VESİLE, TEVESSÜL ÜZERİNE NOTLAR…

Rabbimiz  Maide  suresi  ayet.35.te  mealen şöyle  buyurmaktadır:*** Ey İnananlar Allah’tan sakının, O’na ulaşmaya yol arayın, yolunda cihad edin ki kurtulasınız…***

Peygamber  Efendimiz Tirmizi’de  bizlere  ulaştırılan  hadisinde  mealen  şöyle buyuruyor:**Allahtan vesîle isteyin!“Dediler ki: „Ey Allahın Resûlü, vesîle nedir?““O, cennette öyle bir makamdır ki, ona ancak tek bir adam ulaşacaktır. O adamın ben olmasını umarım…**Ebû Hureyre (ra)…

 

Vesile: araç, vasıta, sebep gibi anlamlara gelen vesîle ıstılahta  yani dinî bir kavram olarak, Allah’a yaklaşmak veya bir dileğin kabul edilmesini ya da bir musibetin defedilmesini sağlamak amacıyla dua esnasında Allah’ın güzel isimlerinden veya yüce sıfatlarından birini, işlediği güzel bir ameli veya yaşamakta olan salih bir insanın duasını vasıta kılmak demektir.

 

Kardeşlerim, yaşadığımız çağda bir yandan fikir akımlarının etkisi, diğer yandan İslâmî konularda giderek artan eğitim eksikliği, son derece yüzeysel bazı eleştirilerin zamanla yanlış bir şekilde kemikleşmesine sebep oluyor. İtikadi sahaya dair mevzular da bu yanlıştan nasibini alıyor. Tevessül meselesinde de ifrat  ve  tefrit konumuna  şahid  oluyoruz  ne  yazıkki. Şurası  açıktırki; her  hangi  bir  mesele  ele  alındıgında  kaynaklara bakmadan, yeterince düşünülmeden ele alınan bir konu yeterince  vuzuha  kavuşamaz  inancını  taşıyoruz. Ne yazık ki vesile  meselesindede kafalar  yeterince karıştırılmaktadır…

 

Oysa aynı mevzular İslâm’ın ilk asırlarında da söz konusu olmuş ve İslâm alimleri bu konuları kesin olarak çözmüşler, Kur’an ve Sünnet’e dayanarak gerekli cevabı vermişlerdir. Vesile kelimesi “vasıta, yol, sebep, derece, yakınlık, şefaat ve fırsat” gibi hususları  içerir  aynı  zamanda “Allah katında derece elde etmek, bir fayda sağlamak veya bir zararı savmak, dünya ve ahirette arzulanan bir şeyi elde etmek için Allah’a taatte bulunup salih amel işlemek veya bir peygamber, Allah katında derece sahibi olan salih  bir  kul, bir veli üzerinden Allah’tan isteme arzusudur.

 

Ayrıca vesile konusunda  sahih hadislere  baktıgımızda, “cennette yüksek bir derecenin, bir makamın ve Hz. Peygamber s.a.v.’e verilecek şefaatin adı oldugunuda  görürüz.” (Buharî, Müslim)Vesile ile aynı kökten türemiş olan tevessül de aynı manadadır. Son devrin İslâm alimlerinden Ebu Bekir Câbir Cezâirî, “Akîdetü’l-Mü’min” adlı eserinde vesieyi şöyle tarif ediyor: “Allah Tealâ’ya yaklaşmak, huzurunda manevi itibar ve derece bulmak yahut bir faydanın elde edilip zararın defedilmesiyle ihtiyacı gidermek için salih bir amel veya salih bir zatla Cenab-ı Hakk’a yakınlık sağlamaktır.

 

”Diğer bir tarife göre tevessül, herhangi bir arzusu veya isteği olan kişinin “Allahım! Şu sıkıntımın giderilmesi veya şu isteğimin gerçekleşmesi için falan zatın senin katındaki yeri, mevkii, hakkı, hürmeti adına, onun hatırına senden istiyorum” diyerek dua edip ihtiyacını Cenab-ı Hakk’a arz etmesidir. (Muhammed Nesib Rifâî, et-Tevessül) Şüphesiz ilk tevessül Cenab-ı Mevlâ’nın isimleri ile yapılan tevessüldür. Kur’an-ı Kerim ve hadis kitapları incelendiğinde tevessülün bu kısmının büyük yer tuttuğu görülecektir.

 

Rabbimiz  Araf  suresi  ayet.180.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır:***En güzel isimler Allah’ındır. O’na o isimlerle dua edin. O’nun isimleri konusunda eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını göreceklerdir…*** Kardeşlerim  tabiiki en güzel isimler sadece Allah’ındır. En güzel isimler sadece Allah’a aittir. O halde o isimleriyle  Rabbimizi anacagız. O isimlerle Rabbinmize dua edecegiz. Rabbimizin en güzel isimleriyle Onunla iletişim içine girip Ona seslenmeye  ğayret  edecegiz. Rabbimizin en güzel isimlerini çağrıştırarak, Rabbimizin en güzel isimlerinin muhtevalarını hayatımızda canlı tutarak o isimlerin gereklerini yerine getirmeye  ğayret  sarfedecegiz  inşaallah.

 

Bu hususu ortaya koyan bir Hadisi Şerîflerinde  Peygamber  efendimiz  mealen  şöyle  buyuruyor: ** Allah’ın 99 esmâsı vardır, kim onları ihsa  ederse yani  sayarsa  muhakkak cennete girecektir…** İhsa bir şeyi bir şeyin içinden çıkarmak, ayırmak ve saymak demektir. O halde Allah’ın en güzel isimlerini ıhsa onları başkalarından ayırmak, onları Allah’tan başkalarına vermemek onları saymak hayatta onları hatırda canlı tutmak, onların muhtevalarına göre bir hayat yaşamak hâsılı onların hakkını vermek demektir.

