Rabbimiz Teğabun suresi ayet1 ve 2.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. Mülk O’nundur, hamd O’nadır. O her şeye kadirdir. Sizi yaratan O’dur. Böyle iken kiminiz kâfir, kiminiz mümindir. Allah yaptıklarınızı görendir.***
Peygamber efendimiz (sav) ise bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:“Şu üç şeyi kendinde bulunduran îmanın tadını alır: Allah ve Resûlünü herşeyden fazla seven. Bir kulu, başka bir maksatla değil de, sadece Allah için seven. Allah tarafından küfürden kurtarıldıktan sonra, tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak kadar çirkin ve korkunç gören…** Enes (ra). Buhârî.
Efendimiz (sav) bir başka Hadisinde ise mealen şöyle buyurmaktadır: ** (sav) Birinizin içinde îman, elbisenin eskimesi gibi eskir. Allahtan kalblerinizdeki îmanı yenilemesini dileyin…**İbn Amr (ra). Taberânî.
Kardeşlerim bu Hadisi şeriften yola çıkacak olursak imanımızı her zaman taze tutmak ve yenilemek mecburiyetindeyiz. İman ve küfür meselelerini çok iyi tahlil etmemiz gerekli, lüzumlu hatta zorunludur çünkü bizlerin itikadını birebir ilgilendirmektedir. Kalbimizi, dilimizi, hal, hareket ve tavrımızı her vakitte kontrol altında tutmamız bizim faydamızadır. Kelimeyi tevhidi ifade ederken önce LA diyoruz yani önce reddettiklerimizle işe başlıyoruz bizde bu sebepten dolayı çnce “KÜFÜR” kelimesini anlamaya ve kavramaya çalışalım inşaallah…
Küfür bir şeyi çrtmek ve gizlemek manalarına gelmektedir. Bu sözü,işi ve hareketi yapan kişi hakikati, gerçeğ gizleyen kişidir. Örneğin, Dinsizler, Allahın varlığını inkâr ederler. Hâşâ sümme hâşâ Allah yoktur derler. Yok, kelimesi ile Allahın varlığının üzerini örtüp gizlemek isterler. Mekke müşrikleri gibi putlara tapanlar. Allah’a ortak koşarlar. Allahın birliğinin üzerini putları ile örterler, Allah’ın birliğini gizlemeye çalışırlar. Allah’ın yarattığı aya, güneşe, yıldızlara, ruhlara canlı, cansız varlıklara tapanlar da Taptıkları ile Allah’ın varlığının üzerini örtmek isterler.
İbni Abidin diyorki: Küfür çrtmek manasınadır. Şeri ıstılahta ise Hazreti Muhammedin (sav) kesin olarak dininden olup, Cenabı hakk tarafından getirmiş olduğu bilinen hususlarda Rasulullahı yalanlamaktır. Bilindiği gibi, Yahudiler, Hıristiyanlar, batıl din mensupları, peygamberimiz Muhammed (sav)’in peygamberliğini ve Kur’an-ı Kerimin Allah tarafından Hak kitap olarak gönderildiğini kabul etmezler, batıl inanışları ile İslâm’ın Hak ve Doğru inancının üzerini örtmeye çalışırlar, kendi yanlış inanışlarını hak ve doğru olarak gösterirler.
Küfür kelimesi örtme ve gizleme manası ile birlikte kullanış yönünden iki kısma ayrılır; Bu husus birincisinde, Sövüp sayma, kaba, çirkin, kötü söz söylemeye denir. Örneğin insanları rencide edici sözlü ifadeler it, kurt, iffetsiz, hayasız gibi kelimelerini kullananlar, ağıza, yüze, göze sövenlere küfürbaz denir. Küfürbaz insanlar, çirkin sözlü, kötü huylu insanlardır. Çirkin sözleri, kötü huyları ile günah işlerler, kul hakkına tecavüz ederler, fitne ve fesat yayarlar, sevilmezler.
Bunlar çirkin ve kötü sözlerini hemen terk etmeli, tevbe istiğfar edip iyi hal sahibi, namaz ve niyaz ehli bir Müslüman olmalıdırlar. Küfürbaz olarak yaşamaya devam ederlerse, Allah korusun imanlarını bile kaybedebilirler. Müslüman şahsiyyet sövüp saymaktan, çirkin ve kaba konuşmaktan kendini ateşten koruduğu gibi korumalıdır, doğru sözlü, güzel huylu olmalıdır. İkinci olarakta Küfür, inkâr anlamında kullanılır. Allahın varlığını, birliğini, gönderdiği peygamberleri ve peygamberlerine indirdiği ilahî kitapları kabul etmemek, inkâr etmek küfürdür.
