İTAAT VE İMAN ÜZERİNE NOTLAR…

 

Rabbimiz  Nisa  suresi  Ayet.59.da  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere ve sizden olan Ulu’l Emre (yöneticilere) itaat edin. Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız onu Allah’a ve Peygamber’e götürün. Bu daha hayırlı ve sonuç bakımından da daha güzeldir…***

Kardeşlerim  öncelikle  ifade  etmeliyizki; Mü’minler için itaat meselesi, bir iman meselesidir. Müslüman olarak kime veya kimlere itaat edeceğimiz meçhul değildir. Allah’a, Rasûlüne ve mü’minlerden olup Allah ve Rasûlü’nün hükmüne bağlı kalan ve asla onun dışına çıkmayan ulu’lemr’e itaat meselesi, tartışma kabul etmez. İbn-i Kesir (rh.a.)’in kaydettiğine göre Ulu’lemr; ehl-i din, ehl-i fıkıhtır. Müslümanların işlerinde yetkili olan ulema ve umeranın tümüdür.

Âyet-i Kerime’deki tertibi Rabbanînin bir gereği olarak ilk itaat Allahû Teâla’yadır. İkinci derecede itaat Rasûl-i Ekrem (sav)’e dir. Üçüncü olarak itaat ulu’lemre/ulema ve umerayadır. Allah’a itaat tek başına zikredilmiş, Rasûlüllah (sav) ile Ulu’lemr’e itaat ise birlikte beyan edilmiştir. Bu, idareciye itaatin ancak Rasûlüllah (sav)’e itaatten bir parça olduğunu, idarecinin Rasûlüllah (sav)’ın emirlerine muhalefet ettiğinde itaat olunma hakkını kaybettiğini ifade eder.

Keza idareciye itaatin üçüncü derecede gelişi gösteriyor ki, Allah’ın ve Rasûlü’nün emirlerine aykırı davranan idareciye itaat yoktur. Ulu’lemr Allah’ın ve Rasûlünün emriyle emrettiği takdirde itaat olunur, bunların emirlerine muhalif bir şey emrettiğinde sözü dinlenilmez, itaat olunmaz. Allah ve Rasûlü’ne itaat mutlaktır. Ulu’lemre//ulema ve umeraya itaat ise; Allah ve Rasûlüne itaat ile birlikte bizden olmakla mukayyeddir. Şurası  çok  iyi  tahlil  edilmelidirki, Müslümanlardan olmayanlar Müslümanlara ulu’lemr/idareci olamazlar.

Yahudilerin, Hıristiyanların, Mecusilerin, Münkir ve Müşriklerin dostluğuna ve idareciliğine razı olmak, Allah  korusun imanı ortadan kaldırır. Allah’a isyan eden ve Allah’a isyanı emreden idarecilere itaat edilmez. Peygamber  efendimizin(sav) beyanına göre böyle idarecilere itaat etmek, Allah’a isyan cümlesinden sayılır. Muslim’de  bizlere  ulaştırılan  Bir  Hadis  mealen  şöyle:**Allah’a isyanın söz konusu olduğu yerde kula itaat yoktur. İtaat ancak iyiliktedir…**

Müslüman olarak itaatimiz; Rabbimizedir, Peygamberimizedir ve bizden olup Rabbimizin Kitabına, Peygamberimizin Sünnetine ittiba eden ulema ve ümeramızadır. “Müslümanların idarecilerinin Müslim veya Gayr-i Müslim olmalarının hiçbir önemi yoktur. Gayr-i Müslimler de Müslümanlara idareci olabilirler yeter ki adaletli olsunlar.” diyenler, Müslümanların ulu’lemr’lerinin Müslümanlardan olmasını “minküm” kelimesiyle şart koşan Allah’ın kitabına ihanet edenlerdir düşüncesindeyiz.

Bunların mescid mihraplarında hutbe okumaları ve televizyon ekranlarında tefsir dersi yapmaları,  İsimlerinin  önünde  büyük  büyük  ve  şatafatlı  sıfatlarının  bulunması, devletlere karşı  gelecek  kadar  güç  ve  taraftar  bulmaları, büyük  büyük  şeyhlerin postuna  halife  olarak  kurulmaları, hainliklerini ortadan kaldırmaz. Şehid Abdülkadir Üdeh (rh.a.) der ki: “ İslâm, Müslüman olmayan idarecilere boyun eğmeyi haram kılmış, kâfir yöneticileri dost edinmeyi küfre düşme saymıştır. Kâfirlerin dostluğu caiz değil, ancak amelinin amacı İslâm ve Müslümanların maslahatı için olanın takiyye hali müstesnadır.

