TEĞABÜN SURESİ ÜZERİNE NOTLAR…

 

Teğabün  suresi. Adını 9. âyetindeki “Teğâbûn” kelimesinden almış âlimlerimizden çoğunluğun beyanına göre Medine’de nâzil olmuştur ve 18 âyettir. Bu Sûrenin ilk bölümünde mü’min kâfir ayırımı yapılmaksızın tüm insanlığa seslenilmektedir. Tüm insanlık Allah’tan gelen yüce mesaja, Rabbimizden gelen hayat programına imana çağrılmaktadır. Bu konuda dört temel ilkeye dikkat çekilmektedir. Bunlardan birincisi; Tüm kâinat ve ondan bir parça olan şu içinde yaşadığınız dünya sahipsiz değildir. Tüm bu varlıklar tesadüfen meydana gelmiş, başıboş, gayesiz değildir. Onların tümünü meydana getiren bir sahip, bir yaratıcı vardır. O da mutlak güç ve kudret sahibi olan Allah’tır.

 

O her türlü noksan sıfatlardan münezzeh, tüm mükemmel sıfatların sahibidir. O’nun böyle yüce, azamet sahibi oluşuna, yaratıcı ve yönetici oluşuna tüm mevcudat şahitlik etmektedir. Şu kâinata firasetle  baktığımızda. Her şeyde O’nun tek Rab ve İlâh olduğunu, tüm varlıkların da O’nun kulu kölesi olduğunu anlayacagız. İkincisi; bu kâinat ve içindeki canlı cansız tüm varlıklar gayesiz, boş yere, laf olsun, oyun eğlence olsun diye yaratılmamıştır. Tüm varlıklar hikmet ve hakimiyet sahibi Allah tarafından mutlak bir hikmete bağlı olarak yaratılmıştır. Öyleyse kesinlikle bu hayatın boşluğuna hükmederek bir düşünce, bir inanış üretip hayatınızı mahvetmeyin. Sizi var eden Rabbinizin sizi imtihan için var ettiğini ve sonunda tüm yaptıklarınızdan hesaba çekileceğinizi bir an bile hatırınızdan çıkarmayın. Çünkü sonunda hüsrana mahkum olursunuz  denilmektedir.

 

Üçüncüsü; Rabbiniz sizin yaratılışınızı en güzel bir şekilde takdir buyurmuştur. Akıl, irade ve duyularla donatarak sizi imtihana hazırlamıştır. Sizi Rabbinizin görsel ve işitsel âyetlerine mutabakat edebilecek bir kapasitede yaratarak iman ve küfürden birini tercihle karşı karşıya bırakmıştır. Bunlardan her ikisini de seçebilecek bir özgürlük vermiştir. Özgür iradelerimizle sonucuna kendimiz katlanmak kaydı şartıyla bunlardan dilediğimizi seçebiliriz. İmanı da küfrü de tercih edebilirsiniz  denilmekte. Ama unutmayın ki bu seçimlerinizin sonuçları farklı olacaktır. Seçiminizi imandan yana kullanırsanız farklı bir sonuç, küfürden yana kullanırsanız farklı bir sonuç sizi beklemektedir. Birisinde cennet, ötekisinde cehennem vardır ikazı ifade  edilmektedir. Dördüncüsü; öyleyse sakın ha sakın bu dünyada başıboş bırakıldığınızı sanmayın. Keyfinize göre bir hayat yaşamaya izinli olduğunuzu zannetmeyin.

 

Sizi var eden Allah’ın sizin adınıza gönderdiği kitabından ve o kitabın pratiği olan peygamberden habersiz bir hayat yaşamaya kalkışmayın. Unutmayın ki yaşadığınız bu hayatın sonunda Allah huzuruna döndürülecek ve orada her şeyiniz ortaya dökülecektir. Hiçbir şey Allah’tan gizli kalmaz. Allah sizlerin yaptıklarınızı, söylediklerinizi bildiği, kalplerinizden geçirdiğiniz niyetlerinizi ve hayallerinizi de bilmektedir. her şeyiniz O’nun bilgisi ve kontrolü altındadır. Bundan sonra söz kâfirlere çevrilmektedir. Onların akıllarının erdirilmesi için geçmiş tarih üzerinde düşünmeye ve ibret almaya çağrılırlar. Hiç düşünmez misiniz ki, sizden önce niceleri bu dünyadan gelip geçmiştir. Onlardan kimileri küfrü tercih ettikleri, Allah’la çatışma içinde bir hayat yaşadıkları ve kendilerine gönderilen Allah elçilerini reddettikleri için helâk edilmişler, yerin dibine batırılmışlardır. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Allah’a ve elçilerine kafa tutan hiçbir toplum Allah’la ve O’nun helâk yasasıyla baş edebilmiş değildir.

 

Âhireti, ölüm ötesi dirilişi ve hesabı kitabı reddederek yaşayan hiçbir fert, hiçbir toplum sonunda Allah’ın huzuruna gitmekten kurtulamamıştır. Hepsi Allah huzuruna gittiler. Allah dünyayı kirleten bu pisliklerin tümünü öldürüp defterlerini dürmüştür. Eğer sizler de kendi âkıbetinizin onlarınki gibi olmasını istemiyorsanız, akıllarınızı başlarınıza almak zorundasınız. Allah’ın size yol gösterici olarak gönderdiği kitabına tabi olmak ve Allah bilgisi rehberliğinde bir iman yoluna girmek ve küfrü, inkârı ve şirki terk etmek mecburiyetindesiniz. Unutmayalımki  yarınlarımız bugün yaptığımız tercihlerimize göre takdir edilecektir. Bu dünyada Allah’a, Allah’tan gelen hayat programına Allah’ın istediği gibi iman edip bu imana dayalı sâlih ameller işleyenler inanıyoruzki sonunda cennete  girecekler, inkâr edip fesadı tercih edenler, Allah düzenini bozanlar da cehenneme  doldurulacaklardır.

