Bunalım ve Stres

Cenabı Hak Enbiya Suresi Ayet.83-84.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Eyyub da: Başıma bir bela geldi, sana sıgındım, sen merhamet sahiplerinin en merhametlisisin. Diye Rabbine seslenmişti. Biz de onun Duasını kabul etmiş ve başına gelenleri kaldırmıştık. Katımızdan bir RAHMET ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere, ona tekrar Ailesini ve onların yanısıra bir katını daha vermiştik…***

Degerli Hadis kitaplarımızdan Sahihi Muslimde Cabir bin Abdullah kanalıyla gelen Hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (sav) mealen şöyle buyuruyor: ** Her hastalıgın bir tedavisi vardır. Tedavisi bulunan hastalık ta ancak Allahın izniyle geçer…**

Yine Buhari ve Muslim de geçen ve Ebu Hureyre kanalıyla Allah Rasulünün (sav) mealen şöyle buyurdugu rivayet edilmektedir: ** Allah, şifasını vermedigi hiç bir hastalıgı yer yüzüne indirmemiştir…**

Şurası bir gerçektir ki; Bu ve buna benzer Hadisi şerifler, sebepler ve neticelerin aslında varlıgını isbat etmekte açık bir şekilde gözler önüne sermekte, bu hususu inkar edenlerin görüşlerinin yanlış ve batıl oldugunu, tutarsız ve geçersiz oldugunu açık bir şekilde beyan etmektedir. Hadisi şerflerdeki: her hastalıgın mutlaka bir şifası, tedavi yolu vardır. Cümlesi, öldürücü ve Doktorların bile iyileştiremeyecegi hastalıkların tümünü içine alacak şekilde geneli kapsamaktadır…

İnanıyoruz ki; her türlü hastalıklardan kurtuluş ancak Allah Azze ve celle nin yaratacagı bir ilaç ile olur. Fakat Allah, bu ilmi ve bu bilgiyi insanlardan kaldırmış ve ona ulaşmaya da bir yol göstermemiş olur. Zira bütün yaratılmışların bilgisi Allahın onlara ögrettigi kadarıyladır. Mesela günümüz iki bin yedi yılının beşinci ayın bu son günlerinde Gazetelere bakacak olursak Kanser tedavisi Çin de mümkün oldugundan her gün Türkiyeden onlarca hastanın Çine gittigini duyuyoruz okuyoruz…

Bu gün için bu böyle; yarın Tıbbın daha da gelişmesiyle daha başka tedavisi imkansız denilen hastalıklar Allahın izni ve Yaratılanların da çaba ve gayretleri neticesinde iyileşme imkanına sahip olurlar. Bu ve buna benzer sebeplerden dolayı Peygamber Efendimiz (sav) Hastalıklardan, dertlerden şifa bulma ölçüsünü, ilaçların hastalıklara uyması ile sınırlandırmıştır…

Çünkü yaratılmışlarda var olan her şeyin aynı zamanda bir de zıddı vardır. Mesela ilaçlar hastalıgın derecesini aştıgında ya da başka başka sebepler neticesinde veya gereginden az ya da fazla alındıgında bir başka hastalıga sebebiyet verebilirler. Zaten hepimiz biliriz her hangi bir ilacı aldıgımızda mutlaka içerigini okur ve nasıl kullanmamız gerektigine bakarız. Bazı ilaçların yan etkilerine baktıgımızda ise o ilacı almaktan dahi kaçınırız bu bilinen bir husustur…

Peygamber Efendimizin buyurdugu gibi; Tedavi hastalıga uygun olmazsa hastanın şifa bulması beklenemez. Ayrıca tedavi, zamansız yapılırsa bir fayda beklemekte nafiledir, boşunadır. Bazı durumlarda ise Hastanın bedeni ilacı kabul etmedigi yahutta ilaç almaya kuvveti olmadıgı veya ilacın tesirine engel olan bir sebep oldugunda da hastalıktan tamamen kurtulmak, şifa bulmak mümkün olmamaktadır…

Ahmed bin Hanbelin Müsnedinde İbni Mesuddan rivayetine göre Peygamber Efendimiz mealen şöyle buyurmaktadır: ** Allah azze ve celle, şifasını vermedigi hiç bir hastalıgı yeryüzüne indirmemiştir. O hastalıgın şifasını bilen bildi, bilmeyende bilmedi…**

Bizim de müslümanlar olarak inancımız o dur ki; Cenabı Hak tedaviyi kabul edebilecek her hastalıgın ilacını da mutlaka yaratmıştır. Bizler mümkün oldugu kadarıyla sebeplere sarılmak durumundayız. Hastalıktan kurtulmak için elimizden geldigi kadar tedavi yollarını araştırır gerekirse3 doktor doktor gezeriz. Sonuç ve neticede mutlaka Rabbimizin dedigi olacaktır. Aynen Tedaviyi kabul etmeyen hastalıklar da bu cümleden degerlendirilmelidir…

Bir başka Hadisi şerifte Ahmed bin Hanbelin rivayet ettigine göre Peygamber Efendimiz mealen şöyle buyurktadır: ** Ziyad bin ilaka ,Üsame bin Şerikten şunları anlatıyor: Ben Hz. Peygamberin (sav) huzurundaydım. Bedeviler geldi ve dediler ki: Ya Rasulullah Tedavi olalımmı ? Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) : Evet ey Allahın kulları, tedavi olunuz. Zira Allah azze ve celle, bir hastalık hariç şifasını vermedigi hiç bir hastalık bırakmamıştır. Buyurdu. Bedeviler: O nedir ? deyince Hz. Peygamber (sav) : İhtiyarlık buyurdu…**

