Rabbimiz İbrahim suresi ayet.37-40.da mealen şöyle buyurmaktadır:*** Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem’inin (Kâbe’nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler.Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen bizim gizleyeceğimizi de açıklayacağımızı da bilirsin.Çünkü ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz. İhtiyar halimde bana İsmail’i ve İshak’ı lütfeden Allah’a hamdolsun! Şüphesiz Rabbim duayı işitendir. Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle;ey Rabbimiz! Duamı kabul et…***
Peygamber efendimiz (sav) bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Babalarınıza iyilik edin ki, oğullarınız da size iyilik etsin. Siz kendiniz namuslu olun ki, kadınlarınız da namuslu olsunlar.İbn Ömer (ra)Taberânî.** Tirmizi’nin bizlere ulaştırdıgı hadis mealen şöyledir:** En iyiniz, ailesine iyi davranandır. Ben, ailesine en iyi davrananızım.Aişe (ra) Tirmizî.**
Kardeşlerim, İnanıyoruzki Çocuk dagdugu andan itibaren Ana – Babanın elinde bir EMANETTİR. İslam Dini Ana babaya çocuk gözünü hayata açtıgı andan itibaren NEFSİ saglıklı koruma yol ve yöntemini onun kalbine ve dimagına yerleştirmeyi ve neslimizi korumamızı emreder. Ta ki, çocuk parlak bir akla, zekaya, selim bir düşünceye, düzenli tasarrufa, devamlı yükselebilen bir iradeye sahip bir İNSAN olabilsin.
Bunun gibi Ana – Baba ya vacip olan çocuklarını Fazilet ve iyilik yönünden, itibar ve şahsiyyetini kaybettirecek bütün faktörlerden; tabiat ve kişiligini kıracak şeylerden, hayata kin’le , isteksizlikle ugursuzlukla bakmasına neden olacak her türlü İnsan fikrini zedeleyici olumsuzluklardan kurtarıp çocugu asıl hürriyetine kavuşturmak bu yolda çaba sarfetmekte Ana – Babanın asli görev ve sorumlulukları içerisine girer…
NESLİN terbiye ve ıslahı, Allah yolundaki bilmemiz gerekiyorki cihad cümlesindendir. Neslin terbiye ve ıslahının terk edilişi, cihadın terk edilişi manasına gelmektedir. Terk edilen ve bilhassa Müslümanlara çok pahalıya mal olan hususlardan biri; hatta birincisi neslin terbiyesi ve ıslahı meselesidir. Diğer bir tabirle İslâm’ın iyi gördüğü şeyleri emretmek ve kötü gördüğü şeyleri yasaklamak manasına gelen ‘emr-i bil-ma’ruf nehy-i ani’l-münker’ meselesidir.
Terbiye ve ıslah meselesi bu kadar mühim ve lüzumlu olduğu halde zamanımızda özellikle son senelerde bazı çevreler ıslah ve terbiyenin ihmaliyle yetinmemiş; neslin bozulması için akıl almaz tavırlar içine girmiş ve hayret edilecek bir tarzda meşru olan şeyleri yasaklamaya ve haram olan şeyleri cebren yaptırmaya çalışmışlardır. Genelde İslâm coğrafyasında özelde ise ülkemizde neslin terbiye ve ıslahının terk edilmesi neticesinde akıl ile izah edilemeyecek fitne ve fesatlar ortalığı kasıp kavurmuştur. Acı da olsa şu bir gerçektir: Asrımızda insanoğlu kendi nesline ihanet etmektedir.
Başka bir ifadeyle kendi fıtratına karşı savaşıyor. Çünkü insan fıtratı, neslinin devamını, zürriyetinin sürekliliğini ister ve kendisinin devamını çocuğunda görür. Bu devamlılık sadece fiziki boyutuyla değil, aynı zamanda mânevî ve kültürel boyutuyla gerçekleşecek bir hareket tarzıdır. İnsanların “hayırlı ” ve bütün Peygamberlerin “iyi zürriyet” talebi bu yüzdendir. Yani hayırlı bir nesil yetiştirmek, aynı zamanda fıtratımızın bir geregidir diye inanıyoruz.
Sevgili Peygamberimiz Tirmizinin bizlere ulaştırdıgı bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Bir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha iyi bir miras bırakamaz…** Kardeşlerim İslam Şeriatının bizlere emir buyurdugu beş güzellikten birisi neslimizi koruma görev ve sorumlulugudur. çocuklar hayatta insanın göz nuru, ömrünün sevinci ve teselli kaynagıdırlar. Hayat onlarla tatlılaşır. Onlar üzerinde emeller; hayaller kurulur.
Çocuklar bereketiyle rızıklar gelir, rahmet iner ve ecirler, sevaplar kat kat artar.Ancak bütün bunlar çocukların iyi terbiye edilmesine, onları hayır unsurları, mutluluk kaynakları ve iyilik faktörleri yapabilecek bir egitimin verilmesine baglıdır. Bir çocukta bütün bu vasıflar bir araya gelse o çocuk gerçekten Ana- Babası içinde şefaatçı olacak konuma gelir inşaallah. Neslimiz, çocuklarımız bizler için dünyada hayatımızın süsü Ahirette de beklenti kaynaklarımıdır.
Aişe validemiz, Örnek ve önderimizden (sav) mealen şöyle rivayet ediyor:** Yanıma bir kadın geldi. Beraberinde iki kızı vardı. Yanımda bir hurmadan başka yiyecek de yoktu. Hurmayı ona verdim. Onu iki kızına paylaştırdı. Kendisi bir şey yemedi. Sonra çıkıp gitti.Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem gelince, bu olayı ona anlattım. Şöyle dedi:“Kimin bu şekilde kızları olup da, onlara iyilik ederse, onun bu iyiliği, ateşe karşı bir perde olur.“Aişe (ra)Buhârî.
Bizler Ana –Baba olarak çocuklarımıza iyi bir terbiye verme hususunda gevşek davranmıyacagız inşaallah göz nurumuz olan neslimizi çoluk çocugumuzun yetişmesini sıkıntı, bela, yorgunluk, gam ve keder olarak görmeyecegiz; gece uykusus kalıp,gündüz onların peşlerinde yorulacagızki ileride onlar akıl baliğ oldugunda, reşit oldugunda şükürler olsunki geç kalmamışım, zamanında önlem alarak oglumu, kızımı bu yaşa getirmişim diyebilelim…
Kardeşlerim inanıyorumki, Samimi, şuurlu ve sadık müslüman hayata sadece kendi nefsini koruma ğayesiyle bakmaz. Onların dogumlarına vesile oldugunu bilen Ana-baba dogumlarıyla birlikte kendilerine Emanet olarak sunulan çocuklarının karşısında mesuliyetinin büyüklügünü, sorumlulugunun çok büyük oldugunu idrak eder ve bu hareketiyle de aynı zamanda kurana uymuş Allahın emrini yerine getirmiş olur.
Rabbimiz Tur Suresi ayet.21.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** İman eden ve soylarından gelenlerde, imanda kendilerine tâbi olanlar (var ya)! İşte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık. Onların amellerinden de bir şey eksiltmedik. Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir…***
Eğer Analar ve babalar, atalar tüm hayatlarını Allah için yaşayan, Allah’a, Allah’ın istediği gibi teslim olan, Allah’ın istediği gibi kulluk eden sadık kjalan, ve teslim olanlardan iseler ve onların arkalarından gelen oğulları, torunları her şeyleriyle onlar gibi olamasalar bile, onları takip ediyorlarsa, onları da Rabbimiz Ana – babalarının, dedelerinin yanında cennetle mükâfatlandırıyor.
Ataları kadar muttakî olamasalar bile onların yolunda olma çabalarından ötürü Rabbimiz onları da atalarıyla cennette beraber kılacağım,” buyuruyor. Değil mi ki onlar iman etmişler, değil mi ki onlar atalarının imanlarına sahip çıkmışlar, imanda atalarının ardı sıra gitmişler, atalarının amellerinden hiçbir şey eksiltmeksizin Nesillerine, zürriyetlerine mükâfat vereceğini vaadediyor Rabbimiz.
O mü’minler kendileri cennete girdiği gibi zürriyetleri de cennete girecek. Meselâ adam kendisi cennette olduğu halde, babası, anası, karısı, kızı başka cennetlerde, başka yerlerde, başka makamlarda olabilir. Bu durumda sevdiklerinden ayrılık mü’mini sıkabilir. Halbuki Rabbimiz cennette mü’minleri üzebilecek her şeyi kaldırmıştır. Cennette kulları sıkıntıya sokabilecek, orada huzuru kaçırabilecek hiçbir şey yoktur. Orada sadece huzur, sükun, mutluluk vardır.
“Babalarının amellerinden hiçbir şey eksiltilmeden” ifadesini şöyle anlamaya çalışıyoruz: Onların yolundan giden, onlara tabi olan evlâtlarını cennette babalarıyla buluşturmak için babaların dereceleri evlâtların derecelerine düşürülmeyecek de, evlâtların dereceleri babaların derecelerine yükseltilecektir. Evlâtlardan çokları iman ve amel yönünden atalarından geridedirler. Meselâ bizler şu anda atalarımız olan sahâbeye , Tabiine, tebeitabiine ve bizlere kadar bu dini sarsılmaz bir şekilde ulaştırma ğayretinde bulunan bizden öncekilere nazaran gerilerde olsak da, gücümüz nispetinde onların yoluna tabi olmaya çalıştığımız için Rabbimizin bizi onlarla beraber haşredecegini umuyoruz.
Ama şurası da asla unutulmamalıdır ki:“Herkes kendi kazancına rehindir.” Yani herkes kendi kazandıklarıyla cenneti kazanmaktadır. Değilse ana-babanın kazancıyla cennet kazanmış oğul, kız olmaz. Ana-baba da, evlâtlar da Allah’ı razı edecek ameller işlerler, kendi işledikleriyle cenneti kazanırlar da, her iki grubun da mükâfatlarını Rabbimiz cennette birlikte verir. Değilse oğul, kız müslümanca ameller işlemediği halde ana-babanın amellerinden onlara verilip de aslında cehennemlik olan evlâtların cennete gitmesi gibi bir yasa söz konusu değildir.
Rabbimizin bu konudaki yasası, ana-babalarının müslümanca bir hayat yaşadıklarını gören evlâtlar, torunlar da aynen ataları gibi bir hayat yaşamayı hedefler, ama onlar gibi üstün bir iman ve teslimiyete ulaşmamış olsalar bile, onların yolunda olmalarından ötürü Rabbim yine onları da atalarıyla birlikte cennette büyük büyük mükâfatlara nail eder. Âyetin devamının beyanıyla, hiçbir oğul babası, hiç bir baba da oğlu, kızı sebebiyle cennete giremez.
Yani oğul cehennemlik olduğu halde, baba cennette olduğu için baba sebebiyle cennete giremez. Ama oğul da, baba da Allah için bir hayat yaşarsa, herkes ameliyle rehin olduğu için cennete gider. Sanki Rabbimiz bir yanlış anlaşılmaya mahal bırakmamak için âyetin sonunda bir uyarıda bulunuverdi. “Bakın ey kullarım, sakın ha aile şerefine, aile bağına güvenmeyin. Atalarımız şöyleydi, böyleydi diyerek onlarla övünme, onlara güvenme yoluna gitmeyin. Herkes kendi ameline rehindir. Atalarınıza bel bağlamanız size cenneti kazandıracak salih ameller işlemekten alıkoymasın.” (Ali Küçük.Besairul Kuran)
Neslin terbiyesi, Peygamberlerin mesleğidir. Kur’ân-ı Kerim’e baktığımızda Hz. Zekeriyya (a.s.)’ın Allah’tan temiz bir soy ve hayırlı evlâd talebinde bulunduğu ve Allahû Teâla’nın kendisini Yahyâ peygamber ile müjdelediği anlatılmaktadır. Rabbimiz ali İmran suresi ayet.38-39.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin, dedi. Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime’yi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler…***
Hz. İbrahim (a.s.) önce “gulâm-ı alîm” (bilgin bir çocuk) sıfatıyla İshak (a.s.) ile müjdelenmiş; bir başka seferinde de “gulâm-ı halîm” (yumuşak huylu bir çocuk) sıfatıyla İsmail peygamber ile müjdelenmiştir. Hz. İbrahim, hayırlı evlâd nimetine mahzar olmasının ardından; “Kocamış iken bana İsmail ve İshâk’ı veren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbim, duaları işitendir. Rabbim beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz dualarımızı kabul buyur”diye ilticâ etti.
Böylece zürriyetinin devamı olan çocuklarının kulluk bilincinde; Rablerini tanıyan mü’min kişiler ve hayırlı evlâd olmasını diledi. İbrahim ve İsmail peygamberlerin müşterek olarak yaptıkları duâda da aynı ifadelerle bizlere yol ve yöntem gösterilmektedir. “Rabbimiz, ikimizi de sana teslim olanlardan kıl. Soyumuzdan sana teslim olan bir ümmet yetiştir.” Diye DUA ve niyazlar edecegiz Rabbimize iltica edecegiz mutlaka ama neslimizin yetişmesinde gözlerimizde her zaman onların üzerinde olacak Onları Allaha teslim olmuş bir kul Peygamberine itaatli bir ümmet olmayı her zaman elimizden ve dilimizden geldigi ölçüde telkin edecegiz inşaallah…
Bu hususta Rabbimiz nasıl davranmamız gerektigini, iyiyi, güzeli, dogru olanı Lokman suresi ayet 16-18 de mealen şöyle bildirmektedir:*** (Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır. Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir. Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez…***
Kardeşlerim inanıyoruzki, Neslin terbiyesinden murad; “Sâlih evlad” yetiştirmektir. “Sâlih evlad”, İslâm kültürünün bir terimidir. İnsan neslinde ulaşılması gereken bir hedefi belirtir. “Dünya ve ahiret açısından iyiliklerle donanmış” kişiliğin ifadesidir. Kur’ân, Allah’tan talep edilen evlad profilini “göz aydınlığı, takva sahiplerine önder” ifadesiyle bildiriyor. Bu nedenle “Sâlih evlad”ın örnek bir Müslüman kişiliğinin ifadesi olduğunu düşünebiliriz.
Neslin ilk terbiye mektebi, hiç şüphesiz muvahhid ailedir. Aile hayatı, perdesiz, savunmasız bir hayattır. Bu, şu demektir ki, Ana- baba evlatlarını daimi olarak göz altında bulunduracaklardır. Göz altı derken cezayı kast etmiyoruz nasıl sahip çıkmamız gerekiyorsa göz nurumuzu öyle koruma gayreti içerisinde olacagız inşaallah. Bilelimki bizlerin sahip çıkamadıgımız neslimize başkaları sırtını dönecektir. Şuurlu, bilinçli imanlı ve mukaddesatına sahip olan gençligin kendiliginden yetişmedigini anlamamız gerekir…
Hayırlı evlâdın, insanın ecrini artıracağına ve bereketlendireceğine inanan insanlar olarak neslimizin bilincini, şuurunu ve yüklenecegi mesuliyeti en güzel egitim metodlarıyla ögretmemiz zaruridir. Davranış güzelligi, ahlak ve huy güzelligi evlatlarımızın sıfatı olmalı İslami karakter onun şahsiyetini belirlemeli, sünneti seniyyeye baglılıgı tarzından, bakışından, duruşundan konuşmasından güzellikler süzülmelidir. Bu güzelliklerin ana kaynagı ise inanıyorumki Aile yuvasında aldıgı esaslar ve Ana-baba terbiyesidir.
Neslin terbiye ve ıslahı, Allah yolundaki cihadın zaruri unsurlarından birisidir. Kur’ân-ı Kerim”de Hz. Lokmân’ın (a.s.) oğluna yaptığı nasihatta, terbiyenin ana unsurlarına yer verilmiştir: “Evladım, namazını hakkıyla eda et, iyiliği yay! Kötülüğü de önlemeye çalış ve başına gelen sıkıntılara sabret! Çünkü bunlar azim ve kararlılık gerektiren işlerdendir. Kibirli davranarak insanlara yüzünü eğme! Yerde yürürken çalımlı çalımlı yürüme. Çünkü Allah kibirle kasılan ve öğünüp duran kimseleri sevmez.”
Neslin terbiyesi, Evlatlarımızın Aile bireylerinin en güzel biçimde yani İslami tabirle Salih ve saliha olarak yetiştirilmesidir. Allah Rasûlü insanların hayır ve bereketinin üç şeyde olduğunu ifâde buyurmuşlardır: “İnsanoğlu ölünce amel defteri kapanır. Üç şey sebebiyle amel defteri açık kalır: Sadaka-i câriye, yararlanılan ilim ve hayırlı/ sâlih evlâd.” Dikkat edilirse, sâlih evlad miras bırakacağımız ilim kadar önemlidir.
Kardeşlerim tabiiki Neslin terbiyesi konusunda örnek alınacak devre, peygamber devresidir. Tarihin en şerefli devresi de şüphesiz Allah Rasûlü’nün (s.a.v) yaşadığı devredir. Ondan sonra ashâbının, onun peşinden tabiîn devresi gelir. Bu devreler, gerçek bir kültür hazinesi ile doludur. Doğrusu hiçbir millete nasip olmayacak güzellikte de kayıtlara geçirilmiş, emek verilmiş ve korunmuştur. Hayatımıza yön vermek istiyorsak bu hazînelere mürâcâat edecegiz inşaallah…
Azimle şevkle, o günlerin havasını teneffüs edecegiz. Gönül yumuşatmak, manevi haz almak istiyorsak o günlere dönecegiz. Kaybolan güzel hasletlerin aslını ve sâfiyetle dolu olanını bulmak istiyorsak yolumuz kesinlikle asrı saadet yurduna ugramalıdır, orası örnek alınmalıdır kanaatini taşıyoruz…
İlim, irfan, sadâkât, cesâret, iştiyâk, adâlet, fedâkârlık.. örnekleri görmek istiyorsak bu hazîneye müracaat edecegiz. Kısaca Allah Rasûlü’nün (s.a.v) ahlâkıyla ahlâklanmak, onun irşâdından pay almak istiyorsak bu hâzineye baş vuracagız. Kardeşlerim, Annesinden doğan her çocuk İslâm içindir. İslâm dini, çocukların doğuştan suçlu olduğunu kabul etmez. Tam tersine, yaratılışta asıl olan temizliktir, iyiliktir, mâsumluktur. “Berâat-i zimmet asıldır” düstûru esastır. İslâm’da, Hıristiyanlarda olduğu gibi doğuştan getirilen bir “aslî günah” anlayışı yoktur.
Aksine her insan herkeste müşterek olan ortak bir “fıtrat” (kabiliyetler mecmuası) üzere yaratılır. Çevrenin telkîn ve terbiyesiyle, farklı dinlere inançlara yönelir iyi veya kötü olur. Şu hâlde, İslâm’a göre iyilik veya kötülük tamamen çevreye bağlı, sonradan kazanılan bir vâkıâdır. Bu bir terbiye işidir. Bu sebeple İslâm terbiyeye çok ehemmiyet vermiştir. Neslimize Peygamber Efendimiz (sav)’in tamamlayıp miras bıraktığı “Mekârimu’l Ahlâk” ı kazandırmak, aslî vazifelerimizdendir.
Bir Hadist-i Şerif’te Hz.Peygamber aleyhissalâtu vesselâm; “Bir baba evlâdına güzel ahlâk kadar kıymetli bir şey (mal-mülk vs.) veremez” buyurmuştur. Müslüman kalmak istiyorsak behemehâl neslimizi imanla, İslâm’la, ihsânla terbiye edip yetiştirmeliyiz. Unutmayalımki Nesil saksıda değil, hayatın içinde din ile yetiştirilir. Hayata dinimiz İslâm’ı hâkim kılmazsak, dinimizin hâkim olduğu bir atmosfer oluşturmazsak, neslimizi kaybetmek mecburiyetinde kalırız. Cemiyetlerin istikballerinin teminatı, geleceklerinin garantisi kalpleri Allah ve Peygamber sevgisi ile çarpan muvahhid nesiller ve hayırlı evlâd yetiştirmeye bağlıdır.
Her meseleye kâmil bir yaklaşım tarzıyla çözüm üreten İslâmiyet, hayırlı evlâd yetiştirme konusunu da mukaddes umdeler arasına almıştır. Rabbimiz Tahrim suresi ayet.6.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır…***
Bu ayetin izahında Ali Küçük Hocaefendi diyorki: Evet, O cehennem ateşi öyle bir ateştir ki yakıtı, o insanlar ve o taşlardır. O ateşin üzerinde görevli galiz (kaba), çetin (sert tabiatlı) melekler vardır ki bunlara zebâni denilir. Bunların kabalık ve sertlikleri cehennem ehline karşıdır. Çünkü Allah onlara öyle emretmiştir. Bütün meleklerin vasfı da şöyledir. Onlar, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmez ve emredildikleri şeyleri yaparlar.
Demek ki önce kendi ehlimizden sorumluyuz. Önce kendi ehlimizi ateşten korumalı ve çıkarmalıyız. Peki ehil ne demektir? Kimdir bizim ehlimiz? Bunu bir tanıyalım. Hani Resûlullah efendimizin meşhur bir hadisi vardı: Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz” Sürümüzü cehennemden koruyup korumadığımızdan, cennete götürüp götürmediğimizden sorulacağımızı hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım. Hadis-i şeriften anlıyoruz ki hepimiz çobanız ve güttüklerimizden sorumluyuz. Dikkat ederseniz hadiste çok hoş bir münasebet vardır; sürü ve çoban. Çobanlık ve gütme.
Çobanlık söz konusu olunca, bir yönetme, bir yönlendirme anlıyoruz. Zira her çoban sürüsünü doyurmak, gütmek ve korumakla sorumludur. Başka bir açıdan bakılırsa çobanlık iradeye yön verme mesleğidir. Yani sürü bazı şeyleri istemese de, ya da hep ot yemek istese de çoban yine onların iradesini değiştirmekle yükümlüdür. Yâni o çobanın ehli olanlar, onun güttükleri her ne kadar dünyaya, dünyanın muzahrafatına, boş şeylerine yönelmiş olsalar da, meselâ dolara, altına, gümüşe, süse, ziynete meyletseler de o yine sabırla, bıkıp usanmadan onları hayra, hakka, Allah’a kulluğa yönlendirmek zorundadır.
Bir de bu çoban ve sürü teşbihinden şunu anlıyoruz: Gerçekten çok şerefli bir makam. Çobanlık hürriyettir. Ama kölelikte hürriyet. Yâni çoban sürüsünün efendisidir, ama Allah’ın da kölesidir. Hani ço-ban sürüsünün efendisi, ama efendisinin hizmetçisidir ya, işte bir müslüman da sürüsünün efendisidir, ama sahibinin, Rabbinin de kölesidir.
Yâni hem efendi, hem köle. Efendilikte kölelik, kölelikte efendilik. Bu ne büyük bir şereftir değil mi? Adam evinin, ehlinin efendisidir, ama Rabbinin kölesidir. Kadın evinin, evdeki çocuklarının efendisidir, ama Rabbinin kölesidir. Devlet başkanları, imamlar da böyledir. Onlar da tebaasının efendisidir, ama Rabbinin kölesidir. İşte yeryüzünde in-sanların ulaşabilecekleri en büyük izzet ve şeref budur.
Ama burada çok dikkat edeceğimiz bir husus var, onu da söy-leyelim inşallah: Hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayalım ve çok iyi bilelim ki bu, İslâm’ın insanlar arasında şu anda geçerli olan görev bölümünü temel prensip edinmediğinin işaretidir. Yâni İslâm şu anda toplumdaki görev bölümünü tasvip etmiyor. Meselâ Kur’an ve sünnet okunacak, ben, âyet anlatılacak ben, hadis duyurulacak ben, ötekisi ise işine gücüne devam edecek.
Dini tanıma ve anlatmayı ben yapacağım, öteki müslüman da bu işlerle uğraşmayacak ve para kazanmaya devam edecek. Müslümanlardan birisi ilmiyle hizmet edecek, birileri de bedeniyle, ya da malıyla hizmet edecek. Efendim ben ne yapayım, ben inşaatçıyım, hasbelkader bu mesleği seçmişim, ben de işte böyle hizmet ediyorum.
Veya ben doktorum, ben öğretmenim, ben marangozum, ben kunduracıyım ve böyle hizmet edeceğim. Hayır, hayır herkes çobandır, herkes çoban olmaya ve sürüsünü gütmeye, eğitmeye, doyurmaya ve korumaya müsait yaratılmıştır. Bundan kaçmaya çalışmak, sürüsünün güdülmesini, doyurulmasını, eğitilmesini ve korunmasını başkalarının üzerine yıkmaya kimsenin hakkı yoktur.
Herkes yapacak bunu. Herkes sorumludur. Sürüsünün rızkını temin etmek nasıl herkesin göreviyse, onları müslümanca eğitmek de onun görevidir. Herkes bildiğinin âlimi, bilmediğinin de tâlibi olmalıdır. Bir de anlıyoruz ki herkesin çobanlığı, sürüsü, sorumluluk alanı farklıdır. Çünkü herkese, her çobana ayrı sürü vermiştir Rabbimiz. Herkes kendi sürüsünden sorumludur. Onun içindir ki herkes kendi sürüsünü çok iyi bilmelidir.
Yâni herkes ehlini iyi tanımalıdır. Tanımalı ki, insanlar kendi sürülerini, kendi ehlini bırakıp başkalarının sürülerinin sorumluluğuyla kendilerini heder etmemelidirler. Meselâ bir adam kendi ehlinin, kendi sürüsünün eğitimini bir kenara bırakarak başkalarının ehlini eğitmeye giderse bilelim ki kendi sorumluluk alanından kaçmış demektir.
Bir kadın evindeki çocuklarının eğitimini bırakarak başkalarının çocuklarının eğitimine gidiyorsa, sorumluluğundan kaçmış demektir. Bu kişinin durumu tıpkı şuna benzer: Bir kişi ekmek fabrikası kurmuş, ürettiği ekmekle binlerce insanın evine ekmek götürüyor, ama ürettiği ekmekten kendi ağzına götürmüyor, ya da evindekilere götürmeyerek onları aç bırakıyor.
İşte böyle yapan kadın ve erkekler tıpkı bu adamın durumuna düşmüş demektir. Ama elbette kendi sürümüzü doyurup eğittiğimiz gibi, başkalarının sürüleri de aç kalmışsa, çobansız kalmışsa, bakanı yoksa, eğiteni yoksa o zaman ulaşabildiğimiz kadar onlara da gideceğiz, onlardan da sorumlu olduğumuzu unutmayacağız.
Evet, işte ehil budur ve kişi önce kendi ehlinden sorumludur. Kişinin ehli onu dinleyen, ona teslim olanlardır. Karısı, oğlu kızı ve kendisini dinleyen, söz geçirebildiği kimselerdir. Bu önemlidir ama. Söz geçirebildikleri. Çünkü bu mânâda bazen sözünü geçirebildiği uzaktaki insanlar kişinin ehli olurlarken, bazen de kişinin kendisini dinlemeyen, kendilerine söz geçiremediği karısı, oğlu, kızı bile onun ehli olmayabilir.
Meselâ Hz. Lût aleyhisselâmın karısı kendisini dinlemediği için onun ehli değildi. Yine Hz. Nuh aleyhis-selâmın oğlu kendisini dinlemediği için Rabbimiz; “O senin ehlin değildir” buyurmuştur. Demek ki ilk önce ehlimizi ateşten koruyacağız, cehenneme gitmekten koruyacağız. Onları Allah’ın istediği gibi, Allah’ın istediği yerde, Kur’an ve sünnette doyuracak ve cennete götürmeye gayret edeceğiz. O ateşin, o cehennemin üzerinde çok güçlü, kuvvetli melekler vardır ki, onlar Allah’ın emirlerine asla isyan etmezler.
Allah kendilerine ne emretmişse onu mutlak yerine getirirler. Allah’ın emirlerini asla savsaklamayan, tehir etmeyen, askıya almayan, ağır davranmayan, ihmal etmeyen görevli meleklerdir onlar. Sürekli Rabblerine kulluk ha-vasında olan meleklerdir. Sadece Rabblerinin suçlu dediklerine azap eden ve kimseye azabı konusunda merhamet etmeyen meleklerdir onlar. İşte böyle hiç kimsenin kaçıp kurtulması mümkün olmayan, kimsenin dayanıp sabretmesi mümkün olmayan bir ateşe, böyle bir cehenneme karşı aman ha kendinizi ve ehlinizi koruyun, diyor Rab-bimiz.
Kesinlikle bilelim ki bizi dinleyecek konumda olan ehlimizi o ateşe karşı korumadıkça, kendimizi de koruma imkânımız olmayacaktır. Ehlini o ateşten koruma derdi olmayan kimseler asla o ateşten kendilerini kurtaramayacaklardır. Unutmayalım ki ehlimizin sorumluluğu bizim sorumluluğumuzdur. Kendisini kurtaramayan bir kimse ehlini de kurtaramaz, ehlini kurtaramayan da kendisini kurtaramaz. Hani “kendisi muhtaç bir dede, nerde kaldı başkasına himmet ede” diye bir söz vardır ya!
Yani bir adamın kendisini ve ehlini o ateşten kurtarma derdi, sadece ehline bu dünyada bir şeyler sağlama, onları bu dünyada mutlu etme endişesinin dışında başka bir endişesi yoksa, böyle bir insanın ne kendisini, ne de onları kurtarma imkânı olmayacaktır. Öyleyse bu, baba olarak, erkek olarak, aile reisi olarak bizim en büyük derdimiz olmalıdır. Eğer bizler Rabbimizin bize yüklediği bu görevimizi yapmazsak, kendimizi ve ehlimizi cehennemden kurtarma sorumluluğumuzu yerine getirmezsek, kesinlikle bilelim ki Allah’ın melekleri görevlerini yerine getireceklerdir. (Besairul kuran.Ali Küçük)
Tahrim suresinin 6.Ayeti kerimesi nazil olunca Hazreti Ömer efendimiz Ya Rasulullah bizler Allahın bütün emirlerine itaat ederek cehennem azabından koruyabileceğimizi biliyoruz. Ancak eşlerimizi ve çocuklarımızı nasıl koruyacağımızı bilemiyoruz?” diye sordu. Allah Rasülü buyurdu ki: “Allah’ın emirlerini onlara emreder ve yasaklarından onları sakındırırsanız, bu tavrınız onlar için cehennemden korunma vesilesi olur.” Kardeşlerim inanıyoruzki her meselenin bir çözüm yolu vardır.
Müslüman babalar-analar, kendi evladlarının muallimleridir. Ana-baba, çocukları için canlı bir kitap gibi ahlâk kurallarını uygulayan en güzel örnektir. Tabiidirki Ana babalar öncelikle bilmiyorlarsa kendi kendilerini egitmek mecburiyetindedirler. Eger kendi egitimini yeterli derecede tamamlayamamış ise aile bireylerine verecegi egitim ve ögretimde yeterli olmayabilir. Ailesine güzellikleri emreden Ana- Babalar sorumlulukların bilincine varmalı aynı sorumlulugu mesuliyet şuurunu evlatlarına aşılamalıdırlar…
Rabbimiz Taha suresi ayet.132.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** (Ey Muhammed!) Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırırız. Güzel akibet takva sahiplerinindir.***
Kardeşlerim Allah Rasûlü’nün şahsında bütün ümmete yönelik olan bu emr-i ilâhîde Allahû celle şanuhu hayırlı evlâd yetiştirmenin onlara örnek/önder olmaktan ve onlara zaman ayırmaktan geçtiğine işaret etmektedir.
Nitekim Allah Rasûlü bu ayetin nüzûlünden sonra bir ay süreyle kızı Fatıma’nın evine her sabah uğramış ve “haydi namaza” diye seslenmiştir. Çünkü herkes idaresi altındakilerden sorumludur. Onun faziletinden, diyanetinden ve terbiyesinden mesuldür. Bugün yaşadığımız İslâm’ı bizden önceki Müslümanlar bize ulaştırıp öğrettiler.
Bizden sonrakilerin yaşayacakları İslâm’ı biz kendilerine ulaştırıp öğreteceğiz. Şayet bu hususta taammüden yani kasden ihmalkâr davranırsak, kendisinden mesul olduğumuz nesle ihanet etmekle beraber aynı zamanda dinimiz İslâm’a da ihanet etmiş olacağız. Dolayısıyla neslin terbiyesi, biz Müslümanlar için bir hayat memat meselesidir. Allah yar ve yardımcımız olsun…
Bir hadisi şerifle konumuzu baglayalım inşaallah mealen şöyle: ** Küçügümüze merhamet etmeyen büyügün hakkını tanımayan bizden degildir…**Ebu Davud, Tirmizi rivayet etmiştir.**
Allahım bizleri ve Aile efradımızı senin razı oldugun hayatı yaşamayı nasib eyle. Neslimizi Kuran ve sünnete baglananlardan eyle. Bizleri senin emir ve yasakların cümlesine riayet edenlerden eyle. Bizleri, ailemizi evlatlarımızı zamanın fitnesinden muhafaza eyle. Bizleri ve nesillerimizi sapık yollara uyanlardan eyleme. Bizleri ve Aile efradımızı SIRATI MÜSTAKİM üzere olanlardan eyle. Bizleri ögrendiklerimizle amel edenlerden eyle. Bizleri Kuranı kerim ve sünneti seniyye nurundan ayırma …Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…
Sermedkadir…LU…02.01.2016…