Evet elbette ki Rabbimizin bu en güzel isimlerini Rabbimizin kendisini bize anlattığı kitabından ve elçisinin sünnetinden öğrenmek zorundayız. Allah kitabında ve elçisinin beyanlarında kendisini bize nasıl tanıtmışsa, hangi isimlerin, hangi sıfatların sahibi olarak bildirmişse Rabbimizi öylece tanıyacak, öylece o isimlerin sahibi olarak Ona iman edecek ve bu en güzel isimlerin çağrıştırdığı biçimde kendisine yönelecek, bu isimlerin muhtevalarına uygun bir biçimde kendisine karşı nasıl bir tavır takınmamızı istemişse öylece yapmaya çalışacağız. Bu isimleri bizden nasıl bir kulluk istiyorsa öylece Ona kulluk yapmaya  ğayret  edecegiz  inşaallah. Rabbimize dua ederken, bir derdimizi, bir sıkıntımızı Rabbimize arz eder ve Ondan yardım talep ederken bu isimlerle çağıracağız, bu en güzel isimlerle Onunla ilgi ve iletişim kurarak Ona iltica edeceğiz.

 

Yâni Rabbimizin bu en güzel isimleriyle tevessül ederek Ona dua edeceğiz. Çünkü bunu bize anlatan, bunu bize tarif ve teşvik eden Rabbimizdir. İşte bu âyet-i kerîmesinde Rabbimiz en güzel isimlerin sadece kendisine ait olduğunu ve bu isimlerle kendisine dua etmemiz gerektiğini beyan  ediyor. Anlıyoruz ki bu en güzel isimler sadece Rabbimize aittir. Anlıyoruz ki bu en güzel isimleri açısından kendisine ortak olacak hiç bir varlık yoktur. Bazen Kur’an-ı Kerîm içinde Rabbimizin bu en güzel isimleriyle başka varlıklara da tesmiye olunduğunu, yâni onlara da bu isimlerin verildiğini görüyoruz.

 

Bu  ayetin  tefsirlerine  baktıgımızda görüyoruzki, Rabbimizin Kur’an’daki isimlerinden birisi olan Raûf Rahîm gibi isimlerinin Rasulullah efendimiz için de kullanıldığına şahit oluyoruz. Veya meselâ Allah’ın Hâdî isminin Rasulullah efendimize ve Kur’an’a da verildiğine şahit oluyoruz. Veya meselâ Rasulullah efendimiz için de Kur’an-ı Kerîm için de Azîz isminin kullanıldığın biliyoruz. Ancak bu isimlerin onlar hakkında da kullanılmış olması kesinlikle o varlıkların Allah’a denk oldukları, Allah’a benzer oldukları anlamına gelmez.

 

Yâni ne kitabın ne de Peygamber efendimizin Allah’ın izzetine benzer bir izzetle aziz olduklarını düşünmemiz caiz değildir. Sadece şu kadarını söyleyebiliyoruz ki Azîz olan ve tümüyle izzet kendisinden olan, izzetin sahibi olan Allah, izzeti peygamberinde yaratmıştır, kitabını izzetinden şereflendirmiştir. Onların izzeti Allah’tandır, ama Rabbimizin izzeti başkalarından değil kendisindendir diyoruz. Evet en güzel isimler sadece Allah’a aittir ve bizler o isimlerle Rabbimize dua edeceğiz. Yâni onunla iletişimimizi bu isimleriyle kuracağız.

 

Yâni dua edeceğimiz konu neyse, hangi konuda ona dua edeceksek o konuyla alâkalı ismini gündeme getirerek, o ismin çağrıştırdığı mânâyı, o ismin istediği tavrı takınarak dua edeceğiz. Eğer isteyeceğimiz konu affımızsa o zaman ya Rahmân, ya Rahîm bizi affedip mağfiret buyur diyeceğiz. Eğer ayıplarımızın kusurlarımızın örtülmesi konusuysa ya Ğaffar, ya Settar diyerek, eğer konu rızık konusuysa ya Rezzak diyerek, eğer şifa konusuysa ya Şafi diyerek, eğer bir tehlikeden korunma konusuysa ya Hafız gibi isimlerle Rabbimize dua edip Onu imdadımıza çağıracağız ve de bu konuya etkin ve yetkin sadece Onun olduğuna iman edeceğiz.

 

Yâni bu isimleri konusunda, gökler ve yeryüzünde asla kendisine ortakların olmadığına, benzerlerin olmadığına iman edeceğiz. Bir anlamda Rabbimizi bu isimleriyle tanıyacak ve Ona bu şekilde iman edeceğiz. Sadece Allah’a ait olduğu haber verilen bu isimleri bu sıfatları Allah’tan başkalarına vermeyeceğiz. Allah’tan başkalarını bu isimlerle muttasıf bilerek onlara da dua ederek, onları da çağırarak, çağrıştırarak şirke düşmeyeceğiz. Meselâ âlim sadece Allah’tır. İlim tümüyle Allah’tandır ama ilminden bir kısmını bize açmıştır O Rabbimiz.

 

Kitapları peygamberleri aracılığıyla ilminden bir kısım bize indirmiştir. İşte gerçek âlim olarak Allah’ı bilmeli gerçek ilim olarak Allah bilgisini bilmemiz ve dışındakileri ise zandan ibaret, bâtıldan ibaret bilmeliyiz. İşte Rabbimizin Alîm ismi bizde bunu çağrıştırmalı, Onunla ilişkimizi bu şekilde ayarlamalı, bizim bu konuda böyle bir tavır sergilememizi gerçekleştirmelidir. Yâni ilme ulaşmak, izzet ve şerefe ulaşmak isterken de sadece Ona ve Onun kitabına müracaat biçiminde dua etmeliyiz. Çünkü gerçek ilim sadece Allah’ın ilmidir, gerçek âlim sadece Allah’tır ve ilim sahibi olan kimse de Allah’ın kitabının bilgisine sahip olan kimsedir.

 

Allah’tan başkalarını âlim görmek, ilmi Allah’ın vahyinin dışında aramak, ilim konusunda Allah’tan başkalarını çağırmak ve çağrıştırmak ise Allah  korusun şirktir uyanık  olmaya  çalışacagız. Kardeşlerim bu konuda sadece Allah’ı çağıracak, Allah’ı çağrıştıracak ve Allah’a dua edeceğiz. Allah’tan başka âlim, Allah’tan başka Azîz, Allah’tan başkalarında ilim ve izzet aramaya çıkmayacağız. Tüm isimleri böyledir. Allah’tan başka Rab, Allah’tan başka Şafi, Allah’tan başka Hadi, Allah’tan başka Rezzak, Allah’tan başka Mâlik, Melik yoktur.