Bu Hadiste ve bunun gibi Sahih Hadisi şeriflerde Tedavi olmaya dair emiler mevcuttur ve vardır. Denilmiştir ki: açlık, susuzlık, hararet ve üşüme gibi hastalıkları zıtlarıyla gidermekte bir sakınca olmadıgı gibi, tedavi ve tevekküle mani degildir. Aksine, Allahın şeri bir ölçüde, neticeler için tayin etmiş oldugu sebeplere yapışmakla, tutunmakla tevhidin hakikati tamamlanmış olur…

Ayrıca ne kadar sevinsek ve ne kadar mutluluk duysak azdır ki; günümüzde dahi Her hastalıgın bir şifası vardır. Hadisi hem hastaya, hem Doktora büyük bir moral gücü vermektedir. İnsanları tedavide Hastalıktan kurtulmanın yollarını araştırmaya sevketmektedir. Çünkü hasta, O kendi bedenine musallat olan derdini hastalıgını geçirecek bir ilacın mutlaka var olduguna inanırsa , kalbi ümitle dolar, karamsar olmaz, içinde umut kapısı açılır…

Ruhu bu sebeple kuvvetlendiginde hastalıktan dolayı meydana gelen harareti, korkusu, kuşkusu ortadan kalkar. İnancımız o dur ki; Cenabı Hak her hangi bir kalbe bir hastalık verirse mutlaka onun tedavisini o hastalıgına zıd bir şeyle vermiştir. Şayet hasta tedavi olacagı, zıd olan ilacı bilir de onu kullanır ve ilaç ta kişinin o hastalıgına tam uyum saglarsa, Allahın izniyle hasta şifaya kavuşur…

Tabiiki bizler burada Doktorluk taslamayacagız büyük sözler konuşmak ta bizlere yakışmaz. Ancak bilhassa günümüzdeki hastalıkların başında, hatta Asrımızın hastalıkların başında BUNALIM hastalıgını görüyoruz. Bu hastalıga diger bir şekilde de STRES diyoruz. Stres sözcügü günlük hayatımızda son zamanlarda en çok kullandıgımız kelimelerden birisi oldu diyebiliriz…

Radyolarda, Televizyon programlarında ve Gazetelerde, saglık konuları ile alakalı konuşmalarda stres sözcügünden sık bir şekilde karşılaşır olduk. Bunalımlar, içinden çıkılamayan durumlar söz konusu oldugunda hatta Midesi yanan, Başı agrıyan, Kalbi çarpıntı geçiren, Gögüs kafesi sıkışan, endişe, korku ve sıkıntı hatta tedirginlik içindeki rahatsızlıkların sahibi olan insanımızın en çok agzına aldıgı sözcük haline geldi STRES ve BUNALIM sözcükleri…

STRES sözcügü insanlarda zorlanma yapan insanlardaki uyum ve dengeyi bozan, fiziksel, çevresel, Ruhsal, Toplumsal, ve Psiko sosyal etkenler beden yapımızda, Organizmada bu etkenlere karşı gelişen olumsuz degişiklikler bu ve buna benzer tepkiler anlatılmak için kullanılan bir sözcüktür STRES…

İlim adamlarının üzerinde durdugu sebeplere ve etkenlere bakacak olursak: Bu zorlayıcı etkenler genelde hava kirliliginden, Radyasyondan, Kalabalık toplumlar içerisinde yaşama mecburiyeti gibi fiziki olumsuzluklardan, Kimyasal bir çevre yapısından Çalışma ve İş temposunun getirdigi agırlıktan, Ev ortamının düzensiz yapısından ve Sosyal iletişim sıkıntılarının biriken yükünden dolayı sırtımıza yapışan bir sıkıntı, bir yük, bir korku, bir hayal kırıklıgı, ve ruhumuza çöken bir korku yumagıdır STRES…

Aslında insan hayatınıda hemen hemen her yaş dönemi ayrı bir kriz, korku ve bunalım dönemleridir. Gençlige girişte ayrı bir sıkıntı, Evlilik sonrası yirmi yaş sendromu, Çocukların getirmiş oldugu agır yük ve mesuliyetlerle birlikte, otuzlu yaş sorumluluk korkusu, Kırklı, Ellili ve Altmışlı yaşların verdigi ayrı ayrı korkular, hayatın ve yaşantının zorlugu, korkusu, tedirginligi ve bunların üzerine altından herkesin aynı kolaylıkla kalkamayacagı bazı sıkıntılı hadiseler hepsi hepsi aslında Stresi, bunalımları körükleyici sebeplerdir diye düşünüyorum…

Hayatın her dönemi başlı başına birer STRES odaklarıdır dedik. Mesela bazı stres halleri bireysel nedenlerden olabilecegi gibi bazı Stres sebepleri de Toplumsal nedenlerden dolayı olabilir. Mesela düzensiz şehirleşmeler, dünya ve toplumlardaki hızlı degişiklikler ve bu degişkenliklere karşı her bünyenin ayrı ayrı uyum güçlükleri de Stresi artıran sebeplerden sayılabilir…

Bireysel anlamda olaya yaklaştıgımızda ise örnegin gelecek endişesi, Aile yapılarında ve insanlar arası ilişki yetersizliginin dogurdugu sebebplerde bir stres ve bunalım nedeni olabilir. Mesela içinde yaşadıgımız bölgeyi gündeme getirecek olursak: Mutlaka bizlerde belli bir nefis taşıdıgımız için bazı şeyleri kendimize dert edinir, bazı kimseleri kıskanır ve birilerine de gıpta ile yaklaşırız, bazı kardeşlerimize imrenir bazı durum ve hallerini begendigimiz oldugu gibi, bazı kardeşlerimizin tavırları da başımızı agrıtır…

