsik’de, Atâ‘ İbn-i Ebî Rebâh; Tefsîr’de, Saîd b. Cübeyr; Siyer’de, İkrime; Mevıze, Helâl ve Haram’da da, Hasan-ı Basrî.“Saîd b. Cübeyr, Kur’ân-ı Kerîm’i İbn-i Abbâs’dan teallüm etmiş, Tefsîr’e, Hadîs’e müteallik ma’lûmâtı yine İbn-i Abbâs ile, İbn-i Ömer, Abdu’llâh b. Câbir, Abdu’llâh b. ez-Zübeyr’den ve sair birçok Sahâbe-i Güzin’den ahzeylemiştir. Kendisinden de birçok kimseler müstefîd olmuş, Zührı ile sâir bir hayli Tabiîn rivâyetde bulunmuşlardır.
Abdü’l-Melik İbn-i Mervân’ın talebi üzerine Saîd b. Cübeyr’in yazdığı Tefsîr’i Atâ‘ b. Dînâr nakletmiştir. Bu tarîk ile vârid olan tefsîr’in yazılabileceği ve ihticâca sâlih,güvenilir delilli bulunduğu Itkan’da beyân olunuyor. Dahhâk’in İbn-i Abbâs’dan olan rivayeti, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla olduğunu Şu’be hikâye etmiştir. Abd b. Humeyd ile İbn-i Cerîr dahi Tefsîr’e dâir İbn-i Cübeyr’den bir hayli şey nakletmişlerdir. İbn-i Cübeyr her veçhile mükemmel bir şahsiyyettir. Hayfâki bu ilm ü irfan timsâli, bu fazilet ve kemâl âbidesi, Haccâc’ın zulmüne kurban gitmiş, beşeriyyet târihinin hûnîn sahîfelerinde ebedî bir leke bırakmıştır. İmâm-ı Ahmed b. Hanbel, bu hâdiseyi teessüfle yâd ederek demişdir ki: „Haccâc, Şaîd b. Cübeyr’i şehîd etti. Öyle bir zâtı ki, yeryüzündekilerîn hepsi de ona, onun ilmine muhtâc idi.“
Şehid edilmeden önce Said bin Cübeyir ile Haccac arasında şöyle bir konuşma geçtigi rivayet edilir. Haccac: Yâ Saîd! Ben seni kendi imametime ortak kılmadım mı? Ben sana şöyle yapmadım mı? Ben seni istihdam etmedim mi? Saîd :-Evet., ettin. Haccâc :-O halde sen neden bana karşı isyan ettin? Saîd :-Ben Müslümanlardan kâh hatâ ve kâh isabet eder bir ferdim; başka birşey değilim. Bu sırada Haccâc’ın hiddeti biraz sükûnet bulmuş, hatırı hoş olmaya başlamış gibi idi. Tekrar isticvaba başlayarak :-Neden İbn-i Eş’as’a tarafdarlık ettin? dedi. Saîd de :
-Ben ona verdiğim bir ahidden dolayı böyle hareket ettim, diye cevap verdi. Artık Haccâc pek hiddetlenmişti. Şu veçhile istintaka devam etti :-Yâ Saîd! Ben Mekke’ye gelib de İbnü’l-Zübeyr’i öldürdüğüm zaman, Emîrü’l-Mü’minîn Abdü’l-Melik nâmına senden ve Mekkelilerden ahid almış değil mi idim? Saîd :-Evet., almıştın. Haccâc :-Sonra ben Kûfe’ye Vali oldum. Mubayaayı yeniledim. Sen de o zaman Emîrü‘ -Mü’minin nâmına tekrar bîat etmiş değil mi idin? Sâîd : Evet, etmiştim. Haccâc : O halde neden Emîrü’l-Mü’minîn nâmına yaptığın iki ahdi unuttun da bir çulhacı oğlu çulhacıya verdiğin bir ahdi yerine getirmek istedin. Senin adın nedir?