Allah’ın kendisine ait en güzel isimlerini öğrenmenin, bu isimlerin istediği biçimde bir tavır sergilemenin, yâni Allah’ı Allah olarak tanıyarak Onunla Onun istediği biçimde bir iletişim kurmanın yolu, Allah’ın kitabını ve Resûlünün sünnetini tanımadan geçer. Öyleyse bu konularda şirke düşmek, yanlışlara düşmek istemiyorsak sürekli kitap ve sünnetle birlikte olmak zorundayız, bunu hiç bir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız. Allah’ın isimleri konusunda ilhada düşen, sapan, sapıtan kimseleri de ikaz  ve  izahlarımız  fayda  vermiyorsa kendi  hallerine  bırakacagız.

 

Evet Allah’ın isimleri konusunda, Allah’ın esmâsı konusunda, Allah’ın sıfatları konusunda ilhada düşen, yâni onları ezen bozan, Allah’ın isim ve sıfatlarını tahrif eden, sadece Allah’a ait olan bu isim ve sıfatları Allah’tan başkalarına da vermeye çalışan ve yeryüzünde Allah isimlerine Allah sıfatlarına haiz bir kısım varlıklar kabul ederek şirke düşen insanlarla ilgiyi  kesecegiz. Onlar bu konuda nasıl bir anlayış içine girerlerse girsinler, nasıl bir tavır sergilerlerse sergilesinler, kendi şirk anlayışlarının ürünü olarak bizlere  nasıl bir anlayış sunarlarsa sunsunlar onları terk ederek onların anlayış ve inanışlarını reddedecegiz.

 

Onların şirk anlayışlarının ürünü olan eğitimlerini, kılık kıyafet anlayışlarını, yönetim  ve  idare anlayışlarını, hukuk anlayışlarını, ekonomi anlayışlarını reddetmek  boynumuzun  borcudur. Çünkü bunların her bireri Allah’ın belli bir ismini nefiy eden şirk anlayışlarından kaynaklanmaktadır ve Rabbimiz onları terk etmemizi bizden istemektedir. Allah’ın esmâsı konusunda ilhada düşenleri terk edin. Onları dinlemeyin, onları kendinize velî ve dost edinmeyin, hayatınızı onların yasalarına bina etmeyin, hayatınızı onlara sormayın, onlarla istişare etmeyin.

 

Tabii bu ifade onlarla görüşmeyin, onlara karışmayın, onları kendi hallerine bırakıverin, onlara din duyurmayın, onlara doğruyu anlatmayın, onların hayatlarını ve inanışlarını sorgulamayın, onları oldukları gibi kabullenin demek değildir. Bütün bunları yapmakla beraber onlarla dostça bir ilişki içine girip hayatınızı onların  hayat  tarzları  ve  kaynaklarından  esinlenerek, faydalabnarak düzenlemeyin demektir. Kardeşlerim Peki acaba Allah’ın isimleri konusunda ilhadı yani  ezip  bozmayı  sapmayı, dogru  yoldan çıkmayı nasıl anlayacağız? Bu gerçekten çok önemli bir konudur üzerinde biraz biraz duralım. Yâni bu insanlar Allah’ın isimleri konusunda acaba nasıl ilhada düşüyorlar?

 

Meselâ az evvel de ifade ettiğimiz gibi Allah kitabında buyuruluyorki her konuda en ala bilen benim, tek bilen benim, ilim bendendir buyuruyor. Ama kimileri Allah’ın bu ismini nefyederek, yok  sayarak,  kapatarak, örterek bilme konusunda Allah’ı yaşantısından her  konuda  uzak tutarak içinde bulunduğumuz Nemrutların, Firavunların, Ebu Cehillerin tekrar hortlatılmaya çalışıldığı bu çağı ilim çağı olarak empoze etmeye, ilim çağı olarak sunmaya çalışıyorlar.

 

Bu çağda artık Allah bilgisine, vahiy bilgisine ihtiyacımız kalmamıştır, artık o bilgiler eski çağlarda kalmıştır, eskilerde kalmıştır, mazide ve çölde kalmıştır. Artık bugün orta çağa ait bir kısım Allah bilgileriyle, Allah yasalarıyla hayatımızı düzenlememiz mümkün değildir. Çünkü bu devirde onların uygulanmaları da bizim problemlerimize çözüm getirmeleri de mümkün değildir. Zira çağımız değişmiştir, çağ ilim çağıdır diyorlar. İşte bu iddia Allah’ın Alîm ismi şerifi açısından bir ilhaddır bir sapmadır ve şirktir, küfürdür. Çünkü Âlim sadece Allah  celle  şanuhu  iken, bu isim sadece Allah’a aitken onu Allah’tan nef-yedip başkalarına vermek ilhaddır ve sapıklıktır.

 

Veya meselâ Allah kitabında buyuruyorki Rab sadece benim. Kullarımı yaratan, onları doyurup besleyen, görüp gözeten ve onların hayat programlarını belirleme hakkına onların hayatlarına yasa koyma hakkına sahip olan sadece benim. Benden başka Rab, benden başka İlah, Melik ve Mâlik yoktur diyor. Benden başka kullarımın hayatında söz sahibi yoktur. Ama gelin görün ki kimi mülhitler hayır artık devir değişti, bizim hayatımıza karışacak, bizim hayatımıza program yapacak, yasa belirleyecek başka Rablerimiz de vardır. Tamam Allah büyüktür, Allah yücedir, gökleri yaratan odur, bizleri yaratan odur ama hayatımıza karışmaz O Allah. Bize isteklerini arzularını bildirmez O Allah.

 

Bizim hayatımızı kendi yasalarıyla düzenleyeceğimiz başka tanrılarımız var. Bizim hukuk tanrılarımız, eğitim tanrılarımız, kılıkkıyafet i tasarlayan  moda tanrılarımız, siyasal tanrılarımız, şifa tanrılarımız var. Onlar bizim işlerimizi düzenliyorlar. Allah bizim işlerimize karışmamalıdır. Çünkü bizim pis işlerimiz var, karlı ve  menfaatı  bol işlerimiz var, Allah bu işlere karışmamalı. Şimdi bu Allah bizim bu işlerimize karışır ve arzularını bize duyurursa o zaman biz onunkileri mi dinleyeceğiz? Yoksa öteki tanrılarımızın kilerini mi dinleyeceğiz?