Her şeyden önce belirtmeliyim ki; Eger bir kardeşimi kıskanıyorsam bende RUHİ bir hastalık vardır ve bu hastalıgı gidermenin yollarını aramalıyım diye düşünmem icap eder. Ne olursa olsun ben bir Müslüman olarak Müslüman bir kardeşimi kıskanmamam lazımdır İyiligi, zenginligi, Cömertligi, Gençligi, ne bileyim akla ne gibi güzel hasletleri, güzellikleri geliyorsa kıskançlıgın İslama yakışmadıgını , Lakin mesela ben ondan daha fazla infak etmeliyim, ben daha fazla sadaka verebilmeliyim…

Ben İbadetlerime daha düşkün olmalıyım ya da ben Kuranı Kerimi Şu kardeşimden daha çabuk ve erken süre içinde ezberleyebilmeliyim, Fıkıh, Tefsir, Akaid, Siyer ve Kelam ilmimi daha da geliştirmeliyim bu ve buna benzer hal ve davranışlar Kıskançlıktan çok, Gıbta etmeyi beraberinde getirirki bu hususun toplumumuza ve Bireysel olarak hepimize fayda saglayacagına inanıyorum. Örnekleri daha da müsahhaşlastırırsak örnegin:

Öncelikle belirtmeliyim ki; Mutlaka benimde içimde çogu kez fırtınalar kopuyor bu durumun gayet normal olduguna da inanıyorum. Ne zamanki bu fırtınalar şimdi artık çok kullanılır olduya bir hortum gibi olur da Beden yapıma zarar verirse, yani ben kendi kendimi düşüncelerimle kontrolü saglayamazsam, işte o zaman ben zarar etmiş olurum. Önce bunalımlar, ardı arkası kesilmeyen stres kum kumaları Ruhi yapıyı dumura ugratır çökertir. Hani ne diyorlar benim hakkımda ne düşünüyorsan Cenabı Hak sana iki katını versin. Ne kadar güzel bir yaklaşım…

Örneklerimi sıralayacak olursam: Musa amcamın çalışma azmine hayranım. Elini her nereye dokundurursa orasının güzelleşeceginden eminim. Yorulmak bilmeden kendisi ve sevdikleri için gayretle ugraşması mutlaka genç nesillere örnek olmalı diye düşünüyorum. Onu kıskanmıyorum, ama çogu haline imreniyorum ve gıpta ile bakıyorum. Bu sebeple DUA ediyorum Allah İslama baglılıgını artırsın. Allah uzun ve bereketli ömür versin. Ogullarını ve Torunlarını kendisine muti –Baglı, itaatli kılsın…

Ben Abdullah Kardeşimin Ailesine ve kendisine olan hassasiyetine gıpta ve imrenme ile bakıyorum ve Dua ediyorum İslami hizmetkarlıgı ömür boyu devam etsin. Ben Ahmed Püsküllüoglunun gayretlerine ve insani tavırlarına hayranlıkla bakıyorum bu düşüncem gıptadır ve iyidir. Kendimi ona benzetebilirsem önce kendime iyilik etmiş olurum…

Yok Onun bu tavırlarını kıskanırsam içten içe onun iyi ve güzel hasletlerine çekememezlik hastalıgıyla yaklaşırsam, artık gerisini siz düşünün stresmi gelir, bunalım mı gelir arkasından huzursuzlukmu gelir yani iyi şeylerin gelmeyecegi kesin. Benim Süleyman Kardeşimin belli bir okulu bitirip Mühendis olmasını mutlulukla karşılamam gerekir dogrusu budur…

Şayet başka türlü düşünürde vay efendim ben niye daha fazla okuyupta Doktor, Savcı, hakim vs… olamadım gibi krizlere girmek ancak beden ve Ruh yapısına zarar getirir . İslam Cemaatının bir ferdi olarak Süleyman kardeşimden azami noktada nasıl faydalanmam gerekiyorsa İslama hizmet noktasında öyle yararlanırsam, yetişen gençlerimizin daha ileri seviyede okullarda okuyup belirli yerlere gelmeleri için dua etmek, hem ben hem de Cemaatteki bütün kardeşlerimiz İnşaallah huzurlu bir iş yapmanın mutlulugunu beraberce yaşamış olacagız yoksa Allah korusun, kıskançlıkla, öfke duyarak, garezle, kinle, Hasetlikle yaklaşmak, Bunalım ve Streslerin önünün alınamayacagı hareketlerdir…

Örnekleri artracak olursak Bekir Bagcı Kardeşim Ailesine ayırmak zorunda oldugu zamanını Allah rızası için Gençlerin Egitimine harcıyorsa bundan benim kendime de güzel paylar çıkarmak suretiyle sevinmem icap eder. Çünkü İslam Cemaatında mutlaka birileri örnek ahlaki durumları sergilemek zorundadır. Cenabı Hak bu kardeşimize bu konularda beceri ve çalışma fırsatı vermiş diger kardeşlerimize de başka hasletler vermiştir. Önemli olan; dogru olanı dogru zaman ve zemin içerisinde sergilemektir…

Güzelliklerine imrenerek bakıp gıpta edersek yine hem kendimize hem İslam kardeşligine katkımızın oldugu düşüncesini dillendiririz. Yoksa Allah korusun boş dedikodu, gıybet ve aslı astarı olmayan gıybetle, dedikoduyla, malayani boş sözlerle hem kendi huzurumuzu kaçırırız, hem muhatabımızın çalışma azmini ve zevkini kırarız ki kendi kendimizi Huzursuzluga ve Strese Kardeşimizi de tembellige sevk ederiz…

