Rabbimiz Bakara suresi ayet.256 ve 257.de mealen şöyle buyuruyor: *** Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir. Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar…***
Peygamber efendimiz (sav) Sahihi Muslim’de bizlere ulaştırılan bir hadisinde mealen şöyle buyuruyor: ** Bende önce bir ümmet içinde Allahın gönderdigi hiç bir Peygamber yoktur ki ümmetinden ona yardımcı ve arkadaş olan kimseler bulunmasın. Bu yardımcı ve arkadaşlar Peygamberlerininin sünnetini yerine getiririler ve onun emrine uyarlardı. Sonra onların ardından öyle nesiller geldiki yapmayacakları şeyi söylerler ve emrolunmadıkarı şeyi yaparlar. Kim onlarla diliyle cihad ederse o mümindir. Kim onlarla kalbiyle (bugzederek) cihad ederse o mümindir. Bunun gerisinde artık hardal tanesi kadar dahi iman yoktur…**
Tağut kelimesi TUĞYAN masdarındandır. TAĞUT, insan hatırasına hakim olan, hakka zulmeden, Allahın kulları için çizdigi sınırları çiğneyen her şeydir. Tağut, Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthane, kâhin, sihirbaz. ALLAH’ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluşların tümüdür. „Tuğyan“ ALLAH Teâlâ’ya isyan etmek anlamına gelmektedir.ALLAH’ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur. Onda Allaha inancın eseri olmadıgı gibi, Allahın koydugu şeriatlada alakası yoktur.
Kardeşlerim, Allah celle celaluhu ile baglantısı olmayan her program ve Allaha baglanmayan her çeşit tasavvur, sistem, edeb ve alışkanlık tağuttur. Otoritesini Allahın sisteminden almayan her idare, allahın şeriatı üzere durmayan her çeşit sistem, hakka tecavüz eden her düşmanlık tağuttur. Allahın otoritesine, uluhiyyetine, hakimiyetine düşman olmak bilinmelidirki en azılı düşmanlıktır en şedid azgınlıktır işte bu azgınlıgın cümlesi tağuttur.
Tağut, ALLAH (c.c)’a karşı isyan etmekle beraber O’nun kullarını kendisine kul edinmek gayretinde olandır. Bu ise şeytan, sözde din adamı, dinî veya siyasî lider veyahut da idareci olabilir. Bu sebepten dolayı bir insanın müslüman olabilmesi için tağutu reddetmesi gerekmektedir. Rabbimiz başlangıçta almış oldugumuz ayette: Artık kim Tâğutu inkâr edip Allah’a iman ederse o, kopması olmayan sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir, bilendir…buyurmaktadır.
Ali Küçük hocaefendi diyorki: Kim tâğutu reddeder ve Allah’a iman ederse. Anlıyoruz ki iman işinde tevhid işinde ilk yapılması gereken şey tâğutları reddetmektir. „Allah’tan başka İlâh yoktur.“ diyerek, Allah’tan başka İlâhlık taslayan tüm İlah taslaklarının İlâhlığını olumsuz kılarak Allah’a iman isteniyor. Demek ki tevhidin ilk şartı Allah’tan başkalarını inkâr etmek, yok farz etmek değil tâğutları inkâr etmektir. Çünkü Allah’tan başka itaat edilecek peygamber, baba, ana, koca, emir gibi mekânizmalar da vardır.
Bunların tümünü reddetmek istenmiyor bizden de tâğutları inkâr etmek isteniyor. Yâni bizden iki şey isteniyor: Tâğutları inkâr etmek ve Allah’tan başkalarından İlâhlık vasfını kaldırmak. Tâğutları tümüyle reddedeceğiz, tâğut olmayanların da sadece İlâhlık derecelerini reddedecek ve bu İlahlık derecelerinin dışındaki derecelerini de kabul edeceğiz. Peygamberlik derecesi, babalık derecesi, kocalık derecesi, emirlik derecesi gibi. Demek ki Allah’a imandan önce tâğutları red yâni küfürden teberrî etmek küfürden tevbe etmek şarttır. Ve bu tevbenin şartı da tâğutları asla tanımamaya, içinde tâğutlara asla yer bırakmamaya kesin karar vermektir.