Peygamberimiz Muhammed (sav)’in peygamberliğini, Cebrail vasıtası ile Allah’ın Ona indirdiği Kur’an’ın bütününü veya bir kısmını, bir hükmünü kabul etmemek de küfürdür. Küfür sahiplerine kâfir denir. İslâm dini dışında kalan insanların genel adı da kâfirdir. Allah, İnsanı seçkin bir varlık olarak yaratmış ve insana sayısız nimetler bahşetmiştir. Allah, insan’a akıl, zekâ vermiş, düşünme, bilgi edinme, keşif ve icat etme ve idare etme gibi birçok kabiliyetlerle diğer canlılardan üstün tutmuştur. Allah’ın verdiği bu kabiliyetlerle insan, canlı ve cansız diğer varlıklara hâkim olmuş, onları hizmetinde kullanmıştır.
Allah, insan’a dünyada bahtiyarlığa, ahiret hayatında da sonsuz mutluluğa kavuşması için yol gösterici peygamberler göndermiş, peygamberlere indirdiği ilahi kitaplarla da insanın yapacağı emirleri, yapmayacağı yasaklarını bildirmiştir.
İnsanın aslî vazifesi; Allah’ın emirlerini yapmak, yasaklarından sakınmak, Allah’ın istediği bir kul olmaktır. İnsan, Allah’ın istediği bir kul olmamış, emirlerine, yasaklarına göre yaşamamış, yoldan çıkmış, inkâra sapmış, kâfir olmuştur. Kâfirler; Allahın varlığını kabul etmemişler, yoktur demişler veya elleri ile yaptıkları putlara ilah diye tapınmışlar. Allah’a isyan etmişler, sahip oldukları kabiliyetleri kötüye kullanmışlardır. Zulme sapmışlar, yeryüzünü fitne ve fesatla doldurmuşlar, tanrılık iddiasında bulunmuşlardır. Azgınlaştıkça azgınlaşmışlardır.
Allahın kendilerine doğru yolu göstermek için gönderdiği peygamberleri kabul etmemişler, peygamberlerin gösterdiği doğru yolu kapatmaya çalışmışlar, bir kısım peygamberleri ve ona inananları öldürmüşler, cinayetler işlemişlerdir. İmansızlık, azgınlık, gurur, büyüklenme, hayvanî bir yaşayışla İnsan olma vasıflarını kaybetmişler, canlı-cansız varlık arasındaki üstün olma mevkiinden kendilerini düşürmüşler, varlıkların en kötüsü haline gelmişlerdir.
Rabbimiz Ankebut suresi ayet, 52.de mealen şöyle buyurmaktadır: ***Onlar (aslı esası) olmayan batıla inanırlar ve Allah’ı inkâr” ederler….*** Beyyine suresi ayet 6. meali şöyle: ***Ehl-i kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır. Ebu’l-leys Semerkandi hazretleri ayeti kerimenin açıklamasında şöyle der: “Evet hareket eden canlılar arasında, Allah katında kafirlerden daha kötüsü ve daha şerlisi yoktur.
Kâfirlerden başka bütün yaratılmışlar Allahü Teâlâ’nın birliğini tasdik ederek, O’nu tesbih ederler. İnsanlardan başka varlıklar için cennet ve cehennem korkusu da yoktur. Buna rağmen her an Rablerini tesbih ederler.. Hâlbuki mükâfat ve ceza, cennet ve cehennem insanlar içindir. Buna rağmen kâfirler yine iman etmezler.” Küfre düşen insan, Yaratanı ve O’nun peygamberlerini inkâr eden ve O’na şirk koşan bütün yaratılmışların en âdisidir. Çünkü kâfir, Allah’ın yarattıkları arasında insanlara bahşetmiş olduğu akıl nimetini yerinde kullanmamıştır.
Kâfirler, dünya hayatında görünüşte insan olarak, süslü, rahat, zengin, saltanatlı bir yaşayışa sahip olsalar da, küfürleri sebebiyle Allah katında şerir bir varlıktır. İnsan, dünya hayatından sonra Allah’ın bildirdiği ahiret hayatını da yaşayacaktır. Allah celle şanuhu, gönderdiği peygamberler vasıtası ile ahiret hayatının nasıl olacağını bildirmiş, Fâkat kâfirler tekrar dirilmeyi, ahiret hayatının varlığını kabul etmemişlerdir. İnsan dünyada sahip olduğu beden ve ruh ile Allah’ın emriyle, ahirette tekrar dirilecek, Allah’ın emriyle, dünyada yaptıklarının hesabını verdikten sonra ahiret hayatını sonsuz olarak yaşamaya başlayacaktır.