En iyisi mi hayatımızda böyle bir kaos yaşamaktansa Allah’ınkileri duymamak daha iyidir diyorlar. Evet  kardeşlerim  bu  sözleri  birebir  ifade  etmiyorlarsada hayat  tarzlarını  ve  yaşantılarını bu  şekilde  dizayn  ediyorlar,böyle yaşıyorlar… Onun için Allah’ı ve onun elçilerini dinlememeye çalışıyorlar. Tamam Allah’a da kulluk yapalım ama başka ilahları da dinleyelim diyorlar. Yeri gelince, işleri düşünce, başları daralınca Allah’a kulluk yapıyorlar ama işleri bitince de başka ilahlara kulluk ediyorlar.

 

Toplumun benimsediği, kimsenin ayıplamadığı bir takım kulluk türleri yerine getirilsin ama hayatın tümünü bu kulluk kapsamasın diyorlar. Meselâ Kureyş müşriklerinin yaptığı gibi kendilerine servet sağlayan hac gibi ibadetlere şu anda zamanımızdakilerin de yaptıkları gibi tamam diyorlardı ama hayatlarının geri kalan bölümüne Allah’ı karıştırmıyorlar. Yâni hayatı parçalıyorlar,ya  da  işlerine  geldigi  gibi hareket  ediyorlar. Hayatımızın ibadet bölümüne Allah karışsın ama öteki bölümlerine başka İlahlar karışsın diyorlar.

 

İşte bu Cenâb-ı Hakkın Rab ismi, rubûbiyet sıfatı konusunda ilhaddır, sapıklıktır, şirktir. Kardeşlerim  mutlak  olarak Allah celle  şanuhu Azîzdir. İzzet ve şeref sadece Ona aittir ama bugün izzeti başkalarında ve başka şeylerde arayan insanlar vardır. Malda, parada, makamda, mevkiide, diplomada, doktorada statüde izzet ve şeref arayanlar vardır. Veya sadece Allah’a ait olan bu izzeti kendilerinde görenler vardır. İzzet bizdedir, şeref bizdedir, hâkimiyet bizdedir, bizim istediğimiz biçimde yaşamak zorundasınız, bizim istediğimiz şekilde giyinmek zorundasınız, bizim yasalarımıza itaat etmek zorundasınız, biz olmadan yaşayamazsınız.

 

Bizim dediğimiz gibi olun ki size izzet ve şeref verelim, bizin sözümüzden çıkmayın ki size dereceler verelim diyen insanların bu tavırları da Allah’ın Azîz ismi konusunda bir ilhaddır ve dogru yoldan  sapmadır. Şafi sadece Allah olduğu halde şifa veren biziz diyenler, Razzak sadece Allah olduğu halde rızık dağıtan biziz diyenler, bizim dediklerimizden çıkarsanız maaşlarınızı keseriz, sizi aç bırakırız diyenler, kendilerini hacet kapısı görenler, şu devlet kapısına girmişseniz artık sizin için rızık garantidir diyenler, halbuki herkes için rızkı garanti eden Allah’tır.

 

Yeryüzünde debelenen hareket eden hiç bir canlı varlık yoktur ki onların rızıkları Allah’ın üzerine olmasın. Halbuki rızık başkaları değil sadece Allah kaynaklıdır. Mutlak  surette yaratan, yaşatan, hayat veren Allaht  celle  şanuhudur. Hâlık sadece Allah’tır. Hayat Allah kaynaklıdır, Allahın  kudret  elindedir. Ama birileri gelin hayatınızı garanti  altına  alalım diyorlar ve Allah esmâsı konusunda ilhada gidiyorlar. Allah’tan başka birilerinin insanların hayatlarını, hattâ kendi hayatlarını bile garantide  görmeleri  mümkün değildir.

 

Allah bu dünyada ne kadar kalmamızı istemişse, ne kadar ömür takdir etmişse ancak o kadar yaşayabiliriz. Kimsenin bunu değiştirmesi mümkün değildir. Hâdî sadece Allah olduğu halde hidâyeti kendilerinde görenler hepsi de Allah’ın esmâsı konusunda ilhad içindedirler. Allah Celle  celaluhu Ragıyb’dir. Murakabe ve kontrol edendir. Yâni insanların nerede ve nasıl olduklarını, hangi durumda bulunduklarını bilebilen ve murakabe edebilen sadece Allah’tır. Çünkü O kişiye şah damarından daha yakındır. Siz neredeyseniz O sizinle beraberdir.

 

Allah’ın bu sıfatı, bu ismi konusunda da insanların ilhada düştüklerini görüyoruz. Allah’tan başka; insanların, insanları kontrol ettiklerine, insanların ne yapıp ettiklerine muttali olduklarına inananları görüyoruz. Veya kendilerini murakıp olarak insanlara takdim edenlere şahit oluyoruz. Veya Allah’a ait bu sıfatı kendi  şeyhine  verenleri veya başka başka  adlar  altında Rabıta  kuranları duyuyoruz. İnsanların yatak odalarına kadar girip, onların durumlarına muttali olanları veya  öyle  inananları duyuyoruz. Halbuki bu sıfatlar sadece Allah’a ait olan sıfatlardır bunu böyle bilmeyenler Allah’ın bu sıfat ve esmâları konusunda ilhada düşmüş yanlış  yolda, sapkın insanlardır.

 

Onun içindir ki bizler de ilhada düşmemek için, ayaklarımızın  kaymaması için, Rabbimizin isimlerini ve sıfatlarını esmayı  hüsnayı çok iyi bilmek zorundayız. Bunun için de Kur’an’ı ve sünneti çok iyi tanımak zorunda olduğumuzu unutmayacağız  inşaallah… Rabbimiz  bizleri  uyarıyor, bizleri Peygamber  efendimiz  aracılıgıyla ikaz  ediyor  ve  buyuruyorki, ey mü’minler! siz onları terk edin. Onları hayatınızdan, zihinlerinizden çıkarın. Sizin dünyanızda onların sözleri, onların programları olmasın.

 

Sakın ha onlar sizi sizin gözlerinizin içine baka baka kendi sapıklıklarına çağırmalarına izin vermeyin. Evlerinizde onların vahiy organlarına izin vererek onların günahlarına ortak olmayın. Dinlemeyin onların vahiy organlarını. Okumayın onların gazetelerini dergilerini.

Şunu hiç bir zaman hatırınızdan çıkarmayın ki onlar mutlaka sizi kendi cehennemlerine çekmeye çalışacaklar, kendi fikirlerini, kendi inanışlarını, kendi ilhadlarını size de empoze etmeye çalışacaklardır.