 

Bundan sonra söz tekrar mü’minlere çevrilerek, onlara birtakım talimatlar verilmektedir. Şöyleki, Ey mü’minler, şunu kesinlikle bilesiniz ki yaşadığınız bu imtihan dünyasında iyi-kötü, hayır-şer, başarı-kayıp, zafer-mağlubiyet, hastalık-sağlık, fakirlik-zenginlik olarak başınıza ne gelmişse hepsi Allah’ın takdiriyledir. Her şey imtihan sebebiyledir. Rabbiniz size gönderdikleriyle sizi denemektedir. Öyleyse kötü şartlarda imtihana çekildiğiniz zaman sabretmek zorundasınız. Çünkü Allah sabredenleri kendi yoluna iletecektir. Her şart altında Rabbinize kulluğunuzu bozmamalısınız. İmtihan gereği şartlar zorlayınca iman ve kulluğunuzda geri adım atmamalısınız. Unutmayın ki zor şartlar altında dininden dö-nen, Allah’a kulluğunda geri adım atan bir kimse bu davranışıyla Allah’ın izni olmadıkça başına geleceklerden yine kurtulamayacaktır. Sonunda yine Allah ne dilemişse o olacaktır.

Dini konusunda vereceği taviz onun için hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. O halde Allah her şeye kâdir iken geri adım atmanız sadece sizin kendi kendinizi büyük musibetlere ve helâke atmanızdan başka bir işe yaramayacaktır. Unutmayın ki en büyük musibet kişinin Allah desteğini kaybetmesidir. Allah’ın korumasından mahrum kalan kişiyi kim ne kadar koruyabilecek düşünen  beyinler  bu  sornun  cevabını  vermek  zorundadırlar. Yine ey mü’minler, şunu da hiçbir zaman unutmayın ki, iman ettik deyivermekle her şey bitmiyor. Dilinizle kelime-i tevhidi söyleyivermekle iş bitti sanmayın. İman sadece bir iddiadan ibaret değildir. Eğer böyle olsaydı bütün münâfıklar da Müslüman sayılırdı.

 

Öyleyse iman Allah ve Resûlüne itaat ve teslimiyeti gerektirir. Her konuda Allah ve Resûlüne itaat etmeyen kişi kendisine gelebilecek her musibete, her zarara kendisini açmış ve sorumluluğu kendisi üstlenmiş demektir. Mü’min kendisine değil, Allah’a güvenen kimsedir. Bir Müslüman için malı, mülkü, eşi ve çocukları bir imtihan sebebidir. Çünkü bir müslümanı bu dünyada Allah’a kulluktan, O’nun emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınmaktan çoğunlukla bunlar ala kor. Onun içindir ki İnanan insanlar bu imtihan konularına çok dikkat etmek zorundadır. Onlarla ilişkisini Allah’tan bağımsız, Allah’ın kitabından ve onun şanlı  Peygamberinin  (sav)  sünnetinden habersiz belirlememelidir. Malımıza, eşimize, çoluk çocuğumuza ilişkin görevlerimizi, sorumluluklarımızı vahiyle belirlemezsek onlar bizim için bir fitne sebebi oluverir de bizi cehenneme götürürler Allah korusun.

 

Yine unutmayın ki, her insan gücü nispetinde sorumluluk taşır. Allah hiçbir kuluna gücünü aşan yük yüklememiştir. Öyleyse Allah celle  şanuhu bizleri neyle imtihana çekmişse, bizlere ne tür imtihan soruları göndermişse gücümüz yettiği kadar onlarla Allah’a kul köle olmaya çalışmak  ımecburiyetindeyiz. Allah’ın hududunu çiğnemekten sakınmaya  aşırı  ğayret  göztereceğiz  inşaallah…(Bakınız Ali Küçük, Besairul Kuran) Kardeşlerim  daha  önce  de  ifade  edildiği  gibi; Teğâbün sûresi Medine’de inen ve fıkhî hükümler yönüne ağırlık ve­ren sûrelerdendir. Fakat bu sûrenin havası Mekke’de inen ve İslâmî inanç esaslarım ele alan sûrelerin havasını  yansıtır. Bu mübarek sûre Allah’ın azamet ve yüceliği ile kudretinin eserlerin­den bahseder.

 

Sonra Rabbini tanıyan insan ile Allah’ın nimetlerini tanıma­yan kâfir insan konusunu işler. Peygamberleri yalanlayan geçmiş milletleri ve kâfirlikleri, inatları ve sapıklıkları neticesinde başlarına gelen azap ve helaki misal getirir. Sûre, müşrikler ister inansın İster inkâr etsin, öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna ve mutlaka meydana geleceğine yemin eder. Allah ve Rasulüne itaati emredip Allah’ın davetinden yüzçevirmekten sakındırır. Aynı zamanda bazı eşlerin ve çocukların düşmanlığından sakındırır. Çünkü bunlar çok kez, insanı cihâddan ve hicretten alıkoyar. Bu mübarek sûre, Allah’ın dinini yüceltmek için Onun yolunda harca­mayı emrederek sona erer. Cimrilik ve hırstan sakındırır…Rabbimiz  1,2,3 ve  4. ayetlerde meâlen  şöyle  buyuruyor. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. Mülk O’nun dur, hamd O’nadır. O’nun gücü her şeye yeter.

