TAĞUT ÜZERİNE NOTLAR…

 

Rabbimiz  Bakara  suresi  ayet.256 ve  257.de  mealen  şöyle  buyuruyor: *** Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.  Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar…***

Peygamber  efendimiz (sav) Sahihi Muslim’de  bizlere  ulaştırılan  bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyuruyor: ** Bende  önce  bir  ümmet  içinde Allahın  gönderdigi  hiç  bir  Peygamber  yoktur ki ümmetinden  ona  yardımcı ve  arkadaş  olan  kimseler  bulunmasın. Bu  yardımcı  ve  arkadaşlar Peygamberlerininin  sünnetini  yerine  getiririler ve  onun  emrine  uyarlardı. Sonra  onların  ardından öyle  nesiller  geldiki yapmayacakları  şeyi  söylerler ve  emrolunmadıkarı şeyi  yaparlar. Kim  onlarla  diliyle  cihad  ederse  o  mümindir. Kim  onlarla  kalbiyle (bugzederek) cihad  ederse o mümindir. Bunun  gerisinde  artık hardal  tanesi  kadar  dahi  iman  yoktur…**

Tağut  kelimesi  TUĞYAN  masdarındandır. TAĞUT, insan  hatırasına  hakim  olan, hakka  zulmeden, Allahın  kulları  için  çizdigi  sınırları çiğneyen  her  şeydir. Tağut, Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthane, kâhin, sihirbaz. ALLAH’ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluşların tümüdür. „Tuğyan“ ALLAH Teâlâ’ya isyan etmek anlamına gelmektedir.ALLAH’ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tağuttur. Onda  Allaha  inancın  eseri olmadıgı  gibi, Allahın  koydugu  şeriatlada  alakası  yoktur.

Kardeşlerim, Allah  celle  celaluhu  ile  baglantısı  olmayan her  program ve  Allaha  baglanmayan her  çeşit  tasavvur,  sistem, edeb  ve  alışkanlık tağuttur. Otoritesini  Allahın  sisteminden  almayan her  idare, allahın şeriatı üzere  durmayan  her  çeşit sistem, hakka  tecavüz  eden  her  düşmanlık tağuttur. Allahın  otoritesine, uluhiyyetine, hakimiyetine düşman  olmak bilinmelidirki  en  azılı  düşmanlıktır en  şedid  azgınlıktır işte  bu  azgınlıgın cümlesi tağuttur.

Tağut, ALLAH (c.c)’a karşı isyan etmekle beraber O’nun kullarını kendisine kul edinmek gayretinde olandır. Bu ise şeytan, sözde  din  adamı, dinî veya siyasî lider veyahut da idareci olabilir. Bu sebepten dolayı bir insanın müslüman olabilmesi için tağutu reddetmesi gerekmektedir. Rabbimiz başlangıçta  almış  oldugumuz  ayette: Artık kim Tâğutu inkâr edip Allah’a iman ederse o, kopması olmayan sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işi­tendir, bilendir…buyurmaktadır.

 

Ali  Küçük  hocaefendi  diyorki: Kim tâğutu reddeder ve Allah’a iman ederse. Anlıyo­ruz ki iman işinde tevhid işinde ilk yapılması gereken şey tâğutları reddetmektir. „Allah’tan başka İlâh yoktur.“ diyerek, Allah’tan başka İlâhlık taslayan tüm İlah taslaklarının İlâhlığını olumsuz kıla­rak Allah’a iman isteniyor. Demek ki tevhidin ilk şartı Allah’tan başkalarını inkâr etmek, yok farz etmek değil tâğutları inkâr et­mektir. Çünkü Allah’tan başka itaat edile­cek peygamber, baba, ana, koca, emir gibi mekânizmalar da vardır.

 

Bunların tümünü reddetmek istenmiyor bizden de tâğutları inkâr et­mek isteniyor. Yâni bizden iki şey isteniyor: Tâğutları inkâr etmek ve Allah’tan başkalarından İlâhlık vasfını kaldırmak. Tâğutları tümüyle reddedeceğiz, tâğut olmayanların da sadece İlâhlık derecelerini reddedecek ve bu İlahlık derecelerinin dışındaki derecelerini de kabul edeceğiz. Peygamberlik derecesi, ba­balık derecesi, kocalık derecesi, emirlik dere­cesi gibi. Demek ki Allah’a imandan önce tâğutları red yâni küfürden teberrî etmek küfürden tevbe etmek şarttır. Ve bu tevbenin şartı da tâğutları asla tanımamaya, içinde tâğutlara asla yer bırakma­maya kesin karar vermektir.

