Tabiîn Devri Tefsir Alimleri

Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, Allah kelâmı olarak bize verilen en şerefli ve değerli eserdir. Bu ilâhî eserin mânâlarını anlamak, öğ­renmek, öğretmek, yaşamak ve yaşatmak üzerimize düşen en büyük görevdir. Çünkü Kur’ân, İnsanlığın son peygamberi Hz. Muhammed’in, son dîn olan İslâm’ı tebliğ ederken dayandığı esasların ana kaynağıdır. Son ilâhî kitap olan Kur’ân, insanlığın ıslâhını amaçlayan en büyük yasadır. Hz. Peygamber’in en büyük kalıcı mûcizesidir. İslâm’ın inanç, ibâdet ve ahlâk esaslarının yanısıra dünya ve ahirete ilişkin bir çok hususlarda temel dayanağıdır. Lâfız ve mânâ itibariyle de arap edebiyatının zirve noktasında bulunan bir dil ve edebiyat abidesidir.

Bir çok ilim ve hikmetleri bünyesinde toplarken, telkin ettiği yüksek İdeallerle her devir ve her ülkede insanlara rehber olmuş ve onlar bu­nalımdan ve sıkıntılardan kurtarmıştır.İşte bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm’e Hz. Muhammed ve O’nun sahâbîlerinden başlayarak bugüne kadar çok büyük ölçüde önem verilmiş ve üzerinde titizlik gösterilmiştir. Kur’ân’ın lâfız ve manâ yö­nünden incelenmesi, üslüb ve i’câz yönlerinin araştırılması, tefsir ve açıklamalarının yapılması O’na verilen önem ve gösterilen titizliğin belli başlı göstergeleridir. Ayrıca, kıraat, tecvîd, yazı, tefsir, nâsih mensûh gibi tâbirlerle ifade ettiğimiz bir çok ilimler Kur’ân’a verilen değeri yansıtırken bu konudaki çeşitli ve kıymetli kitaplar da meselenin tak­dirle karşılanan diğer yönünü oluşturmaktadır. Gerçekten bir çok bilginler Kur’ân üzerinde çok yönlü araştır­malar yapmışlar, eserler te’lif etmişlerdir.

Geçmişte değerli âlimleri­mizin birbiriyle yarışırcasına sürdürdükleri bu ilmî faaliyet, sonunda çok değerli eserler meydana getirmiş ve bu şerefli miras kütüphanelerimizi doldurup taşırmıştır. Müslümanlar olarak sahip olduğumuz bu servet diğer milletler ve dinler karşısında iftihar edebileceğimiz müstesna özelliklerimizden sadece biridir. Tüm bu faaliyetleri, kitap­ların en büyüğü olan Kur’ân’a karşı gösterilen büyük hizmetin teza­hürü olarak değerlendirmek mümkündür.Kur’ân’a hizmet eden veya Kur’ân’a dayanan ilimlere Kur’ân İlimleri (Ulûmu’l-Kur’ân) denir. Kur’ân’a dayanan ilimler, tef­sir, kıraat, Kur’ân yazısı, i’câz, nüzul sebebleri, nâsih mensûh, i’rab ve garib kelimeler ilmi … şeklinde sıralanırlar.

Lügatte, çeşitli anlamlarının yanı sıra beyân etmek, keşfetmek, İzhâr etmek ve üzeri kapalı bir şeyi açmak anlamına gelen tefsir, eski felsefî ve ilmî eserlerin açıklanışı ve izah edilişi mânâsına da kullanıl­maktadır. Istılahta tefsir: Müşkil olan lâfızdan murad edilen şeyi keşfet­mek demektir. Bu tarif çerçevesinde tefsir kelimesi Kur’ân’ın mânâ­larını keşf edip, ondaki müşkil ve garip lâfızlardan kasdedilen şeyi beyân eden ilim olarak anlaşılmıştır. Fakat ilmî bir anlam olarak tefsirin sadece Kur’ân’a tahsis edilmediği diğer ilmî sahalarda da kul­lanıldığı görülmektedir.Tefsir kelimesi, İslâm’ın ilk asrında diğer ilimler yaygınlaşmadığından tefsir ve hadis ilimleri ıstılahı olarak kullanılmıştır.