Saîd : Benim adım Saîd b. Cübeyr’dir. Haccâc :Hayır.. Öyle değil; Şaki b. Küseyr’dir. Saıd :Babam benim adımı senden daha iyi bilir. Haccâc :Sen de, baban da şakidir. Saîd : Gaybı ancak senden başkası bilir. Haccâc :Ben senin dünyânı cehennem ateşine döndüreceğim. Saîd :Ben senin elinde böyle bir kudret olduğunu bilse idim, senden başkasını îlâh ittihâz etmezdim. Haccâc :Halîfeler hakkında fikrin nedir? Saîd : Ben onların vekili değilim. Haccâc :Ben seni öldüreceğim; ne suretle öldürülmeni sen ihtiyar et. Saîd :Yok, şakî herif! Sen kendin için istediğin ölümü ihtiyar et. Allah hakkı için bugün sen beni nasıl öldürür isen yarın ben de âhiretde seni o veçhile öldüreceğim. Saîd b. Cübeyr, Haccâc’ın işaretiyle öldürülmek üzere hârice çıkarılırken gülümsedi. Bunu gören Haccâc, Saîd’i tekrar döndürerek, gülümsemesinin sebebini sordu. Saîd de:“Ben senin Cenâb-ı Hakk’a karşı olan cür’etinden, Hak Teâlâ’nın da hilm ü sabrından dolayı teaccüb ederek gülümsedim.“ dedi ve aralarında yine şöyle bir muhavere cereyan etti. Haccâc :Hayır, ben seni öldüreceğim. Saîd :O halde validem ismimde isabet etmiş. Şehîd olursam saîd olurum.Haccâc :Alî ile Osman hakkında ne dersin? Bunlar Cennette midirler, yoksa Cehennemde mi? Saîd ;Ben Cennet ile Cehennem’i gidib görmedim. Eğer onları gezib dolaşmış olsa idim hallerine vâkıf olarak sana cevap verebilirdim. Haccâc : Abdü’l-Melik hakkında ne dersin? Saîd :Ona dâir bana nasıl suâl îrâd edebilirsin ki, onun seyyiâtı cümlesinden biri de sen değil misin? Artık cellâda emir verilmişti.
Saîd b. Cübeyr, yüzünü Kıble’ye tevcih ederek, Kuranı kerimden okumaya başladı. Yüzünü Kıble’den çevirdiler. Nazm-ı Münîfini okumaya başladı. Haccâc : „Bire vurun.“ diye haykırınca Saîd tililâvete devam etti ve Yâ Rabbî! Kanımı Haccâc’a halâl kılma ve anı benden sonra yaşatma.“ diye inkisarda bulundu. Ve Haccâc’a hitaben: „Artık sen de felah bulamayacaksın.“ dedi. Haccâc :“Sen mi? Ben senden daha nice faziletli kimseleri öldürdüm.“ diye söylendi. Saîd de şöyle mukaabelede bulundu: „Evet., öldürdün. Onlar âhirete daha ziyâde râğıb bulunuyorlardı. Ben ise henüz yaşamak arzusundayım.“Nihayet o nezîh vücûd, cellâdın bîrahîmâne darbesiyle ruhunu Hakk’a teslim etmiş, mübarek başı göğdesinden ayrılırken üç defa Kelime-i Tevhîd’i okumuştu. Mazlum şehidin duası müstecâb olmuş, Haccâc da artık huzurdan mahrum kalmıştı.
Geceleri gözüne uyku girmiyordu. Uyur uyumaz Saîd zuhur eder, yakasına sarılır : „Ey Allah’ın düşmanı!. Ne için beni öldürdün?..“ diye sorar, Haccâc da heyecanlar içerisinde uyanarak, „Benim Saîd’le hâlim ne olacak?“ derdi. Aradan çok bir müddet geçmeden Haccâc da lâyık olduğu cezaya kavuşmak için âhiret âlemine gitmiş, Saîd b. Cübeyr’den sonra, başka birini öldürmeye vakit bulamamıştı. Saîd’in şehâdetiyle İslâm âlemi büyük bir müfessirini, yüksek bir muhaddisini, fakîhini, pek seciyeli, faziletli bir bahadırını kayb etmiş oldu. Rahmetu’llâhi aleyh.
