KARİA SURESİ ÜZERİNE NOTLAR…

1.Gürültü koparacak olan, 2- Nedir o gürültü koparacak olan, 3- O gürültü koparacak olanın ne olduğunu sen nereden bileceksin? 4- O gün insanlar yayılmış pervane gibi olurlar. 5- Dağlar atılmış renkli yün gibi olurlar. Kâria sûresi Mekke’de inmiştir. Bu sûre, kıyamet ve onun dehşetli hallerinden, âhiret ve onun sıkıntılı durumlarından, orada meydana gelecek olan büyük olaylar ve korkulu hallerden bahseder. Bunlar, insanların kabir­lerden, çıkması ve o dehşetli günde uçuşan,öteye beriye dağılan kelebekler misâli dağılmalarım anlatan olaylardır. İbni  kesirin kariya  suresini  tanıtımı çok  önemli  oldugundan  dolayı onun  ifadeleriyle  Sureyi tanımaya  başlayalım  inşaallah.

Kariya kelimesi Hakka, Tâmme, Sâhha ve Ğâşiye gibi kıyame­tin isimlerinden bir isimdir. Fahruddini  razi  ise sadece  bir  kelimeden  başlayarak izahını  şu  şekilde  geliştiriyor: „Kar‘ alabildiğine vurmak ve yüklenmektir. Daha sonra zamanın büyük hadiseleri „kâria“ diye adlandırılmıştır. Nitekim Hak Teâlâ, „Yaptıkları şeyler yüzünden, başlarına kâria gelip çatacak“(Ra’d,31) buyurmuştur. Arapların, „Köle, deynekle dövülür“ şeklindeki sözleri de bu köktendir. „Kamçı“ manasındaki „mihra‘ “ da „Kur’ân’ın kariaları ve „Kapıyı çalmak“ deyimleri de böyledir. fiili, „Kılıçlarla vuruştular“ manasındadır.

Kâria: Kıyamet İsmi: Alimler, „karia“nın, kıyametin isimlerinden biri olduğunda ittifak etmişlerdir. Ama kıyamete bu adın niçin verildiğinde şu değişik izahları yapmışlardır:1) Bunun sebebi, kendisinden dolayı, mahlukatın can verdiği o sayhadır. Çünkü ilk sayhada akıllar zail olur. Nitekim Hak Teâlâ „Gökte ve yerde bulunanlar, (o zaman) düşüp kendisinden geçer“ (Zümer, 68) buyurmuştur. İkinci sayhada (sûra üflenişte) ise, İsrafil (a.s) hariç, bütün mahlukat ölür. Allah Teâlâ daha sonra onu da öldürür. Sonra diriltir. O, sûra üçüncü defa üfler. Böylece herkes dirilip kalkar.

Bu sûrun, kendisinde bütün ölüler sayısınca delikler bulunan ve herkese ait bir deliğin yer aldığı; Allah Teâlâ’nın her bedeni, o belli delikten, kendisine ulaşan o nefha sayesinde dirilttiği rivayet edilmiştir. Bu izahı, Hak Teâlâ’nın, „Onlar, ancak bir sayha beklerler“(Yasin, 49) ve „O ancak bir sayhadır, nâradır“ (Sâffat, 19) ayetleri de destekler. 2) Ulvî ve süflî kütleler, âlem tahrib edilirken, birbirlerine alabildiğine çarparlar. İşte bu çarpma (kar) sebebiyle kıyamete „kâria“ denilmiştir. 3) Kâria, dehşetiyle, çılgınlığı ile, insanların kalblerini hoplatıp, çarptıran (kâria) olandır. Bu, göklerde, göklerin çatlayıp varılmasıyla; güneş ve ayda, onların söndürülmeleriyle; yıldızlarda, onların saçılmalarıyla; dağlarda, onların unufak edilip atılmalarıyla; yeryüzünde, onun dürülüp değiştirilmesiyle olur. Bu, Kelbî ’nin görüşüdür.

4) Kıyamet, Allah düşmanlarını, ilahi azab, ve ibretâmiz cezalarla korkutur, kalblerini hoplatır ve döver. Bu, Mukâtil’in görüşüdür. Bazı muhakkik alimler, bunun, Kelbî’nin görüşünden daha evla olduğunu; çünkü Hak Teâlâ’nın, „(Mü’minler ise) o günün korkudan emindirler“ (Neml, 89) buyurduğunu söylemişlerdir. Seyyid  kutub  ise  tefsirine  şöyle  başlıyor: Yüce Allah, sanki bir top güllesi gibi tek bir sözcükle başlıyor bu  sureye. Yüklemi ve sıfatı olmayan, tek başına bir kelime ile „Karia“ kelimesi ile başlıyor. Böylece O’nun hedefi, kelimenin uyandıracağı çağrışımla ve ses tonu ile korkunç ve gürültülü ilhamını kalplere bırakmasıdır. Ve arkasından dehşeti daha da artıran bir soru getiriyor.

„Nedir o gürültü koparacak olan?“ Bu daha da dehşet uyandıran ve akla bir yığın sorular getiren kapalı ve korkunç bir durumdur. Sonra yüce Allah bu işin sırrının bilinemiyeceğini ifade eden bir soru ile yönelttiği soruya cevap veriyor. „O gürültü koparacak olanın ne olduğunu sen nereden bileceksin?“ Bu olay insanın havsalasının alamayacağı kadar büyük ve düşüncesinin kavrayamayacağı kadar derindir. Kasrdeşlerim, Mekke’de, Mekke döneminin ilk yıllarında Peygamber  efendimize (sav)ve beraberindeki bir avuç müslümana karşı muhalefet fırtınalarının şiddetlendiği bir dönemde mü’minlere bir teselli, kâfirlere de bir tehdit oluşturmak üzere inmiş bir sûreyle karşı karşıyayız.