Eğer sizler bu mülhitleri terk etmez, onların programlarını izlemeye devam ederseniz unutmayın ki sizler de onların ilhadlarına ortak olmuş olacak ve sizler de günün birinde onlar gibi düşünmeye başlayacaksınız, bunu hiç bir zaman hatırınızdan çıkarmayın diyor.(A.Küçük.Besairul kuran)

 

Kardeşlerim  her  ne  yapıyorsak  mutlaka İslam  şeriatında o  temiz  billur  gibi, terütaze  olan  hiç eskimeyen  ve  eskimeyecek  olan kaynakta  bulunsun, delilimiz sahih  olsun, ayaklarımız  saglam  yere  bassın, bizleri hiç kimseler kendi süfli emellerine  alet  edemesinler.  Kardeşlerim  Vesile  ve  tevessül  konusunda  İslam  literatürüne  girmiş ilmi  verileride  aktaralım  inşaallah. Örnek  ve  önderimiz Peygamber efendimiz (s.a.v.) ibadetlerle ve salih amellerle tevessül yapılabileceğini şu hadisi şerifte açıkça ifade buyurmaktadır:

 

“İsrailoğulları’ndan üç kişi yolda yürürlerken şiddetli bir yağmura yakalandılar. Yakınlarında bulunan bir dağdaki mağaraya sığındılar. Dağdan büyük bir kaya parçası mağaranın ağzına yuvarlandı ve çıkışı kapattı. Bu hal karşısında aralarından biri diğerlerine;– Allah için yapmış olduğunuz amellerinize bakın, onların hürmeti bereketine Allah’a dua edin. Umulur ki Allah Tealâ taşı aralar ve bu sıkıntıyı giderir, dedi. Bunun üzerine içlerinden biri şöyle dua etti:– Ey Allahım! Hayli yaşlanmış anne ve babam benim yanımdaydı. Bir de henüz küçük olan çocuklarım vardı. Onları geçindirmek için hayvan otlatırdım.

 

Akşam yanlarına dönünce hayvanları sağar, çocuklarımdan önce anne ve babama içirirdim. Bir gün vaktinde gelemedim, geceye kaldım. Geldiğimde onları uyur buldum. Daha önce olduğu gibi hayvanlarımı sağdım. Onları uykularından uyandırmaya kıyamadım, elimde sütle başlarında bekledim. Bu arada çocuklar, açlıktan ayaklarımızın dibinde ağlaşıyorlardı. Anne ve babamdan önce onlara süt vermeyi uygun görmedim. Süt kabı elimde onların uyanmasını bekledim.

 

Derken sabah oldu. Nihayet uyandılar, sütlerini içtiler. Ya Rabbi! Eğer bu amelimi senin rızan için yapmışsam, bize şu kapalı yerden bir yol aç da içine düştüğümüz şu sıkıntıdan kurtulalım, dedi.Bunun üzerine mağaranın ağzını kapatan kaya biraz aralandı, fakat çıkılacak gibi değildi. Diğeri şöyle dua etti:– Ey Allahım! Amcamın bir kızı vardı. İnsanlar içinde en çok sevdiğim o idi. Ondan benim olmasını istedim, kaçındı. Nihayet bir kıtlık senesinde sıkıntıya düştü, ihtiyaçları için bana geldi. Ben de kendini bana teslim etmesi karşılığında yüz yirmi altın vereceğimi söyledim. O da kabul etti.

 

Sonunda ona sahip olacaktım. Tam isteğime kavuşacakken bana, ‘Ey Allah’ın kulu, Allah’tan kork. Nikâhsız olarak bana ilişme!’ dedi. Ben de hemen vazgeçip kalktım, o işten vazgeçtim. Altınları da ona bıraktım. Halbuki o en beğendiğim kişiydi. Ya Rabbi! Bunu sırf senin rızan için yapmışsam, içine düştüğümüz şu sıkıntıyı gider, bizi buradan kurtar, dedi.Kaya biraz daha aralandı, fakat çıkılacak gibi değildi. Üçüncüleri ise şöyle dua etti:– Ey Allahım! Ben ücretle işçi çalıştırıyordum. Ücretlerini verdim, fakat içlerinden biri ücretini almadan çekip gitti. Ben de onun payını kendi namına çalıştırıp işlettim. Birçok mal elde ettim.

 

Uzun müddet sonra o işçi dönüp geldi ve ‘Allah’tan kork! Hakkım olan ücretimi ver!’ dedi. Ben de ‘Şu gördüğün deve, koyun, inek, hayvan sürüleri ve köleler senindir. Hepsini al götür.’ dedim. Adam hayret edip, ‘Allah’tan kork! Benimle alay etme!’ dedi. Ben de, ‘Seninle alay etmiyorum. Gerçekten onlar senindir, al götür.’ dedim. O da hiçbir şey bırakmadan hepsini sürüp götürdü. Ey Allahım! Eğer ben bu amelimi senin rızan için yapmışsam, şu içine düştüğümüz sıkıntıdan bizi kurtar, dedi.O zaman kaya tamamen açıldı, adamlar mağaradan yürüyerek çıktılar.” (Buharî; Müslim; Ahmed b. Hanbel)

 

Rivayet edildiğine göre Hazreti Ali efendimizin annesi Fatıma bint Esed vefat ettiğinde Rasulullah s.a.v. bizzat kabre indi. Kabir hayatının rahat ve hoş olması için kabrin köşelerini genişletir gibi işaret buyurdu. Affedilmesi için Allah’a yalvardı ve duasını şu cümlelerle bitirdi:“Ya Rabbi, peygamberinin ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için annem Fatıma bint Esed’i affet, onu kelimei şehadet üzere sabit tut ve kendisine kabir rahatlığı ver. Çünkü sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (Ebu Nuaym, Hilye)

 

Bu  rivayettede görüldüğü gibi Peygamber efendimiz (s.a.v.), hem kendisiyle, hem de kendisinden önceki peygamberlerle tevessül edip, elinde büyüdüğü için “annemden sonra annem” buyurduğu Hz. Fatıma b. Esed r.a. için Allah Tealâ’ya dua etmiştir. Kendisi tevessül eden Peygamber efendimiz (sav) biz müslümanların da Allah Tealâ’ya yönelmesine vesile olmuştur. Zira o, dünya ve ahirette huzur bulmamıza, Rabbimizi tanımamıza, O’na yaklaşmamıza sebep kılınmıştır.