Bazı bazı da hayatı çekilmez hale getirmeyelim. Tabiiki her şeye boş verelim demiyorum ama baktık ki düşündügümüz meselenin içerisinden çıkamıyoruz ya o konuyu erteleme yolunu seçelim ya da bir kardeşimizle o konuyu istişare edelim. Belki de ümit etmedigimiz bir kardeşimizden istişare sonucunda öyle sözler ve öyle fikirler duyacagız ki; O an kendimizi yükten sıyrılmış, hafif, huzurlu ve bambaşka bir Ruhi konum içerisine girecegiz…

Ben ne zaman bazı kardeşlerimle bazı meseleler hakkında istişare ettimse, fikir alış verişinde bulundumsa mutlaka üzerimden sanki agır bir yükün kalktıgını hissetmişimdir. Hani ne demişler paylaştıkça dertler azalır ve mutluluklar çogalırmış. Eskilerin dedigi gibi hangi dert, bela, gam, keder ve üzüntü ve buna benzer içinden çıkılmazmış gibi haller gelirse gelsin biraz aldırmaz yapıya bürünüp, BU DA GEÇER YA HU demesini bilmekte bazı bazı işimize yaramaktadır. Yani her zaman ince eleyip sık dokumak Akıl ve Ruh yapımıza gereginden fazla zarar vermektedir diye düşünüyorum…

Cenabı Hak bazı kullarına çaba, gayret ve becerileri neticesinde ya da hiç sebepsiz bol bol rızık vermektedir. Şükürler olsunki hepimiz bu manada zengin konumundayız. Aynı Ammar kardeşimiz gibi mesela bu kardeşimiz de Allah gayretlerini artırsın Cemaat çalışmalarına, Yakın çevresine ve bilhassa genç neslin kurtarılması, İslamdan kopmaması ugruna çalışıp ugraştıgına şahit oluyoruz…

Ne diyecegiz Allah celle şanuhu daha da fazla versin ben de daha fazla kazanayım ve daha fazla İslami gayretlerim olsun diye DUA edecegiz. İnanıyorum ki dogru olan hareket tarzı da budur. Vay ben niye ondan daha fazla kazanamıyorum krizlerine girmek Stres ve bunalımın Pencerelerini genişletir sanıyorum…

Cenabı Hak bazı kardeşlerimize de Ayetlerinde bildirdigi gibi çok evlatlar veriyor Huzeyfe kardeşimizin oldugu gibi Allah cümlesine hayırlı, bereketli, ömürler nasip etsin, Allah hepsini İslamın hizmetkarı yapsın diye DUA edecegiz. İslam kardeşligi bunu gerektirir. Eger niye onun dokuz tane de benim bir tane bile yok dersek Tövbe haşa Allahın iradesine karşı gelmiş oluruz…

Türkiyenin gelmiş geçmiş en ünlü asabiyecisi Doktor Mazhar Osman diyorki: İnsanlar bir noktaya kafalarını takarlar ve o noktadan çıkamazlar işte biz o kimseye Deli deriz diyor ve ekliyor Aslında Delilik ve Akıllılık oranı bir tektir yani yüzde ellibir oranında müsbet düşünene akıllı, yüzde kırk dokuz menfi düşünene deli deriz diyor. Yani Akıllılıkla delilik oranı o kadar birbirine yakınmış Allah bizleri akıl nimetinden ayırmasın…

Kaldıki bu şekilde olumsuz düşünmek bizi bir noktada hayır amellere degil şerre, isyan bayragını açmaya, huzursuzluga ve sonunda bataklıga sürüklüyecektir. Bedeni ve Ruhi bir fayda saglamayacagı da gayet açıktır. Bakmayın siz şimdiki Dini degerlerden, mukaddesattan zayıf kalmış Karı kocaların: Biz üç ay sonra çocuk yapmaya karar verdik demelerine. Allahın iradesi olmadıktan sonra her türlü davranış ve düşünce şekillerinin faydasız olduguna inanıyorum…

Cenabı Hak Bazılarına da Şaban Kardeşimize, Bekir Altuntaş kardeşimize, Pozitif enerjili Ebuzer Kardeşimize, Orhan kardeşimize oldugu gibi, Ali demirci kardeşimize ya da şimdilerde kendi mesleginin Patronu olan Mehmet kardeşimin ve de diger kardeşlerimize oldugu gibi güzel güzel evler ikamet yerleri vermiştir. Niye onların var da benim yok dersek Kıskançlık olur, çekememezlik olur, hazımsızlık olur en hafif tabirle hoş görüsüzlük olur. Diyecegiz ki Ailesiyle çoluk çocuguyla Allah mutlu, mesut bir şekilde hayatın tadını almalarını nasip ve müyesser eylesin. Allah hepsine de uzun ömürler versin diye Dua edecegiz…

Cenabı Hak bazı kardeşlerimize de İlim heyecanı vermiştir. Bunu Ahmed ışık kardeşimizin ya da Murat Belgin kardeşimizin anlatmalarına, uzun uzun izah etmelerine hiç te gerek yok onların hal, tavır ve hareketleri bazı şeyleri ortaya getiriyor diye inanıyoruz. Bu kardeşlerimizin ilmi heyecanı, çaba ve gayretleri her nerede olurlarsa olsunlar yeterki İslam dairesinde bulunmaları bizlerin gururunu okşayacaktır…