Allahın bildirdiği, bütün peygamberlerin insanlara duyurduğu ilâhî gerçek budur. Merhum Mevdûdî beden ve ruh ile dirilme konusunda şunları yazar: “İnsanlar aynı ruh ve beden ile diriltilecekler ve dünyada iken nasıl bir bedene sahip iseler, en küçük ayrıntısına kadar orada da aynı bedene sahip olacaklardır. Çünkü işledikleri suçları aynen aktarabilmeleri için aynı uzuvların bulunması gerektiği aşikârdır. ” Merhum konu ile ilgili ayet-i kerimelerin sûre ve numaralarını da verir: İsra:49-51, 98, Nur: 24, Yasin:65, Saffat:16-18, Vakıa:47-50, Naziat:10-14, (Tefhimülkur’an: 5/187)
Peygamber efendimiz (sav), ilâhî gerçeği, ahirette dirilmeyi bildirdiği zaman, Mekke müşrikleri “olamaz” dediler. Allah, Kur’an-ı Kerimde müşriklerin ahiret hayatının varlığını inkâr etmelerini şöyle bildirir: “Şu dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur, dediler.” (En’am: 6/29) Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinden Übeyy bin Halef, çürümüş bir kemik getirerek onu ufalamış peygamber (sav)’in yüzüne doğru üflemiş, alay ederek şöyle demiştir: “Ey Muhammed! Biz bu şekilde toz haline gelmiş kemikler olduktan sonra, Allah’ın bizi dirilteceğini mi iddia ediyorsun?” Peygamberimiz (sav) şöyle cevap verdi: “Evet, Allah seni diriltecek ve ateşe sokacak.”
Ubeyy bin Halef hakkında şu ayetler indi: “İnsan kendisini meniden yarattığımızı görmez mi ki, hemen açık bir hasım kesiliyor.” “Yaratılışını unutarak bize bir misal getirdi. “Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek dedi.” “ Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O bütün yaratıkları bilir” de. (Yasin:36/77-79)Kardeşlerim, Allah’ın emri ile dünya hayatı sona erecek, Allah’ın emri ile ahiret hayatı başlayacaktır.
Kâfirler, dünyada Allah’a isyan etmenin cezasını, ahiret hayatında cehenneme atılarak çekeceklerdir. Rabbimiz Bakara suresi ayet.24.te mealen şöyle buyurulmaktadır: ***(Cehennem) ateşi kâfirler için hazırlanmıştır…*** Hicazi, Furkan tefsirindeki izahlarında diyorki: Cenab-ı Allah, insanlara, kendisine ibadet etmelerini; Rablığını ve birliğini ikrar etmelerini emretmiş; putları ve tapmakta oldukları diğer şeyleri bir kenara atmıştır. Çünkü onların tapmakta oldukları şeyler de Allahü Teâlâ tarafından yaratılmıştır.
Daha önce babalarım ve atalarını yaratan da bizzat Allah’tır. Şu halde ona karşı eşler ileri sürmek yakışık alır bir davranış değildir. Allah’ın kendileri için beğenmiş olduğu takvaları, ancak Allah’a kulluk etmekle gerçekleşir. Çünkü dönüp hareket etmesine rağmen yeryüzünü, üzerinde ikamet etmeleri için bir döşek gibi seren, semâyı da hayır ve bereketle üzerlerine gölge salan bir kubbe yapan mimar, ancak ve ancak Allah’tır. İçinde çeşitli feleki âlemleri ve gök cisimlerini bulunduran semâ, sarsılmaz bir yapı gibidir. Onun hiçbir parçası yere düşmez; düzeni bozulmaz. Cenab-ı Allah, bizler için otlar ve ekinler yeşertmek için semâdan hoş ve mübarek bir su indirmiştir.
Ey okuyucu, benimle birlikte sen de, Cenab-ı Allah’ın kendisini, yalnız başına Rabb olduğuna işaret eden niteliklerle nitelediğini görüyorsun. Yaratma, Tekvin ve Rezzâk sıfatlan, sırf ona özgü sıfatlardandır. Rabbimizin durumu bu olduğuna göre, ona ibadet edin. İbadette ona eş ve ortak koşmayın. O’nun eşi ve benzeri olmadığını siz de biliyorsunuz. Çünkü O, tapınmak için hiçbir şey yaratmamıştır. İşte onun kudret görüntüleri ve birlik delilleri ona işaret eden birer kanıt olarak ortadadır. Kur’an’dan ve onu, Kulu ve elçisi Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v.) e İndirdiğinden şüphe ediyorsanız, işte size Kur’an… Çalışın, gayret edin.
Azimlerinizi bileyin, adamlarınızı toplayın. Reislerinizden ve ilâhlarınızdan yardım dileyin. Belagatta ona benzeyen, bütün zamanlar ve mekânlar için geçerli olabilecek güçte sapasağlam yasalar beyan ve aynı zamanda gaybî haberleri de içinde taşıyan bir sûre getirin. Tabii eğer: „Kur’an Allah tarafından değil, Muhammed tarafından hazırlanmış bir kitaptır“ sözünüzde doğru iseniz… Böyle bir söz akılla nasıl bağdaşır? Muhammed de sizler gibi okur yazar olmayan ümmî bir insandır. Sizler Kur’an’a ve Muhammed’e karşı birleşik bir cephe oluşturmuşsunuz. Aranızda şair, hatip, beliğ ve edip kimseler vardır.