İslâm’da esas kaide şudur: Mü’min mü’min dostudur, kâfir de kâfirin dostudur. Yeryüzünün doğusundaki, batısındaki bütün Müslümanlar bir tek ümmettir ve hepsi de kardeştir. Kâfirlerin hepsi bir tek millettir. İslâm, Müslüman olmayanı dost edinmeyi yasaklar. Çünkü bu tutum fitne ve fesada yol açar. İslâm, bir Müslümanla İslâm’ı inkâr eden bir kimse arasında dostluk kurmayı yasakladığı gibi, imansızlardan birini desteklemeyi de yasaklamıştır. Velev ki o imansız Müslümanın babası veya oğlu yahut kardeşi  ya  da diğer akrabalarından olsun.”(A.Udeh)

Kardeşlerim  konumuzla  alakalı  olarak  Ali  küçük  hocaefendinin bu  konudaki izahlarından  bir  bölümüne  bakalım  inşaallah: Evet Allah’a itaat edin. Peygambere de itaat edin. Yâni Allah ne demişse, Allah sizden ne istemişse Peygamber örnekliliğinde onu uygulayın. Allah ne de­mişse onu Peygamber örnekliğinde yapmaya çalışın. Çünkü model adam, motif adam, form dilekçedir peygamber. Allah’ın bizden istediği her bir kulluk biriminde örnek alacağımız varlıktır Peygamber.

Meselâ demişse ki Allah tevbe edin! Nasıl ya Rabbi? Nasıl tevbe edeyim? Kim gibi ya Rabbi? Şekilde görüldüğü gibi. Kim o? Hz. Adem. Allah Adem’i anlatmasaydı tevbeyi nasıl bilebilirdik biz? Hem öyle güzel an­latmış ki Allah ona tevbeyi, Bakara suresinde de anlatılır Rabbimiz Ademe aleyhiselama tevbenin modelini öğretmiş, sözlerini öğretmiş, o da buna teslim ol­muş. Evet Allah celle  celaluhu bütün istediklerini Peygamberlerle şekillendirmiştir yâni. Aslında bugün çevrelerinde örnek şahsiyet arayanlar peygam­berleri tanıma zahmetinden kaçan insanlardır. Bu zahmete yanaşma­yan insanlardır.

Ve de Müslüman olup size bir şeyler emredenler de olursa on­lara da itaat edin, onları da dinleyin. Arkadaşlar zinhar Kur’an-ı Ke­rîmle ilgili kavramları dışardan, Kur’an dışı kaynaklardan öğrenip, sonra da onu Kur’an-ı Kerîme adapte etmeyin! Bu büyük bir cinâyettir. Kur’an hakkındaki bir kavramı, Kur’an’ın ortaya koyduğu bir kavramı yine Kur’an’la öğrenmek, Kuranla tanımak ve dışarıdaki kavramları da bununla yargılamak zorundayız. Kur’an temeldir, Kur’an asıldır bunu unutmayalım.

Allah korusun da bugün Müslümanlar tam tersini yapı­yorlar…Ulü’l emir diye bir kavram, herkes söyler, herkes anlatır bunu. Allah için söyleyin, bu âyet geldiğinde yeryüzünde Ülü’l emir var mıydı? Mümkün değil! O gün yeryüzünde bugün Müslümanların dilin­deki Ülü’l emir olmalıdır iddiası var mıydı? Asla! Çünkü o gün Pey­gamber vardı. O gün peygamber hayattaydı, O baştaydı. O ne isterse emrederdi ve sahâbe-i kirâm efendilerimiz de ona tabi olurlardı.

Bir problemi olan gelip Allah’ın Resûlüne sorardı ve Rasulullah ne bu­yurmuşsa ona teslim olurlardı. Peki bu ne ya? Bunun Türkçe’si emir sahibi demektir. Bize bir şeyler emreden kişi, ya da kişiler demektir. Bir önceki  ayeti  hatırlayalım. Ne buyurmuştu Rabbimiz ? İnsanlar arasında hükmederken âdil olun. İnsanlara bir şeyler emrederken adâletli emredin. İnsanlardan bir şeyler isterken Allah ve Resûlünün isteğinin dışında bir şeyler isteme­yin diyordu ya. İşte, size bir şeyler emredenleri de dinleyin! diyor Allah.

Arkadaşın, eşin, dostun, kocan, baban eğer senden bir şeyler istiyor, sana bir şeyler emrediyorsa onları da dinle. Ama önce Allah’ı dinle! Mutlak, kayıtsız şartsız dinle onu! Ama ya Rabbi! diyerek O’na akıl vermeye kalkma! Ama ya Rabbi, tamam da şunu şunu da düşündün mü? Tamam ya Rabbi anladım, yapacağım da bana bunu emreder­ken, benden bunu isterken benim şartlarımı da düşündün mü? Benim ortamımı da biliyor musun? filan demeye kalkma ona.

