RAHMAN SURESİ ÜZERİNE NOTLAR…

Rahman sûresi, Mekke’de nâzil olmuş, Rabbimizin biz kullarına sayısız nimetlerinin gündeme geldiği 78 âyetlik bir sûredir. Rabbimizin cennette mü’min kulları için hazırladığı akla hayale gelmedik nimetlerinin gündeme getirildiği ve her bir nimet gündeminin sonunda da: “Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?” buyurularak düşünmeye, kulluğa, kendisine teşekküre dâvet edildiğimiz bir sûre. “Değilse, siz bilirsiniz, eğer Rabbinize itaate, Rabbinize kulluğa yönelmez, bu dünyada O’nun istediği bir kulluk hayatını yaşamazsanız, kesinlikle bilesiniz ki dayanılmaz bir Cehennem azabı sizi beklemektedir,” denilerek cehennemin de vasfedildiği bir sûredir.

 

Peygamber efendimiz bu sûreyi etrafındaki ashabına okuyunca onlar sessiz kalmış, sessizce dinlemişler ve Allah’ın Resûlü onlara şöyle buyurmuştu: “Ben Rabbimden gelmiş olan bu sûreyi size tilavet ederken neden öyle sessiz kaldınız? Niye bir tepki vermediniz? Halbuki Ben bu sûreyi sizin din kardeşlerinize okumuştum da onlar: “Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayarsınız?” şeklindeki sorusuna gelince hep birden demişlerdi ki, “ya Rabbi senin üzerimizdeki nimetlerinden hiç birisini yalan saymayız.” Sahâbe-i kiram efendilerimiz de: “Onlar kimlerdir ey Allah’ın Resûlü?” diye sorunca: “Onlar sizin din kardeşleriniz cinlerdir” buyurdu.

 

Rahmân sûresi, Mekke’de müşriklere duyurulan ilk sûredir. Sûre, insanlarla birlikte, irade ve sorumluluk sahibi varlıklar olan cinlere de hitab eden Kur’an’daki tek sûredir. Sûrenin özellikle ön plana çıkan ayrı ve dehşetengiz bir ahengi vardır. âyetleri kısa kısa cümlelerden oluşmaktadır. Sûrede, kâinat sahasında Allah’ın açık ve gizli hâkimiyetinin delilleri açıklanmakta; sayısız nimetlerine, sınırsız kudretine dikkat çekilmekte ve bunun karşısında cinlerin ve insanların acizlik içerisinde Allah’a itaatten başka çareleri olmadığı bütün çıplaklığı ile ortaya konularak, onların sorumlulukları hatırlatılmakta ve itaatten yüz çevirirlerse karşılaşacakları kötü sonuçlar; boyun eğip, şerîatına uyarlarsa elde edecekleri hayırlı neticeler mucizevî bir üslupla dile getirilmektedir.

 

Sûre, konuları bir hitap tarzı ile ele almakta, coşku ve belagat dolu bir akış içerisinde, Allah’ın kudretinin mükemmelliği, O’nun her şey üzerinde yaymış olduğu mutlak hâkimiyeti müthiş bir tablo halinde gözler önüne serilmektedir. Allah’a tabi olarak işlenen iyilik karşılığında mükâfat olarak vaadedilen Cennet’in bir tasviri yapılmakta ve isyan etmenin karşılığında kazanılan Cehennem azabı ile insan ve cinler topluca uyarılmaktadırlar. Sûre tek bir kelime ile, Allah Teâlâ’nın sıfatlarından biri olan „Er-Rahmân“ âyetiyle başlamaktadır. Peşinden Rahmân olan Allah’ın insanlara rahmetinin en büyük ve en kapsamlı tecellisi olan, Kur’an’ı öğrettiği bildirilmektedir:

 