Bazı kardeşlerimiz İslamda gurur olurmu diyeceklerdir belkide Evet bu konularda Yani İslamın üstünlügü ilan etme konusunda hani biz ona İLAYI KELİMETULLAH diyorduk, Allaha ve onun Şanlı Rasulüne baglılık konusunda ne kadar kendimizi diger kültürlüler karşısında üstün görürsek görelim bu durum bizlerin haklılıgını kat be kat artıracaktır diye inanıyorum. Burakın, Muratın, Übeydullahın, Hüsrevin, Mustafanın, zübeyirin, Ademin ve güzel sesli müezzinimiz Sabrinin bütün gençlerimizin, İçimizde saydıgım ve sayamadıgım kardeşlerimizin hepsinin de Cenabı Hak tarafından verilmiş güzel hasletleri, gıbta ile baktıgımız tavır ve davranışları mevcuttur…

Cenabı Hak hepsinin güzelliklerini, meziyetlerini, iyilik ve hasletlerini artırsın, olumsuz çirkin huyları davranışları varsa kısa zamanda bertaraf etsin yok etsin. Allah Hastalık, dert, bela , gam ve keder vermesin. Kıskançlık degil Gıpta ile bakmayı nasip eylesin. Bir bedenin uzuvları gibi İslam kardeşligini anlamayı ve yaşamayı, İlmi degerlere baglı kalmayı, Bildiklerimizle daha dogrusu ögrendiklerimizle amel etmeyi nasip ve müyesser eylesin. Stresten, bunalımlardan kurtulmuş bir hayat yaşamayı nasib eylesin…

Evet STRESİN sebep oldugu hususlar oldukça fazladır. Tembellik yapmadan düzenli çalıştıgım halde bir başka arkadaşım kadar para biriktiremem, Evim onunki kadar muntazam degil, Çocuklarımı beriki kardeşim gibi iyi egitemedigim, Hanımla öteki arkadaşlarımınki gibi uyumlu geçinemedigim, beriki kardeşlerim gibi herkesle içli dışlı olamadıgım, her hadiseyi dert edindigim, Bir başkası gibi insanlarla sıkı münasebet kuramadıgım, içine kapanık bir adam oldugum…

Hiç bir işe yaramadıgım sonucuna vardıgım, adam yerine konulmadıgıma inandıgım bu ve buna benzer bazı mantıklı bazı da ipe sapa gelmez yüzlerce binlerce beyin fırtınasının getirmiş oldugu agır bir yük gelir, Stres ve BUUNALIM olarakta kendi bedenimize kira vermeden yerleşir kalır ya o bizi yer bitirir ya da biz, İmanımızla bu amansız RUHİ hastalıktan İnancımızla onun üstesinden gelmeyi başarırız inşaallah…

Yukarıda basit ve zannediyorum anlaşılır hatlarıyla vermiş oldugumuz misallerde görüldügü gibi Hayatın vermiş oldugu günlük, yaşanılan toplum yapısının düzensizligi, Toplum yapısındaki hızlı ve baş döndürücü degişiklikler, Bu degişikliklere karşı olan uyum güçlügü, İçimizi yiyip bitiren gelecek endişesi ve korkusu, Aile yappımızda oluşan insan insan ilişkilerimiz ve bu ilişkiler içerisinde deger yargılarının farklılıgı, Deger yargılarından dolayı çatışma ve anlaşamama halleri…

Bu sebeplerden dolayı sevdiklerimizden Anne, Baba, Kardeş, Bacı, Kızımız ve Oglumuz hatta Eşimizle olan deger yargısı çatışmalarımız, bu olayların getirdigi sonuçta sevdiklerimizden ayrı kalma korku ve endişesi, İşimizi kaybetme korkusu, meslegimizi icra edememe endişesi, bütün bunların getirdigi sonuç olarak yalnızlık duygusunun çekilmezligi, dışlanmışlıgı evet bu ve buna benzer bütün hal ve davranışlar günümüz insanını bunalıma ve strese sürükleyici etkenlerdir diye düşünüyoruz…

Günümüz insanı artık belki ilkel biyolojik düzeyde tehdit edilmiyor, ancak işyerinde, Evde, Yolda, iş dünyasında, Düşüncelerinde, iç çatışmalarında, fikri ayrılıklarda günden güne zorlanıyor. Fakat İnsan Anatomik yapı olarak aynı insan oldugu için ve de en önemlisi yaratılış gayesi aynı oldugu için zorlanmaya karşı, hayatın getirmiş oldugu sıkıntılara karşı Ruhi yön itibariyle davranışları ve Fikri yapı olarak savunma mekanizmaları ve Sosyal manada koruyucu bazı yöntemler geliştirmek zorundadır…

Hayatın getirmiş oldugu çok degişik sıkıntılı, zorlayıcı yaşantı çeşitleri kişiye, topluma, içinde bulundugu yaşa, sahip oldugu kültür birikimine, kendi benlik gücüne, Bizce en önemlisi İnandıgımız Dini degerlere baglılıgımıza ve sayamadıgımız başka faktörlere baglı olarak Pisikolojik ve Sosyal saglıgımızı ve uyumumuzu derinden etkilemektedir…

Bu konuda Ruh bilimiyle ilgili Doktorların, bilim adamlarının sözlerine bakacak olursak: Sıkıntıların ve zorlamaların olumsuz hadiselerin getirdigi heyecan verici gerginlikler; basit olarak anlayacagımız sıkıntıdan, Ruhi çöküntü degişik pisikolojik hareketlere tıp diliyle Psikotik reaksiyonlara, Psikosomatik hastalıklara, Cinsel işlev bozukluklarına yani cinsel iktidarsızlıga ve hatta bagışıklık sistemine kadar geniş bir yelpazede insan saglıgını etkilemektedir. Kişinin içinde yaşadıgı psiko sosyal alan ve zorlama her hangi bir hastalıgın tedavisine verilen cevabı ve gidişini olumsuz yönde etkilemektedir…