 

O halde „Kim tâğutu reddeder ve Al­lah’tan başka İlâh yoktur“ ifadesi bir bakıma kelimei tevhidin tef­siri sadedindedir. Evet müslüman olmanın ilk şartıdır bu. Tâğutu red ve Al­lah’a iman. Tâğutlar reddedilmeden Allah’a iman edilmez. Bu ikisi birlikte olmadan müslümanlık iddiası boştur. Hem tâğutları kabul hem de Al­lah’a iman mümkün değildir. Bir adamın müslüman ola­bilmesi için önce tâğutları reddetmesi gerekmektedir. Ancak tâğutun reddedilebilmesi için de elbette onun ne oldu­ğu­nun bilinmesi gerekmektedir. Çünkü tâğutun ne olduğunu bilmeyen kişi pek tabiidir ki onu reddedemez.

Bilmediği bir şeyi reddetmek, reddetmesi gereken bir şeyi reddetmemek ya da red­detmemesi gere­ken bir şeyi reddetmek Allah’ın istediği ve razı ol­duğu bir red değildir. Öy-leyse kişi reddettiği şeyin ne olduğunu bilmek zorundadır…(Ali  küçük, besairul  Kuran…)

Ahmet  el  Kettan  yazmış  oldugu  eserde diyorki: İslam  şeriatına  göre Tağut  kelimesi şu  beş  mana çerçevesinde  toplanır: 1.) Şeytan rabbine  karşı nankörlük  edip isyan etti, insanoglunu  saptırıp azdırma  müsaadesi  aldı. 2.) Kahinler, müneccimler, falcılar, sihirbazlar ve  ğayb  ilmini  bildiklerini  iddia  ederek  onları yaptıgını  yapanlar. 3.) Put  olsun,  ağaç  olsun, insan  veya  hayvan  olsun, allahtan ğayrı  tapınılan  her  şey. 4.) kanunlarında  Allah   dinine  karşı sınırı  aşan  zalim  idareci ve  Allahın indirdigi hükümlerin ğayrısı  ile hükmeden  idareci.  5.) İslam  şeriatına  uymayan bütün  metod,  düşünce, pozisyon, edeb, görenek… 6.) Tağuttan  hoşnut  olup ona  bağlanan, tağuta  kulluga  çağıran, tağutun  davet  ettigi  şeye sahip  çıkanda kendi  sapıklıgı  içinde  tağuttur…

Tağut azgınlıkta  sınır  tanımayan ve  yer  yüzünde  allahın kanunlarını  çiğneyen, dolayısıyla  kendisini Allaha  eş  tutmaya  çalışan veya  put  gibi  kendiliginden  olmayan ve yahut  kurdugu  düzen ve  hile  ile kendisine  halkın  taptıgı  her  şey  tağuttur. Hakkı  çiğneyen  veya hakkı  gasp  edip haddi  aşan  her  şey  tağuttur. Tağiyye  ise  inatçı  zorbadır. Büyüklenen  ahmak, zalimdir. Ki o  yaptıgı  şeye  dikkat  etmez. İnsanların  hem  mallarını  yer, hm  de  onları  ezer. Ne  bir  sakınca  duygusu  vardır  onda , ne  de  bir  korku onu  zulmünden  vaz  geçirir.

Tağıyye  ahmak  ve  zalimdir, şüphe  üzerinde  durur,  bi,le  bile  insanların  hakkını  gasp  eder, zulümle, büyüklenerek onları  ezer, onlara  karşı  büyüklük  taslar, onlara  aldırmaz,onları adam  yerine  koymaz. Ahmak  tağiyye insanların  kederinden  etkilenmez, onlara  acımaz, kalbi  titremez, silahını  onların  tam  kalbine  yöneltir. Tağut  ile  tağiyye arasındaki  fark  ğayet  açıkır. Tağiyye  insanların kendisine  ibadet  etmelerini  emretmez. Onları  buna  çagırmaz. Kendisini  Allaha  eş  tutmaz. Ancak emri altındakilere  zulmeder, onlara  katı  davranır. Bununla  beraber  Allahın  programını bozmaz  ve  onu  başkalarıyla  degiştirmez…(Tağut, Ahmet El Kettan…s.27.28)

Evet  defalarcada  ifade  etsek yeridir: Tâğut; tağa, tuğyan haddi aşmak, sınırı çiğnemek demek­tir. Haddi aşan sınırı çiğneyen her şey tâğuttur. Tâğut kelimesinin şer’i mânâsı ise; Allah ve Resûlü’nün belirlediği ölçülerin dışına çıkarak, Allah’ın belirlediği kanunların, yasaların dışında kanun koyarak insanların Allah kanunlarını bırakıp kendi ka­nunlarına uymaya zorlayan ve böylece haddini aşan kişi tâğuttur.  Allah’a karşı isyan edip, azgınlaşıp, zorla veya gönül rıza­sıyla insanların kendisine ibâdet ve itaat etmelerini isteyen gerek şeytan, gerek insan, gerek put, gerek müessese ve kurumların hepsi tâğuttur.