Kur’an’ı öğretti“ Tefsir  ulemasınının  ifadelerine  göre: Sûreye bu şekilde bir giriş yapılmasının sebebi, Kur’an’ın bir insan sözü olmayıp, Allah Teâlâ’nın indirdiği bir vahiy olduğunun vurgulanmak istenmesidir. Ayrıca, diğer sıfatları yerine O’nun Rahmân sıfatının kullanılmış olması, insanlara bu âyetleri gönderip, onları zulmetten kurtararak hidayete erdirmek için indirmesinin, rahmetinin bir gereği olduğunun anlatılmak istenmesidir. Arkasından „İnsanı yarattı“ denilmektedir. Kur’an’ın öğretilmesi, insanın yaratılmasından önce zikredilmektedir. Allah’ın Kur’an’ı bir yol gösterici olarak göndermesi, O’nun Rahmân sıfatı yanında Hâlık (yaratıcı) sıfatının da bir gereğidir.

 

Ayrıca, insanın yaratılışının sonra zikredilmesinin, O’nun ancak bu Kur’an ile insan olma özelliğinin gerçekleşebilmesinden dolayı olduğu da söylenebilir. Sûrenin girişi mahiyetinde olan âyetler, bu Kur’an’ın Allah tarafından gönderildiğini ve doğru yola sevk ederek insanları delaletten kurtarmanın O’nun rahmetinin bir sonucu olduğunu ve insanların şuur, idrak ve akıl sahibi olarak yaratıldığını açıklamaktadır. Taberi Tefsirinide  diyorki: Rahman olan Allah, Kur’anı öğretti. İnsanı yarattı ve ona beya­nı öğretti. Allah teala bu âyet-i kerimelerde, yaratıklarına olan lütuf ve ihsanını be­yan ediyor. Bu İütuflardan birinin de, insanlara Kur’ani öğretmesi ve onlara, din ve dünyaları için gerekli olan açıklamaları yapması olduğunu haber vermekte­dir.

 

Âyette geçen „İnsan“ kelimesinden maksat, Katade’ye göre Hz. Âdem’dir. Zira insanların babası O’dur. Diğer bazı âlimlere göre ise maksat, bü­tün insanlıktır. Burada kelime tekil olarak zikredilmişse de maksat, bütün insanlardır. Âyet-i kerimede Allah tealanın, insanlara beyanı öğrettiği zikredilmekte­dir. Katade’ye göre bu ifadeden maksat, dünya ve âhiretin, helal ve haramın öğretilmesidir. Allah teala bunları kullarına öğretmiştir ki âhirette onları bu öğrettiklerinen dolayı hesaba çeksin. Ibn-i Zeyd’e göre ise buradaki „Beyan“dan maksat, „Konuşmak“tır. Al­lah, insanlara, bütün düşünce ve ihtiyaçlarını arzetmeleri için konuşmayı Öğret­miştir. Bu, insanlar için büyük.birlütuftur. Taberi, âyet-i kerimenin genel ifadesine bakarak buradaki

„Beyan“dan maksatın, helal, haram, geçim ve konuşma gibi insanın ihtiyacı olan bütün şey­leri açıklamak olduğunu söylemiştir. Buna göre Allah teala, insana, açıklanması zaruri olan bütün şeyleri açıklamış ve Öğretmiştir.(Taberi  tefsiri) Arkasından uzay boşluğunda bulunan cisimlerin intizamını gözler önüne sererek bu nizamın adalet ve ölçü çerçevesinde ayakta durduğu; dolayısıyla, insanların hayatı devam ettirmek için kaçınılmaz olan alışverişlerinde kullandıkları ölçülerde dikkatli davranmaları gerektiği bildirilmektedir:

Bu  ayetlerin  izahında  Mahmut Toptaş  Hocaefendi  diyorki: O Rahman gökyüzünü yukarıya kaldırdı ve ona da bir terazi koydu. Bir ölçü koydu. Bu surede „Mizan“ kelimesi üç defa kullanılmıştır. Birisi gökyüzü anlatılırken, diğeri hemen ardından gelen ayette „adalette haksızlık yapmayasınız“ diye Allah (c,c.) yaratılışta her şeyin bir ölçüye göre yaratıldığını, bir denge unsuru söz konusu olduğunu bize bildiriyor. Yer yüzünün, gökyüzünün bir ölçü üzerine yaratıldığını haber veri­yor. Öyleyse insani münasebetlerinizde de ölçüye adalete dikkat et­memiz; tabiatta adalet, insanlar arasında bir adalet ve ahirette de yine teraziye dikkat etmemiz isteniyor.