Kur’an, şiir ve hitabelerinizde hatta normal konuşmalarınızda kullanmakta olduğunuz türden arapça bir kelâmdır, işte bu Kitab’Ia Cenab-ı Allah sizlere ve birlikte olduğunuz söz ustalarına, belagatın sembollerine ve edebiyat otoritelerine meydan okumuştur, okumaktadır. Eğer aciz kalırsanız —ki mutlaka aciz kalacaksınız— hakka dönün; Muhammed’e ve ona indirilen Kur’an’a İman edin. Böyle yaparsanız, yakıtı (kâfir) insanlarla taşlardan ibaret olan ve Allah tarafından kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten kendinizi korumuş olursunuz.
Beyan ve üslûp gücü, ifade inceliği ve arapların diğer edebî sanatları bakımından Kur’an’a denk bir sûre getirmeleri konusunda Cenab-ı Allah, arap-lara meydan okumuştur. Siyasî, iktisadî, ilmî, toplumsal ve kanunla ilgili yönlerine gelince, Kur’an, bu yönleri açısından da üstün özelliklere sahiptir. Onun bütün âlem için mucizeler içerdiğini zaman ispatlamıştır. (Furkan Tefsiri.Hicazi) Allah, kâfirlerin cehennemde çekeceği azabı bir ayet-i kerime de şöyle bildirir: “Ayetlerimize karşı inkâra sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten Allah güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa:4/56, bkz, Hac: 22/20)
Deriler, Allah’ın insanoğluna verdiği nimetlerinden biridir. Canlıların derileri de kendileri gibi insan hizmet ederler. (Nahl:16/80) Sadece domuzun derisi de kendisi gibi necistir, kullanılmaz. İnsan yaratılmışların en şereflisi olduğu için insana saygı dolayısı ile insan derisi de kullanılmaz. İnsan vücudundaki derinin çok faydaları vardır. Ansiklopedilerden aldığımız bazı faydaları şöyledir:
Deri, vücudumuzda ısınma olması durumunda terleme yaparak vücudun soğumasını sağlar. Üşüme durumlarında gözenekler kapanarak soğukluğun hissedilmesini azaltır. Deri, sinir sistemi ile birleşik olduğundan dolayı soğuk, sıcak, acı, baskı gibi hisleri algılar. Deri, vücudumuzdaki zararlı maddeleri terleme yolu ile dışarı atar. Deri, güneşten gelen D vitamini emerek vücudumuzun ihtiyacını karşılar. Deri, vücudumuzu bir arada tutarak dağılmasını önler.
Derinin başka faydaları da vardır. Müslüman Allah’ı andığı ve kelamı olan Kur’an-Kerimi okuduğu zaman, derisi Allah korkusu ile ürperir, Allah sevgisi ile yumuşar, itminana erer. (Bkz, Zümer:39/23) Deri, ahirette insanların yaptıklarına şahitlik eder. Peygamberimiz (sav) konu ile bir hadis-i şerifinde mealen şöyle buyurur: “Bir suçlu kıyamet gününde yaptıklarını inkâr ettiğinde, Allah onun organlarına emir verecek ve onlar onun yaptıklarına şahitlik edeceklerdir.” (Müslimden naklen İbn-i Kesir: 4/96, tefhim: 5/187)
Rabbimiz Fussilet suresinde, derinin şahitliği konusunda şunları bildirir: “İnananları ve Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtardık.” “Allah’ın düşmanlarının, toplanıp yığın yığın cehenneme sevk edilecekleri günü hatırla.” “Nihayet cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri yapmış oldukları işler hakkında kendileri aleyhinde şahitlik ederler.” “Onlar derilerine ‘Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?’ derler.” “Derileri, bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu.
İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca ona döndürülüyorsunuz. ” “Siz (günahlar işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinizde şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lakin yaptıklarının çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.” “İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında zannınızdır. O sizi mahvetti de ziyana uğrayanlardan oldunuz.” “Şimdi eğer dayanabilirlerse artık cehennem onların yeridir.” (Fussilet 41/19-24) Deri tam yanınca, azabın acısını devamlı duyması için yanan deri yenilenir. Çünkü acıyı beyine, vücudun her tarafına ulaştıran deri ve derinin ihtiva ettiği organlardır…
Ebu’l-leys Semerkandi hazretleri ayeti açıklarken şöyle der: “Hz. Muhammed (sav)’i ve Kur’an’ı inkar ederek kafir olanlar, kıyamet günü kendileri için hazırlanmış bir ateşe atılacaklardır.. Onların derileri yandıkça azabı duysunlar diye, Yüce Allah derilerini değiştirip yenileyecektir. Derilerin her değiştirilmesinde azapları da artırılacaktır. Azapları bu şekilde devam edecektir. Çünkü kâfirler için bir daha cehennemden çıkmak yoktur.Kâfirlerin çektikleri azap, inkârlarının ve küfürlerinin karşılığıdır Küfürleri dünyada devamlı olduğu için ahirette de cehennem azabı devamlıdır.