Kanunları, görüşleri, hükümleri Allah kanunlarının önüne geçirilip, onları putlaştırıp insanların ona boyun bükmeleri istenilen her varlık Firavun gibi, Nemrut gibi tâğuttur. İnsanları Allah yolundan uzaklaştırmak isteyen, insanları Allah dinini öğrenmekten men eden, yâni din eğitimini yasaklayan her prog­ram, her sistem tâğuttur. Allah’ın insan hayatı için belirlediği kulluk yasalarından ha­ber­siz olarak, kitap ve sünnete müracaat etmeyerek kendi haya­tını belir­lemeye kalkışan, kendi kendine bir hayat programı belirle­yen herkes tâğuttur.

Allah karşısında bilgi iddiasında bulunan; Allah bilirse biz de biliriz. Bizim de bilgimiz var. Bizim de aklımız var. Bizim de keyfimiz var. Biz de biliriz kılık kıyafetin nasıl olacağını. Biz de bili­riz eğitimin nasıl olacağını. Biz de biliriz nereden kazanıp nere­lerde harcayaca­ğımızı.

Biz de biliriz nasıl bir hukuk yapacağımızı. Biz de biliriz nasıl bir hayat programı belirleyeceğimizi, diyerek Al­lah karşısında bilgi id­diasında bulunan her insan tâğuttur. Örnegin, Sen öyle diyorsan, biz de böyle diyoruz. Sen kılık kıyafetiniz şöyle ol­sun diyorsan, biz de böyle ola­cak, diyoruz. Sen mîrasınız şöyle ol­sun diyorsan, biz de böyle olmalı, diyoruz, diyerek Allah karşısında bilgi iddiasında bulunan herkes tâğuttur.

Ya da Allah karşısında güç iddiasında bulunalar da tâğuttur. Al­lah varsa biz de varız. Allah’ın gücü varsa bizim de gücü­müz var. Allah’ın cehennemi varsa bizim de kodeslerimiz var. Al­lah’ın melekleri varsa bizim de silahlılarımız var. Biz de asar kese­riz. Biz istedik mi asarız. Biz istedik mi keseriz. Biz istedik mi asa­rız. Biz istedik mi kes­tiririz, diyerek Allah karşısında güç ve kuvvet iddiasında bulunanlar da tâğuttur.

Allah’a ve Allah’ın emirlerine isyan edip, kendi kendine uyup, kendi hevâsını, kendi düşüncesini ve aklını putlaştırıp, kendi kendisini mâbud yapmış kişi de tâğuttur. Bugün dünyada; Kuran  ve  sünneti  seniyyeyi inkâr ederek, insanların çoğunluğunun rızasına göre kurulduğu iddia olunan bütün demokratik sistemler, Allah (cc)’ın hükümlerine mukabil ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad etmektedirler.

Dolayısıyle bütün demokratik sistemler, bu noktada „tâgûtî“ özellikler taşırlar. Bu bir anlamda bütün ideolojik sistemler için geçerlidir. Daha genel bir ifade ile, İslâm dışındaki bütün sistemler, tâgûtîdir. Tâgûtların hükümlerine göre yönetilen bütün yerler de tağuti özellikleri  taşımaktadır. O beldelerde yaşayan mü’minlerin Allah (cc)’ın indirdiği hükümlerin gâlip gelmesi uğruna cihad etmeleri farz-ı ayndır.“

Şurası unutulmamalıdır ki, tâgûtun hükümlerine „evet“ diyenler, Allahû Teâla (cc)’nın dinine küfretmek durumundadırlar. Bunu ister bilerek ister bilmeyerek yapsınlar durum asla değişmez. Çünkü Hz. Âdem (as)’den itibaren bütün peygamberlerin insanlara; „Allah’a ibadet edin, tâgûta kulluktan kaçının“ diye tebligat yaptıkları „muhkem âyetlerle“ sabittir. Rabbimiz Nahl suresi  ayet.36.da mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Andolsun ki biz, „Allah’a kulluk edin ve Tâğut’tan sakının“ diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, inkâr edenlerin sonu nasıl olmuştur…***

Seyyid  Kutub  bu  ayet  hakkında  diyorki: İşte Allah’ın kullarına emrettiği budur. Kulları için dilediği de budur. Hem yüce Allah, insanlara yaradılıştan yapmaları mümkün olmadığını bildiği veya zorunlu olarak tersini yapmak durumunda bıraktığı bir şeyi emretmez. Allah’ın emrine aykırı davranmaya Allah’ın razı olmayacağını gösteren delil de, onun mesajını yalanlayanların cezalandırılmasına dikkat çeken şu ayettir: „Yeryüzünde geziniz de peygamberlerini yalanlayanların sonunun ne olduğunu görünüz.“Her şeyi bir hikmete bağlı olarak yaratan Allah’ın iradesi, insanı hem doğru yolu hem de sapıklığı tercih edebilecek bir yetenekte yaratmayı dilemiştir.