Said bin cübeyr Fıkıh ve tefsir ilminde Ashabı kiramdan ders almış ve emsali olan tabiilerin bütün ilimlerine sahipti. Hasif dedi ki: Talak konusunda Said bin Museyyeb tabiilerin en bileniydi. Hac konusunda en bileni Ata bin Rabah idi, helal haram konusunda Tavus idi, tefsir ilminde Mücahit bin Cerir idi. Bu ilimlerin tümünü kendisinde bulunduran Said bin Cübeyr’dir.Emir bin Meymun bin Merah, o da babasından şöyle rivayet etmiş: Said bin Cübeyr vefat ettikten sonra yeryüzünde ilmine muhtaç olmayan kimse yoktur. Süfyanı Servi dedi ki: Tefsir ilmini dört kişiden alın: Sait bin Cübeyr, Mücahid, İkrame ve Dahhak. Me’hazlar : Umdetü’l-Kaarî, Dürrü’l-Mensûr, Takrîbü’t-Takrîb, Takri-bü’t-Tehzîb, Târîh-i İbni Esîr, Târihi İbn-i Şıhne, Mes’ûdî.
Mücâhid B. Cübeyr;Ebü’l-Haccâc el-Mekkî, Tâbiîn’in büyüklerindendir. Abdu’llâh b. es-Sâib el-Mahzûmî’nin mevlâsı, yâni âzadlısı idi. Bu münâsebetle Mahzûm kabilesine mensup bulunmaktadır. Kendisine „İbn-i Cübeyr“ de denir. Hicri 21 târihinde doğmuş, 103 senesi secde hâlinde vefat etmiştir. Tefsirde Ve Sair İlimlerdeki Mevkii:Mücâhid, Tabiîn arasında pek yüksek bir âlimdir. Tefsîr’de, hadîs’de, fıkıh’da imâm idi. Sika olduğunda, celâlet-i kadrinde ittifak vardır.
Kendisi demiştir ki : „Ben Kur’ân-ı Kerîm’i otuz defa İbn-i Abbâs Hazretlerinin huzurunda okudum. Her âyeti okudukça tevakkuf eder, kimin hakkında nüzul ettiğini ve nasıl olduğundan kendisinden sorar idim.“ Katâde de demiştir ki: „Selefden baki kalanlar arasında tefsîr’e en âlim olan, Mücâhid’dir.“Mücâhid; İbn-i Abbâs’dan tefsîri ahzetmiş, yine İbn-i Abbâs’dan ve Abdu’llâh b. Ömer, Ebû Hüreyre, Câbir gibi sâir Sahâbe-i Kirâm’dan hadîs telâkki eylemiş, kendisinden de Katâde, İbn-i Kesîr, Ebû Amr b. el-Alâ‘, İbn-i Muhaysin gibi zevat tefsir ve hadis tahsil eylemişlerdir. İmâm-ı Şafiî ile İmâm-ı Buhârî’nin Mücâhid hakkında büyük îtimadları vardır. Sahîhü’l-Buhârî’de Mücâhid’den birçok Tefsîr’ler, hadîsler rivayet olunmaktadır. Âdem İbn-i İyâs : Yemin olsun ki biz gökleri ve yeri ve bunların aralarındaki mevcudatı altı gün içinde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk da ânz olmadı.“ âyet-i kerîmesinin sebeb-i nüzulünü Mücâhid’den şöyle nakletmiştir : Mücâhid dedi ki : meşakkat, yorgunluk manasınadır. Yahudiler : Cenâb-ı Hak yerleri ve gökleri altı gün içinde yarattığından yoruldu da Cumartesi günü istirahat etti ve o oturuş oturdu, derler. İşte bu i’tikadı red için, âyet-i kerîmesi nazil oldu.“