Suça göre ceza esasına uygun olarak cehennemde de kâfirlerin cezaları farklıdır. Nemrut, Firavun, Ebu cehil, tarihte isimleri bilinen ve bilinmeyen zalimlerle, kendi halinde kimseye bir kötülük yapmamış, küfrü sebebiyle cehennemi hak etmiş bir kâfirin cezası aynı değildir. Diyelim ve İman ve salih amel hususuna geçelim inşaallah. İman, Allahın varlığını ve birliğini, Hazreti Muhammedin (sav) peygamberliğini, Cebrail aleyhisselam vasıtası ile Allah’tan alıp bildirdiği ilâhî emir ve yasakları kalb ile kabul etmeye, dil ile de söylemeye denir.
İmana sahip olmanın en kısa ifadesi; “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasulullah” demektir. Türkçesi; “Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed Allah’ın Rasulüdür.” Amel: İş, çalışma, çaba harcama, meşgale ve uygulamaya denir. Dünya ve ahirette kendisine ceza ve mükâfat verilen işlere ve davranışlara amel denir. Bu tarifeye göre en küçük iyi amele mükâfat ve en küçük kötü amele de ceza verilir.
Rabbimiz Zilzal suresi ayet.7-8çde mealen şöyle buyurmaktadır: ***artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Artık kim zerre ağırlayınca kötülük işlerse onu görür…*** Salih iyi demektir. Salih amel, imanı hayata hâkim kılan, Allahın rızasını kazandıran, ibadetlere, dünyamıza, ahiretimize yararlı olan iyi işlere ve iyi davranışlara denir. Diğer bir ifade ile farz, vacip, sünnet, müstehap her ibadet, helal olan her işi sağlamca yapmak, doğru sözlü olmakta amel-i salihtir.
Amel-i salihi işleyen insana da; Allah’ın emir ve yasaklarına uygun, dinen iyi, faydalı, doğru ve savaba layık davranışlarda bulunduğu için “Salih Müslüman= İyi Müslüman” denir. Salih Müslüman, dünyada seçkin Müslüman olduğu gibi Allah katında da seçkin Müslümandır. Salih Müslüman iyi insan olmanın da örneğidir. Rabbimiz Nisa suresi ayet. 69.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Kim Allah’a ve peygamber itaat ederse, işte onlar, Allahın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle Salihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştır…***
Salih Müslüman, Allahın emrine itaat eden Müslümandır Namaz ve niyaz ehlidir. Eûzü, besmele ile başladığı işini hamd ile şükürle tamamlar. Helalınden yer, helalinden içer. Herkese iyilik yapar. Allah’ın yasak etiği şeylerden ateşten korunduğu gibi korunur. Bu korunmayı Müslümanlara da tavsiye eder. Salih Müslüman, örnek Müslümandır.
Örnek Müslüman olduğu için ahiret âleminde de peygamberlerle, sıddıklarla, ve Salihlerle beraber olacaktır. Salihleri bu mevkie yücelten imanı ve amel-i salihidir. İyi amellerin değer kazanması, Allah katında makbul olması için iman şart ve esastır. İman olmadan ibadetlerin, iyi işlerin, iyi davranışların Allah katında bir değeri yoktur. Bunun içindir ki, Allah kâfirin hiçbir işini kabul etmez. “Dünyada da ahirette de onların amelleri boşa gitmiştir.” buyurur.
Kafirlerin dünyada yaptıkları amellerin hepsi boşa çıkacaktır. Bu kâfirlerin, bu zalimlerin tüm planları-programları, tüm hileleri-komploları, tüm güçleri, tüm ekonomik, siyasal ve askeri kuvvetleri, tüm saltanatları, tüm medeniyetleri, tüm teknolojileri boşa çıkacaktır. Allah’ın âyetlerine, Allah’ın elçilerine karşı düşmanca bir tavır alan, Allah yoluna çağıran mü’minlere karşı düşmanca bir tavır takınanların durumu budur.