 

Allah’ı ancak O’nunla tanıyabilir, ancak O’nun rehberliğinde, örnek  ve  önderliginde  Allah’a gidebiliriz. O’nun bize öğrettiği her amelle Allah’a yaklaşır, sevap kazanırız. Bu vesile ile günahlarımız dökülür, derecelerimiz yükselir, ihtiyaçlarımız giderilir ve O’nun şefaati ile ilâhi rıza ve cennete kavuşuruz ümidini  taşıyoruz…Hakimin, el-Müstedrekinde, Beyhakînin, Delâilü’n-Nübüvvesinde,Tabarânînin, el-Mu’cemü’s-Sağirinde, Ve Heysemînin, Mecmau’z-Zevâidinde, Rivayet edildigine  göre:

 

** Adem Aleyhiselam da Peygamber  efendimizi (sav) vesile kılarak dua etmiştir. O, yasak ağaçtan yedi ve bu onun cennetten çıkarılmasına sebep oldu. Sonra kusurunu anladı, affı için ağladı ve:Ya Rabbi! Beni Muhammed’in hatırına affeyle, tövbemi kabul buyur, diye yalvardı. Yüce Allah:– Ey Adem, sen benim habibim Muhammed’i nereden tanıyorsun,” diye sordu.

 

Adem Aleyhiselam:– Ya Rabbi! Sen beni cennete yerleştirdiğin zaman arşın üzerinde ve cennetin her yerinde, ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasulullah’ cümlesinin yazılı olduğunu gördüm. İsmi senin isminle birlikte zikredilen ve her yere nakşedilen bu zatın senin katında çok kıymetli ve sevgili birisi olduğunu anladım. Bundan dolayı O’nu vesile ederek affımı istedim, dedi. Yüce Allah:– Evet, doğru söyledin, O benim habibimdir. Senin evlatlarından birisi olup peygamberlerin sonuncusudur. Seni O’nun hatırı için affettim. Eğer O’nu yaratmasaydım seni de yaratmazdım, buyurdu…**

 

Vesile  meselesi  gündeme  geldiginde  mutlaka  anlatılan rivayeti  beraber  paylaşalım  inşaallah… Peygamber efendimizin (s.a.v.) huzuruna bir kimse geldi, o sıralarda hüküm süren şiddetli kuraklıktan şikayet edip yağmur için Allah’a dua etmesini istedi. Bunun üzerine  Peygamber  efendimiz  minbere çıkıp dua etti, hemen sonra yağmur yağdı. Fakat bir müddet sonra bir grup, Peygamber  efendimizin  (s.a.v.) huzuruna gelip yağmurun haddinden fazla yağdığını, sıkıntıya düştüklerini, neredeyse helak olacaklarını söylediler. Yağmurun durması için dua etmesini talep ettiler.

 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dua etti, yağmur bulutları hemen açılarak şehrin etrafına doğru yayıldı. Bu durum karşısında Rasul-i Ekrem s.a.v. tebessüm etti ve:– Hey Ebu Talip! Şimdi burada olsaydı çok sevinirdi. Onun söylediği şiiri bize kim söyleyebilir, diye sordu.Hazreti Ali efendimiz ayağa kalkarak:– Bana öyle geliyor ki siz şu şiiri kastediyorsunuz: “Hürmetine bulutlardan yağmur beklenilen bir zat terkedilir mi hiç? / O öyle bir iyiliksever ki, yetimler eline bakar, dullar ona güvenir.”Hz. Ali r.a. bu şiirden birkaç beyit daha okuduktan sonra Kinâne kabilesinden biri kalktı ve şu beyitle başlayan bir şiir okudu:–

 

İlâhî! Hamdolsun ki Nebiyy-i Ekrem’in yüzü suyu hürmetine bize yağmur verdin. Rasulullah s.a.v. okunan şiiri çok beğendiğini söyledi. Abdullah b. Ömer r.a.’ın da Ebu Talib’in yukarıdaki şiirini sık sık tekrarladığı ve Rasulullah s.a.v. yağmur duası için minbere çıktığında bir sahabinin de bu şiiri devamlı okuduğu nakledilir. (Aynî, Umdetu’l-Kârî, VI/12)

 

Tirmizi’den  bizlere  ulaştırılan bir  hadis mealen  şöyle: Osman b. Huneyf r.a. da bir rivayetinde şunları anlatmıştır: Gözleri görmeyen bir adam Peygamber efendimize (sav) geldi ve:– Ya Rasulallah, dua edin de gözlerim iyi olsun, dedi. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v.:– İstersen dua edeyim, istersen sabret. Ama sabretmen senin için daha hayırlıdır, buyurdu.Adam, görmüyor olmanın kendisine çok ağır geldiğini ve açılması için dua etmesini istedi. O zaman Hz. Peygamber s.a.v. şöyle buyurdu:– Öyleyse git, güzel bir abdest al, iki rekât namaz kıl, sonra şöyle dua et:

 

“Ya Rabbi, ben senden diliyorum. Rahmet Peygamber’i ile sana yöneliyorum. Ya Muhammed! Ben seninle Rabbine yöneliyorum, istiyorum ki bu yönelişim sebebiyle gözlerim açılsın. Ya Rabbi! O’nun şefaatini benim hakkımda kabul eyle ve benim de kendim için yaptığım duayı kabul et.”Osman b. Huneyf r.a. şöyle diyor:“Bu zat gitti, biz daha Rasulullah s.a.v.’in huzurundan ayrılmamıştık ki tekrar geldi. Gözleri iyileşmişti.”