Peygamber de senden bir şeyler istemişse peygamberi de dinle. Kesin dinle onu da. Peygambere de akıl vermeye yol göster­meye kalkışma, onu da mutlak dinle. Ama bir de bir üçüncü grup sen­den bir şeyler isteyenler olacak. Yarın şuraya gidelim, şöyle giyinelim, şu işi yapma, önce şunu yapalım, önce şunları okuyalım, çocukları­mızı şöyle eğitelim, çevreye karşı şöyle bir tavır takınalım, şuradan kazanıp burada harcamayalım diye sana bir şeyler emredenler ola­caktır, bu emredenleri de dinle, ama burada bir kayıt var. Bakın bun­ları dinlemek mutlak değildir.

Burada bir kayıt var. O da bu emir sa­hipleri Allah ve Resûlüne itaat edecek ve senden istedikleri de Allah ve Resûlünün istekleriyle çatışmayacak. İşte bu şartla onlara itaat edilir. Yâni Allah’a ve onun peygamberine yapılacak itaat mutlak bir itaattir, lâkin Emir sahiplerine istenen itaat ise mukayyet bir itaattir. Yâni emir sahipleri Allah’a ve Resûlüne itaat ettikleri sürece ve de kendile­rine itaat beklediklerinden istedikleri Allah’ın ve Resûlünün istedikle­rine ters düşmediği sürece onlara da itaat söz konusudur. Onlara itaat ancak bununla kayıtlıdır. Allah ve Resûlüne itaat etmeyen kim olursa olsun onlara itaat haramdır.

Hiç kimsenin bu Kur’anî kavramları yamultmaya, tahrif etmeye ve istedikleri anlamlar yüklemeye hakkı yoktur.Allah’ın Resûlü  (sav) bir emire itaatin şartlarını bir hadisle­rinde şöyle açıklar mealen:**Allah’a isyan konusunda hiç bir beşere itaat söz ko­nusu değildir, itaat ancak maruf olandadır…**(Buhârî. ) Yine Rasulullah Efendimiz şöyle buyurur:** Yaratıcıya isyan hususunda hiç bir yaratılmışa itaat yoktur…** (Ahmed) Bütün bu ve benzeri hadislerden anlıyoruz ki Müslümanların Al­lah’a itaat etmeyen ve Allah’a isyanı emreden yöneticilere itaat et­meleri haramdır.

Onlara ancak maruf hususlarda itaat söz konusudur. Bunlar ister babamız anamız makamında olsunlar, ister devlet baş­kanı olsunlar, ister amir müdür konumunda olsunlar, ister koca, ister ilim adamı makamında bulunsunlar Allah’a itaat etmeyene kesinlikle itaat haramdır. Efendim onlar ne yaparlarsa yapsınlar, ne ederlerse etsinler, mutlaka bir hikmete mebni yaparlar, binaenaleyh bize düşen onların yaptıklarını sorgulamadan yerine getirmektir diyenlerin, efen­dilerine kayıtsız şartsız teslimiyet göstermeden yana olanların sapık­lıkları da anlatılıyor bu âyet-i kerîmede.

kendilerine Müslüman ismi verdikleri halde Allah’ın kitabı ve peygamberlerinin sünnetiyle uzaktan ve yakından ilgisi olmayan bâtılı hıristiyan ülkeler­den devşirilme yasalara itaatten yana tavır belirleyen, onlara karşı çıkmayan, onları değiştirip yerine Allah yasalarını hâkim kılma derdi taşımayan yığınların da sapıklıkları anlatılmaktadır bu âyette. Evet kendisine itaat edilecek yöneticinin bizzat kendisi Allah’a ve peygamberine itaat eden, Allah’ın emir ve yasaklarına riâyet eden birisi olmasının yanında aynı zamanda insanlardan istedikleri de Allah ve Resûlünün isteklerine ters düşmemelidir.

Kendisi Allah ve Resû­lüne itaat eden iyi bir Müslüman olsa bile insanlardan istediği Allah ve Resûlünün istediklerine ters düşerse yine o kimseye itaat edilmez. Meselâ Allah ve Resûlü aksini söylediği halde başınızı şöyle açacak­sınız, kılık kıyafetiniz şöyle olacak, hukukunuz böyle olacak, eğitiminiz ekonominiz böyle olacak, mîrasınız şöyle olacak, hayatınız böyle ola­cak diyorsa ona itaat haramdır diyor Rabbimiz.

O halde kitabı ve sünneti bilmeliyiz ki onu bize ulaştırıp bizden itaat bekleyenin kitap ve sünnete uyup uymadığını bilme ve anlama imkânımız olsun. Değilse kitap sünnet bilgisinden mahrum olursak bizden itaat isteyenlerin itaat istedikleri konuların

Allah ve Resûlünün arzularıyla çatışıp çatışmadığını bilemeyiz ve sonunda belki isyan edilmesi gereken konuya itaat, itaat edilmesi gerekenlere de isyan içinde olabiliriz Allah korusun. Demek ki birincide, yâni Allah’a itaat konusunda, Allah bir konuda bir şey dedi mi senin için, senin o konuda önceki bildiklerinin hepsini bir kenara at! Allah’ın dediğini yap! Çünkü Allah’a itaat mutlak itaattir. İkinci itaat konusu Peygamberdi. Peygamber bir konuda bir şey dedi mi, benim dünkü bildiklerim, bileceklerim geçersizdir, bitti ar­tık.