Onlara iki yoldan birini seçme özgürlüğü vermeyi uygun görmüştür. Ayrıca onlara akıl vermiştir. İki yönelişten birini bununla tercih etsinler diye… Yanısıra evrene, göze, kulağa, duygulara, kalbe ve akla hitap eden ayetler yerleştirdi. Gece ve gündüz boyunca hangi tarafa yönelirse yönelsin insanın bu delillerle karşılaşmasını sağlamıştır. Bütün bunlardan sonra Allah’ın kullarına olan şefkat ve merhameti onları sadece bu akılla başbaşa bırakmayı yeterli bulmadı. Peygamberlerle gönderdiği yasaları ile bu akla değişmez bir kriter belirledi. Nerede işin içinden çıkamaz olursa, orada bu ilkelere dayanmasını, böylece arzu ve isteklere göre şekil almayan bu değişmez kriter ile yapılan değerlendirmenin doğru veya yanlış olduğunu pekiştirmesini istedi.

Peygamberler ise, insanların zorla imana boyun eğmelerini sağlayan zorbalar değildir. Onlar sadece uyarırlar. Onların görevi duyurmaktır. İnsanlara yalnız Allah’a kulluk yapmalarını ve bunun dışındaki her şeyin, puta tapıcılıktan, arzu ve isteklere uymaktan, ihtiraslara kapılmaktan ve otoriteye bağlılıktan kaçınmalarını söylerler.“Biz her millete „Allah’a kulluk ediniz, tağuta (şeytana) tapmaktan sakınınız“ diyen bir peygamber gönderdik.“İnsanlardan bir kesim bu çağrıya uymuştur: „Kimini Allah doğru yola iletti.“ Bir kesim de sapıklığın yolunu seçmiştir: „Kimi de sapıklığı haketti.“Sözü edilen her iki grup da Allah’ın dilemesi dışına çıkmış değildir. Her iki kesimi de Allah herhangi bir tarafa; yani ne doğru yola ne de sapıklığa zorla itmiş değildir.

Herkes Allah’ın iradesi tarafından kendisine bahşedilen hayatındaki özgün iradesini kullanarak yolunu seçmiş bulunmaktadır. Tabii ki, Allah ona daha bu tercihini yapmadan hem iç dünyasında, hem de dış dünyasında kendisine yol gösterecek işaretler de vermiştir. İşte bu açıklama ile Kur’an-ı Kerim, müşriklerin tutunmak istedikleri ve pek çok isyankârların ve sapıkların yaslanmak istedikleri „zorlama“ kuruntusunu kökten silip atıyor. Bu noktada İslâm inancı apaçık ve nettir. Allah kullarına iyiliği emretmiş ve kötülüğü de yasaklamıştır.

Yer yer günahkârları dünyada bile apaçık cezalarla cezalandırmıştır. Bu da Allah’ın onlara öfkelendiğini göstermektedir. Artık bundan sonra: Allah’ın iradesi devreye girerek onları sapmaya zorluyor, sonra da bu sapıklık yüzünden onları cezalandırıyor“ denmesinin bir anlamı olmaz. Gerçek odur ki, onlar kendi yollarını seçmekle başbaşa bırakılmışlardır. Allah’ın iradesi de budur. İşlemiş oldukları tüm iyilikler veya kötülükler, izlemiş oldukları doğru yol veya sapık yol açıkladığımız gibi bu anlamı ile Allah’ın iradesine ve dilemesine uygun olarak gerçekleşmektedir.