Kur’an-ı Kerîm’in yüz birinci sûresi. On bir âyetten meydana gelmiştir. Bu sûrenin Mekkî olduğu üzerinde hiç bir ihtilaf yoktur. Ayrıca muhtevasından, Mekke döneminin başlangıcında nazil olduğu anlaşılmaktadır. Sûre: adını, ilk âyetini teşkil eden ve kıyamet isimlerinden biri olan „el-Kâria“ kelimesinden almıştır. Bu kelime, yalnızca sûrenin ismi değil aynı zamanda konusudur.

Zira sûrenin konusu tamamen kıyametle ilgilidir. Burada kıyametin birinci saf-hasından, ceza ve mükâfatın sonuna kadar, âhiret hayatının bir bütün olarak zikredilmiş olduğunu görüyoruz. Adından da belli olduğu gibi insanların beyinlerinde patlayacak, insanların kalplerine ve kulaklarına çarpacak, yürekleri yerinden oynatıp kalpleri parça parça edecek, gökleri yarıp parça parça edecek, dağları ufalayıp tuz buz edecek, yıldızları yerlerinden söküp sağa sola atacak, güneşin ve ayın defterini dürecek, insanları hedefini şaşırmış ne yapacaklarını, nereye gideceklerini bilmez bir vaziyette kelebekler gibi sağa sola uçuran kıyâmetten, kıyâmetin oluşundan, kıyâmetin dehşetinden ve kıyâmetin kopuşuyla olacak hadiselerden söz eden bir sûredir  Karia  suresi. Yarın mutlak sûrette olacakları bu günden haber vererek insanları uyanıklılığa dâvet eden bir sûre. İnsanları önlerindeki kıyâmet gerçeğiyle uyaran, insanları pişmanlığa, ama iyi ameller yapmağa teşvik eden sonunda da çözümün Mîzanda ağır basacak, Allah katında değer ifade edecek ameller işleyerek hayatın da ölümün de Mîzanın da sahibi olan Allahın rızasını kazanarak memnun etmemiz gerektiğini ısrarla vurgulayan bir sûredir  karia  suresi. Sûrede son derece veciz, son derece ürpertici bir biçimde kıyâmet ve safhâlârı ortaya konulduktan sonra kıyâmet sonrası gerçekleşecek konu anlatılır.

Hesap kitap ortaya konulur. Amellerin tartılacağı terazi Mîzan gündeme getirilir. Ve insanlar Mîzanlarının ağırlığına ve hafifliğine göre mutlular mutsuzlar, mutlular bedbahtlar diye ikiye ayrılır. Ve bu hesaba göre yerleşim merkezleri ortaya konur. Mutluların yerleşim merkezleri cennet, mutsuzların, bedbahtlarınkiyse cehennem olarak tespit edilir. İnsanları yaptıkları ve ettikleriyle yüz yüze getirerek tekrar tekrar uyaran bir sûredir  Karia  suresi. Sûre, „el-Kâria“ diyerek, yalın bir kelime ile başlıyor. Bomba gibi bir tek kelime… Manası: „Felaket kapısını çalacak olan“  Hadise o kadar büyük ki, akıllar onu idrâk etmekten âciz, düşünceler onu tahayyül edemeyecek kadar zayıftır.

Bundan sonra gelen âyet, bu muazzam olayın mahiyetini anlatmak yerine, onun nasıl olacağını izah ediyor, Çünkü mahiyeti, idrak ve tasavvurun çok üstünde bir şey: „O gün insanlar, çırpınıp yayılan pervaneler gibi olacak. Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacak“ Buraya kadar olan bölümde, kıyametin ilk merhalesi, yani dün-ya nizamının altüst olacağı, olayın dehşeti karşısında insanların, ışık karşısındaki kelebeklerin her tarafa dağılışı gibi sağa sola koşuşacakları, dağların hallaç pamuğu gibi atılacağı zikrediliyor. Bundan sonraki bölümde, kıyametin ikinci safhasından, amellerine göre insanların âhiretteki akıbetinden söz edilmektedir: „Artık kimin tartıları ağır gelirse, o, hoşnut olacağı bir hayat içersindedir “ (Ali Küçük,Besairul Kuran)

Mahmut  toptaş  hocaefendi bu  ayetleri  izahında  diyorki: O gün insanlar, darmadağınık kelebekler gibi olacak. Karia: Arabın dilinde insan kulağına şiddetle çarpandır ses mana­sına geliyor. Aynı zamanda kıyametin adı da Karia’dır. Çünkü kıyamet günü kulakları yırtarcasına bir gürültü ile insanlar uyanacak. Yıldızlar yerlerinden çıkivermiş ve deli mermi gibi etrafa saçılıveriyor. Yeryüzü yerinden oynayıvermiş. Dağlar, atılmış havai fişekler gibi teker teker havada uçuşacak. Yani dünyaya kazık çakmak için geldiğini zanneden, yerin sarsıl­mayacağına inanan ateistlerin bir siloganı vardır.