Daha son­raki dönemlerde başlayan terceme faaliyetleriyle diğer ilimlerin tedvin edilmesi üzerine tefsir kelimesi bu ilimler için de kullanılmıştır. Âlimler arasında çoğunlukla yerleşen anlamıyla tefsir ; konusu Kur’ân âyetleri olan ve onlar Cenabı Hakkın muradına uygun biçim­de anlamlı anlatma ve hüküm çıkarma gayesi güden ilmin adıdır. Kur’ân-ı Kerîm’i inceleyen ve onun anlaşılmasıyla meşgul olan ilim olması açısından tefsirin önemi büyüktür. Çünkü müslümanların temel kitabı Kur’ân olduğuna ve Kur’ân da anlaşılmak ve yaşan­mak için gönderildiğine göre tefsirin İslâmî ilimler içinde özel ve müstesnâ bir yerinin olması tabiidir. Bu yüzden îslâmiyetin ilk yıllarından itibaren Kur’ân’ın doğru bir şekilde anlaşılmasına çalışılmış ve bunun usûlleri konmuştur. Kur’ân’ın tefsiriyle ilgili olarak konan bu ölçü ve usûller „Tefsir Usûlü“ veya „Usûlü Tefsir“ biçiminde bir ıstılahın kul­lanılmasına sebep olmuştur. Cenabı  hak  kuranı kerimin  anlaşılmasında  ve yaşanmasında emegi geçen cümle  İslam alimlerimizden razı olsun…Şimdi  Ömer Nasuhi bilmen hocaefendinin Büyük tefsir tarihi eserini esas alarak, Tabiin devri tefsir alimlerini tanımaya geçebiliriz inşaallah.

Saîd b. Cübeyr:İbn-i Hişâm el-Kûfî el-Esedî, Tâbiîn’in en meşhurlarındandır. Künyesi, „Ebû Muhammed“ veya „Ebû Abdillâh“dır. Aslen Habeşîdir. Takriben H. 46 târihinde doğmuş, H. 95 senesinde şehîd olarak vefat etmiştir. Kabri Vâsit şehri hâricinde bir ziyâretgâhdır. Saîd b. Cübeyr büyük bir imam; yüksek bir âlimdir. Yüce kadrini, celâleti şânını, zühd ü takvasını herkes tasdik etmektedir. Hazık yani  maharetli, işinin  ehli, nâkıd,tatlı  dilli, mütebassir,açıkgöz güleryüzlü bir zât idi. Bu cihetle kendisine Cehbezü’l-ülemâ yani  basiretli  ileri  görüşlü  alim denilmiştir.

Süfyân-ı Sevrî demiştir ki: „Tefsîr ilmini dört kişiden alınız. Saîd İbn-i Cübeyr, Mücâhid,  İkrime ve Dahhâk.“Katâde de diyor ki : „Tâbiîn’in en âlimi dört zâttır: Menâsik’de, Atâ‘ İbn-i Ebî Rebâh; Tefsîr’de, Saîd b. Cübeyr; Siyer’de, İkrime; Mevıze, Helâl ve Haram’da da, Hasan-ı Basrî.“Saîd b. Cübeyr, Kur’ân-ı Kerîm’i İbn-i Abbâs’dan teallüm etmiş, Tefsîr’e, Hadîs’e müteallik ma’lûmâtı yine İbn-i Abbâs ile, İbn-i Ömer, Abdu’llâh b. Câbir, Abdu’llâh b. ez-Zübeyr’den ve sair birçok Sahâbe-i Güzin’den ahzeylemiştir. Kendisinden de birçok kimseler müstefîd olmuş, Zührı ile sâir bir hayli Tabiîn rivâyetde bulunmuşlardır.

Abdü’l-Melik İbn-i Mervân’ın talebi üzerine Saîd b. Cübeyr’in yazdığı Tefsîr’i Atâ‘ b. Dînâr nakletmiştir. Bu tarîk ile vârid olan tefsîr’in yazıla­bileceği ve ihticâca sâlih,güvenilir  delilli  bulunduğu Itkan’da beyân olunuyor. Dahhâk’in İbn-i Abbâs’dan olan rivayeti, Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla ol­duğunu   Şu’be  hikâye etmiştir. Abd b. Humeyd ile İbn-i Cerîr dahi Tefsîr’e dâir İbn-i Cübeyr’den bir hayli şey nakletmişlerdir. İbn-i Cübeyr her veçhile mükemmel bir şahsiyyettir. Hayfâki bu ilm ü irfan timsâli, bu fazilet ve kemâl âbidesi, Haccâc’ın zulmüne kurban gitmiş, beşeriyyet târihinin hûnîn sahîfelerinde ebedî bir leke bırakmıştır. İmâm-ı Ahmed b. Hanbel, bu hâdiseyi teessüfle yâd ederek demişdir ki: „Haccâc, Şaîd b. Cübeyr’i şehîd etti. Öyle bir zâtı ki, yeryüzündekilerîn hep­si de ona, onun ilmine muhtâc idi.“