İnsanlarla olan münasebetlerimize şeriat, eşya ve tabiatla olan mü­nasebetlerimizde de tabiat kanunlarına riayet etmeliyiz. Allah’ın iki türlü kanunu vardır. Birisi tekvini (tabii) kanunlar, diğeri ise teşrii kanunlar. Tekvini kanun nedir? Mesela kışın paltonuzu giyiyorsunuz, yaz gü­nünde çıkarıyorsunuz. Bu tabiat kanununa riayettir. İnsanlarla olan münasebetlerimizde Allah’ın koyduğu teşrii kanun­lar, yani şeriat kanunlarına riayet edeceğiz. Dilin ölçüsü vardır. Nasıl ki sazın tellerinde ses çıkarmak için mu­siki üstadları onun ölçülerini belirtiyorlar. Her telin ve her sesin bin­lerce ayarı yapılmaktadır. Eşinizle, Çocuklarınızla, Dost ve düşmanınızla konuşurken ayrı ayrı ayar vereceksiniz.

Bütün bu ayar ve akordlar Kur’an-ı Kerim’e göre, sünnet-i seniyye’ye göre olacaktır. Hz. peygamber Kur’an-ı şahsında tatbik ederken, gelen elçilere, devlet başkanlarına, ilim adamlarına papazlarına veya hahamlarına göre davranışlarını ayarlamıştır. Sevgili peygamberimiz (s.a.v.) „İnsanların durumlarına göre davranınız“ buyurmuştur. Adalet; insanlara şanına layık bir şekilde karşılık vermektir. Şanına layık ayetine dikkat etmemiz lazım. Bazı insanlara iltifat olsun diye İstanbul dilini kullanırsanız adam rahatsız oluyor. Ama köyündeki iltifat kelimelerini ve davranışlarını busenizde ona göre iltifat etseniz o daha çok memnun oluyor. Farklı davranmak; İnsanlar arasında ayırım yapmak değil, insanla­rın gönlüne göre, onları memnun edecek şekilde, kişinin kendisini ayarlam asıdır. Ama bu ayarı yaparken Kur’an-ın ve sünnetin dışına çıkacak olursa­nız; bazen zulmedersiniz, bazen yağcı durumuna düşersiniz. Hedef önce Hakk’ın rızası, sonra O’nun koyduğu kurallar içerisinde halkın rızası olmalıdır.(Mahmut Toptaş)

Rabbimiz; Artık tartıda tecavüz etmeyin. Ölçmeyi adaletle yapın ve tartıyı eksik yapmayın. Terazide eksiklik yapmayınız. Başkasının malına tecavüz etmeyi­niz. Buyuruyor. Alış verişlerimizde hassas davranıp, ölçü ve tartıda alıcıyı aldatma­yacağız. Bu sebeble Allah(c.c), bütün insanlara; „ölçünüzde tartınızda ek­siltme yapmayınız“ buyuruyor. Özellikle burada ticaretteki ölçü ve tartıya riâyet isteniyor. İnsanların mala bakışlarının Allah’ın istediği gibi olması, Allah’ın haram-helâl yasalarına riâyet edilmesi, mal konusunda ölçüye-tartıya riâyet etmeleri emrediliyor. Şuayb Aleyhi  selamın  toplumu olan Medyen ahalisinin en büyük hastalığı muamelat konusuna Allah’ı karıştırmamak ve ölçü-tartıya riâyet etmemekti. Ölçü ve tartıda kapitalist bir hayatı ortaya koymaktı.