Rivayete nazaran „ilk Tefsir kitabı“ Mücâhid’e âiddir. Bu tefsîr’i Kaasım İbn-i Ebil -Bez imlâ suretiyle vücûda getirmiştir, İbn-i Nüceyh, İbn-i Cerîr gibi Mücâhid’den tefsir rivayet edenler de bu rivayetlerini Kaasım İbn-i Ebi’l-Bezz’in yazdığı bu kitabdan almışlardır. Mücâhid, tefsîr’ini İbn-i Abbâs’dan nakil suretiyle imlâ ettirmiştir. „Bu tefsir, esasen İbn-i Abbâs’a âid olmak lâzımgelirken niçin Mücâhid’e nîsbet ediliyor? diye A’meş’e sormuşlar, o da da şuhûd iledir.“Velhâsıl, Atâ b. Ebî Rebâh, mümtaz, mübarek bir âlimdir. Ra:Mücâhid’in Ehl-i kitabdan bâzı şeyler sorduğuna zâhib olanlar var idi.“ diye cevap vermişti.
Mücâhid’in tefsîr’e âid kavillerinden ikisi merdûd görülmüştür. Birisi Makaam-ı Mahmud) şefâat-ı kübrâya hamletmemesidir. Diğeri de Nazm-ı Kerîm’indeki rü’yete değil, muntazıra ma’nâsına hamletmiş olmasıdır. Mücâhid der ki : „Bir kimse yoktur ki, sözü kabul de terk de edilmesin. Yalnız Resûl-i Ekrem müstesna ki, Onun her sözü mutlakaa kabul edilir.“Velhâsıl, Mücâhid, İslâm ulemâsı arasında mümtaz bir simadır. Rahmetu’llâhi aleyh.Me’hazlar: Umdetü’l-Kaarî,‘ Tezkiretü’l-Huffâz, Levâkı-ı Şa’rânî, Mevzûâtü’i-Ulûm.
Ata B. Ebî Rebâh:Atâ‘ b. Müslim Ebû Muhammedi’l-Mekkî, Tâbiîn’in kibârındandır. Babası Ebû Rebâh’ın ismi „Müslim“dir. Hazret-i Ömer’in Mekke’de âmili bulunan „İbn-i Haysem el-Fehrî“nin âzadlısı idi. Bu cihetle kendisine „Müslim el-Mekkî el-Kureşî“ denir.Atâ‘ Aslen habeşistanlı oldugundan siyah renkli idi. 35 târihinde doğmuş, 115 senesi Mekke’de vefat etmiştir. Tabiîn Arasındaki Mevkii: Atâ‘ büyük bir âlimdir. İlminin çokluğuyla, lisânının fasâhatıyle temayüz etmişti. Herkes, sika olduğunu, diyanet ve celâlet yani kahramanlık ve yigitlik sahibi bulunduğunu i’tirâf etmektedir. Ekseri sükût eder, söze başlayınca da min indi’llâh müeyyed yani Allah tarafından yardım edilir gibi sanılırdı.
Atâ‘, iki yüz kadar Sahâbe’ye yetişmiştir. Hazret-i Âişe’den, Abdullâh b. Abbâs, Abdullâh b. Ömer, Abdullâh b. Câbir gibi zevattan hadîs rivayet eder. Kendisinden de Ebû İshak, Mücâhid, Zührî, Amr b. Dînâr ilim ahzetmislerdir. İmâm-ı A’zam, Eyyûb, Hüseyin el-Muallim, İbn-i Cüreyc, Evzâî gibi zâtlar da rivayette bulunurlar. Mekke-i Mükerreme’de iftâ vazifesi Atâ’ya müntehi olmuştu. İbn-i Abbâs veya İbn-i Ömer Hazretleri: „Ey Mekkeliler! Sizin yanınızda Atâ‘ bulunduğu halde neye benim başıma toplanıyorsunuz?“ demişti. İmâm-ı A’zam derdi kî: „Ben Atâ’dan daha faziletli bir zât görmedim.“ İbn-i Abbâs’dan sonra kürsî-i tedris Atâ’ya intikaal etmişti. Tefsirleri, emsali gibi, rivayet tarîkına yönelik, bizzat Ashâb-ı Güzînden müstefâddır,istifadelidir. En ziyâde İbn-i Abbâs’dan rivayette bulunur.