 

„Bizi yok eden Allah değil, bizi ancak dehr (Tabiat kanunlarına göre geliriz, tabiat kanun­larına göre gideriz.) yok eder“ diyorlar. Eski ifadeye göre „Dehriyyûn“ yeni ifade ile ateistler, ayaklarının altındaki toprağın kayıverdiğini görüverecekler. Böyle dehşetli anı yalnız kafirlerini görecek? Mü’minler de görecek. Fakat mü’min ile kafir arasında bir ayırım var ki, mü’minlerin bu dün­yadaki solan çiçeklerle güzelleştirilmiş bahçesine karşılık, solmayan çiçeklerle güzelleştirilmiş bir cennet bahçesi veriliyor. Dünyada toprağa güvenen, dağlara güvenen, tabiata güvenenlere Rabbim, el-Karia diyor.

 

Yani ahirete inanmayan insanlara bu Karia suresini okuyun. Bu kelimeler arapçayi bilmeyenleri dahi etkileyecek derecede. „Nedir Karia? Bu Karia’nm ne olduğunu ve dehşetini senin bilmen ve görmeden anlaman mümkün değil.“Ancak Allah (c.c) bizim aklı-mızla anlayacağımız bir dille bunu açıklıyor. „O günde insanlar her ta­rafa dağılıvermiş. Kelebekler gibi oluverirler.“ Bir kelebek vadisinde, kelebeklerin hepsinin aynı anda uçuştuklarını görürseniz, o anda onla­rın belirli bir yönleri yoktur. Her tarafa doğru uçuşurlar.‘ Kıyamette de herkes kendi başının derdiyle uğraşıyor.

 

Herkes gö­zünün gördüğü tarafa gidiyor. Neticede bir karmaşa meydana geliyor. İşte Allah (c.c) O dehşetli günde insanların da, bir şeyden ürkmüş kelebek sürülerinin her tarafa telaş içerisinde koşuştukları gibi insan­ların da koşacağını ifade ediyor. Dağlar atılmış renkli yün gibi (olacak) Üzerine köşkler yaptığımız, yollarla tepesinden aştığımız, karların­dan sularını içtiğimiz dağlar. Hakkında türküler söylediğimiz, üzerinde zikirler yaptığımız, saadetli mutlu günler geçirdiğimiz dağlar.

 

Nefes aldığımız havayı ormanlarıyla tazeleyip duran, gözlerimizi rengiyle süsleyen, cilalayan ve rüzgarın esmesiyle ağaçların ve taş­larının çıkardığı musikisini kulaklarımıza gönderen dağlar. Bir gün geliyor her parçası lîme, lîme ayrılıyor ve, gökyüzünde atılmış yünün her parçasının ayrı uçuştuğu gibi, dağlarda rengarenk  uçuşuveriyor. Yedi şiddetindeki bir deprem haberini televizyondan izlerken ürperiyoruz.

Üzerine evler yaptığımız dağlar yün tanesi gibi atılıverse, içinde yüzdüğümüz deniz kaynayıverse halimiz ne olur? Bunları biz niye okuyoruz? Bu dünyaya biz kazık çakmak için gel­medik. Bu dünyaya, Allah’a ibadet yapmak için, „tiktak, tiktak“ diye işleyen kalbimizi yaratan Allah’a; „Allah, Allah“ sesleriyle zikrede­rek, dilimizle kalbimizi uyum sağlar hale getirmek, her an bize hayat veren kanımızın akışı doğrultusunda, Allah’ın yolunda, Allah’ın rıza­sına doğru akmak için geldik. Kıyamet ne zaman kopar? Onu bilemeyiz. Şuna kesinlikle inanma­lıyız. Kıyametin kopacağı gün hakkında kesin tarih bildiren insanların hepsi yanlış konuşuyor. Öyleyse kıyametin kopacağı konusunda tarih veren hiç bir kimseye inanmayın. Biz kendi kıyametimize hazır olalım. (Şifa  tefsiri.Mahmut Toptaş…)

 

Kardeşlerim  Karia suresini  anlamaya  ve  kavramaya devam  ediyoruz. 6- Kimin tartıları ağır gelirse,7- O hoş bir hayat içinde olur,8- Kimin tartıları hafif gelirse,9- Onların yeri, (haviye) çukurdur,10- Onun ne olduğunu sen nereden bileceksin?11- O kızgın bir ateştir. Amma kimin terazisi ağır gelirse, Artık o hoşnud olacağı bir yaşantıdadır. Kimin terazisinin fazilet kefesi ağır gelecek olursa, sevab kefesi ağır gelecek olursa, O Allah’ın razı olduğu bir hayatın içerisindedir.

 

Veya kendi şahsının hoşnut olacağı bir yaşantının içerisindedir. Allah onu razı edecektir. Cennette bütün istedikleri yerine getirilecektir. Peki gayri meşru istekler olacak mı? İnanıyoruzki; Öyle bir istek meyli olmayacaktır cennette. Bu dünyada Allah (c.c) her insana iyilik yapma melekesini de ver­miştir, kötülük yapma melekesini de vermiştir. Ama iyiliklerini geliş­tirmesi konusunda kitap göndermiş, nasıl yapacağı konusunda da Peygamberimizi göndermiştir. Ancak cennette kötülük yapma meyli olmayacaktır inancını  taşıyoruz…

 

Allah rızası için, bir fakirin ayağına batan iğneyi çıkarıverseniz veya hastanın hastane masrafım karşılayıverseniz, Allah(cc), karşılık olarak size cennette güller bitirir.Kim Allah için karıncanın dahi gönlünü, alanın gönlünü hoş tutacak­tır. Kimin mîzanı ağır basarsa artık o hoşnut olunan razı olunan bir hayatın içindedir. Ama kimin mîzanı da hafif gelirse onun anası da haviyedir. Mizan, Bir ölçü, bir tartı va’z edilecek ki yarın bizce meçhul, bizce malum değil o. Ama bizler mahiyetini bilmesek de anlamasak da âhirete müteallik her bir iman konusuna olduğu gibi inanıyoruz.