Şehid  edilmeden önce  Said  bin  Cübeyir ile  Haccac  arasında şöyle bir konuşma  geçtigi  rivayet  edilir. Haccac: Yâ Saîd! Ben seni kendi imametime ortak kılmadım mı? Ben sana şöyle yapmadım mı? Ben seni istihdam etmedim mi? Saîd :-Evet., ettin. Haccâc  :-O halde sen neden bana karşı isyan ettin? Saîd :-Ben Müslümanlardan kâh hatâ ve kâh isabet eder bir ferdim; baş­ka birşey değilim. Bu sırada Haccâc’ın hiddeti biraz sükûnet bulmuş, hatırı hoş olmaya başlamış gibi idi. Tekrar isticvaba başlayarak :-Neden İbn-i Eş’as’a tarafdarlık ettin? dedi. Saîd de :

-Ben ona verdiğim bir ahidden dolayı böyle hareket ettim, diye cevap verdi. Artık Haccâc pek hiddetlenmişti. Şu veçhile istintaka devam etti :-Yâ Saîd! Ben Mekke’ye gelib de İbnü’l-Zübeyr’i öldürdüğüm zaman, Emîrü’l-Mü’minîn Abdü’l-Melik nâmına senden ve Mekkelilerden ahid almış değil mi idim? Saîd :-Evet., almıştın. Haccâc  :-Sonra ben Kûfe’ye Vali oldum. Mubayaayı yeniledim. Sen de o zaman Emîrü‘ -Mü’minin nâmına tekrar bîat etmiş değil mi idin? Sâîd : Evet, etmiştim. Haccâc  : O halde neden Emîrü’l-Mü’minîn nâmına yaptığın  iki ahdi unuttun da bir çulhacı oğlu çulhacıya verdiğin bir ahdi yerine getirmek istedin. Se­nin adın nedir?

Saîd : Benim adım Saîd b. Cübeyr’dir. Haccâc :Hayır.. Öyle değil; Şaki b. Küseyr’dir. Saıd :Babam benim adımı senden daha iyi bilir. Haccâc :Sen de, baban da şakidir. Saîd  : Gaybı ancak senden başkası bilir. Haccâc :Ben senin dünyânı cehennem ateşine döndüreceğim. Saîd :Ben senin elinde böyle bir kudret olduğunu bilse idim, senden başka­sını îlâh ittihâz etmezdim. Haccâc :Halîfeler hakkında fikrin nedir? Saîd : Ben onların vekili değilim. Haccâc :Ben seni öldüreceğim; ne suretle öldürülmeni sen ihtiyar et. Saîd :Yok, şakî herif! Sen kendin için istediğin ölümü ihtiyar et. Allah hak­kı için bugün sen beni nasıl öldürür isen yarın ben de âhiretde seni o veç­hile öldüreceğim. Saîd b. Cübeyr, Haccâc’ın işaretiyle öldürülmek üzere hârice çıkarılır­ken gülümsedi. Bunu gören Haccâc, Saîd’i tekrar döndürerek, gülümseme­sinin sebebini sordu. Saîd de:“Ben senin Cenâb-ı Hakk’a karşı olan cür’etinden, Hak Teâlâ’nın da hilm ü sabrından dolayı teaccüb ederek gülümsedim.“ dedi ve aralarında yine şöyle bir muhavere cereyan etti. Haccâc  :Hayır, ben seni öldüreceğim. Saîd :O halde validem ismimde isabet etmiş. Şehîd olursam saîd olurum.Haccâc :Alî ile Osman hakkında ne dersin? Bunlar Cennette midirler, yoksa Ce­hennemde mi? Saîd  ;Ben Cennet ile Cehennem’i gidib görmedim. Eğer onları gezib dolaş­mış olsa idim hallerine vâkıf olarak sana cevap verebilirdim. Haccâc : Abdü’l-Melik hakkında ne dersin? Saîd :Ona dâir bana nasıl suâl îrâd edebilirsin ki, onun seyyiâtı cümlesin­den biri de sen değil misin? Artık cellâda emir verilmişti.