 

Sizi yaratan Allah’tır. Bununla beraber kiminiz kâfirdir, kiminiz mü’min. Allah yaptıklarınızı görmektedir.  Gökleri ve yeri hakka dayalı olarak gerektiği gibi yaratmıştır. Size şékil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır. Dönüş O’nadır. Göklerde ve yerde olanları bilir. Gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı da bilir. Allah kalplerde olara bilendir… (Seyyid  Kutub Rh A) Bu  ayetlerin  izahında  diyorki: * İman esasına dayalı bu evrensel düşünce, Allah’ın birliğini öngören inanç sisteminin tüm tarihi boyunca mü’minlerin öğrendiği en geniş boyutlu ve en ince düşüncedir. Kuşkusuz Allah tarafından gönderilen bütün peygamberler Allah’ın birliği ilkesini getirmiştir; varlıklar alemini ve tüm yaratıkları O’nun var ettiğini, varlıklar alemindeki her canlıyı O’nun koruyup gözettiğini anlatmışlar.

 

Biz bundan kuşku duymayız. Çünkü Kur’an-ı Kerim bütün peygamberlerden ve bütün peygamberlik misyonlarından bu gerçeği aktarır. Şu halde uydurulmuş ve tahrif edilmiş kitaplarda veya Kuran’ın tümüne ya da bir kısmına inanmayan bazı kimselerin karşılaştırmalı dinlere ilişkin yazılarında gördüğümüz görüşlerin hiçbir değeri yoktur. Allah’ın birliği esasına dayalı inanç sistemlerinden sapmalar, bu inanç sistemlerinin izleyicileri tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu da gösteriyor ki, bunlar katışıksız tevhid inancını veya Allah’ın varlıklar üzerindeki egemenliğini ve onlarla iletişimini bütünüyle kapsamıyorlar. Hiç kuşkusuz bu, dinlerin aslından olmayıp sonradan baş gösteren bir sapmadır.

 

Çünkü ilk peygamberden son peygambere kadar Allah tarafından gönderilen bütün dinler birdir. Yüce Allah’ın bu temel prensiplerle çelişen bir din göndermesi mümkün değildir. Bu yüzden İslam düşüncesi, bu anlamda iman esasına dayalı evrensel bir düşüncedir. Öbür anlamlarda da İslam düşüncesinin evrenselliği Kur’an-ı Kerimcin birçok yerinde, değişik konularda, kapsamlı, eksiksiz, kuşatıcı ve ince imani düşüncenin çeşitli yönlerinin sunuluşunu içeren bölümlerde belirginleşmektedir.

„Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. Mülk O’nun dur, hamd O’nadır.“Göklerde ve yerde yer alan her şey Rabbine yönelmiştir. O’nu övgüyle tesbih eder; varlıklar aleminin kalbi mü’mindir, varlıklar alemindeki her şeyin ruhu mü’mindir, Allah her şeyin sahibidir ve her şey bu gerçeğin bilincindedir. Yüce Allah zatı itibariyle övgüye layıktır, yarattığı varlıklardan uludur. Buna rağmen insanoğlu şu koskoca varlık okyanusunda kalbi kafir, ruhu donmuş, inatçı, isyancı biri olarak duruyor, Allah’ı tesbih etmiyorsa, dostuna, efendisine yönelmiyorsa anormal ve kural dışı bir varlık olarak ortada kalır. Varlıklar aleminde yer alan tüm varlıklar tarafından dışlanmış gibi olur.

 

„O’nun gücü her şeye yeter.“ Çünkü yüce Allah’ın gücü sınırsızdır. Hiçbir şeyle sınırlandırılamaz, kontrol altına alınamaz. Kur’an bu gerçeği mü’minin kalbine nakşeder, bu sayede mü’min bu gerçeği öğrenir, tanır, içeriğinden etkilenir. Rabbine güvenip dayandığı zaman, hiçbir sınır, hiçbir engel tanımadan dilediğini yapan, dilediğini gerçekleştiren bir güce güvenip dayandığını bilir. Yüce Allah’ın gücüne, her şeyin O’nu tesbih edişine, varlıklar aleminin övgüyle O’na yöneldiğine ilişkin bu anlayış daha kapsamlı ve daha büyük imani düşüncenin bir yönünü oluşturur. İkinci uyarıcı mesajla, övgüyle Allah’ı tesbih eden mü’min varlık okyanusunda bazen mü’min, bazen kafir olan insan kalbinin can alıcı noktasına dokunuluyor. Kuşkusuz tüm varlıklar içinde sadece insanoğlu böylesine ilginç, böylesine tuhaf bir tavır takınmaktadır. „Sizi yaratan Allah’tır. Bununla beraber kiminiz kafirdir, kiminiz mü’min.“

 

İnsanoğlu Allah’ın iradesi ile, O’nun gücü ile varolmuştur. Hem küfür hem de imana yönelebilme imkanı kendisine tanınmıştır. Bu iki yönlü yeteneği ile insanoğlu Allah’ın yarattığı tüm varlıklardan farklı bir nitelik kazanmıştır. Yine bu yeteneğinin gereği iman emaneti omuzlarına yüklenmiştir. Kuşku yok ki bu, büyük bir emanet, korkunç bir sorumluluktur. Bununla beraber yüce Allah insana büyük lütufta bulunarak eğri ile doğruyu ayırt edebilme ve seçebilme yeteneğini bahşetmiştir. Bunun yanı sıra davranışlarını değerlendireceği, yönünü tayin edeceği bir ölçüyü yardımına göndermiştir. Bu ölçü yüce Allah’ın insanlar arasında seçtiği elçisine indirdiği dindir. Böylece yüce Allah bütün bunlar aracılığı ile omuzlarına yüklediği emaneti taşımada insana yardımcı olmuştur, O’na hiçbir şekilde haksızlık etmemiştir. „Allah yaptıklarınızı görmektedir.“ Yüce Allah insanın her yaptığını gözetir.