İşte bu nedenle Peygamberimize (sav) hitap edilerek yüce Allah’ın doğru yola ve sapıklığa ilişkin yasası belirtiliyor..( Fi Zilal. Seyyid Kutub)

Mustafa  Çelik  hocaefendi La  adlı  eserinin  birinci  bölümünde  diyorki: Allaha  iman  etmenin  ilk  şartı: Tağutun  reddedilmesidir. İman  ile Tağut zıt  iki  kavramdır. İman  tağuta  düşman, Tağutta  imana  düşmandır. Biri  aydınlık  digeri  ise  karanlıktır. Yani  İman  aydınlık, Tağut  ise  serapa karanlıktır. Kranlık  kaybolmadan  aydınlık  zuhur  etmez. Yani  Tağutun  reddedilmesinden  iman tahakkuk  etmez. Zaten  imanın ilk  anlamı Tağutu  redde  ve  inkar  etmektir. Tağutu  inkar etmeden Allaha  iman  etmek  mümkün degildir.Kişi  Tağutu inkar  ederde  Allaha  imn  ederse kurtuluşa  ermiş  olur.Tağutu  tanıyan  ve  itaat  eden saraylarda da olsa  zindandadır, bedbahttır. Tağutu  tanımayan  ve kendisine  itaat  yerine isyan  eden zindanlarda da olsa , mahkemelerde de olsa  saraydadır, batiyardır. Bir  şartla; Tağuta  isyandan  sonra  Allaha  iman  etmek  suretiyle.

İşte  örnekleri: Bilali  Habeşi, Habbab  bin  Ered, Zeyd  bin Desine ve  daha  bir  çok  Sahabe, tabiin, Ulema  ve  Şuheda…Bir  çok  İslam  alimi Tağutu  tarif  ederken Put  diye  mana  vermişlerdir. Bazan da  Putlar  Tağut  diye  tarif  olunmuştur.Muhammed  Hamdi  Yazır (Rh.a) diyorki: Cibtin  aslı Cibs oldugu  naklolunuyorki Cibs; Habis  ve  alçak  demektir. Rağıp  El  isfehanide: Allahtan  başka  kendisine  kulluk  edilen her şeye  Cibt denildi. Sahir  ve  kahin de Cibt  olarak  isimlendirildi. Diyerek  aralarındaki  münasebete  dikkat  çekiyor.

Mehmed  Vehbi Efendi  tefsirinde  diyorki: Cibt; aslında put  ismidir. Allahtan  başka  kendisine  kulluk  edilen her  şey  için  kullanıldı. Cibt; Asla  hayır  olmayan şey  ve Tağut; batıl  olan ve  insanı  taği  kılan -yani  isyana  sevkeden- her şeydir. Şevkani (Rh.a) ise  diyorki: Cibt, putTağut  ise; Putların  eli  arasında yalan  açıklamalarla insanları  saptıran kimse  demektir. Bütün  bu  tariflerin  arasını  bulursak Cibt  ile  Tağut  arasındaki  ilişkiyi şöyle  tarif  edebiliriz. Tağut; Kendi  kafasında  Allahın  kanunlarına  rağmen kanun  ihdas  eden kişi, dernek, parti, meclis  ise, Cibt te; Tağutun  ihdas  ettiği kanun  ve  ilkelerdir.

Muhammed  Hamdi  Yazır (Rh.a) diyorki: Bu  suretle iki  kelime Cibt  ve  Tağut allahtan  başka ilah  ittihaz  edeilen  ziruh yani  ruhlu ve  gayrı  ziruh  yani ruhsuz, cansız mabutların  tam  isimleridir. Demek  oluyorki, putlar yapı  itibariyla iki  kısma  ayrılır.1.) Ruhlu Putlar. 2.) Ruhsuz Putlar.Mustafa Çelik  Hocaefendi  noktayı  koyuyor: Ruhlu putlarla, ruhsuz  putların döllenmesinden KÜFÜR  meydana  gelmiştir. Esasen  ruhlu  putla,  ruhsuz  put  ikizdir. Biri  diğerini  tamamlar, etle  kemik  gibi küfür bedenini  meydana  etirirler.  Putlar  bukalemundurlar belli  bir  şekil  ve  şemailleri  yoktur…(Mustafa  Çelik.LA.1. S.31-38)

Kardeşlerim: Kendi hevâsını, havasını putlaştırıp arzuları ve keyifleri isti­kâ­metinde bir hayat yaşayarak Allah’ın kitabına ve Resûlü’nün sünne­tine karşı müstağnî davranan, ihtiyaçsız ve eyvallahsız dav­ranan kişi de tâğuttur. Parasına, malına, makamına, çevresine, kredisine güve­nerek kendi kendine yeteceğine zanneden; ben bana yeterim diyn. Benim malım bana  yeter  diyen, benim makamım beni  korur  diyen, benim çev­rem bana  kafi  diyen, benim hiç kimseye ve hiç bir şeye ihtiyacım yok­tur düşüncesini  dillendiren, Allahın  Kitaba da, Peygamber  efendimizin sünneti  seniyyesinede,  dine de, diyânete de ihtiyacım yoktur sonucuna  varan, ben kazanmayı bilirim. Ben harca­nacak yerleri bilirim.