 

İnanıyoruz ki yarın Rabbimiz bizim amellerimizi tartmak, değerlendirmek için bir mîzan va’z edecektir.  Rabbimiz Enbiya  suresi ayet.47.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***Kıyâmet günü doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak Biz yeteriz….***Mü’minun sûresi.ayet.102 ve 103te  Rabbimiz  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtuluşa ermiş olanlardır Tartıları hafif gelenler, işte onlar, kendilerine yazık edenlerdir, cehennemde temellidirler…***

 

Mü’minler için böyle bir mîzan konulacağını buyuran Rabbimiz Kehf sûresinin 105. âyetinde kâfirler için terazi konulmayacağını, onların amellerini değerlendirmeye bile tabi tutmayacağını anlatır. Peygamber efendimiz de Buhârî’nin rivâyet ettiği bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: **Muhakkak ki kıyâmet günü iri yarı şişman bir adam gelecek de Allah katında sineğin kanadı kadar bir ağırlığı olmayacak” buyurduktan sonra da “isterseniz Kehf sûresinin 105. âyetini okuyun…** Kehf  suresi 105.ayet  ise  mealen  şöyledir: *** İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir ki, biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü tutmayacağız…***

 

Kâfirler için böyle bir mîzanın konulmayacağını, onların amellerinin ciddiye alınmayacağını anlatan Allah’ın Resûlü, Abdullah ibni Mes’ud efendimizin incecik bacaklarına gülüşen kimselere şöyle buyuruyordu: ** Onun bacakları incedir diye gülmeyin, Allah’a ye-min ederim ki o bacaklar mîzanda Uhut’tan daha ağır geleceklerdir…** Bizce malum olmayan hakikatler, misallerle anlatılır. Meselâ Rabbimiz bizim görmediğimiz, duyularımızla idrak edemediğimiz gaybî bir konu olan cenneti anlatırken ırmaklar hûriler, ğılmanlar, elmalar, incirler, üzümler, atlas elbiseler, inciler, zebercetler vs. ile anlatır.

 

Kur’an ve sünnette ortaya konduğuna göre öyle bir terazi düşüneceğiz ki bu terazide kul kendisi tartılacak, sözleri, ameli, düşünceleri, kelimeleri, eceli, rızkı her şeyi tartılacak. Tabii biz hep iki kefeli bir terazi düşünüyoruz. Onun içindir ki tamam bu terazinin bir kefesine bizim amellerimiz konacaktır anladık da, acaba bu terazinin öbür kefesinde ne olacak, diyoruz. Ama şimdi elektronik teraziler çıktı. Artık iki kefeye gerek olmadığını, tek kefeli bir terazinin de olabileceğini gördük. Bir de şöyle düşünüyoruz. Tamam maddî şeylerin tartılabileceğini anlıyoruz da, acaba madde olmayan amel, cisim olmayan düşünce, niyet nasıl tartılacak? Acaba bir söz, bir hareket nasıl ölçülecek? Bunu nasıl anlayacağız?

Hani yaşadığımız şu dünyada biz de tartarız değil mi? Bir şahsı, bir düşünceyi, bir hareketi bir tavrı biz de ölçüp tartarız. Cemaat  için  hayırlı  olacagını  ümit  ettigimiz birine bir görev verilecekse, hemen kendisine verilecek o görev nedeniyle o kimseyi şöyle bir ölçüp tartarız ve “tamam bu işin ehli odur”, ya da “olmaz, bu iş onun işi değildir” deriz. İşte Rabbimizin yarın koyacağı terazi, mîzan hem ameli, hem imanı, hem düşünceyi, hem ameli, hem kişiyi o ameli işlemeye sevk eden niyeti, yani adamın ciğerini, barsaklarını bile tartabilecek bir terazi. İşte anlıyoruz ki yarın böyle bir terazide Allah amellerimizi tartacaktır. Kur’an’ın sair  ayetlerinde buyurulduğuna göre bu mizan hak bir mîzan olacaktır.

 

O gün mîzan hakla kurulacaktır. Hak bir mîzan konulacak. Bu öyle bir terazidir ki, öyle bir mîzandır ki hiç kimseyi en küçük bir haksızlığa maruz bırakmadan tüm yaptıklarını, tüm amellerini, o amelleri işlerken taşıdığı niyetlerini tartıp değerlendirecektir. Kişinin amelleri mi tartılacak, yoksa amel defterleri mi tartılacak? Yoksa o amelleri işleyen kişinin kendisi mi tartılacak bunun münakaşasına girmeye gerek yoktur. Belki de bunların hepsi birden tartılacak ve değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Mîzanın, terazinin hak oluşu, hak olarak konuşu onda hakka istinad etmeyen, haktan başka şeylere dayanarak yapılan hiçbir amelin ağırlığının olmayacağı, değerlendirmeye tabi tutulmayacağı anlamına gelmektedir.