Sıkıntının Ruhsal zorlamanın nedenleri hiç te az degildir. Mesela insan Beden ve Ruh yapısına zarar verici alışkanlıkların içki, sigara, kumar vesairenin hastalıgın yaygınlaşmasında etkili faktörlerden oldugu artık herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Araştırmalar her zaman ve genelde Amerika gibi büyük ülkelerde yapılır ya yine Amerika birleşik devletlerinde STRES ve heyecan verici gerginliklerin meydana getirdigi Bedensel tıbbi hastalıkların neticesi olan üretkenlik kaybı yılda yüz milyar dolarla ölçülmektedir…

Amerikada israf bu boyutta da Türkiye de daha mı az ? ne yazıkki hayır. Sadece senelik RAKI tüketimi milyonlarca litre olarak hesap edilmektedir. Sanki büyük bir marifetmiş gibi her sene birde istatistik tutarlar Gazetelerde yayınlanır mesela bu sene Tekirdag Rakı tüketiminde bir milyon litreyle birinci oldu, ikinci sene Bu sene Ordu ilimiz Rakı tüketiminde Bir milyon yüz bin litreyle rekor kırdı…

Bir üçüncü sene Şanlı urfada Rakı tüketiminde patlama bu sene Rakı tüketiminde birincilik Şanlı urfa da gibi haberler artık olagan kabul edilmektedir. Ya bir de halkın yüzde doksan dokuzu Müslüman olmasaydı diyesimiz geliyor. İfade ettigim hususlar aynen vakidir. Bunun yanında diger içki çeşitleri artarak tüketilmekte, dünyanın her yerinde Sigara tüketimi ve içimi bazı yasaklarla önlenmeye çalışılırken, Türkiye de yeterli önlem almak bir yana yeni yeni Amerikan sigara sektörü Ülkeye fabrikalar kurmaktadır. Allah izan versin…

Yine TIB otoriteleri diyor ki Çevre şartları canlının hayatını tehdit edecek şekilde ciddi olarak degişmiş ise vücudun bütün imkanları yardıma çagırılır ve bu suretle topyekün bir cevap elde edilmeye çalışılır. Bu sırada vücudumuzda sempatik sinir sistemi Aktif hale gelmektedir. Kana bol miktarda Adrenalin isimli hormon salgılanır. iç organ ve derideki damarlar büzüşür. Kan bu sırada faaliyetini artıracak olan iskelet ve kalp damarlarına geçer…

Kalp atışı hızlanmış, solunum derinleşmiş, kıllar dikilmiş, Mide bagırsak faaliyetleri durdurulmuş, göz bebekleri genişlemiştir. Vücut olaya karşı tedbirini almıştır. Uyum kaabiliyeti canlının en dikkati çeken ve belirgin vasfıdır. Tüm degişken olayları inandıgı degerlerin dogrultusunda degerlendirip yönlendiren ve uygulamaya koyanlar kazanacaklardır. Günümüz insanı daima varlıgını tehdit eden, onu çeşitli streslerle mücadeleye zorlayan adaptasyonu yani uyumu daima bozan bir dünyanın içinde tarihinin hiç bir devrasinde olmadıgı kadar yalnız, yapayalnız yaşamaktadır…

Bu gün milyonlarca insan, kalabalıklar içinde tek başına olmanın ızdırabını çekmektedir. Bir taraftan sanayileşmenin getirdigi yalancı rahatlık, insanlar arasındaki mücadeleyi büsbütün artırırken diger taraftan da manevi bagların gevşemesi ve maddenin katı, soguk cazibesi yirmi birinci yüzyıldaki insanımızı bu günkü içinden çıkılmaz duruma sokmuştur…

Stresler, bunalımlar ve sıkıntı günümüz insanının hislerinin, duygularının, tecrübelerinin en önde gelen deneyleri olarak hayatımızda yerini almıştır ne yazıkki. Eger insan bedeninde sıkıntı ve stres olgusu çok güçlü ise veya süresi çok uzamış ise Beden uyumunun , enerjisinin yüksek kaybı ile organizma tükenişe geçecektir. Adaptasyon, vücut direncinin kırılması Stresin bedende zemin hazırladıgı hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur…

Mesela Mide ülseri, Yüksek tansiyon, kalp hastalıkları, bagırsak sistemi rahatsızlıkları ve kanser gibi… Stres, Beyin fonksiyonlarında ve biyo kimyasında çok çeşitli degişikliklere neden olmaktadır. Beyinde kan akımı ve bunun getirdigi sentezler sonucunda normal çalışması her yönüyle etkilenir. Ve kişide davranış bozuklukları olarak kendisini gösterir. Adına bunalım deriz, Deprasyon deriz, stres deriz. Hasta bu halde iken Stres insanda agrıyı algılama seviyesi yükselir…

Ayrıca vucudun normal ısısı anormal seviyeye yükselir. Burada bir hususu belirtmek gerekirki Stres ile Deprasyon arasında kuvvetli bir ilişki mevcuttur. Deprasyon terimini, iç çöküntü hali, Ya da hiç bir şeyden zevk alamama hali, büyük bir elem, Haz duyma hissinin azalması, enerji yoksunlugu ve eksikligiyle beraber uyku, Kişide iştah bozuklugu…

Cinsel isteklerde bozukluklar gibi fizyolojik, sıkıntı huzursuzlıkla beraber suçluluk duygusu, kişinin kendi kendisini her şeyde yetersiz görmesi, Kişide ümitsizlik halleri, Kişinin kendi kendisini degersiz bulması, Degişik sistemlerde fonksiyonel düzensizlikler, günlük sosyal işler ve ilgi alanlarında daralma duygularıyla belirginleşen haller Bilinen Deprasyon bulgularındandır diyebiliriz…