 

Niyetinin ve hedefinin gerçek mahiyetini görür. Şu halde insanoğlu bir şey yaparken kendisini gözetleyen ve her şeyini gören Allah’tan sakınmalıdır.  İnsanın gerçek mahiyetine ve varlık bütünü içindeki konumuna ilişkin bu anlayış, insanın varlık içindeki konumu, yetenekleri ve insanın varlıkların yüce yaratıcısı karşısındaki yükümlülükleri ile ilgili açık, doğru ve tutarlı İslam düşüncesinin bir yönünü oluşturmaktadır. Üçüncü mesaj, varlıklar aleminin önünde gizli bulunan temel gerçeğe, köklü hak ilkesine işaret ediyor. Gökler ve yeryüzü bu gerçeğe dayanmaktadır. Bunun yanı sıra insanın bedensel yapısında somutlaşan Allah’ın olağanüstü sanatına da işaret ediyor. Ve en sonunda her şeyin O’nun huzuruna döneceğini vurguluyor.

 

„Gökleri ve yeri Hakk’a dayalı olarak gerektiği gibi yaratmıştır. Size şekil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır. Dönüş O’nadır.“ Bu ayetin „Gökleri ve yeri Hakk’a dayalı olarak gerektiği gibi yarattı.“ şeklindeki başlangıcı, mü’minin bilincine, evrenin yapısında asıl olanın hak olduğu, hakkın sonradan ortaya çıkmış veya gereksiz bir şey olmadığı, evren binasının bu temele dayandığı gerçeğini yerleştiriyor. Gökleri ve yeri yaratan ve her ikisinin hangi temele dayandıklarını bilen yüce Allah’tır bu gerçeği bu şekilde vurgulayan. Bu gerçeğin mü’minin duygusunda yer etmesi, ona dininin ve çevresindeki varlıklar aleminin dayandığı hakka karşı güven bahşeder, bağlılığını arttırır.

 

Çünkü hakkın üstün gelmesi kaçınılmazdır. Hakkın kalıcılığı tartışılmazdır ve batılın köpüğü kaybolduktan sonra yerini koruyacak olan haktır.  Bu ayetin içerdiği ikinci gerçek ise şudur: „Size şekil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır.“ Bu ifade insanın zihninde kendisinin Allah katında ne kadar saygın bir yere sahip olduğu ve yüce Allah’ın hem bedensel hem de duygusal şeklini güzel yapmakla kendisine ne büyük bir lütufta bulunduğu düşüncesini uyandırıyor. Çünkü insan, bedensel yapısı açısından yeryüzündeki canlıların en mükemmelidir. Yine duygusal yapısı ve akıl almaz sırlarla dolu ruhsal yetenekleri açısından da canlıların en gelişmişidir. işte bu yüzden kendisine yeryüzünde halifelik görevi verilmiştir. Bunun için kendisine oranla son derece geniş olan bu mülke yerleştirilmiştir.

 

İnsanın organik yapısının genel mimarisine veya herhangi bir organının yapısına yönelik araştırıcı bir bakış, „Size şekil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır.“ gerçeğini bütün çıplaklığı ile ve somut olarak görür. Bu mimaride güzellik ve mükemmellik iç içedir. Güzellik şekilden şekle farklılık gösterir. Fakat insanın organik yapısının projesi özü itibariyle güzeldir, eksiksiz bir sanat ürünüdür, insanı yeryüzünde diğer bütün canlılardan üstün kılan tüm görevlere ve özelliklere elverişlidir.

„Dönüş O’nadır.“ Her şeyin, her meselenin ve her yaratığın dönüşü O’nadır. Şu evren ve şu insan O’na dönecektir. Çünkü her şey O’nun iradesi ile varolmuş ve O’na dönecektir. O’ndan gelir O’na döner her şey. Başlangıç ve sonuç O’dur. Her şeyi başından sonuna kadar kuşatan O’dur. Ama O, sınırsızdır! „Göklerde ve yerde olanları bilir. Gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı da bilir. Allah kalplerde olanı bilendir.“ Bu gerçeğin mü’minin kalbine yerleşmesi O’nun Rabbini gereği gibi tanımasını, gerçek anlamda bilmesini sağlar. iman esasına dayalı evrensel İslam düşüncesinin bir yönünü zihnine yerleştirir. Duygularını ve hedeflerini etkiler. Böylece insan, her yönüyle Allah’ın gözlerinin önünde olduğunun bilincinde olarak yaşar. Çünkü Allah’ın haberdar olmadığı hiçbir sır yoktur.

 

Vicdanların derinliklerine saklanıp ta O’nun göremediği herhangi bir niyet söz konusu değildir. O, göğüslerin içini bilir. (Seyyid Kutub. Fi Zilal…)Kardeşlerim Teğabün  suresini  anlamaya  ve  kavramaya,anlatmaya  devam  ediyoruz. Rabbimiz, 5,6,7,8, ve  9. ayetlerde  mealen  şöyle  buyuruyor. Daha önce inkâr edenlerin haberi size ulaşmadı mı? İşte onlar (dünyada) yaptıklarının cezasını tattılar. Onlar için acı bir azap da vardır.  (O azabın sebebi) şu ki, onlara peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi, fakat onlar: Bir beşer mi bizi doğru yola götürecekmiş? dediler, inkâr ettiler ve yüz çevirdiler. Allah da hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösterdi. Allah zengindir, hamde lâyıktır.