O halde „Kim tâğutu reddeder ve Allah’tan başka İlâh yoktur“ ifadesi bir bakıma kelimei tevhidin tefsiri sadedindedir. Evet müslüman olmanın ilk şartıdır bu. Tâğutu red ve Allah’a iman. Tâğutlar reddedilmeden Allah’a iman edilmez. Bu ikisi birlikte olmadan müslümanlık iddiası boştur. Hem tâğutları kabul hem de Allah’a iman mümkün değildir. Bir adamın müslüman olabilmesi için önce tâğutları reddetmesi gerekmektedir. Ancak tâğutun reddedilebilmesi için de elbette onun ne olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Çünkü tâğutun ne olduğunu bilmeyen kişi pek tabiidir ki onu reddedemez.
Bilmediği bir şeyi reddetmek, reddetmesi gereken bir şeyi reddetmemek ya da reddetmemesi gereken bir şeyi reddetmek Allah’ın istediği ve razı olduğu bir red değildir. Öy-leyse kişi reddettiği şeyin ne olduğunu bilmek zorundadır…(Ali küçük, besairul Kuran…)
Ahmet el Kettan yazmış oldugu eserde diyorki: İslam şeriatına göre Tağut kelimesi şu beş mana çerçevesinde toplanır: 1.) Şeytan rabbine karşı nankörlük edip isyan etti, insanoglunu saptırıp azdırma müsaadesi aldı. 2.) Kahinler, müneccimler, falcılar, sihirbazlar ve ğayb ilmini bildiklerini iddia ederek onları yaptıgını yapanlar. 3.) Put olsun, ağaç olsun, insan veya hayvan olsun, allahtan ğayrı tapınılan her şey. 4.) kanunlarında Allah dinine karşı sınırı aşan zalim idareci ve Allahın indirdigi hükümlerin ğayrısı ile hükmeden idareci. 5.) İslam şeriatına uymayan bütün metod, düşünce, pozisyon, edeb, görenek… 6.) Tağuttan hoşnut olup ona bağlanan, tağuta kulluga çağıran, tağutun davet ettigi şeye sahip çıkanda kendi sapıklıgı içinde tağuttur…
Tağut azgınlıkta sınır tanımayan ve yer yüzünde allahın kanunlarını çiğneyen, dolayısıyla kendisini Allaha eş tutmaya çalışan veya put gibi kendiliginden olmayan ve yahut kurdugu düzen ve hile ile kendisine halkın taptıgı her şey tağuttur. Hakkı çiğneyen veya hakkı gasp edip haddi aşan her şey tağuttur. Tağiyye ise inatçı zorbadır. Büyüklenen ahmak, zalimdir. Ki o yaptıgı şeye dikkat etmez. İnsanların hem mallarını yer, hm de onları ezer. Ne bir sakınca duygusu vardır onda , ne de bir korku onu zulmünden vaz geçirir.
Tağıyye ahmak ve zalimdir, şüphe üzerinde durur, bi,le bile insanların hakkını gasp eder, zulümle, büyüklenerek onları ezer, onlara karşı büyüklük taslar, onlara aldırmaz,onları adam yerine koymaz. Ahmak tağiyye insanların kederinden etkilenmez, onlara acımaz, kalbi titremez, silahını onların tam kalbine yöneltir. Tağut ile tağiyye arasındaki fark ğayet açıkır. Tağiyye insanların kendisine ibadet etmelerini emretmez. Onları buna çagırmaz. Kendisini Allaha eş tutmaz. Ancak emri altındakilere zulmeder, onlara katı davranır. Bununla beraber Allahın programını bozmaz ve onu başkalarıyla degiştirmez…(Tağut, Ahmet El Kettan…s.27.28)
Evet defalarcada ifade etsek yeridir: Tâğut; tağa, tuğyan haddi aşmak, sınırı çiğnemek demektir. Haddi aşan sınırı çiğneyen her şey tâğuttur. Tâğut kelimesinin şer’i mânâsı ise; Allah ve Resûlü’nün belirlediği ölçülerin dışına çıkarak, Allah’ın belirlediği kanunların, yasaların dışında kanun koyarak insanların Allah kanunlarını bırakıp kendi kanunlarına uymaya zorlayan ve böylece haddini aşan kişi tâğuttur. Allah’a karşı isyan edip, azgınlaşıp, zorla veya gönül rızasıyla insanların kendisine ibâdet ve itaat etmelerini isteyen gerek şeytan, gerek insan, gerek put, gerek müessese ve kurumların hepsi tâğuttur.
Kanunları, görüşleri, hükümleri Allah kanunlarının önüne geçirilip, onları putlaştırıp insanların ona boyun bükmeleri istenilen her varlık Firavun gibi, Nemrut gibi tâğuttur. İnsanları Allah yolundan uzaklaştırmak isteyen, insanları Allah dinini öğrenmekten men eden, yâni din eğitimini yasaklayan her program, her sistem tâğuttur. Allah’ın insan hayatı için belirlediği kulluk yasalarından habersiz olarak, kitap ve sünnete müracaat etmeyerek kendi hayatını belirlemeye kalkışan, kendi kendine bir hayat programı belirleyen herkes tâğuttur.
Allah karşısında bilgi iddiasında bulunan; Allah bilirse biz de biliriz. Bizim de bilgimiz var. Bizim de aklımız var. Bizim de keyfimiz var. Biz de biliriz kılık kıyafetin nasıl olacağını. Biz de biliriz eğitimin nasıl olacağını. Biz de biliriz nereden kazanıp nerelerde harcayacağımızı.
Biz de biliriz nasıl bir hukuk yapacağımızı. Biz de biliriz nasıl bir hayat programı belirleyeceğimizi, diyerek Allah karşısında bilgi iddiasında bulunan her insan tâğuttur. Örnegin, Sen öyle diyorsan, biz de böyle diyoruz. Sen kılık kıyafetiniz şöyle olsun diyorsan, biz de böyle olacak, diyoruz. Sen mîrasınız şöyle olsun diyorsan, biz de böyle olmalı, diyoruz, diyerek Allah karşısında bilgi iddiasında bulunan herkes tâğuttur.
Ya da Allah karşısında güç iddiasında bulunalar da tâğuttur. Allah varsa biz de varız. Allah’ın gücü varsa bizim de gücümüz var. Allah’ın cehennemi varsa bizim de kodeslerimiz var. Allah’ın melekleri varsa bizim de silahlılarımız var. Biz de asar keseriz. Biz istedik mi asarız. Biz istedik mi keseriz. Biz istedik mi asarız. Biz istedik mi kestiririz, diyerek Allah karşısında güç ve kuvvet iddiasında bulunanlar da tâğuttur.
Allah’a ve Allah’ın emirlerine isyan edip, kendi kendine uyup, kendi hevâsını, kendi düşüncesini ve aklını putlaştırıp, kendi kendisini mâbud yapmış kişi de tâğuttur. Bugün dünyada; Kuran ve sünneti seniyyeyi inkâr ederek, insanların çoğunluğunun rızasına göre kurulduğu iddia olunan bütün demokratik sistemler, Allah (cc)’ın hükümlerine mukabil ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad etmektedirler.
Dolayısıyle bütün demokratik sistemler, bu noktada „tâgûtî“ özellikler taşırlar. Bu bir anlamda bütün ideolojik sistemler için geçerlidir. Daha genel bir ifade ile, İslâm dışındaki bütün sistemler, tâgûtîdir. Tâgûtların hükümlerine göre yönetilen bütün yerler de tağuti özellikleri taşımaktadır. O beldelerde yaşayan mü’minlerin Allah (cc)’ın indirdiği hükümlerin gâlip gelmesi uğruna cihad etmeleri farz-ı ayndır.“
Şurası unutulmamalıdır ki, tâgûtun hükümlerine „evet“ diyenler, Allahû Teâla (cc)’nın dinine küfretmek durumundadırlar. Bunu ister bilerek ister bilmeyerek yapsınlar durum asla değişmez. Çünkü Hz. Âdem (as)’den itibaren bütün peygamberlerin insanlara; „Allah’a ibadet edin, tâgûta kulluktan kaçının“ diye tebligat yaptıkları „muhkem âyetlerle“ sabittir. Rabbimiz Nahl suresi ayet.36.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Andolsun ki biz, „Allah’a kulluk edin ve Tâğut’tan sakının“ diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur…***
Seyyid Kutub bu ayet hakkında diyorki: İşte Allah’ın kullarına emrettiği budur. Kulları için dilediği de budur. Hem yüce Allah, insanlara yaradılıştan yapmaları mümkün olmadığını bildiği veya zorunlu olarak tersini yapmak durumunda bıraktığı bir şeyi emretmez. Allah’ın emrine aykırı davranmaya Allah’ın razı olmayacağını gösteren delil de, onun mesajını yalanlayanların cezalandırılmasına dikkat çeken şu ayettir: „Yeryüzünde geziniz de peygamberlerini yalanlayanların sonunun ne olduğunu görünüz.“Her şeyi bir hikmete bağlı olarak yaratan Allah’ın iradesi, insanı hem doğru yolu hem de sapıklığı tercih edebilecek bir yetenekte yaratmayı dilemiştir.
Onlara iki yoldan birini seçme özgürlüğü vermeyi uygun görmüştür. Ayrıca onlara akıl vermiştir. İki yönelişten birini bununla tercih etsinler diye… Yanısıra evrene, göze, kulağa, duygulara, kalbe ve akla hitap eden ayetler yerleştirdi. Gece ve gündüz boyunca hangi tarafa yönelirse yönelsin insanın bu delillerle karşılaşmasını sağlamıştır. Bütün bunlardan sonra Allah’ın kullarına olan şefkat ve merhameti onları sadece bu akılla başbaşa bırakmayı yeterli bulmadı. Peygamberlerle gönderdiği yasaları ile bu akla değişmez bir kriter belirledi. Nerede işin içinden çıkamaz olursa, orada bu ilkelere dayanmasını, böylece arzu ve isteklere göre şekil almayan bu değişmez kriter ile yapılan değerlendirmenin doğru veya yanlış olduğunu pekiştirmesini istedi.
Peygamberler ise, insanların zorla imana boyun eğmelerini sağlayan zorbalar değildir. Onlar sadece uyarırlar. Onların görevi duyurmaktır. İnsanlara yalnız Allah’a kulluk yapmalarını ve bunun dışındaki her şeyin, puta tapıcılıktan, arzu ve isteklere uymaktan, ihtiraslara kapılmaktan ve otoriteye bağlılıktan kaçınmalarını söylerler.“Biz her millete „Allah’a kulluk ediniz, tağuta (şeytana) tapmaktan sakınınız“ diyen bir peygamber gönderdik.“İnsanlardan bir kesim bu çağrıya uymuştur: „Kimini Allah doğru yola iletti.“ Bir kesim de sapıklığın yolunu seçmiştir: „Kimi de sapıklığı haketti.“Sözü edilen her iki grup da Allah’ın dilemesi dışına çıkmış değildir. Her iki kesimi de Allah herhangi bir tarafa; yani ne doğru yola ne de sapıklığa zorla itmiş değildir.
Herkes Allah’ın iradesi tarafından kendisine bahşedilen hayatındaki özgün iradesini kullanarak yolunu seçmiş bulunmaktadır. Tabii ki, Allah ona daha bu tercihini yapmadan hem iç dünyasında, hem de dış dünyasında kendisine yol gösterecek işaretler de vermiştir. İşte bu açıklama ile Kur’an-ı Kerim, müşriklerin tutunmak istedikleri ve pek çok isyankârların ve sapıkların yaslanmak istedikleri „zorlama“ kuruntusunu kökten silip atıyor. Bu noktada İslâm inancı apaçık ve nettir. Allah kullarına iyiliği emretmiş ve kötülüğü de yasaklamıştır.
Yer yer günahkârları dünyada bile apaçık cezalarla cezalandırmıştır. Bu da Allah’ın onlara öfkelendiğini göstermektedir. Artık bundan sonra: Allah’ın iradesi devreye girerek onları sapmaya zorluyor, sonra da bu sapıklık yüzünden onları cezalandırıyor“ denmesinin bir anlamı olmaz. Gerçek odur ki, onlar kendi yollarını seçmekle başbaşa bırakılmışlardır. Allah’ın iradesi de budur. İşlemiş oldukları tüm iyilikler veya kötülükler, izlemiş oldukları doğru yol veya sapık yol açıkladığımız gibi bu anlamı ile Allah’ın iradesine ve dilemesine uygun olarak gerçekleşmektedir.
İşte bu nedenle Peygamberimize (sav) hitap edilerek yüce Allah’ın doğru yola ve sapıklığa ilişkin yasası belirtiliyor..( Fi Zilal. Seyyid Kutub)
Mustafa Çelik hocaefendi La adlı eserinin birinci bölümünde diyorki: Allaha iman etmenin ilk şartı: Tağutun reddedilmesidir. İman ile Tağut zıt iki kavramdır. İman tağuta düşman, Tağutta imana düşmandır. Biri aydınlık digeri ise karanlıktır. Yani İman aydınlık, Tağut ise serapa karanlıktır. Kranlık kaybolmadan aydınlık zuhur etmez. Yani Tağutun reddedilmesinden iman tahakkuk etmez. Zaten imanın ilk anlamı Tağutu redde ve inkar etmektir. Tağutu inkar etmeden Allaha iman etmek mümkün degildir.Kişi Tağutu inkar ederde Allaha imn ederse kurtuluşa ermiş olur.Tağutu tanıyan ve itaat eden saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır. Tağutu tanımayan ve kendisine itaat yerine isyan eden zindanlarda da olsa , mahkemelerde de olsa saraydadır, batiyardır. Bir şartla; Tağuta isyandan sonra Allaha iman etmek suretiyle.
İşte örnekleri: Bilali Habeşi, Habbab bin Ered, Zeyd bin Desine ve daha bir çok Sahabe, tabiin, Ulema ve Şuheda…Bir çok İslam alimi Tağutu tarif ederken Put diye mana vermişlerdir. Bazan da Putlar Tağut diye tarif olunmuştur.Muhammed Hamdi Yazır (Rh.a) diyorki: Cibtin aslı Cibs oldugu naklolunuyorki Cibs; Habis ve alçak demektir. Rağıp El isfehanide: Allahtan başka kendisine kulluk edilen her şeye Cibt denildi. Sahir ve kahin de Cibt olarak isimlendirildi. Diyerek aralarındaki münasebete dikkat çekiyor.
Mehmed Vehbi Efendi tefsirinde diyorki: Cibt; aslında put ismidir. Allahtan başka kendisine kulluk edilen her şey için kullanıldı. Cibt; Asla hayır olmayan şey ve Tağut; batıl olan ve insanı taği kılan -yani isyana sevkeden- her şeydir. Şevkani (Rh.a) ise diyorki: Cibt, putTağut ise; Putların eli arasında yalan açıklamalarla insanları saptıran kimse demektir. Bütün bu tariflerin arasını bulursak Cibt ile Tağut arasındaki ilişkiyi şöyle tarif edebiliriz. Tağut; Kendi kafasında Allahın kanunlarına rağmen kanun ihdas eden kişi, dernek, parti, meclis ise, Cibt te; Tağutun ihdas ettiği kanun ve ilkelerdir.
Muhammed Hamdi Yazır (Rh.a) diyorki: Bu suretle iki kelime Cibt ve Tağut allahtan başka ilah ittihaz edeilen ziruh yani ruhlu ve gayrı ziruh yani ruhsuz, cansız mabutların tam isimleridir. Demek oluyorki, putlar yapı itibariyla iki kısma ayrılır.1.) Ruhlu Putlar. 2.) Ruhsuz Putlar.Mustafa Çelik Hocaefendi noktayı koyuyor: Ruhlu putlarla, ruhsuz putların döllenmesinden KÜFÜR meydana gelmiştir. Esasen ruhlu putla, ruhsuz put ikizdir. Biri diğerini tamamlar, etle kemik gibi küfür bedenini meydana etirirler. Putlar bukalemundurlar belli bir şekil ve şemailleri yoktur…(Mustafa Çelik.LA.1. S.31-38)
Kardeşlerim: Kendi hevâsını, havasını putlaştırıp arzuları ve keyifleri istikâmetinde bir hayat yaşayarak Allah’ın kitabına ve Resûlü’nün sünnetine karşı müstağnî davranan, ihtiyaçsız ve eyvallahsız davranan kişi de tâğuttur. Parasına, malına, makamına, çevresine, kredisine güvenerek kendi kendine yeteceğine zanneden; ben bana yeterim diyn. Benim malım bana yeter diyen, benim makamım beni korur diyen, benim çevrem bana kafi diyen, benim hiç kimseye ve hiç bir şeye ihtiyacım yoktur düşüncesini dillendiren, Allahın Kitaba da, Peygamber efendimizin sünneti seniyyesinede, dine de, diyânete de ihtiyacım yoktur sonucuna varan, ben kazanmayı bilirim. Ben harcanacak yerleri bilirim.
Ben hangi mesleği seçeceğimi bilirim diyen, ben çocuklarımı nasıl eğiteceğimi pekâlâ bilirim, ben hayatımı nasıl yaşayacağımı bilirim, ben nasıl ve ne şekilde giyecegime kendim karar veririm, başka hiç bir şeye ihtiyacım yoktur, diyerek hep ben ben, ben diye hayatın merkezine benligini koyan zavallı kiş de aslında kendisini putlaştıran tâğuttur, tuğyan içindedir, isyan etmektedir, şeytanın kul ve kölesi olma yoluna girmiş İmanın tadını alamamış, şuuruna erememiş allahın emirleriyle savaşı tercih etmiş zavallıdır. Kardeşlerim hak ve batıl mücadelesini iyi anlamak mecburiyetindeyiz. İman ve tağutu bilinçli olarak yerli yerine koymak zorundayız.
Dost ve düşmanımızı tanımadan yola çıkarsak Allah korusun hem yolu hem de yolcuyu, hem de kendimizi unuturuz. Müslüman şahsiyet mücadelesini kime ve neye karşı verdiğini iyi bilmek zorundadır. Müslüman bilhassa imanında ve itikadında, inancının hayata hakim olması yolunda her zaman uyanık olmak zorundadır. Yine Kuranı kerime bakalım. Rabbimiz Nisa Suresi ayet.76.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut (bâtıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır…***
Furkan Tefsirinde bu ayetler hakkındaHicazi diyorki: Ey iman edenler! Tedbirli davranın. Düşmanınıza karşı uyanık durun. Düşmanla karşılaşmaya devamlı surette hazırlıklı olun. Savaşa hazırlıklı olmak, savaşı önler. Bu da orduyu düzene sokmak ve zamana göre teçhizat hazırlamakla, dışarıya casus göndermekle olur. Düşmanın, durumunu, beldesini ve yollarını incelemekle olur ki, bütün bunlar, savaş usulünde bilinen şeylerdir. Tedbirinizi aldıktan sonra gerekirse, gruplar halinde savaşa çıkın. Yoksa genel stratejinizi ilân ederek topluca savaşa çıkın.
Bununla da milleti asker olarak yetiştirmenin, gençlere savaş bilgilerini öğretmenin gerekliliğine işaret edilmektedir ki, vatan bizleri çağırdığında, herkesin silâhını omuzlandığını görebilelim. İç cepheyi diyecek olursanız, şunu bilmeliyiz ki: Her millette çabaları boşa çıkartmak isteyen korkaklar ve münafıklar mutlaka vardır. Bunlar savaşı engellerler. Dünyayı fazlaca sevdikleri, azimsiz oldukları, imanları zayıf olduğu ve kalbleri savaş duygusundan yana boş olduğu için evlerinde oturur, savaşa katılmazlar. Bunları iyi tanıyın ve zaaflarını tedavi edin. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim diyor ki: içinizde, çabaları engelleyen, savaştan geri duran bir grup vardır.
Savaşta mağlubiyet veya ölüm gibi bir musibet başınıza geldiğinde: „Allah bize lütuf ve itfamda bulundu. Çünkü sizinle beraber değildik! ‚ derler. Düşmanınızı mağlub ederek, Allah tarafından size bir lütuf eriştiğinde: „Keski biz de sizinle beraber olsaydıkta, ganimetten payımızı alsaydık.“ derler. Sanki aranızda bir dostluk ve tanışıklık bağı yokmuş gibi. Zira onların zahiren gösterdikleri dostluk ve tanışıklık bağları, sevinçte ve tasada sizinle beraber olmalarını gerekli kılar. Onların kalblerindekini, kin ve çekememezliklerini Allah, herkesten çok daha iyi bilir. Onların bu gizli düşmanlıklarını Allah’ın dostluk diye adlandırması, sırf onları küçük düşürmek içindir. Hallerini aşağılamak içindir.
Düşmana karşı böyle yapıp hazırlıklı olmanız sizin için görev olduğuna, her zaman ve her yerde mutlaka bulunan, korkak münafıkların sizin de aranızda mevcud olduklarını bildiğinize göre, fani dünyalarını, kalıcı olan ahiret ve onun devamlı nimetleri karşılığında satan şu ihlâslı müslümanlar Allah’ın kelimesini yüceltmek; hak, adalet, üstünlük, şeref, güç ve medeniyet dini olan dinini yüceltmek uğruna, Allah yolunda savaşsınlar ki, yücelen kelime, Allahın kelimesi (dini) olsun. Aşağılık olan kelime, kâfirlerinkidir. Allah, güç ve intikam sahibidir.
Allah yolunda savaşanlar, iki güzel şeyden birini beklerler: Ya Allah yolunda şehid düşecekler. Ya da zafer kazanıp düşmanları alt edeceklerdir. Her iki durumda da Allah onlara güzel bir ecir verecektir. Size ne oluyor da Allah yolunda, zavallı erkek, kadın ve çocuklar uğruna savaşmıyorsunuz?!! Fetihten önce Mekke’de bulunup hicret etme imkânını bulamamış olan müslümanlar, sürekli bir azab ve devamlı bir yorgunluk içindeydiler. Zorba kâfirlerin sıkıştırmalarından, çok şey çekmişlerdi. Bilâl’ın, Suhayb’ın ve Ammar’ın başına gelenleri çabuk unutmayın.
Bunlar, çektikleri elemin şiddetinden dolayı şöyle diyorlardı: Rabbimiz Halkı zalim olan bu şehirden bizi kurtar. Katından bize bir sahip gönder. İşlerimizi idare edecek, ırzımızı koruyacak bir dost yolla. Bize yardım edecek bir yardımcı gönder. Çünkü yardımcılarımız azaldı. BİZİ savunanlar, yok denecek seviyeye indi. Ey kerem sahibi, güçlü ve hakim olan Allah! Senin kapından başka bütün kapılar kapandı.Siyaseti, Kur’an-ı Kerim tarafından belirlenen savaş; zulüm, tecavüz, toprak genişletme ve günümüzde gördüğümüz gibi halkları sömürme savaşı değildir.
Bu savaş, Allah yolunda ve ilayı kelimetullah uğruna, hak ve insaf uğruna, halklara ve milletlere adalet götürme amacıyla yapılan bir savaştır. Bu nedenle İslâm hareketi, milletleri coşkun bir sel gibi önüne katmıştır. Herkes onun cazibesine kapılmıştır. Müslümanların bu halleri, dinden uzaklaştıkları zamana kadar devam etmiştir. Evet yüce ideallerden uzaklaştıkları, dini duyguları zayıfladığı, herkesin tamahkârlık ettiği zamana kadar bu parlak dönemleri devam etti. Sonra da her karşılaştıkları kimse, onları mağlub etti. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim, îslâmda savaşın amacını şu sözlerle sınırlandırmaktadır: İnananlar Allah yolunda savaşırlar.
Küfredenlerse zulüm ve zorbalık olan, ferdlerin ve milletlerin hukukuna tecavüz demek olan tağut, yolunda savaşırlar. Ey müslümanlar! Şeytanın yardakçılanyla savaşın. Onların güçlü oluşları ve sayıca üstünlükleri sizi aldatmasın. Onların bu avantajları temelsizdir, hiçbir şey ifade etmez. Zira onların dostları şeytan, sizinki ise Rahman’dır. Siz O’nun dinine yardım ettiğiniz sürece O da size yardımcıdır. Şeytanın mü’minlere kurduğu tuzak, Allah’ın kâfirlere kurduğu tuzağın yanında çok zayıf ve çok önemsizdir. Haberiniz olsun! Galib olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır…(Hicazi. Furkan tefsiri…)
Kardeşlerim İnanıyoruzki hayatın bütünü bir savaştır, mücadeledir. Yeterki bu uğraşımız, ğayretimiz, çabamız imanımızın dogrultusunda olsun.Bilinmelidirki; Hak ve bâtıl, iman ve küfür, Allah ve tâğutlar, Allah’a kulluk ve tâğutlara kulluk, Allah’a kulluğun sonucu ve tâğutlara kulluğun sonuçları bütün delilleriyle insanlara tanıtıldıktan sonra, her şey açık ve net olarak ortaya konulduktan sonra, artık kim aklını başına alır da tüm tâğutları reddedip, Rabbi tarafından arş’tan, kürsîden, uzatılmış kopmaz, kırılmaz, pörsümez ipine sımsıkı sarılırsa, Allah’ın ipine tutunursa, yâni İslâm’a girerse,