Saîd b. Cübeyr, yüzünü Kıble’ye tevcih ederek, Kuranı  kerimden  okumaya  başladı. Yüzünü Kıble’den çevirdiler. Nazm-ı Münîfini okumaya başladı. Haccâc : „Bire vurun.“ diye haykırınca Saîd tililâvete devam  etti ve  Yâ Rabbî!  Kanımı Haccâc’a halâl kılma ve anı benden sonra yaşatma.“ diye inkisarda bulundu. Ve Haccâc’a hitaben:  „Ar­tık sen de felah bulamayacaksın.“ dedi. Haccâc  :“Sen mi? Ben senden daha nice faziletli kimseleri öldürdüm.“ diye söy­lendi. Saîd de şöyle mukaabelede bulundu:  „Evet.,  öldürdün.  Onlar âhirete daha  ziyâde râğıb  bulunuyorlardı.  Ben ise  henüz yaşamak  arzusundayım.“Nihayet o nezîh vücûd, cellâdın bîrahîmâne darbesiyle ruhunu Hakk’a teslim etmiş, mübarek başı göğdesinden ayrılırken üç defa Kelime-i Tevhîd’i okumuştu. Mazlum şehidin duası müstecâb olmuş, Haccâc da artık huzurdan mah­rum kalmıştı.

Geceleri gözüne uyku girmiyordu. Uyur uyumaz Saîd zuhur eder, yakasına sarılır : „Ey Allah’ın düşmanı!. Ne için beni öldürdün?..“ diye sorar, Haccâc da heyecanlar içerisinde uyanarak, „Benim Saîd’le hâ­lim ne olacak?“ derdi. Aradan çok bir müddet geçmeden Haccâc da lâyık olduğu cezaya kavuşmak için âhiret âlemine gitmiş, Saîd b. Cübeyr’den sonra, başka birini öldürmeye vakit bulamamıştı. Saîd’in şehâdetiyle İslâm âlemi büyük bir müfessirini, yüksek bir muhaddisini, fakîhini, pek seciyeli, faziletli bir bahadırını kayb etmiş oldu. Rahmetu’llâhi  aleyh.

Said  bin  cübeyr  Fıkıh ve tefsir ilminde  Ashabı  kiramdan  ders almış ve emsali olan tabiilerin bütün ilimlerine sahipti. Hasif dedi ki: Talak konusunda Said bin Museyyeb tabiilerin en bileniydi. Hac konusunda en bileni Ata bin Rabah idi, helal haram konusunda Tavus idi, tefsir ilminde  Mücahit bin Cerir idi. Bu ilimlerin tümünü kendisinde bulunduran Said bin Cübeyr’dir.Emir bin Meymun bin Merah, o da babasından şöyle rivayet etmiş: Said bin Cübeyr vefat ettikten sonra yeryüzünde ilmine muhtaç olmayan kimse yoktur. Süfyanı Servi dedi ki: Tefsir ilmini dört kişiden alın: Sait bin Cübeyr, Mücahid, İkrame ve Dahhak.  Me’hazlar : Umdetü’l-Kaarî, Dürrü’l-Mensûr, Takrîbü’t-Takrîb, Takri-bü’t-Tehzîb, Târîh-i  İbni  Esîr, Târihi  İbn-i Şıhne,  Mes’ûdî.

Mücâhid  B. Cübeyr;Ebü’l-Haccâc el-Mekkî, Tâbiîn’in büyüklerindendir. Abdu’llâh b. es-Sâib el-Mahzûmî’nin mevlâsı, yâni âzadlısı idi. Bu münâsebetle Mahzûm kabile­sine mensup bulunmaktadır. Kendisine „İbn-i Cübeyr“ de denir. Hicri 21  târihinde doğmuş, 103 senesi secde hâlinde vefat etmiştir. Tefsirde Ve Sair  İlimlerdeki   Mevkii:Mücâhid, Tabiîn arasında pek yüksek bir âlimdir. Tefsîr’de, hadîs’de, fıkıh’da imâm idi. Sika olduğunda, celâlet-i kadrinde ittifak vardır.