 

İnkâr edenler, kesinlikle diriltilmeyeceklerini ileri sürdüler. De ki: Hayır! Rabbime andolsun ki mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu, Allah’a göre kolaydır. Onun için Allah’a, Peygamberine ve indirdiğimiz o nûra (Kur’an’a) inanın. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Mahşer vaktinde sizi toplayacağı gün, işte o zarar günüdür. (Ancak) kim Allah’a inanır ve yararlı iş yaparsa, Allah onun kötülüklerini örter, onu (ve benzerlerini), içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur…

 

Muhammed  Hamdi  Yazır (Rh.A.) bu  ayetler  hakkındaki  izahında  diyorki: Ey bugünkü kâfirler! Bundan önce küfredip de yaptıklarının vebalini tatmış olanların önemli haberleri size gelmedi mi? Nuh, Âd, Semud, Lut kavmi ve Firavun gibi küfürde ısrar edenlerin küfürlerinin, azgınlıklarının vebali olan o ağır ve acı felaketleri bu dünyada nasıl tattıklarını ve nasıl battıklarını işitmediniz mi? Gerek önceki kitablarda ve gerek Kur’ân’da bunlar size haber verilmedi mi? Halbuki onlar yalnız bu dünyada tattıkları o acılarla kalmadılar. Onlar için daha çok acıklı, dayanılmaz bir az a p da vardır ki o da ahirettedir. Bunlar size haber verilmişken sizler niçin ibret almayıp küfürde ısrar ediyorsunuz.

 

İşte o, haber verilen dünyadaki tattıkları vebal ve ahirette tadacakları acıklı azap şu sebepledir ki onlara peygamberleri beyyinelerle, açık deliller ve mucizelerle geliyorlardı da bize bir beşer mi yol gösterecek? Dediler, bu suretle küfrettiler Hakk’ı tanımadılar, o peygamberlere ve delillere inanmadılar. Ve aksine gittiler, Allah da muhtaç olmadığını gösterdi. O nların ne iman ve itaatlarına, ne de kendilerine asla ihtiyacı bulunmadığını anlattı. Onların hepsini helak edip arkalarını kesti. Şüphe yok ki yaratan Allah gani (zengin) olmasaydı öyle yapmazdı. Evet Allah ganidir, sadece onlardan değil, bütün âlemlerden ganidir. Dilerse hepsini mahveder, yenisini yapar. Hamîd’dir, zatında her güzelliği, her üstünlüğü toplayıcı, her türlü hamd ve hürmete müstehaktır.

 

Küfredenler şöyle zannettiler, bilgiçlik taslayarak ahireti inkâr edip şu batıl fikir ve itikada „doğru“ diyerek saplandılar ki asla dirilmeyeceklermiş, öldükten sonra yeniden diriltilmeleri, önce yaptıklarının başlarına vurulması, iyilik nasılmış, kötülük nasılmış, acı mıymış, tatlı mıymış, anlatılarak ceza çektirilmesi kabil değilmiş, öldükten sonra her şey yok olur biter, iyilik de kötülük de, doğruluk da, eğrilik de boşa gider, hak ve hakikat denilen sabit bir şey yoktur, insan sadece kokup çürüyüp gidecek olan tenden ibarettir diye sandılar ve o gidişin nereye olacağını düşünmediler de o yaptıkları haksızlıklara, karıştırdıkları haltlara, o küfür ve nankörlüğe ondan dolayı düştüler.

 

De ki: Hayır! Rabbim hakkı için sizler gerek kâfir, gerek mümin bütün insanlar elbette diriltileceksiniz. „İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar.“ denildiği gibi hakkın huzurunda ayıltılıp uyandırılacaksınız. Sonra da yaptıklarınız size haber verilecektir. Hesaba çekilip cezalandırılacaksınız iman edip iyi işler yapanlar kârlı çıkıp bahtiyar olacak, küfür ve nankörlüğe gidenler zarara uğrayıp belalarını bulacaklardır. Bu, dirilme ve ceza sizlere zor gelse de Allah’a göre kolaydır.

 

Çünkü O yaratıcı, her şeye kâdirdir. O halde yanlış zanlardan Allah’a ve Resulü’ne, bunları size tebliğ eden peygamberi Muhammed (s.a.v.)’e ve indirmiş olduğumuz nura yani şuurları, basiretleri aydınlatacak Hak nuru olan Kur’ân’a iman ediniz. İnanıp gereğince amel ediniz, gösterdiği yolda, anlattığı huy ve ahlâkta çalışınız, emirlerini tutup nehiylerinden kaçınarak, Hak uğrunda güzel işler yapınız ki Allah her ne yaparsanız haberdardır, küçük büyük, iyi ve kötü hepsini bilir, sırası gelince hepsini size haber verir. Ne günü bilir misiniz? Sizleri o dernek gününe derleyip toplayacağı gün O gün teğabün günüdür. Kimin aldatıp kimin aldandığı, kâr ve zararın belli olacağı gündür. Burada Mücahid ve Katade’den „Cennet ehlinin, cehennem ehlini aldattığı gün“ diye tefsir edildiği de nakledilmiştir. Biz buna hakiki aldatma ve aldanmanın gerçekleştiği kâr ve zarar günü demekle her iki ihtimali de ifade etmiş olacağımızı zannediyoruz. Dünya muhabbetine dalmış olan bedbahtların en büyük arzuları, ticaret sevdasıyla şunu bunu aldatmak olduğu cihetle, burada onların kınanması için teğabun tabiri kullanılmıştır.

 

Esasen maksad, en büyük kâr ve zararın tahakkuk edeceğini ifade etmekle o günün büyüklüğünü anlatmaktır. Kimlerin kâr, kimlerin zarar edeceği konusuna gelince her kim Allah’a iman edip yararlı işler yaparsa işte o kâr edecektir. Çünkü Allah ondan onun günahlarını örtecek ve onu altından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Öyle ki içlerinde ebediyyen kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş, büyük zafer odur. Çünkü her tehlikeden kurtulup en büyük murad, en büyük zevk olan o yüce rızaya erme k oradadır. (M.Hamdi Yazır. Hak  dini Kuran  dili…) Kardeşlerim  Teğabün  suresini  anlamaya  ve  anlatmaya  devam  ediyoruz.

 

Rabbimiz 10,11,12 ve  13.ayetlerde  mealen  şöyle  buyuruyor: İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennem ehlidirler. Orada ebedî kalacaklardır. Ne kötü gidilecek yerdir orası! Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir. Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen apaçık bir duyurmadır. Allah; O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler… Mahmut  Toptaş  Hocaefendi  bu  ayetler  hakkında  diyorki: İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise onlar ateş yaranıdırlar. Ve orada ebedi kalıcıdırlar.

 

Ne kötü bir dönüş yeridir. Kafiri tarif ediyor Rabbim. Kafir: Allah’ın ayetlerini yalanlayanlardır. Bazı insanlar; „ben Allah’a iman ederim“ diyor. Orada çaresizde ondan iman ediyor. Ebu Cehil de iman ediyordu. „Ebıı Cehil ve avenelerine so­rulsa; Yeri ve göğü kim yarattı.“ denilse „Elbette Allah derler.“ Rabbim kafirin özelliğinden birini anlatıyor. „Ayetlerimizi yalanlayan­lara gelince. İşte onlar cehennem yaranıdırlar. Orada ebedidirler. Orası çok kötü bir dönüş yeridir.“ Bu dünyada iken yerleri kötü olan insanlar var. Ev bulamayan, fakirlik içerisinde yaşayan insanlar var. Afrika da sefaletin bin bir çeşidini yaşa­yanlardan bizim ülkemizde de var. Gerçekten yürekler acısıdır. Bunlara acıyoruz, acımakla sevap kazanıyoruz. Yalnız yüreğin yanıp geçmesi yeterli değil.

 

Yanan yüreğin vermesi de gerekir. Bir şeyler vermeliyiz. Fakat böylesine kötü durum nihayet bir gün sona erer. Ama bu dünyada her türlü debdebenin içinde yaşayan ve Allah’ın ayetlerini yalanlayanların ahirette varacağı yer Öylesine kötü olacak ki, hayali mümkün değil, üstelik ebediyyen. Allah’ın izni olmadan hiç bir musibet isabet etmez. Kim Allah’a iman ederse kalbine hidayet verir. Allah herşeyi bilendir. Mü’minler İslami hizmetlerine devam edecek olurlarsa başlarına bazı bela ve musibetler de gelir. Gelen her musibet Allah’ın izniyledir. „Bütün insanlığa ilan et. Allah’ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez.“ Biz Allah’ın yolunda olalım. Üzerimize insanlar taş atmışlar veya gül atmışlar önemli değil. Her yerin gülistan olması için gayret edelim.

 

Elimize diken batmış, gül gelmiş o da önemli değil. Allah“ın yolunda gi­derken güle rastlarsak koklarız, dikene rastlarsak sabrederiz. Kim Allah’a iman ederse Allah onun gönlünü aydınlatır. Ona yol gös­terir. Çok güzel bir ayeti kerime. Gerçi bütün ayetler güzel. îman eden bir insanın kalbi Allah tarafından aydınlatılacak olursa, onun her hare­ketinde, Allah’ın; Musavvir, Sani, Bari olan sanatının tecellisi görüle­cektir. Allah her şeyi bilmektedir. Allah’a itaaat ediniz. Peygambere itaat ediniz. Eğer yüz çevirir­seniz Rasulü’müze düşen apaçık tebliğdir. „Allah’a itaat ediniz. Rasulü’ne itaat ediniz.“ Böyle olunca, Rasulü’nün her hareketi Rabbinin kontrolündedir.

 

„En büyük Ahlak üze­resin sen“ diyor Allah (cc). Eğer yüz çevirecek olursanız, bizim Peygamberimize düşen görev apaçık bir tebliğdir. Size o mesajları ulaştırma görevi vardır. Şimdi bu ulaştırma görevi biz mü’minlere aittir. İnsanlara biz duyuruyoruz. Eğer Onlar yüz çevirirlerse, biz görevimizi yerine getirmiş oluruz. Ama daha sonra yine duyuracağız. Saba Rüzgarı her sabah eser. Biz de insanlara her münasib olduğu zamanlarda ulaştırma görevini yapacağız. Allah, O’ndan başka ilah yoktur. Mü’minler ancak Allah’a te­vekkül etsinler..O Allah ki; O’ndan başka yaratan, yaşatan, yöneten yoktur. Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler. Bir zamanlar Türkiyede in­sanlar üçe ayrılmıştı. Bir kısmı biz Allah’a tevekkül ederiz diyordu. Bir kısmı Rusya’ya, bir kısmı da Amerika’ya tevekkül ederiz diyorlardı.

Birinin ilahı göçtü. Öbürününki de sallantıda. (Mahmut Toptaş. Şifa  Tefsiri…) Kardeşlerim  Teğabün  Süresini anlamaya  ve  anlatmaya  devam  ediyoruz…Rabbimiz,  14,15,16,17 ve  18. ayetlerde  mealen  şöyle  buyuruyor: Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, kusurlarını örterseniz, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır: Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır. O halde gücünüz yettiğince Allah’a isyandan kaçının.

 

Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Eğer Allah’a (rızası uğruna) ödünç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah çok mükâfat verendir, ceza vermekte acele etmeyendir.
Görülmeyeni ve görüleni bilendir. Üstündür, hikmet sahibidir. Bu  ayetler  hakkında  Vehbe  Zuhayli  diyorki: „Ey iman edenler, eşlerinizin, evlâtlarınızın içinde hakikaten size düş­man da vardır, öyleyse onlardan sakının.“ Yani ey Allah’ı ve peygamberini tasdik edenler! Eş ve evlâtlarınızdan bazıları sizin için uhrevi düşman ola­bilir, yani size ahirette fayda verecek salih ameller ve hayru hasenat yap­manıza mani olabilirler. Bu sebeple onlara karşı tedbirli olun, onlara karşı sevgi ve şefkatinizi Allah’a itaate tercih etmeyin sakın. Mekkelilerden birtakım erkekler müslüman oldu ve hicret etmek istediler.

