ÜÇ AYLAR ÜZERİNE NOTLAR…

Rabbimiz  Zariyat  suresi  ayet54,55,56,da melen  şöyle  buyuırmaktadır:*** Ey Muhammed! Sen onlardan yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin. Sen öğüt verip hatırlat. Çünkü, hatırlatmak müminlere fayda verir.  Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım…***

 

Sahihi  Buharide  bizlere  ulaştırılan  Hadisi  şerif  mealen  şöyle:Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:**Mîraç gecesi, dudakları ateş makaslarıyla doğranan bazı insanların yanından geçtim.“Ey Cebrail! Bunlar kimdir?“ diye sordum.Şöyle dedi:“Bunlar, ümmetinin, söylediklerini yapmayan konuşmacılarıdır…**Üsâme (ra)

 

Bizler İnsanoğlunun yaradılış gayesinin Allah’a kulluk yapmak oldugu  inancını  taşıyoruz.“Kulluk yapmak“ demek her hareketimiz, sözümüz ve tavrımızda Allah’ın emirlerinin bütün  ömrümüz  boyunca damgasının olması demektir. Mademki yaratılışımızda O’nun damgası vardır, aynı şekilde yaşantımızında tamamında Allah’ın dam­gası olmalıdır. Söz,  hareket  ve  amellerimizde Allahın  kitabını  ve  Peygamber  efendimizin  sünneti  seniyyesini rehber  edinmek  mecburiyetindeyiz. Bu  uğurda  her  türlü  hayırlı vesileye  sarılmak  durumundayız.  İçinde  bulunduıgumuz  Üç  aylar ise bu  niyyetimiz  için  mübarek  bir  zaman  dilimidir  inşaallah…

İslâm’ın mübarek saydığı hicrî kamerî aylardan Recep, Şaban ve Ramazan ayları. Bu aylar ve diğer dokuz ayın süreleri, ayın hareketlerine göre belirlenmektedir. Kameri ayların süresi, şemsî ayların süresine nazaran değişiklik arzeder. Kamerî sene, şemsî seneden on bir gün daha kısadır. Ayrıca kamerî ayların diğer bir özelliği şemsî aylarda olduğu gibi senenin aynı mevsimine değil, değişik mevsimlerine tesadüf etmesidir.

Mesela, kamerî bir ay olan Ramazan ayı, senenin mevsimlerini dolaşır. Hicrî ve kamerî aylar arasında küçük önem taşıyan ve „üç aylar“ diye adlandırılan Receb, Şaban ve Ramazan ayları mübarek aylar olarak kabul edilirler. Bu ayların Müslümanlarca önemli ölçüde değer kazanmasının sebepleri arasında  Peygamber Efendimizin(sav) bu aylar hakkında verdiği haberler gösterilebilir. Rasûlüllah (s.a.s) bir hadis-i şerifinde;**Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayım ve Ramazan ümmetimin ayıdır…** buyurmuştur. Ayrıca Peygamber Efendimiz, Receb ayı girince, ** Âllahım! Receb ve Şabanı bize mübarek kıl. Bizi Ramazana ulaştır…** diye dua ederdi.

Üç ayların değerini ifade eden diğer bir önemli özellik ise beş mübarek kandil gecesinden dördünün bu aylar içinde olmasıdır. Regaib gecesi, Recep ayının ilk cuma gecesine, Mirac gecesi, Recep ayının yirmi yedinci gecesine, Berat gecesi, Şaban ayının on beşinci gecesine, Kadir gecesi ise Ramazan ayının yirmi yedinci gecesine rastlar.(Şamil islam Ansiklopedisi.) Hz. Peygamber (s.a.s) Şaban ayında çok oruç tutardı. Hz. Aişe, Rasûlüllah (s.a.s)’ın bu aydaki orucu hakkında şöyle der:** Şaban ayındaki kadar çok oruçlu olduğu bir ay görmedim **(Tecrid-i Sarih, VI, 295).

Ramazan ayının fazileti ise çok daha yücedir. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır:** Ramazan geldiğinde Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da bağlanır… (Müslim) ** Receb ve Şaban ayları, rahmet ayı olan Ramazanı karşılayan aylar olup Ramazan ayının müjdecisidir. Dinimizde ayrı bir değeri olan üç ayların, kişide insanî özelliklerin olgunlaşmasında ve iradenin kontrol altına alınmasında rolü büyüktür.  Zira Receb ve Şaban aylarının feyzinden bereketinden ve bu aylarda bulunan Regaib, Mirac ve Berat gecelerinin rahmetinden istifade yolunu tutan Müslümanlar, Ramazan ayında ise her türlü kötülükten kendini uzak tutar ve insanî vasıflarının artmasına gayret ederler. Nihayet Kadir gecesinde yapacağı ibadet ve tevbe ile manevî hazza ulaşırlar.

Bu nedenle özellikle, bu aylarda bol bol istiğfar etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kur’ân okumak ve dua etmek en uygun davranışlardır denilmiştir. Cenab-ı Hakk’a nâmütenahi/sonsuz hamd ve senâlar olsun ki; kandiller geçidi Üç Aylar’a yeniden kavuştuk. Herbiri başlıbaşına bir feyiz ve bereket kaynağı, birer rahmet ve mağfiret menbaı olan bu aylar tevbelerimize vesile olmak üzere peşipeşine geliyor.