Peygamber (a.s) ne demişse o doğrudur, mutlak doğrudur ve ona itaat etmem gerekecektir. Çünkü ona itaat da mutlak itaattir. Allah ve Resûlünün arasını ayırmaya kimsenin hakkı yoktur. Ben Allah’a itaat ederim, Allah’ın kitabına itaat ederim ama Resûlüne itaat etmem, Resûlünün sünnetine itaat etmem demeye hiç kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur. Allah’a itaat O’nun kitabıyla mümkündür, Re­sûlüne itaat onun sünnetiyle mümkündür.

 

Şu anda dünya üzerinde Allah’ın kitabı da Resûlünün sünneti de vardır. Allah’ın kitabı da Re­sûlünün sünneti de dimdik ayaktadır. Kimileri Rasulullah’ın sünnetine bir kısım uydurmalar, birtakım yalan yanlış şeyler karışmıştır, binae­n aleyh onlara güvenilmez filan demeye çalışıyorlarsa da uydurmalar bellidir, mevzu hadisler, yalanlar ayıklanmıştır, ayıklanmaktadır Şükürler  olsunki  Darul  Erkam  cemaatı  kuruldugu  günden  beri  Tefsir  usulü, Fıkıh usulü  gibi  ilimleri  okudugumuz  ve  dersini  yaptıgımız  gibi  Hasis  usulü  konusunda da  titizlikle duruyoruz.

 

Cerh  ve  tadil  ilmini  hatırlarsak bu  konudaki Hadis  ulemasının hassasiyetini teslim  ederiz Allah  onlardan  razı  olsun. Sahihler de bellidir, Hasen  olanlarda  bellidir, meşhur  olanda, mürsel  olan da  bellidir. Yâni Sünneti  seniyye olarak, Peygamber  efendimizin (sav)  pratik hayatı da dimdik ayaktadır. Samimiyetle kitaba ve sünnete yönelen herkes onlara ulaşma imkâ­nına sahiptir. Yeter ki insanlar Müslümanca bir yönelişle yönelsinler, her ikisine de ulaşma imkânı dün de vardı, bugün de vardır, yarın da olacaktır Allah’ın izniyle. Allah’ın hükmü mutlaktır, Rasulullah’ın hükmü de mutlaktır.

 

Al­lah şeriat ortaya kor, peygamber şeriat ortaya kor, bu şeriatın ismi İs­lâm’dır, bu yolun adı İslâm’dır ve buna böylece iman edip teslim olan kişi de Müslümandır. Binaenaleyh bu konuda kendi kendine bir din koyarcasına Allah’la Resûlünün arasını açmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.(Ali Küçük.Besairul Kuran.) Kardeşlerim, Allaha ve Rasûlüne itaat etmiş olmanın alâmeti, Müslüman olarak bütün meseleleri ve müesseseleri Allah’ın kitabına, Peygamberin sünnetine dayandırmaktır. Ayette geçen “Allah’a itaat ediniz” emrinin manası, Allah’ın kitabına tabi olunuz demektir. “Rasûlüne itaat ediniz” emrinin manası da Rasûlüllah (sav)’in sünnetini tutunuz demektir.

 

Ayet açık haliyle diyor ki, ihtilaflarınız durumunda müracaat edeceğiniz kaynak imanınızın göstergesidir. Siz Allah’a ve Peygambere iman etmişseniz Allah’a ve peygambere müracaat edin. Din sahibi Allah olduğuna göre kullarının tüm ihtilaflarını çözecek Kur’an-ı Kerim’i Peygamberinin şahsında tüm kullarına indiren O’dur. Kardeşlerim, Peygamberine en güzel bir biçimde kitabı ve hikmeti de öğreten O’dur. Kur’an-ı Kerim’de her şey vardır. Yaş kuru ne varsa bu kitabın içinde diyen Allah’ın kendisidir.

 

Nisa 59 ayeti Enam 59 ayetiyle örtüşür. En’am Sûresi, 59 ayette; “Yaş ve kuru herşey Kitab-ı Mübin’de vardır.” buyrulmaktadır. Evet, her şey Kur’an’da vardır. Fakat ayrıntılarıyla değil, esaslarıyla vardır. Küçük bir çekirdekte, ağacın plan ve programının yazılı olması şeklinde vardır. Kâinatta ve insanlık âleminde cereyan eden kanunlara işaretler şeklinde vardır. Kur’ân, mü’minlerden itaat istiyor. Nizam-ı âlem için gelmiş bir kitabın kendisine iman edenlerden itaat istemesinden daha tabi ne olabilir. İtaat olmadan nizam ve intizam sağlanamaz. Kur’ân’a göre hayat imanla, iman Tağut’lara isyanla başlar. Allah’a ve Rasûlüne itaat ile de devam eder.