 

Kardeşlerim,Peygamber Efendimiz (sav) zamanında bunun gibi birçok örnek hadise yaşanırken O’nun vefatından sonra da vesileyle yapılan duaların kabul olduğu hadiseler yaşanmıştır.İbni Mace’de  geçen  rivayetle  devam  edelim. Hz. Osman efendimizin hilafeti döneminde muhtaç bir kişi ihtiyacı için Hz. Osman r.a. ile görüşme isteği ile uzun süredir yanına gidip geliyor, fakat karşılık bulamıyordu. Bir gün adam Osman b. Huneyf r.a. ile karşılaştı ve durumunu ona arzetti. O da kendisine:– Git, güzel bir abdest al. Sonra iki rekât namaz kıl ve Cenab-ı Hakk’a şöyle dua et:

 

“Allahım! Rahmet Peygamberin Muhammed s.a.v.’i vesile ederek sana yöneliyorum. O’nun hatırı ile senden diliyorum. Ya Muhammed, ben seninle Rabbine yöneliyorum. Bu ihtiyacım hallolsun” de. Sonra da ihtiyacını Allah’a arzet, dedi. Adam söyleneni yaptı. Sonra Hz. Osman r.a.’a gitti. Hz. Osman r.a. bu zata: – Gel yanıma otur, ihtiyacın ne ise söyle, dedi.O zat anlatıyor:– Hz. Osman ihtiyacımı yerine getirdi ve kusura bakma, şimdiye kadar ihtiyacını unutup karşılık veremedim, onun için geç kaldı.

 

Bundan sonra ne zaman bir ihtiyacın olursa gel, hemen ihtiyacını hallederim, dedi.Adam işi görülünce gidip Osman b. Huneyf r.a.’a teşekkür etti ve:– Allah seni hayırla mükâfatlandırsın. Sen benim hakkımda onunla konuşuncaya kadar ihtiyacımı görüp benimle ilgilenmiyordu, dedi. Osman b. Huneyf r.a. da:– Allah’a yemin olsun ki onunla senin hakkında hiçbir şey konuşmuş değilim, deyip âmâ adamın Rasulullah s.a.v.’den dua istemesi hadisesini anlatmıştır. (İbn Mâce, İkâme, 189; Münzirî, et-Tergîb, I/473-475) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gözleri görmeyen adama tevessül duasını öğretmiş ve bu olaya şahit olan Osman b. Huneyf de bu duayı Hz. Osman r.a. zamanındaki o muhtaç kişiye öğretmiştir.

 

Vesile  konusunda bir başka örnek hadise şudur: Ebu Bekir efendimiz İslâm’ı terk eden kabilelere karşı ordu hazırladığında, kendilerine cesaret vermesi amacıyla Hz. Abbas r.a.’ı yanına almış ve:– Ya Abbas! Sen Allah’tan yardım iste, ben de amin diyeyim. Umuyorum ki Nebiyy-i Ekrem’e olan yakınlığın dolayısıyla duan boşa çıkmaz, demiştir. (Aynî, Umdetü’l-Karî, 6/13)

 

Sahihi Buharide  geçtigine  göre: Hazreti Abbas efendimizin vesile kılındığının anlatıldığı bir başka rivayete göre, Ömer efendimiz. döneminde müslümanlar kuraklık yüzünden kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya geldiler. Bunun üzerine halife Hz. Ömer r.a., Hz. Abbas r.a.’ı vesile ederek Allah’tan yağmur talebinde bulundu ve şöyle dua etti:“Allahım! Bizler daha önce Peygamberimiz’i vesile edinerek sana niyazda bulunurduk, sen de bize yağmur verirdin. Şimdi ise Peygamberimiz’in amcasını vesile kılıyor ve senden talep ediyoruz, bize yağmur ihsan et!”Enes b. Malik r.a., Hz. Ömer r.a.’ın bu duasından sonra kendilerine yağmur ihsan edildiğini belirtir.

 

Buharî şerhlerinde bu hadis ile ilgili aşağıdaki açıklamalara yer verilmektedir: “Yağmur için dua etme hadislerinde kaydedildiğine göre Halife Hz. Ömer r.a., dua etmesi için Hz. Abbas r.a.’a ricada bulunmadan önce insanlara:“Rasulullah s.a.v., bir evladın kendi babasına verdiği değer ve önem kadar Abbas r.a.’a değer verirdi..” demek suretiyle onların Abbas r.a.’a tabi olmalarını ve başlarına gelecek musibetlerin gitmesi için onu vesile kılmalarını tavsiye eder ve bizzat Abbas r.a.’tan dua etmesini isterdi. O da kendisinin, Hz. Peygamber s.a.v.’e olan nesep yakınlığı ve O’nun katındaki mertebesi sebebiyle kendisiyle tevessülde bulunulduğunu zikrederek duasına başlardı.

 

Allah katında değeri olan zatların mertebesiyle tevessülde bulunmanın caiz olduğunu belirten Muhammed Zahid Kevserî rh.a., yukarıdaki bu hadis hakkında şöyle demektedir:“Hz. Ömer r.a.’ın bu uygulaması, Rasulullah s.a.v.’in hayatta olan hısım ve akrabasıyla tevessülde bulunmanın cevazına delil teşkil etmektedir.Hz. Ömer’in Abbas r.a. için, ‘Başınıza musibet geldiğinde onu yan Abbas r.a.’ı vesile edinin!’ ifadesi, ‘ondan dua isteyin’ manasına gelmez. Çünkü Hz. Ömer r.a., bu cümleyi onun dua etmesini istedikten sonra söylemiştir. Dolayısıyla bu ifade, ‘Onunla Allah’a tevessül edin!’ manasına gelir ki bu da salih zatların mertebesiyle tevessüle delalet eder.” (Makâlât)

 

İslâm Alimleri Halife Hz. Ömer r.a.’ın yukarıda söz konusu edilen uygulamasına dayanarak musibetler anında Ehl-i Beyt ve ehl-i takvanın Allah’a şefaatçi kılınabileceklerini kabul etmişlerdir. (Aynî, Umdetü’l-Kârî, 5/256) Sahabe döneminde yaşanan tevessül sonraki dönemlerde de devam etmiş, büyük mezhep imamları diğer imamları vesile kılarak dua etmişlerdir. Büyük alim İbn Hacer el-Mekkî rh.a., “Hayrâti’l-Hısân fî Menâkıbı’l-İmam Ebi Hanife en-Numan” adlı eserinin yirmi beşinci bölümünde şöyle demiştir:

 

“İmam Şafiî, Bağdat’ta kaldığı günlerde İmam Ebu Hanife’nin türbesine gelir, ziyaret eder, kendisine selam verir, sonra Allah Tealâ’ya ihtiyacını gidermesi için onunla tevessül ederdi.”Bir seferinde de İmam Şafiî hazretlerine, Mağripliler’in İmam Malik rh.a. ile tevessülde bulundukları söylenince bunu hoş görüp onları menetmemiştir. İmam Ahmed b. Hanbel rh.a. de İmam Şafiî rh.a. ile tevessülde bulunuyordu. Oğlu Abdullah buna hayret edip babasına durumu sorunca İmam Ahmed:– Şüphesiz İmam Şafiî insanlar için güneş, beden için sıhhat gibidir, demiştir.

Konunun  başında da ifade  ettigimiz  gibi Vesile  meselesi tek düzeyde  ifade  edilecek  bir mesele  degildir. Bu  hususu dile  getiren Hüsnü Aktaş hocaefendi konuyu kısaca şöyle  özetlemiştir:* İslâmî literatürde “mükellefin temel hedefine ulaşmak, arzu ettiği bir şeye nail olmak veya bir musibetten kurtulmak için, nezd-i ilahide hatır sahibi olduğuna inandığı bir şahsı aracı kılmak” anlamına gelen tevessül/vesile meselesi, Asr-ı Saadet’ten itibaren müslümanların gündemini işgal etmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de meâlen; “Ey iman edenler! Allah’tan korkun-sakının ve O’na yakın olmaya çalışın (vesile arayın) ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki felâha erersiniz” (El Maide Sûresi: 35) hükmü beyan buyurulmuştur. Ayette yer alan “ve’bteğû ileyhi’l-vesilete” ifadesini, bazı müfessirler “ittebi’u’t-tekarrube ileyhi” şeklinde ifade etmişlerdir.

Bazı Türkçe meallerde, “O’na yaklaşmaya vesile arayın” ifadesi kullanılmış ve vesileye ‘araç’ anlamı verilmiştir. Halbuki bu ayette yer alan vesile kelimesi zaten, ”yakınlaşma/yaklaşma” anlamındadır. Emir sigasıyla gelen ve Allah (cc) yolunda cihadı emreden nass, Allah (cc) ile insan arasına giren bütün maddi ve manevi engellerin ortadan kaldırılmasıyla ilgilidir. Felsefi tasavvuf anlayışının yayılması, farklı tarikatların ve ekollerin ortaya çıkmasından sonra tevessül (vesile) anlayışı; bir dileğin kabulü veya bir musibetin def’i için, “şeyhlerin türbelerini ziyaret etmek, onların ruhlarından ve yatırlarından meded ummak” şeklinde ifade edilmeye başlanmıştır.

Bu değişim tevessül konusundaki tartışmaların artmasına sebeb olmuştur. Hanbeli ulemasından İbn Teymiyye, “Halk nezdinde kendilerine kutsallık atfedilen bazı zatlar ile mukaddes mekân ve varlıklarla tevessülün insanı şirke götüreceğini’ ileri sürmüştür. İbn Teymiyye’nin, bu yorumuna ilk itiraz, çağdaşı olan İmam-ı Subkî’den gelmiş ve tevessülün meşruiyetini, sahih, hasen, merfû ve mürsel hadis rivayetleriyle ispat etmeye çalışmıştır.

Başta Hz. Peygamber (sav) olmak üzere, Allah (cc) indinde kadr-ü kıymeti bilinen kimselerle (Aşare-i Mübeşşere, fakih ve şehid sahabeler vs. gibi) tevessülde bulunulabileceğini” savunmuştur. Hadis mecmualarında, tevessülün keyfiyetini ifade eden yüzlerce mürsel ve merfû rivayete raslamak mümkündür. Ancak bu hadislerin büyük bir bölümünün, sened ve metin açısından problemli olduklarını söyleyen âlimler vardır. …Vesile kelime olarak, kendisiyle bir şeye yaklaşılan ve ulaşılan şeye denir. Başta İbni Teymiye olmak üzere bazı âlimler şahısları araya koyarak yapılan vesilenin şirk olacağını söylemişler, Sahih-i Buhari’de yer alan ‘Hz. Ömer’in (ra), Hz. Abbâs’ı (ra) vesile yapmasını, onun duasını talep etmekle açıklamışlardır.

Şahısları araya koyarak vesile uygulamalarından bir tanesi de Osmân b. Huneyf’in (ra) rivayet ettiği Hadis’tir. Gözleri görmeyen bir kimse Peygamberimiz Efendimiz’den (sav) gözünün iyileşmesi için dua etmesini istemesi üzerine Hz. Peygamber (sav): “Allah’ım, rahmet peygamberi Senin peygamberin Muhammed ile Sana yöneliyor ve Senden istiyorum. Ey Muhammed! Benim şu hacetimin yerine getirilmesi için senin Rabbine yöneldim. Allah’ım onu bana şefâatçi kıl” şeklinde dua etmesini söylemiştir. Mukakkak ki, şifa veren, hacetleri yerine getiren ve duaları kabul eden sadece Allahü Teâla’dır. O’nun dışında olan hiçbir varlığın gücü ve yetkisi yoktur. Dolayısıyla bir mükellefin, hacetlerinin yerine getirilmesini sadece Allahü Teâla’dan (cc) beklemesi zaruridir.(Hüsnü Aktaş.Misak.)

Kardeşlerim Vesile Allah’a Allah’ın istediği kulluk şekille­riyle yaklaşmaya çalışmaktır. Değilse kimilerinin iddia ettikleri gibi ve­sile Allah’la kul arasına, kulları arasına aracılar, şefaatçiler, mürşidler sokmak, Allah’a yaklaşabilmek için bunlara yakın olmaya koşmak de­ğildir. Konumuzu bu  anlamda  bir  ayeti  kerime  ile  bağlayalım  inşaallah…

 

Rabbimiz  Zümer  suresi  ayet.3.de  mealen şöyle  buyurmaktadır: *** Dikkat et, hâlis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez…***

 

Allahım bizleri her  türlü  bid’at lardan, sapık yollardan, bozuk  ve yıkıcı  akideler benimsemekten muhafaza  eyle. Bizleri  senin halis tertemiz muhkem dinini yaşamayı  nasib  eyle. Bizleri senin  mutlak  dogruların  bütünü  olan Kuranı  kerimi anlayan, kavrayan  ve gerektigince amel  edenlerden  eyle. Bizleri sünneti  seniyyeye  sımsıkı  sarılanlardan  eyle. Bizlerin hata, kusur  ve  günahlarımızı affeyle. Bizleri  sıratı  müstakimden  ayırma. Bizleri  Ehli  sünnet itikadında  devamlı olanlardan  eyle. Sen  her  şeylere  kadirsin  allahım…Amin…

 

Sermedkadir…LU…07.05.2015…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.