 

Ben hangi mesleği seçeceğimi bilirim diyen, ben çocuklarımı nasıl eğiteceğimi pekâlâ bilirim, ben ha­yatımı nasıl yaşayacağımı bilirim, ben  nasıl ve  ne  şekilde  giyecegime  kendim  karar  veririm, başka hiç bir şeye ihtiyacım yoktur, diyerek hep  ben  ben, ben  diye hayatın  merkezine  benligini  koyan  zavallı  kiş de aslında kendisini put­laştıran tâğuttur, tuğyan  içindedir, isyan etmektedir, şeytanın  kul  ve  kölesi  olma yoluna girmiş  İmanın  tadını  alamamış, şuuruna  erememiş allahın  emirleriyle  savaşı  tercih  etmiş   zavallıdır. Kardeşlerim hak  ve  batıl  mücadelesini  iyi  anlamak  mecburiyetindeyiz. İman  ve  tağutu bilinçli  olarak  yerli  yerine  koymak  zorundayız.

 

Dost  ve  düşmanımızı  tanımadan  yola  çıkarsak Allah  korusun  hem  yolu  hem de  yolcuyu, hem de  kendimizi  unuturuz. Müslüman şahsiyet mücadelesini kime  ve  neye  karşı  verdiğini iyi  bilmek  zorundadır.  Müslüman  bilhassa  imanında  ve  itikadında, inancının hayata  hakim  olması  yolunda  her  zaman  uyanık  olmak  zorundadır. Yine  Kuranı  kerime  bakalım. Rabbimiz Nisa  Suresi ayet.76.da  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tâğut (bâtıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın; şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır…***

 

Furkan  Tefsirinde bu  ayetler  hakkındaHicazi  diyorki: Ey iman edenler! Tedbirli davranın. Düşmanınıza karşı uyanık durun. Düşmanla karşılaşmaya devamlı surette hazırlıklı olun. Savaşa hazırlıklı ol­mak, savaşı önler. Bu da orduyu düzene sokmak ve zamana göre teçhizat ha­zırlamakla, dışarıya casus göndermekle olur. Düşmanın, durumunu, beldesi­ni ve yollarını incelemekle olur ki, bütün bunlar, savaş usulünde bilinen şey­lerdir. Tedbirinizi aldıktan sonra gerekirse, gruplar halinde savaşa çıkın. Yoksa genel stratejinizi ilân ederek topluca savaşa çıkın.

 

Bununla da milleti asker olarak yetiştirmenin, gençlere savaş bilgilerini öğretmenin gerekliliğine işaret edilmektedir ki, vatan bizleri çağırdığında, herkesin silâhını omuzlandığını gö­rebilelim. İç cepheyi diyecek olursanız, şunu bilmeliyiz ki: Her millette çaba­ları boşa çıkartmak isteyen korkaklar ve münafıklar mutlaka vardır. Bunlar savaşı engellerler. Dünyayı fazlaca sevdikleri, azimsiz oldukları, imanları za­yıf olduğu ve kalbleri savaş duygusundan yana boş olduğu için evlerinde oturur, savaşa katılmazlar. Bunları iyi tanıyın ve zaaflarını tedavi edin. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim diyor ki: içinizde, çabaları engelleyen, savaştan geri duran bir grup vardır.

 

Savaşta mağlubiyet veya ölüm gibi bir musibet başınıza geldi­ğinde: „Allah bize lütuf ve itfamda bulundu. Çünkü sizinle beraber değil­dik! ‚ derler. Düşmanınızı mağlub ederek, Allah tarafından size bir lütuf eriş­tiğinde: „Keski biz de sizinle beraber olsaydıkta, ganimetten payımızı alsay­dık.“ derler. Sanki aranızda bir dostluk ve tanışıklık bağı yokmuş gibi. Zira onların zahiren gösterdikleri dostluk ve tanışıklık bağları, sevinçte ve tasada sizinle beraber olmalarını gerekli kılar. Onların kalblerindekini, kin ve çekememezliklerini Allah, herkesten çok daha iyi bilir. Onların bu gizli düşman­lıklarını Allah’ın dostluk diye adlandırması, sırf onları küçük düşürmek içindir. Hallerini aşağılamak içindir.