Kitabından habersiz bir hayat yaşayan insanların dünyada da âhirette durumu işte budur. Ben yahudi’yim, ben Mûsâ’ya inanıyorum dediği halde, ben Tevrat’a inanıyorum, ben Tevrat’la amel ediyorum, Tevrat benim kitabımdır dediği halde Tevrat’tan habersiz bir hayat yaşayan, Ben İncil’e inanıyorum, İncil benim kitabımdır dediği halde İncil kaynaklı bir hayat yaşamayan, ben Kur’an’a inanıyorum, Kur’an benim kitabımdır dediği halde, Kur’an’ı öpüp bağrına bastığı halde onun içindekilerden habersiz bir hayat yaşayan,
kitabını okuyup anlamaya, kitabının âyetlerini gecesine-gündüzüne, evlenmesine-boşanmasına, yemesine-içmesine, iyinmesine-kuşanmasına, kazanmasına-harcamasına, düğününe-derneğine, hukukuna-ekonomisine karıştırmayan, kitabını örterek, kitabını gündeminden düşürerek, kitabının değer yargılarını terk ederek kendi hevâ ve heveslerine göre, kendisi gibilerinin hevâ ve heves-lerine göre, topluma göre, Allah’tan başkalarının değer yargılarına göre bir hayat yaşayan insanların dünyada tüm yaptıkları boşa gidecektir.
Çünkü onların hayatlarında, hayat programlarında yaptıkla-rında, ettiklerinde etkili olan Allahın emir ve yasakları değildir, Allah’ın kitabı ve Resûlü-nün sünneti değildir. Çünkü onların amellerinin yaptırıcısı Allah celle celaluhu değildir. Ya da onlar tüm çabalarını tüm plan ve programlarını dünya adına harcamış kimselerdir. Yâni bunlar dünyayı kıble edinmiş, tüm plan ve programlarını dünyayı kazanmak adına yapmışlar, dünyalık elde etmek üzere, dünyada zengin ve başarılı olmak üzere yapmış insanlardır.
Tüm yatırımlarını dünyada kalıcı ve âhirete intikal etmeyici şeylere yapmışlar. Dünyada zengin olmak ve dünyada başarmak onların tek amacıydı. Âhiret adına bir endişeleri yoktu onların. Bu yüzden hayatlarında Allah’ı hayatlarından çıkarmışlar, peygamberi unutmuşlar, kitabı yok farz etmişler, hesabı yok farz etmişler. Hesabı yok farz edince de kendilerini her türlü sorumluluktan azade saymışlar ve tıpkı hayvanlar gibi sorumsuzca bir hayat yaşamışlar.
Bunu yaparken de çok iyi bir şey yaptıklarını zannetmişler. Böylece hayatlarını mahvetmişler. Tüm yaptıkları boşa gitmiş, kendilerini de kendilerine verilen imkânlarını da boşa harcamışlardır. Mahmut Toptaş hoca efendi diyorki: Dünyada da ahirette de onların amelleri boşa gitmiştir. Onların yardımcısı da yoktur. En büyük üç tane suç: Allanın ayetlerini yalanlamak, peygamberleri öldürmek ve adaleti emredenleri öldürmek. Allanın ayetleri inkar edilince insanlar arasından bir ilah çıkarırlar ve onua sözlerini ayet gibi kabul edip her tarafa yazarlar ve onun izinde sapıklığa giderler.
Peygamber efendimiz zamanında, kafirler efendimizi öldürmeye teşebbüs ettiler başarılı olamadılar. Yahudi ırkı birçok peygamber öldürdü. Günümüzde peygamber olmadığı için peygamberlerin öldürülmesi de sözkonusu değil. Ancak ikibin sene önce peygamber öldüren yahudilerin bu günkü çocukları, ikibin sene önceki dedelerinin yaptığı hatayı aynen onayladıkları için, aynı katilin karakterini taşıdıkları için bu ifade kullanılmıştır.
Peygamberden kasıt onun şahsı değil temsil ettiği risalettir. Kâfirler Efendimizin risaletine düşman idiler. Günümüzde de Efendimizin risale-tine, sahih hadislerine dil uzatanlar aynı karakterdeki insanlardır. Adalet adamlarını öldürenler kuvvete boyun eğenlerdir. Adalet ortadan kalkınca kuvvet hakim olunca, ilk aciyı adaleti ortadan kaldıranlar çekerler. Ahirette ise eli boş yardımcısız olarak cehennemi boylarlar.(Mahmut Toptaş, Şifa Tefsiri)
Rabbimiz Nur suresi ayet.39.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** “İnkâr edenler ise, onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer. Susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz da, Allah’ı bulur. O da onun tamamiyle hesabını görüverir. Allah hesabı çabuk görendir…***
Muhammed Hamdi Merhum bu ayetler hakkında diyorki: Küfredenlerin de amelleri, gönüllerince iyilik diye yaptıkları bütün işleri, itikatları, inançları bozuk ve gayeleri heva ve heves olduğundan dolayı bir çöldeki seraba benzer. Uzaktan gördüğünü sandıkları vahada su buldum zanneder. Hararetinden imrenir, ihtirasla koşar ne zamanki ona varır, orada bir şey bulamaz, içini yakmakta olan hararetini dindirecek hakikî suyu bulamadığı gibi, uzaktan hayal ettiği parıltı da kalmaz. Koştuğu emelin yalan olduğu ortaya çıkar.