 

Eş ve çocukları onları bı­rakmadılar. Bu sebeple Allah Tealâ onlardan sakınmalarını, onlara boyun eğmemelerini emretti. Rasulullah’ın (s.a.) şöyle dediği rivayet edilir: „Üm­metimin üzerine öyle bir zaman gelecek ki o zamanda kişinin helaki eşi ve çocuklarının elinden olacak. Onu fakirlikle ayıplayacaklar, o da bu yüzden kötü bir yol tutup helak olacak. buyurdu. Sonra Allah Tealâ bunların affedilmesini emrederek şöyle buyurdu: „Af eder, kusurlarını başlarına kakmaz, örterseniz, şüphesiz Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.“ Yani eş ve evlâtlarınızı cezalandırmamak suretiy­le irtikap ettikleri günahlarını affeder, onları bu yüzden azarlamaz, sitem etmez, özür dilemelerine zemin hazırlamak için hatalarını gizlerseniz Al­lah muhakkak kullarının günahlarını affeden, onlara merhamet edendir. İnsanlara yaptıklarından daha güzeliyle muamele eder.

 

Sonra Allah Tealâ bu emre biraz daha açıklık getirerek şöyle buyurdu: „Mallarınız da evlâtlarınız da sizin için ancak bir imtihandır. Allah ise, büyük mükâfat onun yanındadır.“ Yani mal ve evlât imtihandır, mih­nettir, denemedir, belki sizi haram kazanmaya sevkeder, Allah hakkını eda etmenize mani olur, günah işlemenize sebep olur. Allah’a taati tercih eden, mal ve evlât sevgisi uğruna Allah’a isyan etmeyenlere Allah Tealâ nezdinde bol bol sevap vardır. Ahmed, Tirmizi, Hakim ve Taberani Ka’b b. Iyaz’ın şöyle dediğini riva­yet ettiler: Rasulullah’ı (s.a.) dinledim şöyle diyordu: „Her ümmetin bir im­tihanı vardır, benim ümmetimin imtihanı da maldır.“ Ahmed ve Bezzar’ın Ebu Said el-Hudri’den rivayet ettiğine göre Rasu-lullah (s.a.) şöyle buyurdu: „Çocuk kalbin meyvasıdır. O seni korkaklığa, cimriliğe ve üzüntüye sevkedebilir.“

 

Taberani’nin Ebu Malik el-Eşari’den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: „Düşmanın, sen onu öldürdüğünde senin için bir kur­tuluş olan, o seni öldürdüğünde cennete gireceğin kişi değildir. Lâkin belki senin düşmanın, senin soyundan gelen çocuğundur. Bundan sonra en azılı düşmanın malındır.“ Sonra Allah Tealâ takvayı, taatı ve infakı emrederek şöyle buyurdu: „O halde gücünüzün yettiği kadar, dinleyin, itaat edin, kendinizin hay­rı olarak harcayın.“ Yani o halde gücünüzü ve takatinizi sonuna kadar kul­lanarak Allah’ın emirlerine sanlın, nehiylerinden kaçının. Nitekim Buhari ve Müslim’de Ebu Hureyre’den rivayet edilen hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.) şöyle buyuruyor: „Size bir şey emrettiğim zaman gücünüz yettiği ka­dar onu yerine getirin. Sizi bir şeyden nehyettiğim zaman ondan kaçının.“ Size emredileni dinleyin, Allah’ın ve peygamberin emirlerine itaat edin.

 

Al­lah’ın size ihsan ettiği mallardan hayır yollarında harcayın, cimrilik yap­mayın, zira dinin ve ümmetin maslahatına olan yerlere harcama yapmak sizin için mal ve evlâttan daha hayırlıdır ve daha çok saadet getirir. Bu si­zin için dünyada da ahirette de daha hayırlıdır. Bunu yapmazsanız sizin için dünyada da ahirette de şer olur. „Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar muratlarına erenle­rin ta kendileridir.“ Yani Allah Tealâ kimi cimrilik ve eli sıkılık hastalığın­dan korur ve o insan Allah yolunda, hayır yolunda infakta bulunursa, işte o umduğuna nail olan, istediğine kavuşanın ta kendisidir.

 

Sonra Allah Tealâ infak için yaptığı teşviki şu sözleriyle tekit etti: „Eğer Allah’a gönül hoşnutluğu ile ödünç verirseniz onu sizin için kat kat artırır. Hem sizi bağışlar da. Allah aza çok mükâfat veren, ceza husu­sunda acele etmeyendir.“ Yani mallarınızın bir kısmını samimi bir niyetle ve gönül rızası ile hayır yollarında harcarsanız, Allah size kat kat sevap verir bir hasenenin karşılığında on mislinden yediyüz misline, hatta sınır­sız şekilde kat kat sevap verir, aynı zamanda günahlarınızı da bağışlar.