Kendisi demiştir ki : „Ben Kur’ân-ı Kerîm’i otuz defa İbn-i Abbâs Hazretlerinin huzurunda okudum. Her âyeti okudukça tevakkuf eder, kimin hakkında nü­zul  ettiğini  ve nasıl  olduğundan  kendisinden  sorar idim.“ Katâde de demiştir ki: „Selefden baki kalanlar arasında tefsîr’e en âlim olan,   Mücâhid’dir.“Mücâhid; İbn-i Abbâs’dan tefsîri ahzetmiş, yine İbn-i Abbâs’dan ve Ab­du’llâh b. Ömer, Ebû Hüreyre, Câbir gibi sâir Sahâbe-i Kirâm’dan hadîs telâkki eylemiş, kendisinden de Katâde, İbn-i Kesîr, Ebû Amr b. el-Alâ‘, İbn-i Muhaysin gibi zevat tefsir ve hadis tahsil eylemişlerdir. İmâm-ı Şafiî ile İmâm-ı Buhârî’nin Mücâhid hakkında büyük îtimadları vardır. Sahîhü’l-Buhârî’de Mücâhid’den birçok Tefsîr’ler, hadîsler rivayet olunmaktadır. Âdem İbn-i İyâs  : Yemin olsun ki biz gökleri ve yeri ve bunların aralarındaki mevcudatı altı gün içinde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk da ânz olmadı.“ âyet-i kerîmesi­nin sebeb-i nüzulünü Mücâhid’den şöyle nakletmiştir : Mücâhid dedi ki : meşakkat, yorgunluk manasınadır. Yahudiler : Cenâb-ı Hak yerleri ve gökleri altı gün içinde yarattığından yoruldu da Cu­martesi günü istirahat etti ve o oturuş oturdu, derler. İşte bu i’tikadı red için,  âyet-i kerîmesi nazil oldu.“

Rivayete nazaran „ilk Tefsir kitabı“ Mücâhid’e âiddir. Bu tefsîr’i Kaasım İbn-i Ebil -Bez imlâ suretiyle vücûda getirmiştir, İbn-i Nüceyh, İbn-i Cerîr gibi Mücâhid’den tefsir rivayet edenler de bu rivayetlerini Kaasım İbn-i Ebi’l-Bezz’in yazdığı bu kitabdan almışlardır. Mücâhid, tefsîr’ini İbn-i Abbâs’dan nakil suretiyle imlâ ettirmiştir. „Bu tefsir, esasen İbn-i Abbâs’a âid olmak lâzımgelirken niçin Mücâhid’e nîsbet ediliyor? diye A’meş’e sormuşlar, o da da  şuhûd iledir.“Velhâsıl, Atâ b. Ebî Rebâh, mümtaz, mübarek bir âlimdir. Ra:Mücâhid’in Ehl-i kitabdan bâzı şeyler sor­duğuna zâhib olanlar var idi.“ diye cevap vermişti.

Mücâhid’in tefsîr’e âid kavillerinden ikisi merdûd    görülmüştür. Birisi Makaam-ı Mahmud) şefâat-ı kübrâya hamletmemesidir. Diğeri de Nazm-ı Kerîm’indeki rü’yete değil, muntazıra ma’nâsına hamletmiş olmasıdır. Mücâhid der ki : „Bir kimse yoktur ki, sözü kabul de terk de edilmesin. Yalnız Resûl-i Ekrem müstesna ki, Onun her sözü mutlakaa kabul edilir.“Velhâsıl, Mücâhid, İslâm ulemâsı arasında mümtaz bir simadır. Rahmetu’llâhi aleyh.Me’hazlar: Umdetü’l-Kaarî,‘ Tezkiretü’l-Huffâz, Levâkı-ı   Şa’rânî,  Mevzûâtü’i-Ulûm.

Ata B. Ebî Rebâh:Atâ‘ b. Müslim Ebû Muhammedi’l-Mekkî, Tâbiîn’in kibârındandır. Ba­bası Ebû Rebâh’ın ismi „Müslim“dir. Hazret-i Ömer’in Mekke’de âmili bu­lunan „İbn-i Haysem el-Fehrî“nin âzadlısı idi. Bu cihetle kendisine „Müslim el-Mekkî el-Kureşî“ denir.Atâ‘ Aslen  habeşistanlı  oldugundan siyah renkli idi. 35 târihinde doğmuş, 115 senesi Mekke’de vefat etmiştir.  Tabiîn Arasındaki  Mevkii: Atâ‘ büyük bir âlimdir. İlminin çokluğuyla, lisânının fasâhatıyle temayüz etmişti. Herkes, sika olduğunu, diyanet ve celâlet yani  kahramanlık  ve yigitlik sahibi bulunduğunu i’tirâf etmektedir. Ekseri sükût eder, söze başlayınca da min indi’llâh müeyyed yani  Allah  tarafından yardım edilir  gi­bi sanılırdı.