Kur’an’a tutunursa, hidâyeti tercih ederse, yâni bu ipe ilk el atma anlamına kelime-i tevhidi söylerse ve söylediği bu kelimenin muhtevasına uygun bir hayat yaşamaya karar vererek, böyle bir hayatı devam ettirerek, bu ipi hiç bırakmamaya çalışırsa işte o, kesin kurtulmuştur inancını taşıyoruz. Aklı başında olan herkesin mutlak yapması gereken şey işte budur. Aklı başında olan kişi bugün var, yarın yok olan, gelip geçici olan, fâni olan, bâtıl olan, gölgeden ibaret olan, ölümlü olan, bir gün kırılıp dökülecek olan, kendisine tutunanları, kendisine yaslananları, kendisine bel bağlayanları bir gün ölümüyle düşürüp, kırıp, bırakıp gidecek olan tâğutların,
Firavunların, Nemrutların ve çağdaş tâğutların, kendi görüşlerini, kendi düşüncelerini Allahın kanunlarının önüne geçirmeye çalışan tüm sahte mâbudların kulplarına yapışmayı reddederek, „Hayyu Kayyum“ olan, ezelden ebede hep var ve diri olan, hiç ölmeyecek ve kendisine tutunanları hiç kırıp dökmeyecek olan, hayal kırıklığına düşürmeyecek olan, her şeyin var edicisi ve varlığını devam ettiricisi olan, bir an bile varlıklarından gafil olmayan, onları asla ihmal etmeyen, şaşmaz, yanılmaz, uyumaz, uyuklamaz olan Allah’a ve onun dinine sarılmak zorundadır.
Aklı başında olan herkes göklerin ve yerlerin mülkünün tamamı kendisinin olan, gökte ve yerde ne varsa hepsine egemen olan, izni olmadan huzurunda kimsenin söz söylemeye, şefaatte bulunmaya cesaret edemeyeceği, her şeyi bilen, bilgi kendisinden olan, o bildirmedikçe kimsenin ilminin mahiyetine erişme imkânı olmayan, kürsîsi gökleri ve yerleri kuşatmış olan, haberi olmadan bir yaprak bile düşmeyen, gökler ve yerler kabza-i kudretinde olan ve de bu özelliklere kendisinden başka sahip olmayan Allah’ın kulpuna tutunur ve lâ İlâhe illallah der.
Aklı başında olan birinin bundan başkasını yapması mümkün değildir. Olayı her şey zıddı ile biklinir ilkesiyle izah edecek olursak izah etmeye çalıştıgımız konu ğayet açık,seçik anlaşılır inancındayız. Örnegin, Allah’ın kanunları, tâğutların kanunları. Allah’a kulluk ya da tâğutlara kulluk. Allah’ın dini, tâğutların dini. Allah’ın sistemi, tâğutların sistemi. Mü’min Allah dışındaki tüm tâğutların kulplarını reddeden ve Allah’ın kopmayan ipine kulpuna sarılan ve sadece Allah’a kulluk eden bahtiyar insanlaraı din kardeşi biliyoruz. Hayatının bütün bölümlerinde Allah’ın arzularını uygulayan hayatında tâğutlara karışma alanı bırakmayan insan ise inşaallahu teala dogru yolun yolcusudur diye biliyoruz.
Peygamber efendimiz (sav) bir hadsisinde mealen şöyle buyurmaktadır: **Benden sonra başınıza, sizin iyi gördüklerinizi kötü, kötü gördüklerinizi iyi kabul edecek bazı insanlar geçecektir. Şunu iyi bilin ki, Allaha başkaldırana itaat yoktur…**Ubâde (ra). Ahmed. Konumuzu Nisa suresi ayet.60.ile noktalayalım inşaallah, mealen şöyle: ***Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut’a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor…***
Allahım bizleri şeytanın şerriden muhafaza eyle. Bizleri isyan, tuğyan, fesat ehlinin ve bozguncuların, yolunu sapıtmış zavallıların şerlerinden muhafaza eyle. Bizleri tağutların her türlü isyan ve tuğyanından koru. Bizleri senin muhkem din’inde saglam duranlardan eyle. Bizleri Kuranı kerimin nurundan ve Sünneti seniyyenin hikmetinden mahrum eyleme. Bizleri her türlü tağuti hareketlerden beri eyle. Bizleri senin dosdogru yolun olan sıratı müstakimden ayırma…Sen her şeylere kadirsin Allahım…Amin…
Sermedkadir…LU…01.08.2015…