Maddeci ve materyalist bir anlayışın doruklaştırılmasıydı. Yeryüzünde Allah’ın koyduğu dengeyi bozuyor, insanların mallarını eksiltiyor, ihtiyaç olmayan malları reklamlarla ihtiyaçmış gibi kabul ettiriyor, parayı eksiltiyor, paranın değerini düşürüyor ve haksız yere insanların ceplerine el atıyorlardı. Sadece kendi menfaatlerini düşünüyor, tüm dünya kendilerine verilse bile bir türlü doymuyorlardı. Ekonomik insan olup çıktıkları için, insanlara ölçüp tartarken hep eksik ölçüp tartıyorlar, zulmediyorlardı. İşte şu anda, günümüzde bunların her çeşidini gördüğümüz bu ahlâksızlıklar bir toplumun helâkine sebep olmuş suçlardır, Allah korusun.

Sonra, Allah yeryüzünü de tüm mahlukâtı için yaratmış, meydana getirmiş, alçaltmış, sermiş, düzene koymuştur. Bizim istifademize sunmuş, bizim için onu zelil hale getirmiş, bize boyun büktürmüş, uysal hale getirmiştir. Yeryüzünü bir sergi olarak, bir döşek olarak bizim altımıza serivermiştir. Yani eğer şu anda bizler yeryüzünün omuzlarında gezip dolaşabiliyor, ona hükmedebiliyorsak, bilelim ki, biz kendimiz onu teslim aldığımızdan değil, Rabbimizin onu bize niğmet  kıldığından, itaatli kıldığından, bizim emrimize âmâde kıldığındandır. Altımızda rahat durması için dağları kazıklar olarak arza çakmış, dağların arasından da bizim için geçitler, yollar açmış, ekip dikmemiz için ovalar kılmış, her şeyiyle onu bizim hizmetimize sunmuştur.

„Sakın tartıda haksızlık ve taşkınlık yapmayın“ Yeryüzünde insan için hazırlanan nimetlerden bahsedildikten sonra: „Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalan sayabilirsiniz?“denilerek, insanoğlunun bunca nimet ve ihsana karşılık, inkârlarının büyük bir nankörlük olduğu anlatılmaktadır. Bu âyet sûrede devamlı olarak tekrarlanmıştır. âyetin metnindeki âlâ” kelimesi her tekrarda değişik bir anlam ifade etmektedir. Bu, kendinden önce gelen âyetin konusuna göre kudret, ihsan, harikuladelik, Allah ın sıfatları gibi anlamları karşılamaktadır.

Seyyid  kutub Rahmetli  bu  ayet  hakkında  diyorki: Bu bir nimettir. Daha doğrusu öbür bütün nimetlerin temelini oluşturur. Çünkü bütün bu varlıklar, o kalıcı varlıktan, O’nun yasalarından, O’nun düzeninden ve kendine özgü niteliklerinden kaynaklanır. Bu varlıklara ilişkin yasalar, değer yargıları, akıbetler, ödüller ve cezalar da bu kalıcı varlığa dayanır‘ Tüm varlıkları yaratan, yoktan var eden O „sürekli canlı“dır. Herşeyi koruyan, gözeten de O’dur. Hesaba çeken, ödülleri ve cezaları belirleyen de O’dur. Sürekli kalıcılık ufkundan ölümcül, fanilik alanını denetim altında tutan da O’dur. O halde bütün nimetler bu „sürekli kalıcılık“ realitesinden kaynaklanır.

Bu alemin varlık sahnesine çıkışı ve düzenli işleyişi bu gerçeğe, yani yokoluşun, geçiciliğin ötesindeki „sürekli kalıcılık“ gerçeğine dayanır. Ölümcül ve geçici alemin ötesindeki „sürekli kalıcılık“ gerçeğinden bir başka gerçek doğar ki, o da şudur: Bütün ölümcül (fani) yaratıklar, varoluşlarının devamını sağlayacak tüm ihtiyaçları için o tek, eşsiz, ortaksız, ihtiyaçsız, yüce diriye yönelirler.(Fi Zilal) deniliyor  ve devamla Şunu da asla unutmayın ki, yeryüzünde bulananların tamamı fânidir, ölümlüdür, sonludur. Yeryüzü ve içinde olanlar, gökyüzü ve içinde olanların tamamı fânidir. Bunların tamamı Allah tarafından var edilmiş ve Allah’ın koyduğu bir yasa gereği bir gün yok olmaya mahkumdur.