İbn-i Hacer’in ifâdesine nazaran rivayet ettiği hadîslerin bâzılarında İrsal vardır,yani Peygamber efendimizden rivayet edilmiştirki diye başlayan senetsiz ifade. Yani Resûl-i Ekrem’den ilk rivayet eden zâtın ismi zikredilmemektedir. Sizden adalet sahibi olanları îşhâd ediniz.Şahit gösterme“ âyet-i kerîmesi’nin tefsiri sırasında, Abd b. Humeyd ile Abdü’r-Rezzâk, Atâ‘-dan şöyle nakletmektedirler: „Ata‘ dedi kî: Nikâh şuhûd iledir, talâk şuhûd iledir, müracaat hmetulllâhi aleyh. Ata bi Rebah Mekke ekolü diye bilinenler arasında sayılmıştır bunlar: Bu medrese/ekol, Mekke’de tesis edilmis bir ekoldür. “İlim denizi” ve “Tercümânu’l- Kur’ân” ünvânının sahibi olan Abdullah b. Abbas tarafından kurulmuştur. Kur’ân tefsirinin pîri olan bu sahâbînin kurmuş olduğu tefsir ekolünün yetistirdiği en seçkin öğrenciler sunlardır: Saîd b. Cübeyr , Mücâhid b. Cübeyr , İkrime , Atâ b. Ebî Rabah , Tâvus b. Keysandır. .Me’hazlar: Umdetü’l-Kaarî, Ed – Dürrü’I- Mensûr Takrîbü’t-Tehzîb, Hâ-şiye-i Takrîb,Mevzûâtü’1-Ulû Tehzîbül Esmâ‘ ve’l-Lûğat.
Katâde :Ebü’l-Hattâb İbn-i Diâme es-Sedûsî el-Bısrî, Tabiîn’in büyüklerindendir. A’mâ olarak Hicri 60 târihinde doğmuş, Basra’da yaşamış, 118 târihinde Vâsıt’da taundan vefat etmiştir. Yetmiş beş sene yaşadığına kaail olanlar da vardır. Katâde, bir allâmedir. Fevkalâde bir kuvvetl hafızaya mâlik idi. Kendisi derdi ki: „Ben hiçbir muhaddise, bana bir daha iade et, demedim ve kulaklarımın her işittiğini kalbim mutlaka hıfzetti.“
İmâmı Ahmed b. Hanbel, Katâde’yi hıfz ile, fakaahetle yani fıkıh bilgisiyle sena eder, „Katâde tefsîr’e, ulemânın ihtilâfâtına pek vâkıftır.“ derdi. Saîd b. el-Müseyyeb de: „Bize Katâde’den daha mahfûzâtı çok yani ezberi kuvvetli olan bir Iraklı gelmemiştir.“ der idi. İbn-i Şîrîn de derdi ki : „Katâde nâsın ahfazıdır.“Yani alçak gönüllüsü. Hakikaten Katâde bir hârika idi. Tefsir’de. hadis’de, ilm’i ensâb’da, yani soy kütügü ilminde, lisân-ı Arab’da, vekayi-i Arab’a yani arab tarihinde vukufda asrının en önde geleniydi. Tefsir sahibidir.