 

Bu âyet-i kerime’den açıkça anlıyoruz k; mü’minler isyan ehli değil, itaat ehli kimselerdir. Tekrar  ediyoruz Mü’minler için itaat meselesi, bir iman meselesidir. Müslümanların ihtilaf ettikleri hususlarda Kur’ân ve Sünnet’e müracaat etmeleri, kalblerindeki imanın bir gereğidir. Sahih iman, bütün zamanlarda ve mekânlarda kişiyi Kur’ân’a ve sünnet’le mukayyed kılar. Allah kitabının ve rasûlünün sünnetinin verdiği hükümle sıhhatine şehadet ettikleri şey haktır, gerçektir. Bu hak ve gerçeğin dışındakiler de ancak sapıklık olabilir. Bunun içindir ki Allahû Teâla: “Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız” buyurmuştur.

Yani husumetleri ve bilmediklerinizi Allah’ın kitabıyla Rasûlünün sünnetine bırakarak aranızda ihtilaf konusu olan şeylerde onları hakem kılın. “Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız” âyet-i kerime’nin bu kısmı, ihtilaf konularında kitab ve sünnetin hakemliğine başvurarak bu konuda onlara dönmeyenlerin, Allah’a ve ahiret gününe inanmamış olduklarına delalet eder. Allahû Teâla: “Bu hayırlıdır” buyuruyor ki; Allah’ın kitabıve Rasûlünün sünnetini hakem kılmak ve ihtilafı halletmede bunlara müracaat etmek daha hayırlıdır.

 

Kardeşlerim, Tefsir  Ulemasının  izahlarına  baktıgımızda bu ayetin bütünlüğünün önümüze koyduğu hakikat şudur: Kur’ân ve sünnete dayanmayan idare sistemleri gayr-i meşrudur. Kur’ân ve sünnet ile kendi nefislerini, ailelerini, cemiyet ve devletlerini sevk ve idare etmeyen idareciler de gayr-i meşrudurlar. Allahû Teâla’nın bu emri gereği, kişilerin aralarında çekiştikleri, anlaşmazlığa düştükleri ve inatlaştıkları zaman, mevcut anlaşmazlığın çözümünü Allah’a ve Rasulü’ne arz etmeleri gerekmektedir. Allahû Teâla’nın hayır olarak isimlendirdiği her şey mutlak surette hayırlıdır. Ve kendisinde kesinlikle bir şer yoktur.

 

Bundan dolayıdır ki, ayette belirtildiği üzere bütün anlaşmazlıkların Allah’a ve Rasulüne arzedilmesi, hem dünyada hem de ahirette sonuç bakımından hem daha hayırlı, hem de daha güzeldir. Anlaşmazlık halinde meselenin Rasûlullah(s.a.v)’tan başkasına arz edilmesi ise bir şer olup, gerek dünyada gerekse ahirette sonuç itibarı ile de en kötü olandır. Münafıkların “Biz sadece iyilik etmek ve arayı bulmak istedik” yada“Biz ancak ıslah edicileriz” sözleri ise, anlaşmazlık halinde, meselenin çözümünün Allah’a ve Rasulü’ne arzedilmesinin dünyada ve ahirette hayır olduğu gerçeğinin tam tersinedir.

 

Her türlü anlaşmazlık halinde Allah ve Rasulüne müracaat edilmesinin dünyada ve ahirette hayır getireceği gerçeği, heva ve heveslerinden kanun çıkaranların, insanların bu kanunlara muhtaç olması, hatta bu kanunlarla muhakeme olmanın zaruri olması yönündeki iddialarının tam aksinedir. Müslümanlar, gerek kendi aralarında ve gerekse Ulu’lemr yani yöneticileri,idarecileri ile aralarında din ile ilgili ihtilaf ve anlaşmazlık halinde meseleyi Kitap ve Sünnete götürmekle mükelleftir.

 

Bu âyet-i kerime’ye göre Kurân ve sünnetin hakemliğine baş vurma mükellefiyeti hususunda ümmet ve ümmetin başındaki ulu’lemr müşterektir. Adı  ve  sanı  kim  ve  ne  olursa  olsun, Kitap ve Sünnet’in hakemliğini kabul etmeyen yöneticiler, “Ulu’lemr“ olamazlar. Allah’a ve ahiret gününe iman etmek demek, bunun gereği olan Allah’a itaati beraberinde getirir, yoksa isyanı veya karşı çıkmayı değil. Bu âyet, İslâm ile idare eden yöneticilere, hakka uydukları müddetçe itaatin farz olduğunu göstermektedir.

 

Anlatıldığına göre Mesleme b. Abdülmelik b. Mervan tabiînden olan Ebu Hazım’e şöye demiş:“Sizler “Sizden olan ulu’lmer/idarecilere de itaat edin” kavline dayanarak bize halkın itaat etmesini emreden kimseler değil misini?” diye sorunca, Ebu Hazım şu karşılığı verir:“Sizler de, Rabbimizin, “Eğer din ve dünya işleri konusunda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah ve Rasûlüne götürün!” kavline göre aykırı hareket ettiğiniz takdirde, size itaat ortadan kalkmıyor mu?” diye cevap verir.

 

Yani Kur’ân’a ve hayatta olduğu sürece Rasûlüllah (sav)’e, vefatından sonra Rasûlüllah (sav)’in Sünneti  seniyyesine, hadislerine göre çözümleyin. Yani Kitap ve Sünnete işi götürme meselesi, “hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. İmam Nesefi bu  hususu  akide  ile  birleştirip böylece  ifade  etmektedir. Netice olarak Kur’ân ve Sünnetin hakemliğine müracaat etmemek, müracaat edip Kur’ân ve Sünnetin hükmüne razı olmamak, imanı da, itaati de ortadan kaldırır.

 

İhtilaflı meselelerini Kur’ân ve sünnete götürmek yerine sokaktaki halka havale edenler, İslâm yerine Demokrasiyi din edinmiş olanlardır. Kardeşlerim şu  hususu  iyi  bilelimki; Demokrasi’nin Allah’ın diniyle yakından veya uzaktan hiçbir alakası yoktur. Demokrasi, halkın hakemliğini Hakk’ın hakemliğine tercih etmenin adıdır. İslâm dini ise, Hakk’ın hakemliğini halkın hakemliğine ölçü yapan dindir. İhtilaflı meselelerini Kur’ân ve sünnete götürme meselesi, bir iman meselesidir.

 

Allah’a ve ahirete imanları olanlar bunu yapar. İman eden insan, Allah’ın dinini bütünüyle; temeli vahye dayanan usul ve füruatıyla, her neyi öngörüyorsa onları tamamiyle iltizam etmiştir. Benimsediği esaslar, şiar olarak gözettiği hususlar, kabul ettiği müesseseler ve düzen bilinmektedir. Bu anlamda insan için ancak iman etme ya da onun dışında kalma; dini kabul etme ya da inkar gibi şıklardan birinin seçimi ve bir de inanmışken dinden çıkma (irtidat) gibi durumlar söz konusudur. Dolayısıyla ihtilaflı meseleleri Kur’ân ve Sünnet’e götürme meselesi, Müslümanlar için en hayırlı meseledir.

Müslümanları ideolojik kavgalardan kurtaracak olan mesele de bu meseledir. Kur’ân kendisine iman edenleri, ihtilaf halinde Kur’ân ve Sünnete müracaat etmekle terbiye ediyor. Ve bu terbiyenin kaynağının da iman olduğunu hatırlatıyor. İhtilaf halinde Kur’ân ve Sünnete müracaat etmek, imanın gereğini yapmaktır. (Mustafa Yusufoglu/ Misak.sayı, 288.) Kardeşlerim Rabbimiz Şura  suresi  ayet.10.da mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O’na dayandım ve O’na yönelirim… *** Şeyyid  kutub Merhum bu  ayet  hakkında  diyorki;

 

Bu  ayetler, İnsanlar arasında başgösteren her türlü görüş ve inanç ayrılığının çözümünü Allah’a bırakıyor: „Görüş ayrılığına düştüğünüz herhangi bir meselede hüküm vermek Allah’a aittir. „Yüce Allah kişinin hükmünü bu Kur’an’da indirmiştir. Dünya ve ahiretle ilgili ayrıntılı ve çözümleyici sözünü söylemiştir. İnsanların kişisel ve toplumsal hayatları, geçimleri, yönetimleri, politikaları, ahlak ve davranış kuralları için kendi seçtiği bir hayat sistemi koymuştur. Bunların tümünü kapalı hiçbir taraf bırakmamak üzere açıklamıştır.

 

Bu Kur’an’ı insanlık hayatı için, yönetim düsturlarından daha kapsamlı, daha geniş, herşeyi içine alan evrensel bir hayat düsturu kılmıştır. Dolayısiyle insanlar herhangi bir meselede veya bakış açısında görüş ayrılığına düşerlerse bu konudaki Allah’ın hükmü, onun insanlık hayatının temel yasası olsun diye Peygamberine vahyettiği kitapta mevcuttur. Bu gerçeğin bu şekilde vurgulanmasından sonra, Peygamber efendimizin sözü aktarılıyor. Burada Peygamber efendimiz her şeyiyle Allah’a teslim olduğunu bütünüyle O’na yöneldiğini ifade ediyor:“İşte bu, benim Rabb’im olan Allah’tır.

 

O’na dayandım, O’na yöneldim.“ Peygamber efendimizin (sav) dili ile ifadesini bulan bu yönelme, bu dayanma ve bu vurgulama psikolojik açıdan az önceki gerçek üzerine yapılmış uygun bir değerlendirme, yerinde bir yorum olarak yer alıyor. İşte Allah’ın elçisi ve peygamberi Rabb’inin Allah olduğuna şahitlik ediyor. Sadece O’na dayanıp güvendiğini, başkasına değil sadece O’na yöneldiğini ifade ediyor. Öyleyse yol gösterici, hidayet rehberi peygamber O’ndan başkasının hükmüne başvurmazken diğer insanlar nasıl oluyor da görüş ayrılığına düştükleri herhangi bir meselede O’ndan başkasının hükmüne  başvuruyorlar?

 

Halbuki peygamber, insanların sorunları çözümleyici sözlerine müracaat etmeleri, şurada, burada bir an olsun O’nun yol göstericiliğinden ayrılmamaları açısından herkesten önceliklidir. Şu halde yol gösterici peygamber sadece Allah’a dayanıp güveniyorken, Rabb’im O’dur, işlerimi yönlendiren, her şeyime kefil olan, beni dilediği tarafa yönelten O’dur, diyerek sadece O’na yöneliyorken diğer insanlar nasıl olur da herhangi bir meselenin çözümü için başka bir merciye yönelebilirler?

 

Bu gerçeğin mü’minin vicdanında yerleşmesi yolunu aydınlatır, gideceği yolun işaretlerini belirler ve sağa-sola sapmasına engel olur. Yoluna güvenmesini, adımlarını attığı yerlerden emin olmasını sağlar. Böylece kuşkular içinde kıvranmasını, ürkek davranmasını, şaşkın şaşkın dolaşmasını önler. Bu durumda mü’min yüce Allah’ın kendisini gözettiğini, koruduğunu, adımlarını bu yöne doğrulttuğunu, ayrıca doğru yol klavuzu Hz. Peygamber’in de Allah’a giden bu yolu izlediğini düşünür.

 

Bu gerçeğin, mü’minin vicdanında yerleşmesi, onun kendi hayat sistemine, hareket metoduna ve yoluna ilişkin bilincinin düzeyini yükseltir. Artık mü’min ilgilenilebilecek bir başka metodun veya yolun olabileceğini kabul etmez. Doğru yol klavuzu Hz. Peygamber (sav) bu hayat sistemini koyan, bu hükmü belirleyen Rabb’ine yönelirken bir mü’min herhangi bir görüş ayrılığında Allah’ın hükmünün dışında başvurulabilecek bir başka hükmün olabileceğini düşünmez. (Seyyid Kutub.fi Zilal.)

 

Kardeşlerim Allaha binlerce ve binlerce şükürler olsunki Müslüman kimligini taşıyoruz.    İman ehliyiz, Allaha, Peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine, Ahiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, kadere inanıyoruz. Müslümanım derken neye neden ve niçin teslim oldugumuzun bilinci ve şuuru içerisindeyiz elhamdulillah. Allahın emir ve yasaklarının hepsini tasdik ediyoruz ve peygamberi vasıtasıyla bize gönderilen dine teslim oluyoruz. İtaatı  bu  şekilde  anlıyor  ve  bağlanıyoruz…

 

Zaten bu manada bir mükelleften istenende inanıyoruzki, kalpten iman edip teslimiyet göstermesidir, itaatlı  olmasıdır. Mutlak surette kamil bir islam, alemlerin rabbi olan Allaha tamamen teslimiyeti gerektirir. Bunun için kalbin tasdiki ve teslimiyeti esastır. Dilin İslamı, kelimeyi şehadeti ikrar etmesi söylemesidir. Organlarımızın ameli, islamın emir ve yasaklarına yani ahkamını, hükümlerini uygulamasıdır. Bu manada kelime olarak ele aldıgımızda İman ve İslamın aynı oldugunu söyleriz. Bizler Müslüman isminden daha şerefli, daha onurlu başka bir sıfatla anılmak istemedigimizi ifade ederiz. Yani bu manada Müslüman kimligi, bizim için yücelerin yücesi bir makamdır inancındayız. İnanıyoruzki; gerçek mümin aynı zamanda gerçek müslüman olur. Kuranı kerimin iki kapagı arasında olanların hepsine inanır, Bize kadar ulaştırılan sünneti seniyeyi baş tacı eder, hayat tarzı olarak uyulacak, takip edilecek yol olarak görür. Müslümanın sözleri, davranışları, tasdiki ve boyun egmesi, teslim olması, itaat  etmesi bu dogrultuda olmalıdırki şeref ve haysiyetlerin, onurun en yüce mertebesine ulaşsın. Bizler  inananlar  olarak bu  şerefi,  haysiyei, fazileti kitabımızdan  alıyoruz…

 

Rabbimiz Taha suresi ayet. 111-112. de mealen şöyle buyurmaktadır:*** Bütün yüzler (insanlar), diri ve her şeye hakim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür. Zulüm yüklenen ise, gerçekten perişan olmuştur. Her kim, mümin olarak iyi olan işlerden yaparsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar…***

 

Şurası bir gerçektirki; amel bakımından insanlar farklı farklı yollar ve izleri sürdürmektedirler. Bu yüzden imanın ve İslamın tarifi yapılırken, İmanın ve İslamın hakikati hakkında islam alimleri tarafından bir çok konu izah edilmiş güzelce ortaya konulmuştur. Bizler bu çeşitli görüşler içerisinde Ehli sünnet itikadını her müslümanın muteber eserlerden veya güvenilir hocaefendilerden ögrenilmesinin uygun olacagı inancındayız. Din hakkında, İman ve İslam hakkında söz söylemek, ulu orta görüş beyan etmek mesuliyeti çok büyük olan bir davranış şeklidir.

 

Nerde ne kadarını ve ne şekilde izah edecek oldugumuz dini anlatımları mutlak surette bizler çok iyi bilmek zorundayız. Müslümanlık, din, iman, islam, mukaddesatımız söz konusu oldugunda; meseleyi bu manada ele aldıgımızda; İlahi buyrukların muhatabı bütünüyle insan unsuru olduğu için, dinî konular hepimizi ilgilendiriyor şüphesiz. Bizlere  kadar  bu  usül  ve  metod  Örnek  ve  önderimiz  Peygamber  efendimizden böylece  ögretilmiş  yol  ve  yöntem  böylece  belirlenmiştir…

 

Allah celle  celaluhu, sahibi olduğu dini insanlara ulaştırmak için yarattıkları içerisinde en çok sevdiği ve seçtiği peygamberlerini aracı kılmıştır. Bütün peygamberler bu uğurda her şeylerini, hatta canlarını feda etmişler, Allahın muradını insanlara ulaştırmayı hayatlarının tek gayesi kılmışlardır. Buna rağmen peygamberlerin vazifesi, yalnızca Allah’ın buyruklarını tebliğ etmek olmuş, tebliğcisi oldukları din adına kendiliklerinden, kendi heva ve heveslerinden hiç bir şey söylememişlerdir. Peygamberler bu ilahi görevi üstlendiklerinde; öncelikle tebliği sadece bilgi aktarımı olarak değil, Allah’ın vahyettiklerini bizzat yaşayarak insanlara ulaştırmışlardır.

 

Peygamberlerin yolunda giden ve hem zahiri hem manevi yönleriyle onların varisi olan gerçek alimler de tebliğ vazifesini yerine getirmenin gayreti içinde olmuşlardır. Yalnızca Kuran ve Sünneti seslendirmişler, bu iki kaynakta açıkça bulamadıkları bazı detay konuları ise büyük bir hassasiyet ve titizlik içinde yine Kuran ve Sünnetin genel anlayışına uygun olarak çözümleyerek insanlara en güzel surette izah ederek, açıklayarak sunmuşlardır. Örnegin edilleyi  şeriyye  dedigimiz  dört  esaslı  muhkem  temel  dini  direkler  yani Kuran, sünnet, icmaa  ve  kıyası  fukaha bu  manadadır…

 

Burada dikkat çekecegimiz en önemli meselelerden birisi şudurki; Peygamberler ve onların varisi gerçek İslam alimlerinin tavrından çıkan sonuç  itibariyle: Allahın emrettigi, ilahi buyruklar bütünü olan dini, herhangi bir ideoloji gibi genel kültürle yorumlamak tarifi imkansız büyüklükte bir hatadır. Hele dini, bir başka söylemin önüne vitrin malzemesi olarak koymanın ne büyük bir vebal olduğu da gayet açıktır. Zerre kadar imani hassasiyeti bulunan bir kişinin bu gerçeklere kayıtsız kalması kesinlikle düşünülemez.

Eger  bazıları  itaat  kültürlü  diye  bizleri eleştiriyorsa evet bizim itaatımız imana dayanmaktadır diyoruz. Ve bir  hadisi  şerifle  konumuzu  bağlıyoruz  inşaallah  mealen: ** Benden sonra başınıza, sizin iyi gördüklerinizi kötü, kötü gördüklerinizi iyi kabul edecek bazı insanlar geçecektir. Şunu iyi bilin ki, Allaha başkaldırana itaat yoktur…**Ubâde (ra). Ahmed.

 

Allahım  bizleri  Emanetine  sahip  çıkanlarla haşreyle, onlarla  bir  ve  beraber  eyle. Bizleri senin  emir  ve  yasaklarının gözeten  ve  onlara  hakkıyla  itaat  edenlerden  eyle. Bizleri Sünneti  seniyyeye  sımsıkı  sarılan  ve Sünneti  seniyyeye  itaat  edenlerden  eyle. Bizleri  sıratı  müstakim  olarak  vasıflandırdıgın  dosdogru  yoldan  ayırma.  Bizleri  Sevgili  Peygamberimizin  yoluna baglı  kalan Ehli  sünnet  vel  cemaat  yolundan  ayırma. Bizlere  seni  sevenleri  sevdir…Sen  her  şeylere  kadirsin Allahım…Amin…Amin…Amin…

Sermedkadir…LU…26.11.2015…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.