Sakın onlara bağlanıp kalmayın. Denizler, dağlar, bulutlar, sular, aylar, güneşler, evler, barklar, mallar, mülkler, paralar, pullar bir gün yok olacak. Öyleyse yarın yok olacak fâni şeylere bel bağlayıp, bâkîyi unutmayın. Dünyaya ve dünyalıklara gönül verip, onları hedef bilip, sakın âhiretinizi unutmayın. Hepsi, her şey bir gün bitecek, yok olacaktır. Bâkî olan, kalıcı, ölümsüz, sonsuz olan sadece Rabbinizdir. Rabbinizin takdir buyurduğu bir gün gelecek her şey bitecek. Hayat, dünya, gökler, yerler bitecek. Bir gün gelecek dağlar yürütülecek, hallaç pamuğu gibi atılacak, denizler kaynatılacak, güneşin defteri dürülecek, yıldızlar yerinden sökülüp sağa-sola atılacak, ay sönecek, gökyüzü parça parça olacak, semâ bir maden gibi eriyecek. Öyleyse bağlanmaya değmez bu dünyaya.

Şu anda istifade ettiğiniz, hedef bildiğiniz, peşine takıldığınız, bunsuz olmaz dediğiniz tüm dünya nimetleri bir gün yok olacak. Bir gün gelecek her şey bir varmış bir yokmuş olacak. Yeryüzünde her şey bitecek ve sadece Rabbinizin vechi kalacak. Sadece azamet ve ululuk sahibi Allah’ın zatı kalacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’a kalacaktır. Öyleyse Rabbinizin hangi nimetini, hangi ikramını, hangi gücünü, kudretini yalanlarsınız? Nasıl olur da fâniyi bâkîye tercih edersiniz? Nasıl olur da bir gün yok olacak şeylerin peşine takılır da Rabbinizin istediği kulluktan gafil olursunuz?          Halbuki göklerde ve yerde olanların tamamı Allah’a muhtaçtır. Herkes ve her şey isteyeceğini Allah’tan istemektedir.

Şu anda sahip olduklarınızın tamamını size veren Allah’tır. Varlığınız, eliniz, ayağınız, gözünüz, kulağınız, havanız, suyunuz, güneşiniz, gündüzünüz, geceniz, aklınız, fikriniz, yiyecekleriniz, içecekleriniz hepsi hepsi Allah’tandır. Sakın ha sakın, bütün bu nimetleri kendinizden sanmayın. Bunlara kendi kendinize sahip olduğunuz düşüncesine kapılmayın. Tüm bu nimetlerin sahibini unutmayın. Sakın kendinizi Allah’tan müstağnî görmeyin. Rabbinize karşı sorumluluklarınızı unutup bir hayat yaşamayın. Nankör olmayın, azgınlaşmayın.

Rabbinizin gönderdiği vahiyden yüz çevirmeyin, Allah’ın âyetlerinden uzak bir hayat yaşamayın. Rabbinizin verdiği tüm bu nimetleri O’na isyanda kullanmayın. Kendi kendinizi yeterli görmeye kalkışmayın. Unutmayın ki şu anda yeryüzünde sahip olduklarınızın tamamı Allah’tandır. Hepiniz Allah’a muhtaçsınız. Makam sahipleriniz de, mal-mülk sahipleriniz de isteyeceklerini sadece Allah’tan istemek zorundadırlar. Öyleyse isteyeceklerinizi sadece Rabbinizden isteyin.