Deprasyon kişilik, benlik bütünlügünü insanlar arası ilişkileri ve günlük yaşantılarını etkiler boyutta olursa en kısa yoldan psikolojik tedavi yöntemlerine zaman geçirmeden başlamak icapetmektedir. Bunalım ve Stresin, Deprasyonun ortaya çıkmasında rolü büyüktür. Depresif tutum sergileyen hastalarda stresli hayat deneyimleri daha çok sıklıkta görülmektedir…

Ancak tüm Deprasyonların stres halleriyle ilişkili oldugu ya da olması gerektigi gibi bir sonuca varmak ta dogru görülmemektedir. Deprasyon ortaya çıkarma potansiyeli yüksek olan hayatın acı yönleri diyebilecegimiz hadiseler Bu tür hastalık riski taşıyan kişilerede etki daha da artmaktadır Örnek verecek olursak:

Çok sevdigimiz bir kişinin ölümü, Büyük bir mal kaybı, Çok sevdigimiz birisinden ayrılma, İş imkanlarımızın birden bire elimizden çıkma durumu, Aile hayatımızın bozulması, Vücut organlarımızdan birisinin kaybı, Özellikle Onbir yaşından önce Anne ve Babanın yitirilmesi durumu, Sosyal hayatta hayal kırıklıgı gibi durumlar, İşsizlik halleri, Kişinin kendi kendisini uzun süre tehdit altında hissetmesi, Olayların hiç bir zaman çözüme kavuşmayacagı korku ve endişesi…

Alkol belasına kapılma durumu yani alkoliklik, Kırk yaşının üzerinde olma durumları, Sosyal destek ve güven ortamından yoksun olma durumu Kadınlarda Menapoz denilen dönem, Kişinin kendisi hakkında dedikodu çıkması durumu, çok sevdigimiz bir şahsın amansız bir hastalıga düşmesi, Ya da sevdigimiz birisinin hapsedilmesi gibi olaylar Deprasyonu körükleyici, artırıcı sebeplerden sayılabilir. Şu konuyu hemen belirtmemiz gerekir ki; Araştırmalarda Kadınlarda deprasyon olayları Erkeklerden iki kat daha fazla görülmekteymiş…

Gönlümüz arzederki Bunalımlardan, stresten, deprasyon hallerinden uzak saglıklı, huzurlu, sıhhat içerisinde sevdiklerimizle ömür boyu mesut bir hayat geçirelim. Allah kimsenin agız tadını bozmasın, Cenabı Hak Akıl saglıgımızı, Ruh saglıgımızı ve Gönül dünyamızı nuruyla aydınlatsın.

Buhari de geçen ve Ebu Hureyreden rivayet edilen bir Hadisi şerifte Peygamber Efendimiz mealen şöyle buyurmaktadır: ** Müslümanın başına gelen bir ağrı, yorgunluk, dert, hastalık, üzüntü, hatta ufak bir kaygının karşılığında, Allah, onun günahlarından bir kısmını mutlaka örter, bağışlar…**

Bir başka Hadisi şerifte, Muasb Radıyallahu anhın rivayetini günümüze Tırmizi taşıyor mealen: ** Ey Allahın Resûlü! insanların içinde en çetin belaya uğrayan kimdir?“
Şöyle buyurdu: „Peygamberler, sonra sırasıyla derecelerine göre insanlar, sonra sırasına göre insanlar. Sonra kişi dinine göre sınanır. Eğer dininde sıkı ise, Allah onu çetin bir bela ile sınar. Eğer dininde gevşekse, Allah onu dini oranında sınar. Bela, kuldan hiç ayrılmaz, onun yakasını bıraktığı zaman, kişi günahlarından arınmış olur…**

Bir başka Hadiste Peygamber Efendimiz mealen şöyle buyuruyor: ** Kim musibet anında, „innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn,“ derse, Allah onun bu musibetini giderip, sonunu iyi kılar.“İbn Abbas radıyallahu anh. Taberânî…**

Yine Peygamber Efendimiz mealen şöyle buyuruyor: ** Kul hastalandığı zaman, Allah ona iki melek gönderir: „Bakın bakalım, ziyaretine gelenlere ne diyor?“ der. Eğer gelen ziyaretçilerine karşı, Allaha hamd ederse, durumu hemen Allaha bildirirler. Allah da şöyle der: „Bu kulumun ruhunu alırsam, mutlaka onu cennetime koyacağım. Şifa verip iyileştirirsem, ona etinden daha iyi bir et, kanından daha iyi bir kan vereceğim. Üstelik tüm günahlarını da örtüp, bağışlayacağım.“**

İbni Kayyım el cevziyye (Rh.a) Zadül Mead adlı degerli eserinde diyor ki: * Kulun kendisi ve malı gerçekte Yüce Allaha aittir. Allah bunu kendisine emanet olarak vermiştir. Çekip aldıgı takdirde, malı emanet edilenden geri alınan emanet verici gibidir. Ayrıca kul iki yokluk arasındadır: Kendisinden önceki yokluk, kendisinden sonraki yokluk. Kulun mülkü, kısa bir süre için emanet bir maldır…

Bunun yanısıra, kul bu malı yoktan var etmiş degildir. Ki mülkü gerçekten ona ait olsun. Var olduktan sonra onu afetlerden koruyacakta, varlıgını ilelebed sürdürecek te degildir. Malında hiç bir rolü yoktur. Ayrıca kul, malında mülkünde, gerçek mal sahibi gibi degil, verilen emir ve yasaklar çerçevesinde hareket eden biridir. Bu yüzden malında, ancak gerçek sahibinin onayladıgı tasarruflarına izin verilir…