Katâde, Enes b. Mâlik’den, Abdu’llâh b. Sercis’den, Saîd b. el-Müseyyeb ile İbn-i Sîrın’den, İkrime ile Hasan-ı Basrî’den rivayet eder. Kendisinden de Mis’ar, Ma’mer, Şeybân, Şu’be, Hammâd b. Seleme, İbn-i Amreveyh gibi zâtlar rivayette bulunurlar. Zehebî’nin nakline nazaran Katâde, tedlîs ile ma’rûfdur. Yâni bâzan şeyhini bırakır da onun fevkindeki şeyhinden (= üstâzından) rivayette bulunur. Mesela: Said b. Cübeyr’den, Mücahid’den bizzat hadis işitmediği halde bunlardan hadis rivayet eder; aradaki vasıtayı zikretmez. Bu hal, sahih bir garaza müstenid olmadıkça kerih görülür.
Kütüb-i Sitte’de bu zattan başka Tabiin’den ve onların tabi’lerinden Katade: “Her şey Allah’ın kudretiyledir, maasi mütesna.”-ondan gayrısı- derdi. Bu i’tikadiyle beraber rivayet ettiği hadislerle ihticacdan kimse geri durmazdı. Maahaza bu akidesinden rücu ettiği de rivayet olunuyor.İbn-i Ebi Hatim, Katade’den şöyle rivayet ediyor.:“Bize beyan olundu ki, Rasul-i Ekrem Salla’llahu aleyhi ve selem, Rum ve Faris mülkünün ümmetine verilmesini Rabbından istemiş, bunun üzerine Allahu Teala: De ki: Mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin; Sen mülkü dilediğinden çekip alırsın ve dilediğini de zelil edersin. Hayır Sen’in yedindendir.Şüphe yokki Sen her şeye kadirsin.” Ayet-i kerimesini inzal etmiştir.”
Katade demiştir ki: “Hazret-i Peygamber’in zamanında Kur’an-ı Kerim’i kimler cem’ etmişti? Diye Enes b. Malik’den sual ettim, dedi ki: Dört zat cem’ etmişti ki hepsi de Ensar’dan idi. Bunlar Übey b. Ka’b Muaz b. Cebel, Zeyd b. Sabit ve Ebu Zeyd idi.” Velhasıl: Katade nevadir-i hilkatten alim bir zattır. Rahmetu’llahi aleyh.Me’hazlar: Ed-Dürrü’l- Mensür. Kitabü’l- Menkul, Umdetü’l- Karia, Tezkiretü’l- Huffaz, Kaamüsü’l-A’lam,El-A’lam.
Hasan-ı Basrî:Ebû Saîd Hasan b. Ebi’l-Hasan Yesâr el-Ensârî, Tâbiîn’in büyüklerindendir. Kendisi Yezî b. Sâbit’in âzadlısıdır. Validesi „Hayre“ de Ümmühâtü’l-Mü’minîn’den Ürams Seleme Radiyallâhu anhâ’nın âzadlısı idi.Hicri.21 târihinde doğmuş, Medîne-i Münevvere’de neşv ü nema bulmuş Hicri. 110 târihinde Basra’da vefat etmiştir. Hasan-ı Basrî, âlim, fakh, emîn, mevsukul-kelim,Sözüne itimad edilir saglam, melîhü’l-vecih hitabeti sözü güzel, bir zât idi. Hayâtını ilim ile cihâda hasretmişti. Meşhur Hânedân-ı Nübüvvet’den aldığı bir feyz ile kendisinde birçok kemâlât tecellî etmişti. Pekçok Ashâb-ı Kirâm’a yetişmiştir. Hattâ kendisi derdi ki : „Biz gaza için Horasan’a gittiğimiz zaman ordumuzda Ashâb-ı Kirâm’dan üç yüz zât bulunuyordu.“
Ebû Mûse’l-Eş’arî’den Kur’an teallüm etmiş,egitim almış, İbn-i Ömer, Enes, Semüre, Kays b. Âsim gibi Sahâbe-i Güzin’den rivayette bulunmuştur. Ebü’l-Âliye, Fadl b. Iyâz gibi Tabiînden de istifâde etmiş, rivayette bulunmuştur. Hasan-ı Basrî, İmâm-ı Zehebî’nin dediği gibi bir allâmedir; bir mütebahhirdir,yani ilmi deniz gibi olan bir alimdir. Fakîhü’n-nefs, belîğu’l-mev’izedir. Bâzı rivayetleri arasında tedlîs âsârı görülür. Meselâ: Hazret-i Alî’den menkul bir hadîs-i rivayet ederken müşârün-ileyhin ismini zikretmezdi.