 

Düşmana karşı böyle yapıp hazırlıklı olmanız sizin için görev olduğuna, her zaman ve her yerde mutlaka bulunan, korkak münafıkların sizin de ara­nızda mevcud olduklarını bildiğinize göre, fani dünyalarını, kalıcı olan ahiret ve onun devamlı nimetleri karşılığında satan şu ihlâslı müslümanlar Allah’ın kelimesini yüceltmek; hak, adalet, üstünlük, şeref, güç ve medeniyet dini olan dinini yüceltmek uğruna, Allah yolunda savaşsınlar ki, yücelen kelime, Allahın kelimesi (dini) olsun. Aşağılık olan kelime, kâfirlerinkidir. Allah, güç ve intikam sahibidir.

 

Allah yolunda savaşanlar, iki güzel şeyden birini bek­lerler: Ya Allah yolunda şehid düşecekler. Ya da zafer kazanıp düşmanları alt edeceklerdir. Her iki durumda da Allah onlara güzel bir ecir verecektir. Size ne oluyor da Allah yolunda, zavallı erkek, kadın ve çocuklar uğruna sa­vaşmıyorsunuz?!! Fetihten önce Mekke’de bulunup hicret etme imkânını bu­lamamış olan müslümanlar, sürekli bir azab ve devamlı bir yorgunluk için­deydiler. Zorba kâfirlerin sıkıştırmalarından, çok şey çekmişlerdi. Bilâl’ın, Suhayb’ın ve Ammar’ın başına gelenleri çabuk unutmayın.

 

Bunlar, çektikle­ri elemin şiddetinden dolayı şöyle diyorlardı: Rabbimiz  Halkı zalim olan bu şehirden bizi kurtar. Katından bize bir sahip gönder. İşlerimizi idare edecek, ırzımızı koruyacak bir dost yolla. Bize yardım edecek bir yardımcı gönder. Çünkü yardımcılarımız azaldı. BİZİ savunanlar, yok denecek seviyeye indi. Ey kerem sahibi, güçlü ve hakim olan Allah! Senin kapından başka bütün kapılar kapandı.Siyaseti, Kur’an-ı Kerim tarafından belirlenen savaş; zulüm, tecavüz, toprak genişletme ve günümüzde gördüğümüz gibi halkları sömürme savaşı değil­dir.

 

Bu savaş, Allah yolunda ve ilayı kelimetullah uğruna, hak ve insaf uğru­na, halklara ve milletlere adalet götürme amacıyla yapılan bir savaştır. Bu nedenle İslâm hareketi, milletleri coşkun bir sel gibi önüne katmıştır. Herkes onun cazibesine kapılmıştır. Müslümanların bu halleri, dinden uzaklaştıkla­rı zamana kadar devam etmiştir. Evet yüce ideallerden uzaklaştıkları, dini duy­guları zayıfladığı, herkesin tamahkârlık ettiği zamana kadar bu parlak dö­nemleri devam etti. Sonra da her karşılaştıkları kimse, onları mağlub etti. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim, îslâmda savaşın amacını şu sözlerle sınır­landırmaktadır: İnananlar Allah yolunda savaşırlar.

 

Küfredenlerse zulüm ve zorbalık olan, ferdlerin ve milletlerin hukukuna tecavüz demek olan tağut, yolunda savaşırlar. Ey müslümanlar! Şeytanın yardakçılanyla savaşın. Onla­rın güçlü oluşları ve sayıca üstünlükleri sizi aldatmasın. Onların bu avantaj­ları temelsizdir, hiçbir şey ifade etmez. Zira onların dostları şeytan, sizinki ise Rahman’dır. Siz O’nun dinine yardım ettiğiniz sürece O da size yardımcıdır. Şeytanın mü’minlere kurduğu tuzak, Allah’ın kâfirlere kurduğu tuzağın ya­nında çok zayıf ve çok önemsizdir. Haberiniz olsun! Galib olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır…(Hicazi. Furkan tefsiri…)

 

Kardeşlerim İnanıyoruzki  hayatın bütünü bir  savaştır, mücadeledir. Yeterki bu uğraşımız, ğayretimiz, çabamız imanımızın dogrultusunda  olsun.Bilinmelidirki;  Hak ve bâtıl, iman ve küfür, Allah ve tâğutlar, Allah’a kulluk ve tâğutlara kulluk, Allah’a kulluğun sonucu ve tâğutlara kulluğun so­nuçları bütün delilleriyle insanlara tanıtıldıktan sonra, her şey açık ve net olarak ortaya konulduktan sonra, artık kim ak­lını başına alır da tüm tâğutları reddedip, Rabbi tarafından arş’tan, kürsîden, uzatılmış kopmaz, kırılmaz, pörsümez ipine sımsıkı sa­rılırsa, Allah’ın ipine tu­tunursa, yâni İslâm’a girerse,

 