 

Kimi ameller değer ifade ederken kimilerinin hiçbir değeri olmayacak. Peki bunu nereden bileceğiz? Rabbimiz kendi katında değer ifade eden amelleri bu dünyada kitabıyla bize haber vermiştir. Hangi ameller değerli, hangileri değersiz, hangileri ağır, hangileri hafif, bunları Rabbimiz kitabında anlatmıştır. Bu konuda vahiy ölçüdür, kriterdir, kıstastır. Rabbimiz Şûrâ sûresi ayet.17.de mealen şöyle  buyurmaktadır: *** Gerçekten Kitabı ve ölçüyü indiren Allah’tır. Ne bilirsin, belki de kıyâmet saati yakındır..*** Allah, kitabını hak olarak, hukuk olarak indiren ve mîzanı da hak olarak indirendir.

 

Bu kitapla birlikte ince bir adâlet terazisi de indirmiştir Allah ki, O her şeyi ölçer, her konuda ölçüyü va’z eder, tüm hakları O belirler, tüm amel ve hareketleri O mizana vurur, her şeyi O dengeye getirir. Evet kitap ölçüdür, kriterdir,kıstastır ya da tasdik makamıdır. İşte dünyada bu kitaba göre hareket edenler, amellerini bu kitabın âyetleri doğrultusunda işleyenler, bu kitabı kendilerine hareket noktası kabul ederek yaşayanların amelleri Allah katında değer ifade edecek, ağır basacak, bu kitaptan habersiz yaşayanların amelleri de Allah katında hiçbir değer ifade etmeyecektir. Evet kitap kıstastır, tüm amel ve kavillerde kitap mîzandır ya da bu kitap her amel için tasdik makamıdır.

 

Kitabın doğru demediği hiçbir amel, hiçbir düşünce, hiçbir eylem Allah katında makbul değildir. İşte buradaki mîzandan kasıt kitabın bu kıstas oluşu, terazi oluşu özelliğidir. Veya bu mîzan ile kast edilen şeyin bu kitabın sosyal hayatta uygulanan ve terazi gibi her şeyi yerli yerine oturtan, her şeyi en güzel ve en doğru biçimde tartarak hak ve bâtılın, doğru ve yanlışın, zulüm ve adâletin farkını ortaya koyan her şeyi ortaya çıkaran şeriat olduğu da belirtilmiştir. Yani bu kitabın pratiği anlamına gelen şeriat hayata bir hakim oldu mu, her şey dengeye gelecek, her inanç her düşünce, her anlayış, her amel tartılarak sonucunun ve değerinin ne olduğu açıkça ortaya dökülecektir.

 

Demek ki dünyada mîzan olan, kıstas olan, ölçü olan, hakkı bâtılı ortaya koyan bu kitaba istinâd ederek yapılan ameller değerlendirilmeye tabi tutulacak, buna dayanmayanlar ise hiçbir değer ifade etmeyecek, değerlendirilmeye bile tabi tutulmayacaktır. Kardeşlerim  hasılı Tartıların ağırlığı ve hafifliği, bize bazı değerlerin Allah’ın` katında önemli olduğunu bazı değerlerin de itibarı olmadığını ifade ediyor. Seyyid  kutub Rahmetli  diyorki: Allah’ın ölçüsünde ve O’nun katında geçerli olan değere göre „Kimin tartıları ağır gelirse“ … „O hoş bir hayat içinde olur.“ Burada yüce Allah’ın „Hoş hayatın“ ayrıntısına girmeden kısaca ifade etmesi, insanın duygusunda hoşnutluk çağrışımı bırakıyor ki hoşnutluk da insan için nimetlerin en sevinçlisi ve en neşelisidir.

 

Ya da onlar tüm çabalarını, tüm plan ve programlarını dünya adına harcamış kimselerdir. Yani bunlar dünyayı kıble dinmiş, tüm plan ve programlarını dünyayı kazanmak adına yapmışlar, dünyalık elde etmek üzere, dünyada zengin ve başarılı olmak üzere yapmış insanlardır. Tüm yatırımlarını dünyada kalıcı ve âhirete intikal etmeyici şeylere yapmışlardır. Dünyada zengin olmak ve dünyada başarmak onların tek amacıydı.

 

Âhiret adına bir endişeleri yoktu onların. Bu yüzden hayatlarında haşa Allah’ı aradan  çıkarmışlar, yok  kabul etmişler, Allahın peygamberini unutmuşlar, kitabı yok farz etmişler, hesabı yok farz etmişlerdi. Hesabı yok farz edince de kendilerini her türlü sorumluluktan âzâde saymışlar ve tıpkı hayvanlar gibi, tabir  caizse ipini koparmış danalar gibi sorumsuzca bir hayat yaşamışlardı. Bunu yaparken de çok iyi bir şey yaptıklarını zannetmişler. Böylece hayatlarını mahvetmişler.

Tüm yaptıkları boşa gitmiş, kendilerini de, kendilerine verilen imkânlarını da boşa harcamışlar. Çünkü yaptıkları ve kazandıklarının tamamı dünyada kalmıştır. Zaten bu tür insanlar sermayelerini bile kaybetmiş insanlardır. Sermayeyi kaybeden birinin kâr etmesi de düşünülemez. Yukarıda da  ifade  edildigi  gibi tartıları hafif gelenler, amelleri değerlendirilmeye lâyık görülmeyenler, amelleri kitaba uymayanlar, amelleri vahye mutabakat etmeyenler, kötülükleri iyiliklerine galip gelenler, yaptıkları, hayatları hakka istinat etmeyenler vahiyden kaynaklanmayan amelleri hakka mutabık amellerinden fazla olanlar Allah’ın âyetlerine, Allah’ın kitabına zulmettiklerinden ötürü, Allah’ın âyetlerini, Allah’ın hayat programını yok farz edip yaşadıklarından, kitaptan habersiz amel işlediklerinden, âyetlerin fonksiyonunu değiştirdiklerinden ötürü hüsrana mahkum olacaklardır.

 

Kardeşlerim, O halde bütün bu âyetler karşısında şunu hiçbir zaman unutmayacağız ki cennete amellerle girilecektir, cennet amellerle kazanılacaktır. Amele dönüştürülmemiş mücerret bir iman, cenneti kazanmaya yetmeyecektir. Ama şunu da ifade edelim ki sadece amelle de cennete girilmiyor, amelle beraber Rabbimizin rahmeti de olmalıdır. Rabbimizin rahmeti de O’nun bizden istediği sâlih amellere koşmamız ve o amelleri işlerken de Rabbimizin rızasına uygun niyet taşımamızla, yani Allah için muttakî olmakla, tüm hayatı Allah için yaşamakla mümkün olacaktır. Çünkü Rabbimiz kitabının her bir bölümünde bizden bunu istemektedir. Kitabının her bir bölümünde sürekli Rabbimiz Bana kul olun diyor. Benim istediğim şekilde yaşayın diyor. Benim size gönderdiğim hayat programını yaşayın diyor.

 

Allah’a, Allah’ın istediği biçimde kulluk yapmadan, Allah’ın bizim adımıza gönderdiği hayat programını uygulamadan, hayatı Allah adına yaşayan muttakî kullar olmadan Allah’ın rahmetine ermek mümkün değildir. Allah’ın rahmetine lâyık olmadan da cennete ulaşmak mümkün değildir. Evet mîzanı ağır basanlar, hayırları şerlerinden, iyilikleri kötülüklerinden, sevapları günahlarından ağır gelenler, yahut amelleri, hayatları Allah katında değer ifade edenler, Allah katında ağırlığı olanlar, yaptıklarını kitap kaynaklı, vahiy kaynaklı yapanlar, razı olacakları bir hayatın içindedirler. Cennette hoşnutluk içindedirler. Razı olacakları bir cennet hayatı içinde Rablerinin ağırlamasıyla ağırlanacaklardır.

 

Onlar için orada büyük bir ağırlanma akılların  anlamakta çaresiz  kalacagı  ikramlar vardır. Orada Allah’ın sonsuz lütfuna ve ebedî ağırlamasına gidiyor o mü’minler. Orada mahrumiyet yoktur, orada sıkıntı yoktur. Orada hoşlanılmayan hiçbir şey yoktur. Orada rıza vardır, orada hoşnutluk ve mutluluk vardır. Yani Allah’ın nimetlerinin insanın yüzüne, içine, kalbine, benliğine sinmesi vardır orada. Orada Allah’ın nimetlerinin eseri insanın yüzünde, gözünde ve tüm benliğinde hissedilecektir. Müminlerin sevinci yüzlerinde, gözlerinde, hallerinde ve tavırlarında etrafa taşacaktır. Yani onları görenler her taraflarından bu nimetlerin sevincinin aktığını hissedecekler.

 

Cennette Rabblerinden kendileri  için hazırladığı nimetlerin eseri her hallerinden görünür biçimde sevindirileceklerdir. Cennette  müminler süslenecekler, ziynetlendirilecekler. Güzellikler İkram edilecek, Cennet müminlerle adeta  özdeş olacak, içlerine dışlarına sinecek ve tüm zerrelerinde etkisini gösterecektir Allahın  izniyle. Allah’ın rahmeti müminleri çepeçevre kuşatacak ve Allah’ın nimetleriyle iç içe olduklarını her an hissedecekler de bütün bunların Rabblerinden geldiği şuuru içinde Rabblerine karşı sürekli bir hayranlık ve şükran duygusu içinde olacaklardır.

 

Evet orada razı olacakları bir hayatı yaşayacaklar mü’minler. Orada onlar için canlarının çektiği, gözlerinin zevk alıp lezzet duyduğu şeyler vardır. Cennette insanın zevkine keder verecek, gözünü ve düşünce zevkini yok edecek hiçbir şey yoktur. Cennet nimetleri içinde insanın burun kıvırma, iştahsızlık veya beğenmeme gibi herhangi bir şey yoktur. Rabbimizin  lütfuyla müminler beğenerek, arzu içinde onlardan istifade edecelerdir inşallah.

 

Hani damak zevki mi, başka zevkler mi her şey var orada. Ama tabiî fıtraten kötü olan şeyler de istenmeyecektir. İşte cennetteki razı olacağımız, hoşnut olacağımız bütün bu nimetler içinde biz sevdiğimiz Rabbimizin rızasını, Rabbimizin hoşnutluğunu birlikte yudumlayacağız. Hem nimetin kendi güzelliği, hem de onu bize sunan Rabbimizin güzelliği, O’nun bizden, bizim de O’ndan razı oluş güzelliğimiz o nimetlere kendilerine can atma özelliği kazandıracaktır. Çünkü dünyadayken zaten mü’minler Allah’tan razı olmuşlardı.

 

Allah’tan ve O’ndan gelenlerden razı olmuşlardı. Din adına en güzelini, hayat adına en güzelini, hayat programı ve sistem adına en güzelini, hukuk adına, eğitim adına, kanun adına, kazanç adına, eşya adına, ev tefrişi adına en güzelini Allahtan  gelenleri bilmişler, Allahtan  gelenlerden hoşlanıp razı olmuşlardı.

Hayatlarını hep Allah’a sorarak yaşamışlardı. Allah’ın razı olmadığı, Allah’tan izin almadıkları şeylerden nefret etmişler, uzak durmuşlardı. Hayat programlarını insanlardan veya toplumdan, Avrupa’dan, Amerika’dan, İsviçre’den, Fransa’dan almaya kalkışmamışlardı. Sadece Allah’ın hükümlerinden razı olmuşlar, kulluklarını sadece Allah’a yapmaya çalışmışlardı. Onlar böylece Allah’tan razı olunca Allah da onlardan razı olmuştu. Ve işte razı olduğu kullarına razı olacakları bir hayatı sunuyordu Allah.

 

Şimdi bu durumda kendimizi bir sorgulayalım, bir  öz eleştiri  yapalım. Eğer İslâm’dan razı değilseniz, eğer Kur’an sizi sıkıyorsa, eğer hadislerden zevk almıyorsanız, eğer kitap ve sünneti öğrenmeye isteksizseniz, eğer namazdan, abdestten, tesettürden, hacdan, zekâttan hoşlanmıyorsanız, eğer mü’minlerle beraberlik sizi sıkıyorsa, eğer dinden, âyetten, peygamberden bahsetmekten sıkılıyorsanız, Şurada haftada  bir yapılmaya  gayret  edilen sohbetlerden sıkılıp kadın erkek kendi  aramızda konuşuyorsakki  kesinlikle  caiz degildir  bunu  bilelim.

 

Cenâb-ı Hak’ı hatırlamak, âhireti, hesabı, kitabı düşünmek size zevk vermiyorsa, yani eğer Allah’tan ve O’nun size gönderdiği hayat programından razı değilseniz o zaman kesinlikle söylenebilirki durumumuzu  düzeltmemiz  gerekmekte, en kısa yoldan Allahın  ve  Rasulünün emirleri  dogrultusunda Kuran ve  sünneti  seniyyeye sımsıkı  sarılmamız icap  etmektedir. En  kısa  zamanda Allah için durumunuzu bir daha gözden geçirecegiz. Eğer sonunda razı olacağımız bir hayata gitmek istiyorsak burada Allah’tan ve Allah’ın hayat programından razı olarak yaşamak zorundayız, bunu hiç bir zaman hatırınızdan çıkarmayacagız  inşaallah… İşte kıyâmet gününe ve o günün dehşetine iman eden mü‘-minler o kıyâmet gününden korku içinde tir tir titremekte, ondan korkup sakınmaktadırlar.

 

Kıyâmet gününün dehşetinden ve o günde rezil ve perişan bir duruma düşmekten Rablerine sığınmaktadırlar. Çünkü onlar yakînen biliyorlar ki kıyâmet günü mutlaka gelecektir. Kıyâmet mutlak bir haktır. Kıyâmet günü hak olan bir Allah’ın hak olan kitabında bildirdiği, inkârı mümkün olmayan bir haktır. Mü’minler onun geleceğine yakînen inanırlar ve o konuda korku içinde yaşarlar. Kıyâmet gününü iki kaşlarının arasında bilirler ve hayat programlarını o günün inancına bina ederler. Bir adım atarken yarın ben bundan hesaba çekileceğim. Bir söz söylerlerken, yarın bu konuda benim karşıma bir dosya çıkacak. Bir eylemde bulunurken, birini severken, birisine küserken, alırken, verirken, yatarken, kalkarken hep onun bilinci içinde yaşamaya gayret  edecegiz  inşaallah.

 

Müminler tabir caizse tüm amellerinin, tüm sözlerinin ve tüm tavırlarının üzerine âhiretin mührünü basarlar. Her an o gün konusunda haşyet içindedirler. O gün amellerinin hafif gelmesinden korkarlar. “Ya amellerim beğenilmezse, ya Rabbim bu amellerimi beğenmez de gazabına maruz kalırsam, ya cenneti kaybedersem, ya cehenneme yuvarlanırsam” diye sürekli bir korku içinde yaşarlar ve o gün için hazırlık yapmaya çalışırlar. İmanlarını ve amellerini güzelleştirmeye çalışırlar. O gün gelmeden sâlih amellerini çoğaltmaya çalışırlar. Razı olacağı sâlih amellerin peşinde koşarak Rablerini kendilerinden razı etmeye ve O’nun razı olacağı bir hayatı yaşamaya çalışırlar.

 

Eğer insanlar dünyada Allah’ın kendilerine belirlediği hayat programını bırakırlar da başka programlara yöneliyorlarsa, kendilerini Allah’a kulluk ortamından çıkarıp kendi kendilerine ya da Allah’tan başkalarına kulluğa yöneliyorlarsa, kendi kendilerine yazık ediyorlar demektir. Şirke düşen insanlar, küfrü tercih eden insanlar zalimlerin en büyükleridir. Haram-helâl konularında, hayat programı, yeme-içme konusunda, kılık-kıyafet, hukuk, eğitim konusunda Allah’ın yasalarını bozanlar, Allah’ın helâl-haram sınırlarını çiğneyenler, kendi keyiflerine ve kafalarına göre bir hayat programı çizenler, bilelim ki kendi kendilerine yazık ediyorlar demektir. Kendi kendilerini Hâviye’ye atıyorlar demektir.

 

İnsanlar ne yaparlarsa kendilerine yapmaktadırlar. Aslında cehenneme yuvarlanan bu insanlara Allah zulmetmiyor, bunlar kendi kendilerine zulmediyorlar. Çünkü o zalimler Rablerini tanımamışlar, Rablerinin hayat programıyla ilgilenmemişler, hattâ kendilerini Rabb bilmişler ve şimdi elbette inkâr ettikleri o Rabb onları kendi yaptıklarıyla hesaba çekecektir. Halbuki dünya hayatında bu zalimlerin Allah’tan da, Allah’ın yasalarından da, Allah’ın kitabından da haberleri yoktu. Haram-helâl aramamışlardı hayatlarında.

 

Zulmetmişler, haksızlık etmişler, inkâr etmişler, duymazdan gelmişler, müstekbirce davranmışlardı. Ne yapmışlarsa tüm amellerini karşılarında buluyorlar. (Besairul Kuran.Ali Küçük) Kardeşlerim  Karia  suresinin  sonuna  geliyoruz.      Evet onların sığınağı, ana kucağı Haviyedir. Hani çocuk korkunca veya ağlayınca sığınmak için ana kucağını arar ya, işte bunlar da ana kucağı olarak cehenneme, ateşe sığınacaklar.       Onun mahiyeti nedir bilir misin sen? O Haviye bir ateştir.

Rabbimiz, “onun mahiyeti nedir sen bilir misin?” şeklindeki sorusuyla onun insan tasavvurunun ötesinde bir ateş olduğunu vurguluyor. İnsanların asla tasavvur edemeyecekleri bir çılgınlıkla müşterilerini, yavrularını bekleyen ve uzaktan onları gördükçe de kükreyen azgınlaşan bir anne kucağı olarak onları bekleyen bir ateş.

 

Buhârî’nin Ebu Hureyreden rivâyet ettiği bir hadislerinde  Peygamber  efendimiz mealen şöyle buyurur:**Sizin yakmakta olduğunuz Ademoğlunun ateşi miktar olarak cehennem ateşinin yetmişte biridir…** Oradakiler dediler ki: “Ey Allah’ın Resûlü, insanlara azap etmek için herhalde Ademoğlunun ateşi de yeterlidir.” Bunun üzerine Allah’ın Resûlü: “Cehennem ateşi Adem oğlunun ateşi üzerine (Miktar olarak fazlalaştırıldığı gibi sıcaklığının derecesi olarak da) altmış dokuz derece fazla kılındı” buyurdu.

 

Yine Tirmizî ve İbni Mâce’nin Ebu Hureyreden rivâyet ettikleri bir başka hadislerinde Peygamber  efendimiz mealen şöyle buyurur:**Cehennem ateşi bin yıl yakıldı nihâyet kızardı. Sonra bin yıl daha yakıldı nihâyet beyazlaştı. Sonra bin yıl daha yakıldı sonunda kapkara karardı. Bu yüzden o simsiyahtır…**Yine Ebu Hureyreden gelen  rivâyet melen  şöyle:** Cehennemliklerin azap yönünden en hafif ceza göreni, ayağının altına ateşten bir pabuç giydirilecek ve bunun etkisiyle beyni kaynayacak kimsedir…**

 

Evet, ateşin en hafifi işte buymuş. Adamın ayağının altına konulacak ateşten bir pabucun etkisiyle beyni fokur fokur kaynayacak. Beyni kaynayıncaya kadar, iş beyne gelinceye kadar diğer azalarının ne hale geldiğini düşünmek  dahi  istemiyoruz. Kardeşlerim Allah’tan, Allah’ın kitabından, Allah’ın hayat programından habersiz bir hayat yaşayan insanların sığınağı, barınağı, ana kucağı bu ateştir. Yarın mü’minler hûrilerine, ğılmanlarına yaslanırken, envaî çeşit nimetlerle kucaklaşırken, pınarlar başında, gölgeliklerde şaraplarını yudumlarken kâfirler de analarına sığınacaklar. Ya da anaları ağlayacak onların. Allah cümlemizi böyle bir sonuçtan korusun.

 

Allahım bizlere razı  oldugun amelleri işlememizi  nasib  eyle. Bizleri  cehennem  azabından  koru. Bizlere cennet  nimetlerinden kullarınla  bir  ve  beraber  eyle. Bizleri  kuranı  kerimin  nurundan ayırma. Bizleri  sünneti  seniyyeye  sımsıkı  tutunan  kullarından eyle. Bizleri sıratta  ayagı  kayanlardan  eyleme, bizleri mizanda tartısı  hafif  gelenlerden  eyleme. Bizleri amel  defterini  sagından alıp  sevinen kullarından  eyle…Sen  her şeylere  kadirsin  Allahım…Amin…

 

Sermedkadir…LU…03.03.2015…

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.