Bunun sebebini sormuşlar, „Haccâc gibi bir- zâlim halkın başına musallat iken ben Hazret-i Alî’den nasıl hadîs, rivayet edebilirim.“ tarzında cevap vermiştir. Haccâc ile aralarında bir hayli korkunç mâcerâ vuku‘ bulmuş, Haccâc’ın ezasından kurtulabilmiştir. Hasan-ı Basrî tefsirini rivâye târikıyle takrir etmiştir. Bâzı zevatın beyânına nazaran Basra Ulemâsının ekserisi gibi Hasan-ı Basrî de bidâyeten Kaderiyye mezhebine mütemayil gibi görünmüş ise de bilâhare bir münazara neticesinde bu temayülüne nihayet vermiş,
Hasan-ı Basrî, gayet belîğâne,anlatmak istedigini en güzel şekilde anlatabilen, hakimane,sözlerin hikmetine hakim bir şekilde bir tarzda va’z u nasihatte bulunurdu. Medîne-i Münevvere’de yetişmiş olduğundan Hazret-i Osman’ın hutbelerini defeatle dinlemişdi. Hazret-i Alî’ye bîat edildiği zaman henüz onbeş yaşında bulunuyordu. Hazret-i Alî’yi yalnız Medîne-i Münevvere’de görmüş, bilâhare Kûfe’ye, Basra’ya gitmiş olan Aliyyü’l-Murtazâ’ya mülâkî olamamış yani yüz yüze buluşup görüşememiştir.
Hasan-ı Basrî bir aralık Mekke-i Mükerreme’ye gitmişti. Ahâlî başına toplanmış, rivayet ettiği ahâdîs-i şerîfe’yi dinliyorlardı. Bu cemâat arasında Tâvûs, Atâ‘, Mücâhid gibi alimlerde vardı. Herkes bu kudretli âlimin liyâkat ve talâkatine yani hem güler yüzlü hemde en güzel şekilde konuşma yetenegine hayret etmiş, „Bunun bir misli görülmemiştir.“ demeğe mecbur; olmuşlardı. Hasan-ı Basrî, Hazret-i Muâviye devrinde Horasan valisi bulunan „Rebf b. Ziyâd“ın kitabet katiplik şimdilerde söylenildigi gibi sekreterlik vazifesini de ifâ etmiştir.
Ömer b. Abdil-Azîz Hilâfet makaamını ihraz ettiği zaman Hasan-ı Basrî’ye mektup yazarak kendisine yardım edecek kimseleri tavsiye etmesini rica etmiş. Hasan-ı Basrî de şu mealde cevap vermişti: „Zamane insanlarını sen istemezsin; âhiret erleri de seni istemezler, O halde Allâhu Teâlâ’dan istiânede bulun. Allahdan yardım talebinde bulun“ Velhâsıl Hasan-ı Basrî, emsali pek nâdir görülmüş Alimlerimizden birisi idi. Cenabı hak cümlesinden razı olsun…Rahmetu’llâhi aleyh. Me’hazlar : Umdetü’l-Kaarî, Tezkiretü’l-Huffâz, İhyâü’l-Ulûm, Mevzûâtü’l-Ulûm, El-A’lâm.
Sermedkadir…LU…19.05.2013…