Atâ‘, iki yüz kadar Sahâbe’ye yetişmiştir. Hazret-i Âişe’den, Abdullâh b. Abbâs, Abdullâh b. Ömer, Abdullâh b. Câbir gibi zevattan hadîs rivayet eder. Kendisinden de Ebû İshak, Mücâhid, Zührî, Amr b. Dînâr ilim ahzetmislerdir. İmâm-ı A’zam, Eyyûb, Hüseyin el-Muallim, İbn-i Cüreyc, Evzâî gibi zâtlar da rivayette bulunurlar. Mekke-i Mükerreme’de iftâ vazifesi Atâ’ya müntehi olmuştu. İbn-i Ab­bâs veya İbn-i Ömer Hazretleri: „Ey Mekkeliler! Sizin yanınızda Atâ‘ bu­lunduğu halde neye benim başıma toplanıyorsunuz?“ demişti. İmâm-ı A’zam derdi kî: „Ben Atâ’dan daha faziletli bir zât görmedim.“ İbn-i Abbâs’dan sonra kürsî-i tedris Atâ’ya intikaal etmişti. Tefsirleri, emsali gibi, rivayet tarîkına yönelik, bizzat Ashâb-ı Güzînden müstefâddır,istifadelidir. En ziyâde İbn-i Abbâs’dan rivayette bulunur.

İbn-i Hacer’in ifâdesine nazaran rivayet ettiği hadîslerin bâzılarında İr­sal vardır,yani Peygamber  efendimizden rivayet  edilmiştirki  diye  başlayan senetsiz  ifade. Yani Resûl-i Ekrem’den ilk rivayet eden zâtın ismi zikredilme­mektedir. Sizden adalet sahibi olanları îşhâd ediniz.Şahit  gösterme“ âyet-i kerîmesi’nin tefsiri sırasında, Abd b. Humeyd ile Abdü’r-Rezzâk, Atâ‘-dan şöyle nakletmektedirler: „Ata‘ dedi kî: Nikâh şuhûd iledir, talâk şuhûd iledir, müracaat hmetulllâhi aleyh. Ata  bi Rebah  Mekke  ekolü  diye  bilinenler  arasında  sayılmıştır bunlar: Bu medrese/ekol, Mekke’de tesis edilmis bir ekoldür. “İlim denizi” ve “Tercümânu’l- Kur’ân” ünvânının sahibi olan Abdullah b. Abbas tarafından kurulmuştur. Kur’ân tefsirinin pîri olan bu sahâbînin kurmuş olduğu tefsir ekolünün yetistirdiği en seçkin öğrenciler sunlardır: Saîd b. Cübeyr , Mücâhid b. Cübeyr , İkrime , Atâ b. Ebî Rabah , Tâvus b. Keysandır. .Me’hazlar: Umdetü’l-Kaarî, Ed – Dürrü’I- Mensûr Takrîbü’t-Tehzîb, Hâ-şiye-i Takrîb,Mevzûâtü’1-Ulû Tehzîbül Esmâ‘  ve’l-Lûğat.

Katâde  :Ebü’l-Hattâb İbn-i Diâme es-Sedûsî el-Bısrî, Tabiîn’in büyüklerindendir. A’mâ olarak Hicri 60 târihinde doğmuş, Basra’da yaşamış, 118 târihinde Vâsıt’da taundan vefat etmiştir. Yetmiş beş sene yaşadığına kaail olanlar da vardır. Katâde, bir allâmedir. Fevkalâde bir kuvvetl hafızaya mâlik idi. Ken­disi derdi ki: „Ben hiçbir muhaddise, bana bir daha iade et, demedim ve ku­laklarımın her işittiğini kalbim mutlaka hıfzetti.“

İmâmı Ahmed b. Hanbel, Katâde’yi hıfz ile, fakaahetle yani  fıkıh bilgisiyle sena eder, „Ka­tâde tefsîr’e,  ulemânın ihtilâfâtına  pek vâkıftır.“ derdi. Saîd b. el-Müseyyeb de: „Bize Katâde’den daha mahfûzâtı çok yani ezberi  kuvvetli  olan  bir Irak­lı  gelmemiştir.“  der idi. İbn-i Şîrîn de derdi ki : „Katâde nâsın ahfazıdır.“Yani  alçak  gönüllüsü. Hakikaten Katâde bir hârika idi. Tefsir’de. hadis’de, ilm’i ensâb’da, yani  soy  kütügü  ilminde, lisân-ı Arab’da, vekayi-i Arab’a yani  arab  tarihinde  vukufda asrının en önde geleniydi. Tefsir sahibidir.

Katâde, Enes b. Mâlik’den, Abdu’llâh b. Sercis’den, Saîd b. el-Müseyyeb ile İbn-i Sîrın’den, İkrime ile Hasan-ı Basrî’den rivayet eder. Kendisinden de Mis’ar, Ma’mer, Şeybân, Şu’be, Hammâd b. Seleme, İbn-i Amreveyh gibi zâtlar rivayette bulunurlar. Zehebî’nin nakline nazaran Katâde, tedlîs ile ma’rûfdur. Yâni bâzan şeyhini bırakır da onun fevkindeki şeyhinden (= üstâzından) rivayette bu­lunur. Mesela: Said b. Cübeyr’den, Mücahid’den bizzat hadis işitmediği halde bunlardan hadis rivayet eder; aradaki vasıtayı zikretmez. Bu hal, sahih bir garaza müstenid olmadıkça kerih görülür.

Kütüb-i Sitte’de bu zattan başka Tabiin’den ve onların tabi’lerinden Katade: “Her şey Allah’ın kudretiyledir, maasi mütesna.”-ondan  gayrısı- derdi. Bu i’tikadiyle beraber rivayet ettiği hadislerle ihticacdan kimse geri durmazdı. Maahaza bu akidesinden rücu ettiği de rivayet olunuyor.İbn-i Ebi Hatim, Katade’den şöyle rivayet ediyor.:“Bize beyan olundu ki, Rasul-i Ekrem Salla’llahu aleyhi ve selem, Rum ve Faris mülkünün ümmetine verilmesini Rabbından istemiş, bunun üzerine Allahu Teala: De ki: Mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin; Sen mülkü dilediğinden çekip alırsın ve dilediğini de zelil edersin. Hayır Sen’in yedindendir.Şüphe yokki Sen her şeye kadirsin.” Ayet-i kerimesini inzal etmiştir.”

Katade demiştir ki: “Hazret-i Peygamber’in zamanında Kur’an-ı Kerim’i kimler cem’ etmişti? Diye Enes b. Malik’den sual ettim, dedi ki: Dört zat cem’ etmişti ki hepsi de Ensar’dan idi. Bunlar Übey b. Ka’b Muaz b. Cebel, Zeyd b. Sabit ve Ebu Zeyd idi.” Velhasıl: Katade nevadir-i hilkatten alim bir zattır. Rahmetu’llahi aleyh.Me’hazlar: Ed-Dürrü’l- Mensür. Kitabü’l- Menkul, Umdetü’l- Karia, Tezkiretü’l- Huffaz, Kaamüsü’l-A’lam,El-A’lam.

Hasan-ı Basrî:Ebû Saîd Hasan b. Ebi’l-Hasan Yesâr el-Ensârî, Tâbiîn’in büyüklerindendir. Kendisi Yezî b. Sâbit’in  âzadlısıdır.   Validesi „Hayre“ de  Ümmühâtü’l-Mü’minîn’den Ürams Seleme Radiyallâhu anhâ’nın âzadlısı idi.Hicri.21 târihinde doğmuş, Medîne-i Münevvere’de neşv ü nema bulmuş Hicri. 110 târi­hinde Basra’da vefat etmiştir. Hasan-ı Basrî, âlim, fakh, emîn, mevsukul-kelim,Sözüne  itimad  edilir  saglam, melîhü’l-vecih hitabeti  sözü  güzel, bir zât idi. Hayâtını ilim ile cihâda hasretmişti. Meşhur Hânedân-ı Nübüvvet’den aldığı bir feyz ile kendisinde birçok kemâlât tecellî et­mişti. Pekçok Ashâb-ı Kirâm’a yetişmiştir. Hattâ kendisi derdi ki : „Biz ga­za için Horasan’a gittiğimiz zaman ordumuzda Ashâb-ı Kirâm’dan üç yüz zât bulunuyordu.“

Ebû Mûse’l-Eş’arî’den Kur’an teallüm etmiş,egitim  almış, İbn-i Ömer, Enes, Semüre, Kays b. Âsim gibi Sahâbe-i Güzin’den rivayette bulunmuştur. Ebü’l-Âliye, Fadl b. Iyâz gibi Tabiînden de istifâde etmiş, rivayette bulunmuştur. Hasan-ı Basrî, İmâm-ı Zehebî’nin dediği gibi bir allâmedir; bir mütebahhirdir,yani  ilmi  deniz  gibi olan bir  alimdir. Fakîhü’n-nefs, belîğu’l-mev’izedir. Bâzı rivayetleri arasında tedlîs âsârı görülür. Meselâ: Hazret-i Alî’den menkul bir hadîs-i rivayet ederken müşârün-ileyhin ismini zikretmezdi.

Bunun sebebini sormuşlar, „Haccâc gi­bi bir- zâlim halkın başına musallat iken ben Hazret-i Alî’den nasıl hadîs, ri­vayet edebilirim.“ tarzında cevap vermiştir. Haccâc ile aralarında bir hayli korkunç mâcerâ vuku‘ bulmuş, Haccâc’ın ezasından kurtulabilmiştir. Hasan-ı Basrî tefsirini rivâye târikıyle takrir etmiştir. Bâzı zevatın be­yânına nazaran Basra Ulemâsının ekserisi gibi Hasan-ı Basrî de bidâyeten Kaderiyye mezhebine mütemayil gibi görünmüş ise de bilâhare bir münaza­ra neticesinde bu temayülüne nihayet vermiş,

Hasan-ı Basrî, gayet belîğâne,anlatmak  istedigini en güzel  şekilde  anlatabilen, hakimane,sözlerin  hikmetine hakim  bir  şekilde bir tarzda va’z u nasihatte bu­lunurdu. Medîne-i Münevvere’de yetişmiş olduğundan Hazret-i Osman’ın hut­belerini defeatle dinlemişdi. Hazret-i Alî’ye bîat edildiği zaman henüz onbeş yaşında bulunuyordu. Hazret-i Alî’yi yalnız Medîne-i Münevvere’de görmüş, bilâhare Kûfe’ye, Basra’ya gitmiş olan Aliyyü’l-Murtazâ’ya mülâkî olama­mış yani  yüz yüze  buluşup  görüşememiştir.

Hasan-ı Basrî bir aralık Mekke-i Mükerreme’ye gitmişti. Ahâlî başına toplanmış, rivayet ettiği ahâdîs-i şerîfe’yi dinliyorlardı. Bu cemâat arasın­da Tâvûs, Atâ‘, Mücâhid gibi alimlerde  vardı. Herkes bu kudretli âlimin li­yâkat ve talâkatine yani hem  güler  yüzlü  hemde en güzel  şekilde konuşma  yetenegine hayret etmiş, „Bunun bir misli görülmemiştir.“ demeğe mecbur; olmuşlardı. Hasan-ı Basrî, Hazret-i Muâviye devrinde Horasan valisi bulunan „Rebf b. Ziyâd“ın kitabet katiplik şimdilerde  söylenildigi  gibi  sekreterlik vazifesini de ifâ etmiştir.

Ömer b. Abdil-Azîz Hilâfet makaamını ihraz ettiği zaman Hasan-ı Basrî’ye mektup yazarak kendisine yardım edecek kimseleri tavsiye etmesini rica etmiş. Hasan-ı Basrî de şu mealde cevap vermişti: „Zamane insanları­nı sen istemezsin; âhiret  erleri de seni istemezler, O halde Allâhu Teâlâ’dan istiânede bulun. Allahdan  yardım  talebinde  bulun“ Velhâsıl Hasan-ı Basrî, emsali pek nâdir görülmüş  Alimlerimizden  birisi  idi. Cenabı  hak  cümlesinden  razı  olsun…Rahmetu’llâhi aleyh. Me’hazlar : Umdetü’l-Kaarî, Tezkiretü’l-Huffâz, İhyâü’l-Ulûm, Mevzûâtü’l-Ulûm, El-A’lâm.

Sermedkadir…LU…19.05.2013…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.