Üç Aylar olarak bilinen Recep Şaban ve Ramazan ayları çok feyizlidir. Bu  günlerde Mübârek Ramazan ayının müjdecisi olan Şaban ayının içindeyiz. Peygamer Efendimiz (sav) bu aya ** Benim  ay’ım.**beyanında bulunmuştur. Herbiri mü’minlerin şuurlanmalarına vesile olabilecek bu mübarek aylar, her sene mü’minlere hayatın büyük bir sür’atle akıp gittiğini haber vermek üzere gelen: * Birer misafir, Birer ikaz lâmba ve levhalar gbidirler… Kültürümüzde, Misafir hürmet ister, hizmet ister…    İkaz, insanın kendisine gelmesine, ne olduğunu, görevinin ehemmiyetini bilmeyi ihtardır. Bir ömür, kimbilir nice ihtar ve ikazlarla geçip gidiyor. Önce kendimize soralım: Bu ikaz ve ihtarlarla: * Bizi biz yapan hasletlere ulaşabiliyor muyuz? * Emperyalist kâfirlerin tuzağına düşmekten kendimizi koruyabiliyor muyuz? * Asıl görevimizin ev bark satın almak, oturduğumuz evde kendimize bile barınacak yer bırakmamak üzere eşya doldurmak olmadığını, aksine; Hakk’ın hâkimiyeti ve dinimizin izzeti için çalışmak olduğunu anlayabiliyor muyuz? Asıl mesele burada…*

 

Ömür su gibi akıp geçiyor, bunun farkına varabiliyor muyuz ? İşte üç aylar bu akışı haber vermek üzere her yıl bir daha geliyor, tabir caizse bir daha kapımızın ziline basıyor. Bu sesi duyabilenlere, bu ikazla kendini toparlayabilenlere müjdeler olsun… (M.Özcan) Mübârek üç aylar içinde öyle feyizli geceler vardır ki, Allahu Tealanın sonsuz rahmeti bereketi bu gecelerde (daha fazla) yağmur gibi mü’minlerin üzerine rahmet  olup  iner. * Regaib gecesi, Allah-u Teâlâ’nın kullarına bağışta bulunduğu bir rahmet gecesidir.* Mirac gecesi, dinimizin direği namazımızın mü’minlere farz olduğu bir mübârek gecedir.*

 

Beraat gecesi, Allah’a şirk koşmayan bütün inançlı kulların günahlarından kurtuldukları bir kurtuluş gecesidir. * Kadir Gecesi, içinde Kadir Gecesi bulunmayan bin aydan daha hayırlı bir gecedir. İşte Üç Aylar’ın faziletini artıran, bereketine bereketler katan bu gece ve gündüzler eğer inananları, kendilerini bulmaya vesile olmadan geçiriliyorsa mü’minlerin daha çok çekecekleri var demektir. Her şeyden önce bir nefis muhasebesi yapmak mecburiyetindeyiz. Biz kimiz ? Niçin ve kimin için yaşıyoruz? Bu sorunun cevabını şu mübarek günlerde bulmak durumundayız.

 

Zamanımızda „Cadı kazanı“ gibi kaynayan dünyada hâdiseler, mü’minlerin Allah’ın verdiği görevleri ihmal ettiklerinin isbâtıdır diye düşünüyoruz. Müslümanların derileri bedenlerinden yüzülürken, kadınlarına tecâvüz edilirken Arakanlı, Suriyeli, Iraklı, Filistinli, Mısırlı, Sudanlı,Dogu  Türkistanlı Müslümanlar Zalim rejimlerin  elinde  inin  inim  inletilirken,  Türkiyeli, Arabistanlı, Almanyalı, Hollandalı, Fransalı, Asyalı, Afrikalı, Amerikalı… Müslümanım diyen toplumlar televizyonunun karşısında çayını yudumlarken İslâm’a ve Müslümanlara saldıranları tebessümle seyrediyorsa, kendilerine en ufak bir hisse çıkaramıyorlarsa, ne yaparlarsa yapsınlar  bu tavır onların, iman lezzetine erişemediğinin tezahürüdür, açık bir belirtisidir.

 

İşte, mübârek Üç Aylar ve bunlarda peşipeşine sıralanan mübârek geceler bizim: * Hangi noktada olduğumuzu bilmek durumundan dolayı ve  kendi  kendimize  özeleştiri yapmamız  için önemlidir.* Durum muhakemesi ve muhasebesi yapmamız, tefekkür etmemiz, kendi dışımızda yaşayan din kardeşlerimizi düşünmemiz açısından önemlidir. Çünkü mübarek gün ve gecelerin asıl kudsiyeti bizi nefis muhasebesine dâvet etmesi sebebiyledir. Bizler inananlar olarak bu dâvete icabet etmek durumundayız… Kardeşlerim  yaşadıgımız  hayat, Dünya bizi aldatmasın…

 

Bu  aylarda  olsun  ğayrete  gelelim. Ebu Bekir el-Verrak’ın dediği gibi “Recep ayı ekini ekme, Şaban sulama, Ramazan ise hasat ayıdır.” (Letaifu’l-Mearif) Ramazan ayındaki bütün nimetlere ulaşabilmek için her zaman hazırlıklı olmak lazımdır. O  nimetlere  layık  olmayı  bilmemiz  gerekmektedir. En azından haram aylarından olan ve Regaib ile Mirac gecelerini içerisinde bulunduran Recep ayını ganimet bilmek gerekir. Peygamber  Efendimizin (sav) şu duasını da dilimizden eksik etmemeye özen göstermeliyiz mealen:**Allahım! Receb ve Şaban’ı bize bereketli kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır…** (Ahmed b. Hanbel)  Kısacası şunu söylemek istiyoruz: Eğer Receb ve Şaban aylarını iyi değerlendirir, tevbe kapısını aşındırırsak, Ramazan’da zirveye ulaşacak olan manevi ikramların muhatabı olabiliriz.

 

Bunun için: * Tevbeye sarılmalıyız. “Ben günde yetmiş sefer (bazı rivayetlerde yüz sefer) tevbe ederim* diyen rahmet Peygamberine uyarak tevbe etmeliyiz. Zifiri bir gecede, denizin karanlıklarındaki balığın karnından “Senden başka ilah yoktur; Seni tenzih ve tesbih ederim. Ben zalimlerden oldum.” (Enbiya/87) diyerek inleyen Yunus Aleyhiselamın dua  ve  niyazlarına, iniltilerine eşlik ederek tevbe etmeliyiz. Karşılaştığı olayları tevbe sebebi görüp, bütün bir ömrünü Ona  layık  bir  kul olma çabasıyla  sürdürmeliyiz. Keşke  yapmasaydım  dememek  için  günahlardan, haramlardan  uzak durmalıyız…

 

İnşaallah bir daha ben yapmayacağım.” Senin  emir  ve  yasaklarını  devamlı  göz  önünde  bulunduracagım,  yakarışları ile geçiren Allah dostlarının yollarını  yolumuz  bilerek  Nasuh tevbe  kulpuna  sarılmalıyız. Alemlerin Rabbi karşısında hiçliklerini iliklerine kadar hisseden İslam  alimlerinin  tavsiye  ve  ögütlerine  kulak  verecegiz  inşaallah ve her  an kendimizi  hesaba çekip temizlenmeye  ğayret  edecegiz. Bunun için de devamlı Allah’ın yardımına sığınmalıyız. Kardeşlerim  inanıyoruzki, Kainatın varoluş gayesi, Yüce Yaratıcıya iman, itaat ve sevgidir. Bütün kainat bunun için yaratılmıştır.

Bütün  Kainat, bu gerçeği ispat eden delillerle doludur. İnkara sebep olacak tek bir delil dahi yoktur. Allah’ı inkar edenler, isyankarlar ,“biz Allah’ı tanımıyoruz” derken, Allahu Teala’nın yokluğunu değil, kendi gaflet ve cehaletlerini ispat ediyorlar.  Kainatta temeli ve zemini mevcut olmayan küfrün kaynağı, şeytanın batılı süslemesi, nefsin vesvesesi, hilesi ve insanı yanıltmasından ibarettir. Allaha  ve  onun  şanlı  Rasulüne  inanan Hakkı gören kalb gözü, gaflet ve isyanla kapanınca, kalp geçici olarak şaşırmış, inkara sapmış; eğriyi doğru, sakatı sağlam, faniyi baki, sanmıştır.

 

Kalp, hidayet nuru ile aydınlanır, tevbe suyu ile yıkanır veya ölüm  gerçegini  düşünerek  gaflet  uykusundan  uyanırsa, işin doğrusunu anlar ve inkar ortadan kalkar   inancını  taşıyoruz. İnsan, Allah’a iman ve sevgiyi vicdanında hissedip, tadacak kabiliyette yaratılmıştır. Bütün hücrelere ve zerrelere tevhid, yani Allah’ın varlığı ve birliği sinmiştir. Ruhumuz  Misak  ahdinde  vermiş  oldugu  sözün bilincini  ve  şuurunu her  zaman  diliminde  özellikle  bu  üç  aylarda  daha  fazla taşımalıdır…

 

Rabbimiz  araf  suresi  ayet. 172.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır:*** Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, onlara: „Ben sizin Rabbiniz değil miyim“ demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: „Evet şahidiz“ demişlerdi. Bu, kıyâmet günü, „Bizim bundan haberimiz yoktu“ dersiniz, diyedir…*** Kardeşlerim, Rabbimizin     Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye sorulması ve  ruhlarında, Belâ ya Rabbi! Biz şahit olduk dedikleri  hadise  misak  olayıdır.Hadislerde anlatıldığına göre, ruhlar âleminde Rabbimiz herkesi konuşturuyor.

 

Kur’an’ı kerimde  beyan  edildigi  üzere Rabbimiz ruhları kendi nefislerine şahit tutarak, onlardan böyle bir ahid almıştır. Daha önce sizleri yaratmadan ya da cisimlerinizi yaratmadan önce sizden mîsâk almıştık buyuruluyor  Rabbimize  verdiğiniz sözlerimizi  her  zaman  aklımızda  tutacagız ve  yaşantımızı  hayatımızı bu vermiş  oldugumuz  mîsâka göre ayarlama  ğayreti  içerisinde  olacagız  inşaallah. Gündemimizde sorumlu  olacagımız ahidimiz  olacak, Hayatımızı bununla düzenlemek üzere bu mîsâkı hiç  bir  zaman  hatırımızdan çıkarmayacagız inşaallah. Hayatımızda çok lüzumsuz şeyleri taşıyacagımıza lüzumsuz hadiseler üzerinde kafa yoracağımıza Rabbimizin bu âyetlerini gündeme almak ve onlar üzerinde düşünmek zorundayız.

 

Bizim hayatımız için, bizim geleceğimiz için İmanımıza  sahip  olmamız  her türlü  şeytanıın  şerrinden  korunmamız teslimiyetimizi,  itaat  ve  baglılıgımızı göz  önünde  bulunduracagız  inşaallah… Bizleri yaratan, bizleri yoktan var eden, bizleri doyurup besleyen, bizlere sahip olduğumuz her şeyi veren, bizleri koruyup gözeten, bizim üzerimizde  yegâne hâkimiyet egemenlik sahibi olan, bizlerin hayat programımızı belirleyen, bizleri nerede, nasıl ne  şekilde hareket edeceğimizi, nasıl bir hayat yaşayacağımızı, hayatımızda nasıl bir hukuk, nasıl bir ekonomi uygulayacağımızı, nasıl giyineceğimizi, neyi nasıl düzenleyeceğimizi belirleyen Rabbimiz bizleri başıboş ve  kendi  halimize  bırakmamıştır.

 

Öncelikle sorumlu  oldugumuz  kulluk  şuuru içerisinde Rabbimizle olan  irtibatımızı her  zaman  oldugu  gibi bu içinde  bulundugumuz  üç  ayların  fazilet, bereket  ve  Rahmetini  de  vesile  edinerek  yaşantımızı  sürdürürsek  inşaallah  kurtulanlardan  oluruz… Hayatımızın  her  anında Misakımızı  aklımızda  tutmamız, yaşantımızın  her  anını Rabbimizin emirleri, buyrukları, beyanları  dogrultusunda sürdürmemiz hususunda hassas davranmamız  icap  etmektedir. Çünkü  geçen  zaman  dilimi  için ne  kadar  hayıflansak, pişmanlıgımız ne  derece  yüksek  olursa  olsun ya  da  keşke  öyle  yapmasaydım, keşke  öyle  söylemeseydim, keşke  o tür  hareket  etmeseydim gibi nedamet  sözcüklerimizin  bizlere  bir  faydası  dokunmayacaktır…

 

Geçen  günlerin günah, kusur  ve  hatalarına nasuh  bir tevbe  etmekten  başka yapacagımız hareket bundan  sonraki  hayatımızı Rabbimizin emir  ve  yasaklarına  harfiyyen  uyarak yine  Rabbimize  iltica  edecegiz Bizim hayat programımızı, bizim yaşam biçimimizi belirleyen sensin, bizim hayatımıza kulluk maddesi alan sensin, boyunlarımızdaki kulluk iplerinin ucu elinde olan sensin, seçimini seçim kabul edeceğimiz, çektiği yere gideceğimiz, yasalarını uygulayacağımız Rabbimiz sensin ya Rabbi.

 

Bizler senden başkalarını Rab tanımayacağız, senden başkalarının hayat programlarını uygulayıp onlara kulluk etmeyeceğiz, senden başkalarının hatırına hareket etmeyeceğiz diyerek Rabbimize nasılki  galu  bela  diyerek  söz  ve  ahit  verdiysek sözümüze  sadık  kalarak Müslümanca  yaşamanın  sebat  ve azmi içinde  olacagız  inşaallah… Mübarek  üç  aylarında  feyiz, Rahmet  ve  bereketinden nasibini  alarak Rabbimize verdiğimiz bu ahid üzere yaşarsak o zaman bizler bu ahidlerimize sadık kalmışız demektir.

Hayatımızın tümünde yalnız Onu Rab kabul edip, yalnız onun yasalarını uygulayıp, sadece Ona kulluk edip sadece Onun istediği biçimde yaşarsak sözümüze sadık kalmış olacağız demektir. Aksi takdirde bunun dışında bir hayat yaşarsak, Allah’tan başkalarını Rab bilir, Allah’tan başkalarının yasalarını uygular, Allah’tan başkalarının çektiği yere gider ya da kendi hevâ ve heveslerimizin istediği bir hayatı yaşamaya kalkışırsak o zaman da bu ahidlerimizi bozmuş ve yoldan çıkmış oluruz Allah korusun. Kardeşlerim  şurası  bir  hakikattirki, Eğer bir kimse Allah’a verdiği bu söze riâyet etmiyorsa bu adamın insanlara verdiği sözlerine riâyet ettigide düşünülemez. Rabbiyle ahdine sadık davranmayan bir kimseden insanlara karşı sadâkat beklemek  hayal  olur  sanıyorum.

 

Şeyh  Sadi Şirazi diyorki: Namaz kılmayan birisine sakın borç para vermeyin. Çünkü namazı terk ederek Rabbine karşı borcunu düşünmeyen bir adamın sizin borcunuza sadâkatini düşünmeniz aptallıktır. İnanıyoruzki  yaratılış  fıtratımızda  teslimiyet  var,  İman  var,  itaat  var. İnanmak  büyük  bir  ihtiyaçtır  aynı  zamanda. Fıtratımızdan anlıyoruz iman  gerçegini. İnsan olarak bizim fıtratımız ortaya koyuyor ki Rabbimizle aramızda böyle bir sözleşme gerçekleşmiştir. Buna  şeksiz  şüphesiz  inanıyoruz. Bir  örnekle  konumuza açıklık  getirecek  olursak;

 

Meselâ  darda kaldığımız zaman, zorda kaldığımız zaman çok ciddi bir tehlike anında ister mü’min olsun ister kâfir herkes Allah’a yalvarmaktadır. Bundan anlıyoruz ki tüm insanlarda fıtrat tevhiddir, öz cevher tevhiddir, şirk ise sonradan ona arız olmuş bir kabuktur. İşte böyle çok ciddi bir tehlike anında insan fıtratı açığa çıkmaktadır. Fıtratın üzerini örtmüş olan kabuk o anda dökülüveriyor ve insanın fıtratı açığa çıkıveriyor. Evet fıtratımız da ispat ediyor ki biz Rabbimizle böyle bir sözleşme gerçekleştirmişiz. Cenabı  Rabbul  alemiyn bizleri  söuleşmesine  sadık  kalanlardan  eylesin…

 

Mutlak  dogru  ayetlerden  anlıyoruzki; Kıyâmet günü ya Rabbi biz bundan bu  durumlardan gafildik diyemeyecegiz. Bizim böyle bir şeyden haberimiz yoktu diyemeyecegiz.  Senden de, senin Rabliğinden de, hayat programı belirlediğinden de, din gönderdiğinden de, yarın bizi tüm yaptıklarımızdan sorumlu tutacağından da haberimiz yoktu diyemeyecegiz. İpe  sapa  gelmez  mâzeretler ileri süremeyecegiz.

 

Allah  korusun  eger İslamdan  başka yaslara  uyduysak, bu  zamanda  bu hüküm  olurmu  dediysek, Kuran  ve  sünneti  seniyyeye  haşa  itiraz  edenlerle  bir  ve  beraber  olduysak, Tesettüre, sakala, sarıga, küçümseyerek  bakanlarla  irtibatı  devam  ettirdiysek, bizlere  verilen ömür emanetini hor  kullandıysak, evlatlarımıza önce  senin  dinini ögretecegimzi  yerde üç  yaşından itiaaren çagdaş  sapıklıkları  talim  ettirdiysek, İslam  şeriatını  yaşamayı  sürekli  olarak  ertelediysek bizler  ebediyyen  kayıp  edenler sınıfına gönüllü  yazılmışız  demektir  Allah  korusun…

 

Rabbimiz. Senin bizim Rabbimiz olduğunu bilmiyorduk, onun içindir ki biz kendimize yasa belirleyen başka Rabler bulmuştuk. Senin hayat programı belirleyici olduğunu bilmediğimiz için, içimizden birilerinin yasalarını uygulamaya çalıştık. Hayatımızı onlara göre düzenledik, onların istediği gibi giyinip kuşandık, onların istediği gibi hukuk yaptık, onların istediği gibi bir hayat yaşadık, kulluğu sadece sana yapacağımız yerde onlara yaptık diye yarın bir mazeretle Rabbimizin  huzuruna  varmak  istemiyorsak içinde  bulundugumuz  üç  ayların  hürmetine Aklımızı  başımıza  alalım, Rabbimizin  istedigi  gibi  kul  olmaya  ğayret  sarfedelim  inşaallah…

 

Unutmayalımki,Canlı cansız her şey, Yüce Yaratıcının birliğine, azametine, rahmetine,  kudretine ve sonsuz ilmine şahittir ve istendigi  anda  şahitlik  edecektir. Bütün bunları idrak edecek akıl, şuur, his ve sevgi insana verilmiştir. İdrak ettiğini ilan ve ifade edecek dil de insanda var. İnsanı iyi tanımalı ve kalbine girecek bir yolu bulmalı. Çünkü o kalbte, ruhumuzun Elest Bezminde Rabbimize  verdiğimiz  misakı kesinlikle  unutmamalıyız. Yüce Yaratıcı bütün ruhlara: “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye sorunca, bütün varlığı ile insanlar: “Evet, sen bizim Rabbimizsin” dediler, demek zorunda kaldılar.

 

Çünkü, henüz gafletle perdelenmemiş ruh, bu hakikatı itiraftan başka bir şey yapamazdı. İlahi sevgi, bilgi ve şuur insan vicdanına yerleştirildi. Böylece insanın ruhu, fıtratı, benliği ve vicdanı hakka ayna görevi yaptı. Onun vücudundaki harika intizam ve kainattaki hayret verici nizam, Allahu Tealâ’nın Rablığına ve birliğine en büyük delil oldu. İnsan ve kainat, ilahi tecelli ve kanunların uygulandığı bir mahal yapıldı. Bundan sonra insan, zaruri olarak Allahu Tealâ’nın kanunu üzere doğup büyümekte, yaşayıp ölmekte ve ilahi huzura gitmektedir.

 

Bu, zaruri bir itaat; bizden istenen ise, kendi  cuzi irademizle severek, isteyerek ilahi emirlere uymak olacaktır  inşaallah. Kardeşlerim,  Din, Allah’ın gösterdiği yol ve uyulmasını istediği edebler bütünü. İslam dini, Allahu Tealâ’nın insanlardan uymalarını istediği ilahi emirler, hükümler ve edeblerden oluşuyor. Bütün bunlar, temiz bir akılla anlaşılır ve bozulmamış bir fıtratla yaşanırsa, insanın kalbini güldürür, vicdanını rahatlatır ve bütün ihtiyaçlarına cevap verir.

 

Yeter ki, vicdanla din buluşturulsun. Akıl  ile  nakil yani  mutlak  dogru  olan  nasslar birbirini  desteklesin. Rabbimiz Rum  suresi  ayet.30.31.32.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** (Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur.İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.
Hepiniz O’na yönelerek O’na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden olmayın.
Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her fırka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir…***

 

Evet  inanıyoruzki, Bu yaratılışın gereği, sadece O’na kulluk yapmak ve yalnız O’na bağlanmaktır. Peygamber  efendimiz bu  konudaki  bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır: **Her doğan çocuk, fıtrat üzere (Allah’ın dinini anlayacak ve yaşayacak kabiliyette) doğar. Ne var ki, anne babası onu ya Yahudileştirir, ya Hıristiyan yapar veya Mecusiliği aşılar (böylece insan asıl halinden ve safiyetinden çıkar).” (Buhari, Müslim)

 

Allahu Tealâ, bir kudsi hadiste de, insan fıtratının nasıl bozulduğunu mealen şöyle belirtmiştir: ** Ben, bütün kullarımı sadece bana kulluk edecek özellikte yarattım. Fakat onları şeytanlar kandırıp dinlerinden uzaklaştırdılar. Benim kendilerine helal kıldığım şeyleri onlara haram yaptılar, onlara bana şirk koşmalarını ve yarattığım şeyleri değiştirmelerini emrettiler.” (Müslim, Nesai)** Hadiste belirtildiği gibi, insan fıtratının aslı temiz ve sağlamdır.

 

Ancak, insan ve cin şeytanlarının müdahalesi ile insan aslından uzaklaşıp bir başka hale giriyor. Olumsuz çevre, kalbi hak   yoldan, hayır ve  hasenattan, İslamın  güzelliklerinden şeriatın  emirlerinden farklı  hareketlere  sevk  ediyor. Kardeşlerim  üç  ayların  girmesiyle İslami  yaşantımızda daha titiz, daha  hassas davranmamız mutlaka  bizlerin  menfaatına  olacaktır. İnanıyoruzki İnsan fıtratına ve ahlakına etki amillerin  başında  aile gelmektedir.

 

Aile reisi, önce kendi kalbini ve nefsini fitnelerden korumakla görevli oldugu  şuuruna  varmalıdır. Sonra anne-babanın, çocuğun güzel şeyleri öğrenmesi, taklitle de olsa Yüce Yaratıcısını tanıması, onun adını anması için ilk adımı atmaları gerekir. Ana  ve  baba  evlatlarına örnek  bir  islami  ailenin nasıl  olması  hususunu  yaşantılarıyla hal, hareket, tavır, ibadet  ve  taatlarıyla göstermek  zorundadırlar. Unutmayalımki  çocuklarımız dini öğrenmek için delile değil, örneğe bakarlar. Gördüklerini taklit ederek ibadete başlar. Sonra bazı sorular sorar; mesela ”ben nereden geldim, bu güneş kimin, yağmur nasıl yağıyor?” gibi. Varlıklar ve yaratılış hakkında hem düşünür, hem soru sorar. İ

 

çindeki gizli Allah sevgisi ve kulluk hissi, bu şekilde bir derece açığa çıkar. Anne ve babanın, çocuğun Allah ve kainat hakkındaki sorularına çok kolay cevaplar vererek onunla ilgilenmeleri; “sus, sen bunları bilemezsin, anlamazsın, sen önündeki yemeği ye, bunlar senin neyine!” gibi kalbi soğutucu söz ve davranışlardan şiddetle kaçınmaları gerekir. Unutmayalımki, Din, insanı zora sokmak, fıtratını bozmak için değil, kalbini huzura kavuşturmak, müşkülünü gidermek ve insandaki kabiliyetleri geliştirmek için gönderildi. Kalbi dine ısındıracak en güzel yol, Allahu Tealâ’nın hidayetinden sonra sevgidir.

 

Allah’ın rahmeti, insanları Allah için sevenlerle beraberdir. Kardeşlerim  bizim  örnek  ve  önderimiz  Peygamber  efendimizdir. Örnegin  Miraç  hadisesi  daha  gerçekleşmedigi günleri hatırlayalım.Çöl havası, bütün harareti ile ortalığı kavururken Rasul-ü Ekrem’in (A.S.) içini, Hz. Hatice’den (R.A) ayrılmanın üzüntüsü sarmıştı. Her halinden üzüntüsü belli oluyordu. Mekke müşriklerinin üç yıldır Rasulullah’a, akrabalarına ve müslümanlara uyguladıkları o uğursuz boykot henüz bitmişti.

 

Boykot süresince bütün malvarlığını müminlere dağıtan, her zaman Rasulullah’ı teselli eden, teslimiyet ve fedakarlık abidesi, müminlerin annesi, Hz. Hatice (R.A.) vefat etmişti. Müslümanlar, daha boykottan kurtulmanın sevincini hissedemeden bu vefat haberi ile sarsılmışlardı. Peygamber  efendimiz (sav) Hazreti  Hatice annemizin kabrine indi ve İslam’a ilk önce girme şerefine nail olmuş yirmibeş yıllık hayat arkadaşının mübarek bedenini kendi elleriyle toprağa verdi. Hz. Hatice validemizin ayrılığı üzerinden çok geçmemişti ki, bir gün Hz. Ali (R.A.) Rasul-ü Ekrem’in (A.S.) yanına çıkageldi.

Hasta yatağında ızdırap çekmekte olan yaşlı babası Ebu Talib’in yanından geliyordu. Verdiği haber çok acıydı. Efendimizin amcası Ebu Talib de vefat etmişti. Bu haberle, Efendimizin gönlü bir kat daha yaralandı ve mübarek gözyaşlarını tutamayarak ağlamaya başladı. “Şu ümmet üzerinde, bugünlerde toplanan iki musibetten hangisine daha çok yanacağımı bilemiyorum” diyerek üzüntüsünü dile getirdi. Rasulullah’ın amcası Ebu Talib, iman etmemişti ama ölünceye kadar Efendimizin kolu-kanadı, müşriklere karşı savunucusu olmuştu.

 

Bu haber, Efendimizin günlerce evinden dışarı çıkmamasına sebep oldu. Bir süre sonra Peygamber  efendimiz emaneti mucubince, çevre kabilelere İslam’ı anlatmaya çıktı. Bütün olumsuzluklara rağmen tebliğe devam etti. Yapılan hakaretler, iftira ve eziyetler, O’nu yolundan çevirmiyordu. Arada bir imana gelen kişilerle  teselli  buluyordu.

Gerçek sevgili olan Rabbu’l-Alemin, alemlere rahmet olarak gönderdiği Habibini en güzel şekilde teselli edecek, O’nun gönlünü üzüntü içinde bırakmayacaktı. Nitekim o yıl içerisinde bir akşam vakti, Rasul-ü Ekrem (A.S.) Kabe’nin yanında Hatim denilen yerde uzanırken, Cebrail (A.S.) geldi ve Burak ismi verilen vasıtaya bindirerek, Mekke’deki Mescid-i Haram’dan, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürdü. Oradan da, birlikte manevi bir vasıta ile göklere yükseldiler.

 

Gök katlarında Adem Aleyhiseam,  İdris Aleyhiselam, Musa Aleyhiselam ve  İbrahim Aleyhiselam  ile görüşerek “Sidretü’l-Müntehâ”ya kadar çıktılar. Cebrail (A.S.), Sidre’den öteye geçemeyeceğini söyleyip, Rasulullah’a (A.S.) ilahi huzura giden   yolu gösterdi. Rasul-ü Ekrem buradan itibaren “Refref” isimli bir binekle Cenab-ı Hakk’ın huzuruna alındı. Bu gecede nice sırlara mazhar olan Rasulullah (A.S.), vasıtasız olarak vahye muhatap oldu.

 

Allah’ın birliğine inanan bütün Ümmet-i Muhammed’in günahkarlarının, günahlarının cezasını bir müddet çektikten sonra cennete gireceği müjdesi ile Bakara suresinin son iki ayetini getirdi. Bunların yanında Mirac’ta, şu emirler Efendimize bildirilmiştir:  Allah’tan başkasına kulluk etmemek,Ana ve babaya iyi davranmak, Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hakkını vermek, Cimri ve müsrif olmamak, Evladını yoksulluk korkusu ile öldürmemek, Fuhuş ve zinaya yaklaşmamak, Cana kıymamak,

 

Yetim malı yememek, Ahdi (verilen sözü) yerine getirmek, Ölçü ve tartıda hile yapmamak,  hakkında bilgi sahibi olunmayan şeyin ardına düşmemek, Yeryüzünde gurur ve kibirle yürümemek, büyüklük taslamamak. (Bkz. İsra/22-39)Rasul-ü Ekrem (A.S.) Sidre’ye indiğinde Cebrail’i (A.S.) asıl şekli ile gördü. Cennete gideceklerin erişecekleri mutlulukları ve cehennemi hak edenlerin çekecekleri cezaları gördü. Daha sonra gökten Kudüs şehrine indiler ve orada Rasul-ü Ekrem, bütün peygamberlere imamlık ederek birlikte namaz kıldılar.

 

Buradan Mekke’ye döndüler ve Efendimiz (A.S.) Hatim’e ulaştığında, hiç ayrılmamış gibi yattığı yerin sıcak olduğunu hissetti. Üstüste gelen birçok üzüntünün, Efendimizin (A.S.) kalbini yaraladığı, O’nu ağlattığı bir sırada, Mirac’ta, birçok sırlara mazhar olup, Cenab-ı Hakk ile konuşma nimetinin ikram edilmesi tabir  caizse gönlüne merhem oldu. Mevlâ, habibini en güzel şekilde teselli etti. Ertesi gün Rasul-ü Ekrem (A.S.), bütün bu gördüklerinin anlatılabilecek kısımlarını insanlara anlattı.

 

Efendimiz, daha önceden hiç gitmediği Kudüs, Mescid-i Aksâ ve yoldaki kervanlar hakkında ayrıntılı bilgiler vermesine rağmen, müşrikler yine inanmadılar ve O’nu yalanladılar. Müminlere gelince, onlar can-ı gönülden Rasulullah’ın anlattıklarını kabul ettiler. Hatta Ebu Bekir efendimiz  daha Peygamber Efendimiz ile görüşmeden duyduğu Mirac mucizesi için, “Eğer Rasulullah söylüyorsa muhakkak doğrudur.” diyerek sadakatin zirve noktasını fiili olarak gösterdi.

 

Daha sonra inzal edilen İsra suresinin ilk ayetinde Cenab-ı Hakk, bu geceyi şöyle anlattı: “Bir gece,  kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir.” (İsra/17) Beş vakit namazın farz kılındığı bu gecede, her namazın ümmetin miracı olduğu müjdelendi.

 

Müminler olarak bizler de, her namazımızda Mirac’ı yaşamaya çalışmalı, onun sırlarından ve manevi hisselerinden hissedar olmaya gayret etmeliyiz geçtigimiz  günlerde yani, Receb ayının 26’sını 27’sine bağlayan gece, Mi’rac mucizesinin gerçekleştiği o mübarek geceyi  müminler  ihya  ettiler. Bu gecenin bir çok nimet ve bereketlerle dolu olduğu, İslam alimleri tarafından kabul edilmiştir.

Bu gecede elimizden geldiğince tevbe, namaz, Kur’an okuma, zikir, sadaka ve diğer hayırlı amelleri artırmaya çalışmalıyız. Bu geceyi bir muhasebe fırsatı olarak görüp, bundan sonraki hayatımıza Mirac mucizesinin nimetlerinden nasip etmesi için Allah’a  dua ve  niyazda  bulunmak  müminlerin  vazgeçilmez  vasfı  olduguna  inanıyoruz… Kardeşlerim üç  ayların  fazileti hususunda  dilimiz  dönsede  kalplerin  yumuşaması adına, sevgi  aına, muhabbet  adına güzellikleri  dile  getirmek  umudunu  taşıyoruz.

 

Konumuzu bitirirken önümüzdeki  günlerde  yani Şaban  ayının 14-15.gecesi inşaallah ihya  edecegimiz Berat gecesi  hakkındaki rivayeti paylaşalım…Zaman Saadet Asrı… Şaban ayının onbeşinci gecesi. Medine sokakları gecenin sessizliğine bürünmüş. İki cihan serveri Peygamber  efendimiz Aişe  validemizin evinde. Aişe validemiz, gecenin ilerleyen bir saatinde uyanınca, Efendimiz’i yanında bulamadı. Kalkıp O’nu aramaya başladı. Evde olmadığını görünce dışarı çıktı. Gecenin karanlığında “Baki” mezarlığının ortasında bir siluet gördü. Ona doğru  ilerlemeye başladı.

 

Yaklaştıkça onun Rasul-ü Ekrem (A.S.) olduğunu anladı. Efendimiz başı gökyüzüne çevrili bir vaziyette, mezarlığın ortasında ayakta duruyordu. Validemizin iyice yaklaştığı bir esnada Efendimiz (A.S.), ona seslendi ve diğer hanımlarından birisinin yanına gitmiş olacağından endişe ederek mi kendisini aramaya çıktığını sordu. Aişe  validemiz de öyle bir düşünce ile yola çıktığını itiraf eyledi.

 

Bunun üzerine Peygamber  efendimiz (sav) mealen şöyle buyurdu: ** Şaban ayının onbeşinci gecesinde Allahu Tealâ, dünya semasına (rahmeti, bereketi ve ikramları ile) iner. Bu gecede Kelb Kabilesi’ndeki koyunların sırtındaki tüyler sayısınca insanı affeder.” (İbnu Mace, Tirmizi, Ahmed b. Hanbel) (Kelb kabilesi, koyun sürülerinin çokluğuyla tanınmış bir kabiledir.)

 

Hz. Ali’den (R.A.) rivayet edildiğine göre, Rasul-ü Ekrem (A.S.) şöyle buyuruyor: “Şaban ayının On beşinci gecesi olunca, o geceyi ibadetle (ve hayırlı amellerle) geçirin. Gündüzünde de oruç tutun…” (İbnu Mace)Huzurumuz, İslam’ın yaşanmasına bağlıdır. İnandık, derken inanmayanlar gibi yaşamanın, iman ve kurtuluş açısından hiçbir önemi yoktur.Batı, kültür emperyalizmiyle halkı Müslüman ülkeleri istila ederek insanımızı öz değerlerine bile düşman etmiştir.

 

Özel günlerimiz bu bataklıktan topyekün çıkmamıza vesile olmalıdır. Bu günleri birlik, beraberlik, kardeşlik vaazlarına vesile yapmak, asıl mesajın üzerini kapatmak, kamuflaj etmek kime hizmettir, bu bilinmelidir artık.Şimdi asıl ifadelendirmek istediğimiz noktaya geldik: Mübârek günlerin gereğini yapmak demek, bugünlerin bütün anılarıyla yaşanacağı bir ortamın gerçekleşmesi için çalışmak demektir.Bugünlerin anlamlarıyla hayata yansımasının önlendiği ortamlarda sorumsuzca hareket etmek, bugünleri günümüzdeki anlamıyla bir hâtıra olarak kabul etmek demektir.

 

İslâm ile gelen herşey bir hâtıra unsuru olarak değil, yaşanmak için gelmiştir.Hiçbir mübârek gün ve gecenin bugün anlaşılan mânâda bir merasime ihtiyacı yoktur. Merasimlerle oyalanmak yerine İslâm ile yeniden dirilmeye tâlip olalım. Artık bazı maddi ve manevi degerlerin kabuguyla oyalanmak yerine nüvesine inelim, özüne inelim. Tabiidirki; Müslüman senenin her gününde her ayında,her saatinde, her dakikasında, her saniyesinde Rabbı ile bir olmak zorundadır.

 

Ama bazı günler vardırki; yukarda sayıldıgı gibi Müslümanlar dahada hassas olmak zorundadır. Müslümanın hayatınnda; Üç ayların özelligi vardır. Mevlid kandilinin özelligi vardır, Regaib gecesinin özelligi vardır, Mirac gecesinin özelligi vardır, Berat gecesinin özelligi vardır, Kadir gecesinin özelligi vardır, Cuma gününün özelligi vardır, Ramazan ayının özelligi vardır, Hacerül esvedin ve Zemzemin özelligi vardır. (Buyurulmuşturki; **

 

Her taş taştır ama Hacerül esved başkadır, her su sudur ama Zemzem başkadır.**) Ve en önemlisi Dinine diyanetine baglı kalırsa, Allahını, Peygamberini aklından çıkarmazsa diger insanların yanında Müslümanın özelligi ve güzelligi vardır. İnanıyoruzki; İmanla yaşayıp, imanla ahirete göç eden kimse kesinlikle mahzun olmayacaktır. Allah (cc) en degerli varlıgımız İmanımızı elimizden almasın.

 

Allah’ım Bizi içinde  buludugumuz üç  ayların  feyzinden,  bereketinden, rahmetinden nasibini  alanlardan  eyle. Bu  mübarek ayların  hürmetine  bizleri ğaflet  uykusundan  uyndır. Bizleri dünyada Peygamber Efendimizin (sav) dîninden, yolundan, tarzından, sünnetinden,örnek  ve  önderliginden uzak eyleme. Âhirette Peygamber Efendimiz’in (sav) şefaatinden, muhabbetinden, yakınlığından ve berâberliğinden ayırma. Bize O’nun sünnetini ve getirdiklerini gücümüz yettiğince anlama ve yaşama nimeti lutfet. Bizi Peygamber efendimize (sav) karşı, Dinimiz İslama karşı, Kitabımız Kurana karşı, vurdumduymaz ve duyarsız kılma. Bizi Rahmetinden mahrum eyleme. Sen her şeye kadirsin Allahım. Amin…

Sermedkadir…LU…28.05.2015…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.