Kulun dönüşü gerçek MEVLA sı olan Allaha dır. Dünyayı hiç şüphesiz ardında bırakacak ve ilk yaratılışta oldugu gibi Ailesiz, Malsız ve Akrabasız bir şekilde Rabbine gelecektir. Kulun başlangıcı, hayatı ve sonu böyle olduguna göre, bir varlık dolayısıyla nasıl sevinebilir ve ya bir kayıp dolayısıyla nasıl üzülebilir. Başlangıcı ve sonu hakkında düşünmesi, bu hastalıgın en önemli ilaçlarındandır. İlaçlardan başka biri de , başına gelecek musibetin ondan şaşmayacagını, başına gelmeyenin de gelmeyecegini yakinen bilmesidir…

Musibetlerin ilaçlarından bir digeri de, Musibetin ateşini, başka musibete ugrayanların durumuna bakarak gönlünü sogutmasıdır. Herkes bilsin ki Beterin beteri vardır. Dünyaya şöyle bir baktıgında, bir sevdigini kaybetmekten ve ya kötü bir şey olmasından dolayı belaya ugrayanları, dünyadaki kötülüklerin birer rüya ve kaybolan gölge oldugunu, biraz güldürürse çokça aglattıgını, bir gün sevindirirse sürekli üzdügünü, pek az faydalandırırsa uzun süre engelledigini, iyilik doldurdugu evi gözyaşına bogdugunu, bir gün sevindirdiyse bin üzüntü gününü sakladıgını görür…

Kötülüklere, bunalımlara bir başka ilaç ise, Sabır ve Teslimiyetin – ki bu NAMAZ, Rahmet ve Allahın sabrın garantisi kıldıgı hidayettir. – ve Allaha ait olup, ona dönüşü kabullenme sevabının yok edilmesinin, gerçekte musibetten, kötülüklerden daha önemli oldugunu bilmektir. Bir başka ilacı, Sabırsızlıgın düşmanı sevindirip dostu üzdügünü, Rabbini kızdırıp şeytanı sevindirdigini, ecrini boşa çıkardıgını ve kendisini zayıflattıgını bilmektir…

Sabreder ve ölçülü giderse şeytanı çatlatır, onu eli boş döndürür. Rabbini hoşnut eder, dostunu sevindirir, düşmanını üzer, dostlarının yükünü azaltır ve kendisini teselli etmelerinden önce onları teselli eder. Sebat ve büyük olgunluk işte böylesidir; yoksa yanakları yolmak, elbiseleri parçalamak, beddua ve agıtlar, kadere öfkelenmek degil. Musibetlerin, kötülüklerin bir başka ilacı, bu belayı verenin hakimlerin hakimi ve merhametlilerin en merhametlisi oldugunu, yüce Allahın belayı, yok etmek, azap etmek ve sürdürmek için göndermedigini bilmektir…

Ondan bir Nimeti alması; Sabrını, hoşnutlugunu ve İmanını sınamak, kalbi kırık bir halde huzurunda Ona sıgınarak şikayetini Ona anlatarak Dua ve niyazda bulundugunu işitmek ve kapısına geldigini görmek içindir. Şeyh Abdulkadir Geylani şöyle diyor: Oglum; musibet seni yok etmek için gelmemiş, yalnızca sabrını ve İmanını sınamak için gelmiştir. Oglum Kader pençeli hayvan gibidir. Pençeli hayvan ise leş yemez. Kısacası, Musibet, kötülük ortaya çıkanı şekillendiren örs gibidir. Ya kırmızı altın çıkarır veya büsbütün pislik ve moloz çıkarır…

Yüce Allah kullarını sıkıntı ve bela hastalıklarıyla tedavi etmeseydi, azarlar, isyan ederler ve haddi aşarlardı. Yüce Allah bir kuluna iyilik dilediginde, durumuna göre yok edici hastalıklarından arındıran BELA ve SIKINTI verir, bu bela ve sıkıntı onu terbiye eder, temizler ve arındırırsa, dünya mertebelerinin en üstünü olan kulluga ve Ahiret sevabının en yücesi olan Allahı görme ve Ona yakın olma derecesine yükseltir… (İbni Kayyım el Cevziyye.Zadül Mead.Cilt4.sayfa.401-419…)*

İmam Ahmed bin Hanbelin Müsnedinde geçen bir Hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır: ** Birinde hüzün veya keder olunca şunu söylesin: Allahım ben senin kulunum, senin kulunun ogluyum, ÜMMETİNDEN biriyim. Kaderim senin elinde. Benim hakkımda senin hükmün geçerli, Takdir ettigin Adalettir. Kendine verdigin, kitabında indirdigin, yaratıklardan birine ögrettigin veya gayb bilgisinde kendi tercih ettigin isminle Senden dilekte bulunuyorum. Yüce Kuranı kalbimin baharı, gönlümün nuru ve üzüntümün cilası kıl. Üzüntümü gider…**

Allahım senden saglık, sıhhat, iyilik, huzurlu bir yaşantının yanında Akıl ve Ruh saglıgımızla birlikte Müslüman olarak huzuruna varmak istiyoruz. Sen şifa verenlerin en üstünüsün. Hastalara şifa, dertlilere deva verensin. Yalnız sana inanır yalnız senden medet bekleriz. Bizlere altından kalkamayacagımız dert ve musibetler verme Allahım. Bizleri senin zikrinden uzaklaştırıcı halleri verme Allahım. İtaat ve teslimiyetimiz yalnız sanadır bizleri bu İman ve İtikaddan ayırma sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…
Sermed Kadir… 01.06.2007

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert