AYET, HADİS IŞIĞINDA CENNET VE CEHENNEM…

Rabbimiz  A’raf  suresi  ayet.41.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***Onlar için cehennem ateşinden döşekler, üstlerine de örtüler vardır. İşte zalimleri böyle cezalandırırız…*** Aişe validemizden rivayette, Peygamberimiz Efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmuştur: “Allah cehenneme girmeye hak kazanmış olanları oraya koymak istediğinde, onlara beraberinde on mühür olan bir melek gönderir. Mühürlerde şunlar yazılıdır:Birinci Mühürde: “Cehenneme girin. Orada ebedisiniz. Ne ölür, ne dirilir, ne de çıkartılırsınız.”İkinci Mühürde: “Girin azaba!.. Artık size rahat yoktur.”Üçüncü Mühürde: “Rahmetimden umudunuzu kesin.”

Dördüncü Mühürde: “Temelli üzüntülü, gamlı ve kederli olarak cehenneme girin.”Beşinci Mühürde: “Elbiseniz ateş, yiyeceğiniz zakkum, içeceğiniz hamim (kaynar su), döşeğiniz ve yorganınız ateştir.”
Altıncı Mühürde: “Gördüğünüz bu ceza; dünyada bana karşı yaptığınız isyanın cezasıdır.”Yedinci Mühürde: “Cehennemde gazabım (öfkem) daima üzerinizdedir.”Sekizinci Mühürde: “Pişman olmasızın ve tevbe etmeksizin yaptığınız büyük günahlardan ötürü size lanet olsun.”Dokuzuncu Mühürde: “Ateşte şeytanlar daimi arkadaşlarınızdır.”Onuncu Mühürde: “Şeytana tabi oldunuz, dünyayı istediniz ve ahireti terk ettiniz. İşte bu onun cezasıdır.” (İbn Hâcer el- Askalânî, Münebbihat)

Cehennem  ehline  denilecekki: “Elbiseniz ateş, yiyeceğiniz zakkum, içeceğiniz hamim (kaynar su), döşeğiniz ve yorganınız ateştir” Cehennem sonsuz olup orada her an pek çok işkencelerle dolu bir hayat vardır. Cehennem ehli oraya girdiklerinde cehennemin kapıları üzerlerine kapatılır ve olabilecek en korkunç görüntülerle karşılaşırlar. Zira cehennem; pis kokusu, korkunç zebanileri, gürültüsü, acı ve dumanlı havası, daracık hücreleri, tekin olmayan mekânları, çok iğrenç yiyecek ve içecekleri, ateşten ve katrandan elbiseleriyle sonsuza kadar artarak devam edecek olan bir azap yurdudur cehennem…

Cehennemliklerin elbiseleri de cehenneme yaraşır özelliklerdedir. Orada elbiseler bizzat ateş veya ateşin azabını en çok hissettirecek olan katran cinsindendir. Rab Teâlâ bildiriyor: “Gömlekleri katrandandır ve yüzlerini ateş kaplar.” (İbrahim, 50); “O’nu inkâr edenler için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülecektir.” (Hac Sûresi: 19) Açlık ve susuzluk ihtiyacı tıpkı dünya hayatında olduğu gibi cehennemde de kendini hissettirecektir. Acıkan ve susayan cehennemlikler bu ihtiyaçlarının giderilmesi için görevli melekten bu konuda imdat isterler. Kendilerine ikram edilen yiyecek zakkum, içecek ise kaynatılmış su ve irinden ibarettir.

Allah Azze ve CelleVakıa  suresi ayet.51-56.da  mealen  şöyle buyuruyor: *** Siz ey sapıklar, yalancılar! Elbette bir ağaçtan, Zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı ondan dolduracaksınız. Üstüne de kaynar sudan içeceksiniz. Susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur!”…Ayrıca Nebe  suresi ayet.25.teise  mealen: “Yalnız kaynar su ve irin içerler.” Buyurmaktadır…

Ebu Derda(ra) anlatıyor: “Rasûlullah(sas) buyurdular ki: **Cehennem ehline açlık musallat edilir. Bu, içinde bulundukları azaba eşit dereceye ulaşır. Açlığa karşı yardım talep ederler. Onlara besleyici olmayan ve açlığı gidermeyen dari’ (denen dikenli bir bitki) verilir. Tekrar yiyecek isterler, bu sefer de boğazda tıkanıp kalan bir yiyecekle imdat edilir. (Bu da boğazlarında takılır kalır, ne ileri geçer, ne de geri gelir.) Derken, dünyada iken, bu durumda, bir içecekle takılan lokmaları kaydırdıklarını hatırlarlar ve bir içecek talep ederler. Kendilerine demir kancalar bulunan kaplarda kaynar sular verilir.

Bu kaplar, yüzlerine yaklaştırılınca, yüzlerini dağlar. Su karınlarına girince, içerilerini param parça eder.” Bu sefer de: “Cehennemin bekçilerini çağırın, ola ki azabımızı biraz hafifletir!” derler. Onları çağırırlar. Onlar gelince: “Size peygamberleriniz bu halleri açıklayan haberleri getirmemiş miydi?” derler. Onlar: “Evet, getirmişti (ama dinlemedik)” derler. Bunun üzerine, bekçiler: “Siz isteyin durun! Kâfirlerin istekleri (burada) boşadır!” derler” (Ğafir Sûresi: 50) Cehennemlikler bekçilerden ümidi kesince: “(Cehenneme müvekkel melek) Malik’i çağırın!” derler. Malik gelince;

“Ey Malik, (söyle de) Rabbin bizim hakkımızda ölüme hükmetsin!” derler. Malik de onlara: “Hayır! (Siz burada canlı olarak ebedi) kalıcılarsınız!” (Zuhruf Sûresi: 77) diye cevap verecektir.” (Hadisin ravilerinden) A’meş(ra) der ki: “Bana bildirildi ki, cehennemliklerin Malik’e yalvarmaları ile Malik’in onlara verdiği cevap arasında bin yıllık zaman geçecektir.” Hadis-i şerif şöyle devam eder:  “Cehennemlikler, bu sefer aralarında: “Rabbinize dua edin, sizin için O’ndan daha hayırlı kimse yok!” diyecekler ve el birlik-topluca- şöyle yakaracaklar:

“Ey Rabbimiz, bedbahtlığımız bize galebe çalmıştı, biz gerçekten sapıtmış kimselerdik. Ey Rabbimiz bizi bundan çıkar. Eğer (yine) küfre dönersek artık hiç şüphesiz ki zalimlerden oluruz” (Mü’minûn Sûresi: 106-107) Rab Teâlâ onlara; “Cehennemin içine yıkılıp gidin! Bana bir şey söylemeyin!” diyecek.” (Mü’minûn Sûresi: 108) Rasûlullah(sas) devamla dedi ki: “Bu cevap üzerine, cehennem ehli her çeşit hayırdan ümitlerini keserler; hıçkırmaya, nedamet etmeye, dövünüp yırtınmaya başlarlar.” (Tirmizi, Cehennem)

Cehennemlikler altlarından ve üstlerinden de ateş ile kuşatılırlar. Onların yatakları, yorganları, örtüleri, döşekleri ve yastıkları da ateştendir. Allah Azze ve Celle Araf  suresi  ayet.41.de  mealen  şöyle bildiriyor: ***Onlar için cehennem ateşinden döşekler ve üstlerine de örtüler vardır…***

İbni Ebi Dünya kendi isnadıyla Vehb b. Münebbih’in şöyle dediğini bildirdi mealen:**Ateş ehli; Cehennemde yaşayan insanlardır. Orada ne sakinleşirler, ne uyurlar ve ne de ölürler. Ateşin üzerinde otururlar ve yürürler. İçecekleri Cehennem ehlinin yaralarından akan sudur.Yiyecekleri ateş zakkumundandır.Döşekleri ve yorganları ateştendir.Gömlekleri ateş ve katrandandır.Ateş yüzlerini kapsar.Tüm Cehennem ehli, ucu Cehennem bekçilerinin elinde olan zincirlere bağlıdırlar, bekçiler onları yüz üstü ve sırt üstünde sürüklerler. İrinleri Cehennemdeki kuyulara akar ve bu onların içeceği olur…**

Cehennem ehli  için  mealen: ** Gördüğünüz bu ceza; dünyada bana karşı yaptığınız isyanın cezasıdır” yazılıdır…** Kardeşlerim  bilindigi  gibi İsyan kelime olarak itaatin zıttı olup; karşı gelme, başkaldırma, ayaklanma, boyun eğmeme, uymama ve itaat etmeme, inat edip emre muhalefet etme ve azıtmak gibi anlamlara gelmektedir. İslami ıstılahta yani  şeriat  dilinde  ise isyan; Allah Azze ve Celle ve O’nun Rasûlünün emirlerine uymamak, itaat etmemek ve muhalefet etmek demektir.

Allah(cc) ve Rasûlüne(sas) isyan; Peygamber  efendimizin (sav) Allah’tan(cc) getirmiş olduğu ayetleri kabul etmeyip şirk ve küfürde ısrar etmektir. Ancak Allah(cc)’a kulluk ve ibâdet etmek olan yaratılış gayesine muhalefet ederek, iman ve ibâdette Allah(cc)’a ortak koşmak, yalanlamak ve Kur’an hükümlerini beğenmeyip küçümsemektir. Rasûlullah(sas)’ın son Nebi ve Allah Teâlâ’nın hak elçisi olduğunu kabul etmemek veya O’nun sünnetine tabi olmamaktır.

Böylelerinin durumu hakkında Rabbimiz Nisa  suresi  ayet.14.te  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***Kim Allah’a ve Rasûlüne isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır…*** Allah(cc)’a itaat edenler ile itaat etmeyenler arasındaki mihenk taşı; Allah Rasûlü Muhammed(sas)’dir. Nitekim Rabbimiz Nisa  suresi  ayet.80.de  mealen:***Kim Rasûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur…*** buyuruyor…

Cabir b. Abdullah(ra) bildiriyor: “Bir keresinde Nebi(sas) uykuda iken kendisine birtakım melekler geldi. Melekler; “Bu zatın hali şu kimsenin misali gibidir ki; o kimse yeni bir ev yaptırır, o evde bir velime Ziyafeti tertip edip (bu ziyafete) insanları davet etmek için bir davetçi gönderir; bu davetçinin davetine kim icabet ederse, o (mükemmel) eve girer ve (mükellef) ziyafeti yer. Her kim de davetçinin davetine icabet etmezse o eve giremez, ziyafet yemeklerini de yiyemez. O ev Cennet’tir, davetçi de Muhammed(sas)’dir. Kim Muhammed (sas)’e itaat ederse Allah(cc)’a itaat etmiş olur. Kim de Muhammed(sas)’e asi olursa Allah(cc)’a isyan etmiş olur. Muhammed(sas) insanlar arasında hak ile batılı birbirinden ayırt edendir” dediler.” (Buhari, İ’tisam)

Cehennem  ehli  için mealen: **Cehennemde gazabım (öfkem) daima üzerinizdedir…** yazılıdır. Gadab (Gazab); rahmet, rıza ve hilmin zıddı olup; hiddet, öfke, kızgınlık, dargınlık ve hışım gibi anlamlara gelmektedir. Allah Teâlâ’nın gazabı; kuluna karşı rahmetiyle değil de adaletiyle muamele ederek kulunu rahmetinden mahrum etmesi ve onun hak ettiği cezayı vermesidir. Allah Azze ve Celle’de kime gazab ederse artık onun için sonsuza dek bir kurtuluş yoktur.

Çünkü gazab daima onların üzerine olacaktır. Hz. İsa(as)’ya; “Âlemde en zorlu ve şiddetli olan şey nedir?” diye sorulduğunda O şöyle buyurmuştur: “Her şeyden şiddetli olan Allah’ın gazabıdır. Ondan cehennem bile bizim gibi titrer.” (Ş. İ. Ansiklopedisi)

Kardeşlerim; Allah(cc)’ın cehennemliklere gazab etmesi; onların, kendi iradeleriyle, isyan ederek yasak olan şeyleri yapmış olmalarından dolayıdır. Onların küfür ve isyan gibi birtakım tutum ve davranışları sebebiyle hak ettiklerinin karşılığını vermesi demektir. İşte bu gerçek adalet olup Allah(cc)’ın adaletinin tecellisinden başka bir şey değildir.

İtaatkâr kullarına karşı Allah Teâlâ’nın rahmeti gazabını geçmiş olmasına rağmen, adaletinin bir gereği olarak da zalimler için gazabı devamlı olacaktır. Müslüman şahsiyete yaraşan; Allah(cc)’ın gazabından yine O’nun rahmetine sığınmaktır: “(Ey Allah’ım!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. Bize doğru yolu göster. Kendilerine ihsanda bulunduğun kimselerin yolunu, gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!” diye Namazlarımızın her rekatında  Fatiha Sûresini  okuruz…

Taberi de  deniliyorki, Ayette zikri geçen; “Allah’ın gazabı” çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Âlimlerin bazılarına göre bundan maksat, Allah(cc)’ın, gazab ettiği kimseleri fiilen cezalandırması demektir. Bu cezalandırma dünyada da olabilir, ahirette de. Bu konuda ayet-i kerimelerde şöyle buyrulmaktadır: “Nihayet, onlar bizi gazaplandırınca kendilerinden intikam aldık. Derhal onları toptan (suda) boğduk.” (Zuhruf Sûresi: 55); “Onlar, Allah’ın lânetlediği ve gazabına uğrattığı; içlerinden maymunlar ve domuzlar çıkardığı kimseler ile şeytanlara tapan kimselerdir. İşte bunların yeri daha kötüdür ve onlar doğru yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide Sûresi: 60)

Cehennem  ehli  için  mealen: ** Pişman olmaksızın ve tevbe etmeksizin yaptığınız büyük günahlardan ötürü size lanet olsun…** yazılıdır. Lanet; kelime olarak; kovma, uzaklaştırma, gazap etme, beddua etme, buğz etme gibi manalara gelir. İslami ıstılahta ise lanet; Allah’ın sevgisini, rahmet ve yardımını kesmesi, ahirette ise cezalandırması demektir. Şeytana mel’un yani lânetlenmiş denilmesi de Allah (cc)’ın rahmetinden kovulması, gazabına uğraması nedeniyledir. Şeytanın yolunda olanlar da tıpkı onun gibi mel’undurlar.

Rabbimiz  Bakara suresi  ayet.159.da  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder…*** Allah(cc)’ın dışındaki varlıkların lâneti ise, genelde beddua anlamını taşımaktadır. Zira bazı âlimler; “beddua, lanete yakın bir şeydir” demişlerdir. Çünkü lanet; lanet edilenin hem dünyevi hem de uhrevi nimetlerden mahrum olmasını temenni etmektir.

Allah Azze ve Celle’nin; gerek dünyada iken gazabına uğramış olan lanetlikler ve gerekse ahirette lanete uğrayacak olanlar; Allah(cc)’ı ve O’nun Rasûlü(sas)’nü incitenlerdir. Çünkü onlar Elest bezminde Allah(cc)’a verdikleri sözlerini bozmuşlar ve hiç sıkılmadan, pişman olmadan günah işlemişlerdir. İşledikleri bu günahlardan asla pişman olmadıkları gibi tevbe de etmemişlerdir. Rabbimiz Maide  suresi  ayet 13.te  buyuruyorki: ***Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik…***Ayrıca Ahzab  suresi ayet.57.meali şöyle:*** Allah’ı ve Peygamber’ini incitenlere, Allah dünyada da ahirette de lanet eder; onlara alçaltıcı bir azap hazırlar…***

Ayet-i kerimelerde görüleceği üzere lanetin sebebi; Allah(cc)’a karşı işlenmiş olan isyan, şirk ve küfürdür. Allah Teâlâ’nın emrettiklerini yapmayıp nehyettiklerini de yaparak O’nun razı olduğu teslimiyeti ve temsiliyeti göstermemektir. Kul için lanete mucip olan Rasûlullah(sas)’ın incitilmesi ise; O’nun sünnetine tabi olmamak ve pak hayatına dil uzatmaktır. Kim bu şekilde davranırsa Allah(cc)’ı incitmiş olur. Nitekim Rasûl’e(sav) itaat eden Allah(cc)’a itaat etmiş ve Rasûl (sas)’e isyan edende Allah (cc)’a isyan etmiş olur. Allah(cc)’ı ve O’nun pak Rasûlü(sas)’nü incitenlerin sonu da tıpkı şeytan gibi lanetlenerek ebedi cehennemdir…

Cehennem ehli için mealen:** Ateşte şeytanlar daimi arkadaşlarınızdır…** yazılıdır. Peygamber  efendimiz  bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyuruyor: **Kişi sevdiğiyle beraberdir…** (Müslim, 2639) Kardeşlerim, Sevgi öylesine sağlam bir bağdır ki, sevgiden daha sağlam ve kuvvetli bir bağ yoktur. Öyle ki sevgi, yalnızca dünya hayatıyla sınırlı kalan bir olgu olmayıp sonsuza kadar devam edecek olan ahiret hayatını da kucaklayan bir bağdır.

Kul, dünyada kimi seviyor ise ahirette de onunla beraber olacaktır. Velev ki şu dünyada o sevdikleriyle hiç bir araya gelmese ve beraber olmasa bile, onunla her dem beraber gibidir. Zira sevgi, mesafeleri ortadan kaldırıp sevgilileri tek gönülde meczetmeye yetmektedir. Mü’minler cennette Allah (cc) ve Allah (cc)’ın dostlarıyla beraber olacaklarken, cehennemlikler de cehennemde; Allah(cc)’ın laneti daima üzerinde olacak olan şeytan aleyhilla’ne ile beraberdirler. Çünkü onlar dünyada şeytanın dostluğunu Allah(cc)’ın dostluğuna tercih etmişlerdir. Onlar laneti rahmete tercih etmişlerdi ki, Allah Azze ve Celle’de adaletinin gereği olarak dostları birbirinden ayırmadan sonsuza dek beraber haşredecektir.

Şurası  kesin  olarak  bilinmelidirki; İnsanın ebedi düşmanı ve Allah(cc)’ın rahmetinden kovulmuş olan şeytan, insanın daima hüsranda olmasını ister. O çok kötü bir arkadaştır. Rabbimiz Nisa  suresi  ayet.38.de  mealen  şöyle  buyuruyor: *** Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır…*** Arkadaşı şeytan olana Allah(cc) hiç rahmet etmeyecegine  inanıyoruz. Şeytan, insanlara son derece çirkin olan edepsizliği ve şeriatın hoş görmediği, akl-ı selimin nefret ettiği kötülükleri emreder. Çünkü şeytan, cennetten kovulmasının sebebi olarak; kendi isyanını değil de insanı bilmektedir.

Bu konuda da Rabbimiz Nur suresi  ayet.21.de  mealen şöyle  buyuruyor:***Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder…*** Bütün bu ikaz ve uyarılara rağmen dünyada şeytan ile arasına mesafe koymayanlar, hatta onun ortağı ve dostu olanlar; dünyada beraber işlediklerinin karşılığını ahirete de beraber göreceklerdir.

Cehennem  ehli için  mealen: ** Şeytana tabi oldunuz, dünyayı istediniz ve ahireti terk ettiniz. İşte bu onun cezasıdır…** yazılıdır. Yasin Suresi.ayet.60.mealen şöyle:***Ey Âdemoğlu! Size şeytana değil sadece bana ibâdet edin diye bildirmedim mi..? Kardeşlerim  şurası  bir  hakikattirki; Kim neye itaat ediyorsa ona ibâdet ediyor demektir zira ibâdet; saygı ve hürmetin en yüksek seviyesi olup tapmak, kulluk yapmak, itaat etmek, boyun eğmek ve tabi olmak gibi anlamlara gelmektedir. Bu bağlamda şeytana itaat etmek, ona ibâdet etmek demektir.

Zira İmam Fahruddini Razi bu konuda güzel bir açıklama getiriyor: “Şeytana ibâdet etme” ifadesinin anlamı; “Şeytana itaat etme” demektir. Yani insan sadece Şeytana secde etmekten men olunmakla kalmıyor, aynı zamanda ona uymaktan ve itaat etmekten de men olunuyor. İşte bu bağlamda itaat, ibâdet anlamı taşır.” (Râzi, Tefsir-i Kebir, 7/104) İslam âlimleri şeytana tabi olmayı öz olarak şöyle izah etmişlerdir. Şeytana tabi olmak; Allah(cc)’a isyan konusunda ona itaat etmek demektir. Şeytan onlara şirki süslü gösterdi, onlar da ona itaat ettiler. İşte şeytana böylece ibâdet etmiş oldular.

Burada  aklımıza  şöyle  bir  soru  takılmalıdır: Şeytan, insan için apaçık düşman olduğu halde, insan niçin hâlâ ona tabi olur ve ona ibâdet eder? Hiç şüphesiz yaratılmışların en şereflisi insandır. Çünkü Allah Azze ve Celle diger  canlılara vermediği payeyi insana vererek ona bizzat kendi ruhundan üflemiştir. Bununla beraber insan, nefis gibi; tüm şehvetlerin kaynağı olan bir kuvve ile de imtihan edilmektedir. Zira Peygamber  Efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmuştur:**Sizin en büyük düşmanınız, iki yanınız arasında bulunan nefsinizdir…** (Beyhâki)

İşte şeytan insanın şu nefsani zaaflarını çok iyi bildiği içindir ki, onu hep nefsinin hoşuna gidecek şeylerle aldatmaya çalışır ve bu konularda vesvese vererek insanın ayağını kaydırır. Allah Teâlâ’nın dengeler bütünü içerisinde her birine ayrı ayrı değer verdiği dünya ve ahiret hayatını, O’nun rızası doğrultusunda kazanmak kul için bir sorumluluktur. Sadece dünya hayatını isteyip ahireti düşünmeyenlere Allah(cc), istediklerini bu dünyada verir, fakat onların ahirette hiçbir payları yoktur.

Rabbimiz Hud suresi  ayet.15.te  mealen  şöyle  buyuruyor: ***Sadece dünya hayatını ve bu hayatın çekici güzelliklerini isteyenlere çalışmalarının karşılığını orada tam olarak veririz, onlar orada hiçbir ödül kısıntısına uğratılmazlar…*** Kardeşlerim, Ahiret için çalışan kulun emeğinin karşılığı hem bu dünyada verilirken, hem de ahirette en azından on katından yedi yüz katına kadar, hatta daha fazlasının verileceği müjdelenmektedir. Bununla beraber sadece bu dünya için çalışanların kazançları ancak bu dünyada ellerine geçecek ve ahirete iflas etmiş olarak gideceklerdir.

Şura  suresi  ayet.20.mealen  şöyle: ***Allah Azze ve Celle uyarıyor: “Kim ahiret kazancını isterse, onun kazancını artırırız. Kim de dünya kazancını isterse, ona da istediğinden veririz, fakat onun ahirette hiçbir payı yoktur…*** İnanıyoruzki, Dünya insanın menfaatine sunulmuş bir metadır. Akıllı insan bu meta ile hem dünya hayatını ve hem de sonsuza dek sürecek olan ahiret hayatını kazanabilir.

Peygamber  efendimizin (sav) bir  hadisi mealen şöyle :** Kul tarafından ahiret dünyaya tercih edilince, ‘Lâ ilâhe illallah’ sözü o kulu Allah Teâlâ’nın gazabından korur.

Dünya kârını ahirete tercih eden kul; ‘Lâ ilâhe illallah’ dediği zaman ise, Allah Teâlâ; ‘Yalan söylüyorsun, sözünde sadık değilsin’ buyurur.” (Beyhâki) Dolayısıyla; dünyayı isteyip ahireti terk etmek, Allah(cc)’ın emânını yitirmek demektir.

Cehennem bahsini yine  bir  hadis  meali  ile  bitirelim  inşaallah:**Cehennemde dört şey vardır ki cehennemden daha fenadır: Cehennemde daimi kalmak, cehennemden daha fenadır. Cehennemde meleklerin kâfirleri azarlaması, cehennemden daha fenadır. Cehennemde şeytana komşu olmak, cehennemden daha fenadır. Cehennemde Allah’ın gazabı, cehennemden daha fenadır.” (İbn Hâcer el- Askalânî, Münebbihat)

CENNET  NİMETLERİ: Rabbimiz  Lokman  suresi  ayet.8.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır:*** Şüphesiz, iman edip de güzel davranışlarda bulunanlar için, nimetleri bol cennetler vardır…*** Mü’minlerin annesi Hz. Aişe’den (r. anha) rivayet edilen Hadis-i Şerif’te, Peygamberimiz Efendimiz (sav) ahirette yaşanacak bir hadiseyi haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Allah cennete girmeye hak kazanmış olanları cennete koymak istediğinde, onlara cennetten bir melek ile hediyeler gönderir. Onlar içeri girmek istediklerinde melek; “Durun! Bende âlemlerin Rabbinden size bir hediye var!” der.

Cennet ehli; “O hediye nedir?” diye sorar. Melek; “On tane mühürdür” müjdesini verir ve sonra şöyle der: “Emniyet ve selâmetle cennete girin.” (Hicr Sûresi: 46) Cennet ehli bu müjdenin ardından cennete girerken şöyle derler: “Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.” (Fatır Sûresi: 34); “Bize verdiği sözde sadık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah’a hamdolsun. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş!” (Zümer Sûresi: 74) derler.” (İbn Hâcer el- Askalânî, Münebbihat)

“Bugün bu cennet, dünya hayatında yaptığınız itaat ve ibâdetin karşılığı olarak sizindir” yazılıdır. Kulluk, ancak itaat ve ibâdet ile ispat edilir. İtaat; her emre harfiyen uyup yapılması gerekenleri yaparken, terk edilmesi gerekenleri de tamamen terk etmektir. İbadet ise; Allah Azze ve Celle’nin güzel amel olarak kabul edeceği ve onun karşılığı olarak da sahibini mükâfatlandıracağı ıslah edilmiş ameldir.Bu konuda Fahri Razi şöyle der; ‘İbadet nedir?’ denilirse, biz deriz ki: Bu, Allah (cc)’ın emrine olabildiğince saygı duymak, mahlûkatına karşı da şerefli olmaktır. (Fahruddin er- Râzi, Tefsir-i Kebir)

İtaat ve ibâdet; bizlere emanet edilmiş olan şu dünya hayatını, Allah (cc)’ın yardımıyla ve ancak O’nun istediği gibi yaşamaktır. Zira iman; inanılması gerekenleri tasdik etmek iken, itaat ve ibâdet bu tasdikin ispatı olup, hayata tatbik etmek ve hayata hâkim kılmaktır.Kulun, kendini yaratan Rabbini tanıması ve bilmesi gerekir. Çünkü insan, bir tek olan Allah (cc)’a kulluk etmek için yaratılmıştır. Dolayısıyla insanın yaratılmasının gayesi; kulluk ve ibâdettir. Nitekim Rab Teâlâ buyuruyor: “Cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.’’ (Zariyat Sûresi: 56)

Allah Teâlâ, insanları kendisi için yarattığını bildirerek onların ancak kendisine itaat ve ibâdet etmelerini istemektedir. “Muhakkak ki biz Allah içiniz (yalnızca O’na teslim olmak, kulluk ve ibâdet etmek için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz.” (BakaraSûresi: 156)Allah Azze ve Celle; kendisine, kendi kulluğuna çağırdığı kulunun, buna ihlâsla sarıldığı takdirde, yine kendisine döndüğünde nice nimetlerle bezenmiş olan cennetiyle mükâfatlandıracağını müjdeliyor.

Vehb bin Münebbih kendisine; “La ilahe illallah, cennetin anahtarı değil midir?” diye soran bir kimseye şu cevabı vermiştir: “Elbette öyledir. Fakat dişsiz anahtar olmaz. Bilindiği gibi hiçbir anahtar dişsiz değildir. Dişsiz anahtar getirirsen kapıyı açamazsın. Şayet sen dişleri olan bir anahtar getirebilirsen o senin için cennetin kapısını açacaktır. Aksi takdirde açılmayacaktır.” (Buhari, Cenaiz, 3/109)Âlimlerimiz bu durumu şöyle yorumlarlar: Lâ ilâhe illallah, Cennet’in anahtarıdır, ancak bu anahtarın dişleri vardır, onlar da ilâhi emirlere bağlı olmak, itâat ve ibâdet etmektir.

Cennette mümine  verilecek  hediyelerden  biriside mealen:**Şimdi gençleştirileceksiniz ve bir daha asla ihtiyarlamayacaksınız..** yazılıdır. Allah Azze ve Celle’nin mü’min kullarına bağışlayacağı nimetlerden birisi de, cennette hiç yaşlanmanın olmamasıdır. Zira Cennette ihtiyarlar gençleşecek ve gençler de olgunlaşacaktır. Dede, torun, oğul, nine, anne, kız… hep aynı yaşta olacaktır.Rahmet Nebisi(sas) buyurdular: “İnsanlar cennette, çocuğundan yaşlısına; Âdem’in suretinde, Yusuf’un güzelliğinde, Eyüb’un kalbi ile ve gözleri sürmeli olarak, otuz üç yaşında gençler olarak dirilirler.” (İbn Hâcer el- Askalânî, Metâlibu’l Âliye, 4701)

İbn Ömer(ra) der ki: “Rasûlullah(sas)’a cennetin nasıl olduğu soruldu da, Allah Rasûlü(sas) şöyle buyurdu: “Cennete giren kimse için artık ölüm yoktur, orada ebedi olarak yaşayacaktır. Devamlı olan bir nimet içerisinde olup ona asla fakirlik ve sıkıntı dokunmaz. Elbisesi asla eskimez ve gençliği de hiç gitmez.” (İbn Hâcer el- Askalânî, Metâlibu’l Âliye, 4686)

Diğer iki hadis mealn  şöyle:**Cennetlikler; vücudunda hiçbir kıl olmayan, bıyığı çıkmamış, sakalı bitmemiş ve yaratılıştan gözleri sürmeli, otuz üç yaşlarında kimseler olarak cennete gireceklerdir…** (Tirmizi, Cennet, 2545) “Cennete giren, orada kalıcı olur, ölmez. Müreffeh bir hayat sürer, sıkıntı ve yokluk çekmez. Elbiseleri eskimez. Gençlikleri yok olmaz (zamanın geçmesiyle yaşlanmaz, bunamaz ve değişikliğe uğramazlar)” (Tirmizi, Cennet, 2539)

İbn Kayyim el- Cevzi bu yaş hakkında şöyle demiştir: “Şüphesiz bu yaşta (otuz üç yaşta), görünen pek çok hikmetler vardır. Zira bu yaş, güç ve kuvvetin en kâmil olduğu yaş olup lezzetleri en iyi şekilde tatma yaşıdır.”Cennette her şey en güzel ve en mükemmel halde olacağı gibi, cennetlikler de en güzel ve en mükemmel bir surette ve yapıda olacaklardır. Allah Rasûlü(sas)’nün buyurduğu yaşlar, insanın ruh ve beden bakımından en güzel dönemini ifade etmektedir. Cennet hayatı ebedî olup ihtiyarlama da olmayacağı içindir ki, insan orada hep en mükemmellikte kalacak ve en mükemmeli yaşayacaktır.

Cennet hediyelerden biriside mealen:**Artık emniyet içerisindesiniz, ebediyen korkmayacaksınız…**  yazılıdır. Kardeşlerim, Korku; dış tehlike kaynaklarına karşı gösterilen bir tepki olup, kontrol altına alınamayan ve insanın içini daraltan bir histir. Korkunun olduğu yerde huzur yoktur. Orada insan mutlu olamaz. Mutluluk yurdu olan cennette ise korku olmayacağı içindir ki, cennetlikler sonsuza dek güven içerisinde ve müreffeh bir hayat yaşayacaklardır. Rabbimiz Sebe suresi ayet.37.de  mealen şöyle  buyuruyor: ***Ancak iman edip de salih amel işleyenlere gelince, işte onların amellerine karşı kendilerine kat kat mükâfat vardır. Onlar cennet köşklerinde emniyet içindedirler…***

Nimetlerin tükeneceği, sıhhatin yitirileceği, gençliğin gideceği, eş ve evlatlarından mahrum kalınacağı vb. bir korkunun olmayacağı cennet; gönül rahatlığıyla, zevk alarak ve güven içinde yaşanacak ebediyet yurdudur. Zira ikram edilen nimetler miatlı olup kesilecek olsaydı orada huzurdan, güvenden ve mutluluktan bahsetmek mümkün olmazdı. Rabbimiz, cennette korkunun olmayacağını ve oranın bir ebediyet yurdu olacağını bizlere kesin olarak bildiriyor.

Bakara  suresi.ayet.25.meali  şöyle: *** İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde; ‘Bu (tıpkı) daha önce bize verilen rızık!’ diyecekler. Hâlbuki bu rızık onlara benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedî kalacaklardır…

Cennetin devamlılığı konusunda Fahruddini  Razi tefsirinde  diyorki: *Akıl, cennetteki mükâfatın devamlı olacağını gösterir. Çünkü akıl bunun devamlı olduğunu göstermeseydi, insanlar onun kesilebileceğini söylerlerdi. Böylece de mükâfatın kesilmesi korkusu, bu nimeti onların boğazında bırakırdı. Çünkü nimet ne kadar büyük olursa, o nimetin sona ereceği korkusu, o nispette büyük olur. Bu da, cennetliklerin devamlı keder ve üzüntü içinde olmalarını gerektirirdi. Allah Teâlâ en iyi bilendir…*

Muhammed Ali Sabûni de Saffetüt  tefasir  adlı  eserinde  diyorki: * Onlar orada ebedî kalacaklardır.” İşte bu, tam bir saadettir. Mü’minler bu nimetler içinde emin bir yerdedirler. Eşleriyle birlikte ve kesintiye uğramaksızın ebedî bir mutluluk içerisinde yaşarlar…*

Cennet  ehinin bir  diger  hediyesi  mealen: **Siz Nebilerle, sıddıklarla, şehitlerle ve salihlerle birlikte olacaksınız” yazılıdır. Rabbimiz Nisa suresi ayet.69-70.te  mealen  buyuruyorki: ***Kim Allah’a ve Rasûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu nebiler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır. Bu lütuf Allah’tandır. Bilen olarak Allah yeter…***

Kardeşlerim, Unutulmamalıdır ki, kişi dünyada da, ahirette de sevdiği ile beraberdir. Onu hiç görmese, hiç dokunamasa ve aynı çağda yaşamasa bile bu birliktelik sonsuza kadar hiç kesilmeden devam edecektir. Nitekim Allah Rasûlü (sas) buyurdular: “Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Buhari) Mü’min şahsiyete yakışan odur ki, şu nebevi müjdenin ışığı altında ahirette kimlerle olmak istiyor ise dünyada onları sevip, onlar gibi yaşamaya gayret etmelidir.

Sevginin göstergesi ve ispatı, sevgilinin istediği gibi olmaktır. Ahirette Rasûlullah (sas) ile beraber olmak isteyen mü’min, Allah (cc) ve Rasûlü(sas)’ne tam bir itaatle; yap dediklerini yapıp, yapma dediklerini terk etmelidir. Ebu Hureyre (ra) şöyle dedi: “Rasûlullah(sas); ‘Ümmetimin hepsi cennete girecektir ancak imtina edenler giremeyecektir’ dedi.

Sahabeler; ‘Ya Rasûlallah! İmtina edenler kimlerdir?’ diye sordular. Rasûlullah(sas): ‘Her kim bana itaat ederse cennete girecektir. Her kim de bana asi olursa o da imtina etmiş olur’ buyurdu.” (Buhari: 7143) Allah teala kendisine ve Rasûlüne itaat eden kullarını yalnızca herhangi bir cennetiyle mükâfatlandırmakla bırakmayıp onları, kendine yakın olanlarla yani yüksek mevki sahipleriyle birlikte iskân edeceğini müjdeliyor. Bunlar; nebiler, onların yakın arkadaşları sıddîklar, Allah yolunda canını vermiş şehitler ve salih kullardır.

Bunların arkadaşlığı ve bunlara arkadaş olabilmek ne büyük bir şereftir. İşte bu şerefe ancak Allah (cc)’a ve O’nun Pak Rasûlü Muhammed (sas)’e itaat edenler erişebileceklerdir. Müminlerin Annesi Hazreti Aişe(ra)’nin mealen şöyle dediği rivayet olunur: “Ben Rasûlullah(sas)’tan; “Hiçbir nebi dünya ile ahiret arasında seçim yapması istenmeden ölmez” sözünü işitirdim. Kendisinin vefat ettiği hastalığında iken Rasûlullah (sas)’ın şöyle dediğini işittim: “Kendilerine Allah’ın lütuflarda bulunduğu nebiler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle. Bunlar ne güzel arkadaştır (Nisa Sûresi: 69) diyordu. Anladım ki, Rasûlullah(sas) muhayyer kılındı ve o da, bunlarla beraber olmayı tercih etti.” (Buhari, Megazi)

Bu güzel arkadaşlar, Allah  celle  şanunhunun kendilerinden razı olduğu ve emanına aldığı yüce mevki sahibi mü’minlerdir. Nebi; Allah Teâlâ’nın seçtiği ve hiçbir kulun çalışarak ulaşamayacağı makamın sahibi olup, Allah (cc)’tan haber getiren elçidir. Sıddîk; doğru ve adil olan kimsedir; her zaman doğruluk ve hak üzere olan, bütün işlerinde hakkı koruyan ve doğru olan, tüm kalbiyle her zaman hakkın ve adaletin yanında yer alan, hiçbir zayıflık göstermeksizin tüm haksızlıklara karşı çıkan kimsedir. Sıddîk olan kimse o denli temiz ve bencillikten uzaktır ki, sadece dostları değil, düşmanları bile ondan tarafsızlık ve adalet bekler.

Şehit; kelimesinin sözlük anlamı bir şeye şahit olan ‘tanık’tır. Hayatının her yönünde onu uygulayarak imana şahitlik (tanıklık) eden kişi şehittir. Allah yolunda öldürülen kişiye de şehit denir, çünkü o Allahın  dininin  hayata  hakim  kılınması  için isteyerek ölümü seçer. Doğru olduğuna inandığı şey için hayatını feda etmesi, imanındaki ihlâsın bir göstergesidir. Herhangi bir şey hakkında doğrudur demesinin, o şeyin gerçekten doğru olduğuna yeter delil teşkil ettiği kimseler de şehittir. Salih; inancında, niyetinde, sözlerinde ve hareketlerinde doğru olan ve hayatının her yönünde doğruluğu benimseyen kimsedir.

Yani, şüphesiz bu dünyada böyle kimselerle arkadaşlık eden kişi ahirette de onlarla beraber olacaktır. Bu nedenle iyi kimseler bu dünyada sürekli doğrularla arkadaşlık ve dostluk kurmak isterler. Ahirette de o doğrularla birlikte olmak için dua ederler. (Mevdudi, Tefhim)

Cennet  ehline  verilecek  hediyelerden  biriside  mealen  şöyle: **Yüce arşın sahibi olan Rahman’ın yakın komşusu oldunuz (O’nun emanındasınız)…** yazılıdır. Kardeşlerim, Komşu; yakında bulunup en çok yüz yüze gelinen kimse demek olup; güven konusunda, ikram konusunda, görülüp gözetilmesi konusunda, kendisine sığınma ve sığındırılma konularında diğerlerinden daha önceliklidir. Kişinin sahip olduğu nimetlere öncelikle komşuları nail olur. Onun içindir ki yüce dinimizce komşuya hep iyi davranma ve ondan gelebilecek sıkıntılara karşı da sabırla muamele etme emredilmiştir.

Dünyada buna riayet edenlere de ahirette Allah (cc)’ın komşuluğu müjdelenmiştir. Rahmet Nebisi (sas)’nin bildirmesiyledir ki komşuya iyi davranmak Allah(cc)’a komşu olmanın şartlarındandır: Peygamber  efendimiz  bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır: **Allah katında dostların en iyisi arkadaşlarına ve komşuların en iyisi de komşularına iyi davranandır…**(Buhari, İman)

Allah Teâlâ’nın komşuları özel ve makamları yüksektir. Allah Azze ve Celle’nin yanında çok kıymetli oldukları için onlar; Allah’ın komşuları diye çağırılırlar. Allah(cc)’ın komşuluğuna kimlerin layık olabileceği konusunda Hazreti Ali efendimiz şöyle buyurmuştur: “Allah’ın komşuluğu; O’na itaat eden ve O’na muhalefetten sakınan kimseye verilmiştir.” (Gurer’ul- Hikem, 4736) Kardeşlerim,Eman; birinin başka birisini koruması altına alması demek olup, korkudan uzak ve güven içerisinde olunması halidir.

Allah Teâlâ emindir. Mü’min kulları da O’nun emanı altında ve yine O’na birer emanettirler. Onun içindir ki, ahirette mü’minlere asla bir endişe ve korku olmayacaktır. Zira bu garantiyi veren bizzat Allah celle  şanuhudur. Allah(cc)’ın sözünden ve emanından daha güvenli bir eman var mı ki korkulsun? Rabbimiz  kamer suresi  ayet.54-55.te  mealen  şöyle  buyuruyor:***Muhakkak ki, muttakiler cennetlerde aydınlık (nur) içindedirler. Her şeye muktedir olan Allah’ın katında ağırlanırlar…***

Mü’minler dünyada iken, Elest bezminde Allah(cc)’a verdikleri misaka sadık kalıp, şer’i birer yükümlülük olan Allah(cc)’ın emanetine ihanet etmedikleri içindir ki, ahirette Allah Azze ve Celle’nin korumasında ve O’nun emanında olacaklardır. Sonra görevli melek şöyle der: “Emniyet ve selâmetle girin oraya.” (Hicr Sûresi: 46) Selâmet; her türlü korku, tasa, kaygı, bela, dehşet ve tehlikeden uzak; güven içinde olma, esenlik ve kurtuluş demektir. Bu tariflere göre selâmet; sonsuz bir huzur demek olup ancak cennetliklere vaat edilmiştir.

Cennetle müşerref olma saadetine erenler, her türlü afetten kurtulmuş ve ebedi bir selâmet içinde olmak kaydıyla güven içinde olurlar. Oradan asla çıkartılmayacak ve daima Allah(cc)’ ın garantisinde olarak hiç bir sıkıntıya uğramamak üzere sonsuza dek orada kalacaklardır. Melekler, cennetlik olanları en son işte bu müjde ile cennete buyur ederler. Cennet ehli bu sözün ardından cennete girerek; “Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir” (Fatır Sûresi: 34); derler.”

Cennetliklerin cennete yerleştiklerinde yapacakları ilk şey Allah Teâlâ’ya hamd etmek olacaktır. Nitekim Abdullah İbn Ömer(ra) rivayet ediyor:** Rasûlullah (sas) şöyle buyurdular: ‘Lâ ilâhe illallah’ ehline ne ölürken, ne kabirlerinde ne de mahşer yerinde yalnızlık yoktur. Sanki ben onların Sûr’a üfürülüş anında başlarından topraklarını silktiklerini ve şöyle dediklerini görür gibiyim: “Bizden üzüntüyü gideren Allah’a hamd olsun. Şüphesiz ki Rabbimiz çok affedicidir. Şükrün karşılığını bol bol verendir…** (Taberani…Misak  dergisi.M.Tuna….)

Cennetlerde vaat edilen güzellikleri gören cennet ehli hamdlerine devamla şöyle diyeceklerdir: “Bize verdiği sözde sadık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah’a hamdolsun. İyi amelde bulunanların mükâfâtı ne güzelmiş!” (Zümer Sûresi: 74)

Allahım  bizleri senin  dosdogru  dinin  olan  İSLAM’dan  ayırma. Bizleri azıpta  yolunu  şaşıranlardan  eyleme. Bizleri  isyankarların  hilesinden  muhafaza  eyle. Bizleri  mizanda tartıları  hafif  gelerek defterlerlerini solundan  alanlardan eyleme. Bizleri  cehennem  azabından muhafaza  eyle. Bizleri  sıratı  müstakimde  saglam  duranlardan  eyle. Bizlere  dünya  ve  ahiret  saadeti  nasib eyle.  Bizleri KEVSER  ırmagı  yanında  bir  beraber  olanlardan  eyle. Ahirete  intikal  edenlerimize  gani  gani  RAHMET  eyle. Onlarıda Kabir  azabından, Cehennem  azabından muhafaza  eyle. Bizleri Güzellikler  yurdu  olan Cennetinde dinlenenler  sınıfına  dahil  eyle…Sen  her  şeylere  kadirsin  Allahım…Amin…

Sermedkadir…LU…23.04.2015.

Sermedin  sayfası: ( www.sermedkadir.de )

 

 

 

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.