Allah az amele çok sevap verir, bağışlar, affeder, günahları ve hataları örter, kendisine isyan edeni cezalandırmakta acele etmez. Sonra Allah Tealâ infak hususunda daha ziyade teşvik ederek şöyle buyurdu: „Gizliyi de aşikârı da bilendir, galib-i mutlaktır. Tam hüküm ve hikmet sahibidir.“ Yani muhakkak Allah Tealâ size göre aşikâr olanı da gizli olanı da en iyi bilendir, galip ve kahirdir, derin hikmet sahibidir, her şeyi uygun yerine koyar. ( Vehbe  Zuhayli. Tefsirul  Münir…)

 

Kardeşlerim dikkat ederseniz Rabbimiz bu  son  ayetlerde bizden bir karz-ı hasen yani güzel bir borç istiyor. Ama bu Yahudilerin iddia ettikleri gibi Allah fakir de, bize ihtiyacı var da bizden kendisine borç istiyor diye  anlamak  en  basit  tbirle  saygısızlıktır.  Allah Ğanî’dir, Allah zengindir, gökler ve yer O’nundur; O’nun bize bir minneti yoktur. Bizden borç istemesi kendisi için değil, aslında bizim içindir. Değilse bizi de tüm diğer varlıkları da doyuran, rızık veren Rabbimizdir. Bize verdiklerinden bizim menfaatimiz için istiyor Rabbimiz. “Size verdiklerimden Benim fakir kullarıma, ihtiyaç içinde kıvranan kardeşlerinize verin,” buyuruyor Rabbimiz.

 

Ama sanki kendisine istiyormuş gibi, kendini fakirler konumuna indirgeyip onlara karzda bulunmamızı istiyor. Bize verdiği ekmekten, paradan, imkândan, fırsattan, akıldan, bilgiden, zamandan kullarına da ulaştırmamızı istiyor Rabbimiz. Ömrümüzden, zamanımızdan, paramızdan, bilgimizden karşılığını Allah’tan bekleyerek Müslüman kardeşlerimize ulaştıracağımız şeylerin karşılığında Rabbimiz bize bol bol nîmetler verecek öbür tarafta. Kaldı ki zaten biz sahip olduklarımızı Allah’a vermezsek, bir gün gelecek zaten her şey bitecek. Ne ömrümüz kalacak, ne para, ne mal, ne bilgi. Her şeyin bittiği gün biz göreceğiz ki, Allah için yaşamadığımız hayat, Allah için muhtaçlara ulaştırmadığımız bilgi, Allah için dağıtmadığımız mallar, mülkler hepsi boşa gitmiş.

 

Öyleyse elimizde  fırsat  varken Müslümanlar olarak sahip olduklarımızı Allah yolunda kullanalım. Sahip olduklarımızı Allah yolunda yatırım yapalım. Namaz, oruç, hac, cihad, infak, zaman gibi bugün Allah için ne takdim etmişsek, bilelim ki yarın Allah katında onları hazır bulacağız. Hem de kat kat artırılmış olarak. Bir de yarın onlara en muhtaç olduğunuz bir anda onları Allah’ın yanında hazır bulacağız inşaallah. Rabbimiz diyor ki burada, “kullarım şimdi bu dünyada bana güzel borçlar sunun, güzel ameller takdim edin ki, onlar bende emânet kalsın, yarın size en lazım olduğu günde benden alırsınız. Cennete girmek için mi lazım oldu? Cehennemden ve azaptan kurtulmak için mi lazım oldu? Onlara en çok muhtaç olduğunuz bir günde onları benden alırsınız.” Bunları Allah’a vermeseniz de, Allah hatırına kullanmasanız da zaten elinizden çıkıp gidiyor. Öyle değil mi?

 

Meselâ şu anda şu bir saatlik zamanı Allah’a ayırmasaydınız, nasıl olsa yine geçecekti değil mi? Öyleyse zamanımızı Allah için harcamaya  ğayret  edelim. Rabbimizin  emir  ve  yasaklarına  riayet  edelimki  zamanı  geldiğinde  Rabbimizden  istemeye  yüzümüz  olsun. Akıllarımızı, zekalarımızı sadece para kazanmaya değil de biraz da Allah’ın âyetlerini tanımaya, ağızlarımızı sadece yemeye, içmeye değil de, biraz da Allah’ın dinini çoluk – çocuğunuza anlatmaya harcayalımki  böylece Allah’a güzel ve  salih âmellerle  yaklaşalım, sadece  kendimizi  düşünmeyelim  paylaşmayı  itiyad  haline  getirelim.. Hayatımızın  her  anında bir imtihan içinde  oldugumuzu unutmadan bir hayat yaşamaya  ğayret  edelim inşaallah.

 

Mallarımızla, mülklerimizle, eşlerimiz, çocuklarınızla Rabbimizle barışık bir hayatın içinde olmaya  ğayret  edelim inşaallah. Allah için fedâkar olalım. Cenneti kazanmanın hesabı içinde olalım. O zaman Rabbimize şükredenlerden ve Rabbimizin sonsuz  niğmetlerine hak kazananlardan oluruz  inşaallah. Çünkü unutmayalımki Rabbimiz “Görüleni, görülmeyeni bilendir, güçlüdür, Hakîmdir.”      Çünkü gaybı da, şahadeti de bilen O’dur. Gaybın da, şahidin de âlîmi O’dur. Görünenlerin de, görünmeyenlerin de bilicisi Allah’tır. Azîz olan da, izzet, güç, kuvvet sahibi, kâfirlerden, düşmanlarından intikam alan da O’dur, Hakîm olan da O’dur. Hayata hakim olan da, hikmet sahibi olan da O’dur.

 

Hem bu dünyada, hem de ahirette hükmü geçerli olan, Müslümanlara izzet ve şeref kazandıracak da O’dur. Cenabı  Rabbul  alemiyn  bizlere tükenmez izan  ve  firaset  versin. Bizleri  hakkıyla  kendisine teslim  olanlardan  eylesin…Bizleri  hakkıyla  itaatkâr  olanlardan  eylesin…Bizleri  hidayette devamlı  olanlardan  eylesin…Bizleri hakkı  hak  bilip  hakka  bağlanan ve  batılı  batı  bilip  batıldan  kaçınanlardan  eylesin… Bizleri  en  sonunda  RAZI  olacagı  kulları  zümresine  dahil  eylesin…Sen  her  şeylere  kadirsin  Allahım…

 

Sermedkadir…LU…07.10.2015…

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.