Fakat bununla da kalmaz. Ve yanında Allah’ı bulur. O susuzluk ve yoksulluk içinde hakikatin dehşetini görür. Korkmak istemediği Allah’ın kahır ve gazabı yüreğine inip bütün benliğini sarar da hesabını görüverir ve Allah, hesabı çok çabuk görendir. Şu halde o hesabı uzak sanmamalıdır. İşte kâfirlerin nurlu zannettikleri, iyilik diye koştukları amellerinin sonucu budur… (Hak dini Kuran dili.M.Hamdi YAZIR.)
Kardeşlerim Küfür ve iman meselesi üzerinde duracagımız en önemli meselelerin neredeyse başında geliyor. Bu konu bir saatta anlatılacak bir mesele degil şüphesiz lakin Nisa Suresindeki iki ayeti eger okuyup anlama ğayreti içerisinde olursak Hayatımızı daha dikkatli bir yaşantının içinde buluruz kanaatini taşıyorum. Bu iki ayet sanki konumuzun özünü teşkil ediyor mealen şöyle: Hiç kuşkusuz ayetlerimizi inkâr edenleri ilerde ateşe atacağız. Derileri kavruldukça azabın acısını duysunlar diye kendilerine başka deriler giydireceğiz. Hiç şüphesiz Allah üstün iradelidir, hikmet sahibidir.
İman edip iyi ameller işleyenleri de ilerde içinde ebedi olarak kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğiz. Onlara orada el değmemiş eşler verilecek, kendileri koyu gölgeler altına alınacaklardır. Bu ayetlrin izahını Merhum seyyid Kutubdan dinliyelim diyorki: Burada bitmesi söz konusu olmayan bir sahne karşısındayız. Sürekli yenilenen somut bir sahne. Hayalde canlanıyor ve bir daha kaybolmuyor, bir tarafa kayıp gitmiyor.
Bu sahnenin hakim imajı korkudur, dehşettir. Fakat sürükleyici, esir edici cazibesi olan bir dehşettir bu.Ayette bu tablo bir tek kelime ile göz önünde canlandırılıyor ve yineleniyor; …dukça (kullema) kelimesi ile. Tabloya ürperticilik ve korkunçluk kazandıran ifade „Derileri kavruldukça“ yan cümleciğidir.
Tabloya şaşırtıcılığı ve alışılmış manzaralarla çelişen olağan dışılığı katan ifade de cümlenin öbür yarısı, yani „kendilerine başka deriler giydireceğiz“ temel cümleciğidir. Bu ürpertici ve korkunç dehşet sadece bir tek şart cümlesinde odaklaşıyor. Bu kafirlerin cezasıdır. Bütün iman etme sebepleri varken bile bile seçilen kâfirliğin cezası. Yani amaçlanmış, istenmiş bir ceza. O halde davranışa denk düşen bir ceza. Okuyoruz:
„Azabın acısını duysunlar diye..“ Çünkü Allah, ceza vermeye muktedirdir, kararı yerinde ve hikmete dayalıdır. Okuyoruz:“Hiç şüphesiz Allah üstün iradelidir, hikmet sahibidir.“Şimdi bu sahnenin her noktada karşılığı, karşıtı olan bir sahneye çevirelim bakışlarımızı. Yalazı dalga dalga yükselen alevlerin; acı içinde kıvranan, kavrulmuş erimiş derilerin, kavruldukça yanma olayı yeniden yaşasın, çekilen acı yeniden tadılsın diye yerini başkasına bırakan derilerin bu bedbaht, elem dolu sahnesinin karşılığında „İman edip iyi ameller işleyenler“i gönül okşayıcı, serin meltemli bahçelerde gezinirken buluyoruz.
Bu bahçenin; „Altlarından nehirler akıyor:“Ayrıca bu sahnede güvenlik ve vurgulamalı bir süreklilik ve kalıcılık buluyoruz: „Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.“ Bu bahçelerde, bu bitimsiz ebedilikte bir de el değmemiş eşler çıkıyor karşımıza: „Onlara orada el değmemiş eşler verilecek.“ Son olarak ılık gölgelerin, bu mutlu tablonun havasında titreştiklerini fark ediyoruz: „Onları koyu gölgelerin altına alacağız.“ Bu ümmetin yoktan var edicisi ve geliştiricisi, varlık alemine çıkarıcısı Kur’an-ı Kerim’dir. Yüce Allah „Sizler insanlar için ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz“ buyururken bu gerçeği tam olduğu gibi ifade etmiştir.