Kur’an’a tutu­nursa, hidâyeti tercih ederse, yâni bu ipe ilk el atma anlamına ke­lime-i tevhidi söylerse ve söylediği bu kelimenin muhtevasına uy­gun bir hayat yaşamaya karar vererek, böyle bir hayatı devam et­tirerek, bu ipi hiç bırakmamaya ça­lışırsa işte o, kesin kurtulmuştur inancını  taşıyoruz. Aklı başında olan herkesin mutlak yapması gereken şey işte bu­dur. Aklı başında olan kişi bugün var, yarın yok olan, gelip geçici olan, fâni olan, bâtıl olan, gölgeden ibaret olan, ölümlü olan, bir gün kırılıp dökülecek olan, kendisine tutunanları, kendi­sine yaslananları, kendisine bel bağlayanları bir gün ölümüyle dü­şürüp, kırıp, bırakıp gi­decek olan tâğutların,

 

Firavunların, Nemrut­ların ve çağdaş tâğutların, kendi görüşlerini, kendi düşüncelerini Allahın kanunlarının önüne ge­çirmeye çalışan tüm sahte mâbudların kulplarına yapışmayı reddede­rek, „Hayyu Kayyum“ olan, ezelden ebede hep var ve diri olan, hiç ölmeyecek ve kendisine tutunanları hiç kırıp dökmeyecek olan, hayal kırıklığına düşürmeyecek olan, her şeyin var edicisi ve varlığını de­vam ettiricisi olan, bir an bile varlıklarından gafil olmayan, onları asla ihmal etmeyen, şaşmaz, yanılmaz, uyumaz, uyuklamaz olan Allah’a ve onun dinine sarılmak zorundadır.

 

Aklı başında olan herkes göklerin ve yerlerin mülkünün tama­mı kendisinin olan, gökte ve yerde ne varsa hepsine egemen olan, izni olmadan hu­zurunda kimsenin söz söylemeye, şefaatte bulun­maya cesaret edemeyeceği, her şeyi bilen, bilgi kendisinden olan, o bildirme­dikçe kimsenin ilminin mahiyetine erişme imkânı olmayan, kürsîsi gökleri ve yerleri kuşatmış olan, haberi olmadan bir yaprak bile düşmeyen, gökler ve yerler kabza-i kudretinde olan ve de bu özellik­lere kendisinden başka sahip olmayan Allah’ın kulpuna tu­tunur ve lâ İlâhe illallah der.

 

Aklı başında olan birinin bundan başkasını yapması mümkün değildir. Olayı  her  şey  zıddı  ile  biklinir  ilkesiyle  izah  edecek  olursak izah  etmeye  çalıştıgımız konu ğayet açık,seçik  anlaşılır inancındayız. Örnegin, Allah’ın kanunları, tâğutların kanunları. Allah’a kulluk ya da tâğutlara kulluk. Allah’ın dini, tâğutların dini. Allah’ın sistemi, tâğutların sistemi. Mü’min Allah dışındaki tüm tâğutların kulplarını reddeden ve Allah’ın kopmayan ipine kulpuna sarılan ve sadece Allah’a kulluk eden bahtiyar  insanlaraı din  kardeşi  biliyoruz. Hayatının bütün bölümlerinde Allah’ın arzularını uygulayan ha­yatında tâğutlara karışma alanı bırakmayan  insan  ise inşaallahu  teala  dogru  yolun  yolcusudur diye  biliyoruz.

 

Peygamber  efendimiz (sav)  bir  hadsisinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır: **Benden sonra başınıza, sizin iyi gördüklerinizi kötü, kötü gördüklerinizi iyi kabul edecek bazı insanlar geçecektir. Şunu iyi bilin ki, Allaha başkaldırana itaat yoktur…**Ubâde (ra). Ahmed. Konumuzu  Nisa  suresi  ayet.60.ile noktalayalım  inşaallah, mealen şöyle: ***Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut’a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor…***

 

Allahım  bizleri  şeytanın şerriden  muhafaza  eyle. Bizleri isyan, tuğyan, fesat  ehlinin ve  bozguncuların, yolunu  sapıtmış zavallıların şerlerinden  muhafaza eyle. Bizleri tağutların her türlü isyan ve  tuğyanından koru.  Bizleri  senin  muhkem din’inde  saglam  duranlardan  eyle. Bizleri Kuranı kerimin  nurundan  ve  Sünneti  seniyyenin hikmetinden mahrum  eyleme. Bizleri  her  türlü  tağuti hareketlerden beri  eyle. Bizleri  senin  dosdogru  yolun olan  sıratı müstakimden  ayırma…Sen  her  şeylere  kadirsin Allahım…Amin…

 

Sermedkadir…LU…01.08.2015…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.