Kur’an-ı Kerim bu ümmeti yoktan var eden, onu insanlık tarihinin eşsiz-benzersiz ümmeti, ayetin deyimi ile „İnsanlar için ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmet“ yapmak üzere geliştiren kaynaktır.
Kur’an’ın bu ümmeti yoktan var edip geliştirdiği gerçeğini açıklığa kavuşturmalı, üstüne basa basa vurgulamalıyız. Gerçekten Kur’an’ın bu ümmete yönelik fonksiyonu bir yoktan var etme ve geliştirme fonksiyonudur.
Kur’an bu ümmeti varlık sahnesine çıkardı ve oluşumunu sağladı. Cahiliye bataklığından tutup çıkardığı İslâm toplumunun bünyesine tasarladığı yeni değerleri yerleştirdi. Bu toplumun hayatında ve fertlerin vicdanlarında bulunan cahiliye değerlerini ve tortularını silip ortadan kaldırdı. Bu toplumun yapısını bu „yeniden doğuş“un esasına göre düzenledi, ya da gerek duyunca yeniden kurdu.
Kur’an-ı Kerim bütün bunları yaparken müslüman cemaate doğru bir düşünce temeli kazandırarak işe başlıyor. Bunun için imanın şartını ve İslâm’ın tanımını açıklığa kavuşturuyor. Sonra da bu düşünce sistemini -doğrudan doğruya bu noktadan- temel düzenine, anayasasına bağlıyor. O temel düzen ki bu toplumun kişiliğini çevresindeki cahiliyenin kişiliğinden ayırıyor, ona insanlar için ortaya çıkarılmış seçkin ümmetin özelliklerini kazandırıyor, ona insanlara mesaj verme, onları yüce Allah’a iletme, ilâhi sistemle bütünleştirme konumu sağlıyor.
Yine bu ayetlerden birinde İslâm ümmetine deniyor ki: İnsanlar -ilke olarak- yüce Allah’ın sistemini hakem, yargı mercii olarak kabul etmedikçe mümin olamazlar. Bu sistem, ilk önce Peygamberin verdiği kararlarda somutlaşır, O’ndan sonrada Kur’an ve sünnet kaynakları halinde varlığını devam ettirir. İnsanların mümin sayılabilmeleri için bu sistemin hakemliğine başvurmaları da tek başına yeterli değildir, aynı zamanda bu kaynağın vereceği hükümleri teslimiyetle, gönül hoşnutluğu ile benimsemelidirler. İşte imanın şartı ve İslâm’ın tanımı budur.(Fi zilal.seyyid kutub)
Kardeşlerim inanıyoruzki, Amel-i salih; imanı korur, gıdanın bedeni güçlendirdiği gibi imanı güçlendirir. İmanı hayata yön veren, şeytana, nefse ve bütün kötülüklere dur diyebilen bir güç haline getirir, sonunda sahibini dünyada bahtiyarlığa, ahirette sonsuz cennet mutluluğuna kavuşturur. Cennet ve cennet nimetleri dünya hayatında iman eden, Allah’ın emirlerini yapan, yasaklarından kaçınan müminlerin işledikleri amel-i salihlerin karşılığıdır. Cennet nimetleri devamlıdır. İnanıyoruzkş, İman bir bütündür. Parçalanamaz, bölünemez.
İman esaslarının bir kısmını kabul edip, bir kısmı reddedilemez. İman bütünü ile imandır. İmanı bütünü ile kabul etmeyenler de kâfirlere katılırlar. Küfre çanak tutarlar, Müslüman imanına sahip olmalı, amel-i salihlerle imanını hayatına hâkim kılmalı, günahlardan kendini korumalı, doğrudan doğruya cennete gidebilmek için Allah’ın emrine uygun bir yaşayışa sahip olmalıdır. Rabbimiz Bakara suresi ayet.82.de mealen şöyle buyuruyor: *** İman edip ameli salih de bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada ebedî kalacaklardır…***
Bir Hadis meali ile konumuzu bağlayalım inşaallah** Şu üç şeyi kendinde bulunduran îmanın tadını alır: Allah ve Resûlünü herşeyden fazla seven. Bir kulu, başka bir maksatla değil de, sadece Allah için seven. Allah tarafından küfürden kurtarıldıktan sonra, tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak kadar çirkin ve korkunç gören…***Enes (ra). Buhârî.
Allahım bizleri İmanına sahip olanlardan eyle. Bizleri Kuranı kerim ve sünneti seniyye nuruyla bakanlardan eyle. Bizleri küfürden, nifaktan, muhafaza eyle. Bizleri hakkı hak bilip hakka bağlanan, batılı batıl bilip batıldan içtinab edenler zümresine dahil eyle. Bizleri zolların en doğrusu olan sıratı müstakimden ayırma. Bizleri Ehli sünnet vel cemaatya olanlardan eyle…Sen her şeylere kadirsin Allahım…
Sermedkadir…LU…21.10.2015…