Kulluğunuzu sadece Rabbinize yapın. Sadece O’na dua edin. Sadece O’nun istediği hayatı yaşayın. Sadece O’nun çektiği yere gidin. Sadece O’nu razı etmeye çalışın. Kullardan hiçbir şey istemeyin. Kullara kulluk etmeyin. Kulların yasalarını uygulayıp, onları razı etmeye çalışmayın. Kulları Allah’la aranızda aracı da yapmayın. Çünkü onlar da Rabbiniz tarafından yaratılmış sizin gibi aciz varlıklardır. Onlar da Allah’a muhtaçtırlar. Ne hayattakilerden, ne de ölmüş gitmiş olanlardan hiçbir şey istemeyin, hiçbir şey beklemeyin.

İsteyeceklerinizi hiç ölmeyen, ebedîyen Hayy olan, duaları işiten, bilen ve anında icabet gücüne sahip olan Allah’tan isteyin. O dururken kimden ne istenebilir ki? O her an bir iştedir. Her an kâinatı tedbir ediyor. Her an dualara icabet ediyor. Her an bir zalimin defterini dürüp bir adâlet sahibini yukarı çıkarıyor. Her an mesajını reddeden, dinine savaş açan bir toplumu yerin dibine batırıyor. Her an yaratıyor, her an kullarına rızık veriyor. Her an kullarını koruyor. Her an kullarına merhamet ediyor. Her an kullarıyla diyalog halindedir.

Yani kullarını yaratıp, köşesine çekilip, “Benden bu kadar, haydi bildiğiniz gibi yaşayın” diyen bir Allah değildir O. Dünya işlerine karışmayan bir Allah değil, her an kullarıyla ilişki içinde olan, her an kullarını gözetleyen ve kimin ne yaptığından haberdar olandır. Göklerin ve yerin tüm işlerini deruhte edendir. Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz?(Ali Küçük) Kardeşlerim, Rahman  Suresi  üzerinde düşünmeye, anlamaya  ve  anlatmaya  devam  ediyoruz… . “Gök yarılıp da, gül gibi kızardığı, yağ gibi eridiği zaman haliniz nice olur? Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?”

Gökyüzü yarılacak, gül gibi kızaracak, yağ gibi, maden gibi eriyecek ve kapı kapı olacak bir gün. Sizin için Rabbinizin koruyucu bir tavan kıldığı semanın semalığı bitecek bir gün. Göklerin Rabbinizin emrine boyun büküp eridiği böyle bir günde sizin haliniz nice olur? Siz kime sığınırsınız? Kim korur sizi? Kim kurtarır sizi Rabbinizin huzuruna çıkmaktan? Kim kurtarır sizi Rabbinizin yargılamasından? Kim korur sizi Rabbinizin ateşinden? Yıkılmaz bildiğiniz o gökleri böyle parça parça eden Rabbinizin hangi gücünü, hangi kudretini yalanlayabilirsiniz?

“O gün ne insana ve ne cine suçu sorulur. Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?”“O gün hiçbir insan ve cin sorguya çekilmeyecektir. Hiçbir insana ve cine günâhı sorulmayacaktır. Hiçbir cin ve insan muhatap bile kabul edilmeyecektir. Böyleyken Rabbinizin hangi nimetini, hangi gücünü, kudretini yalanlayabilirsiniz?” Rabbimiz hesabın bir başka yönünü anlatıyor. Suçlular, o günâhkarlar alınlarından, sîmalarından tanınmaktadırlar. O suçlular, o cehennemi hak etmişler, o Allah’ın gazabına maruz kalmış cinler ve insanlar görüntülerinden, sîmalarından tanınmaktadırlar. Onlar o gün alın saçlarından, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.

Zaten yüzlerini korkunç bir zillet kaplamış, gözleri fal taşı gibi açılmıştır. Kayıplarından, hüsranlarından ötürü insanlıktan çıkmışlardır. Dünyadayken Allah’a isyan eden, Allah’ın dinine karşı müstekbir davranan, Allah’ın kitabıyla ilgi kurmayan, Allah’ın elçilerini yalanlayan, Allah’ın istediği Müslümanca bir hayata yanaşmayan bu zalimler şimdi suspus olurlar, yüzleri simsiyah kesilir, üzerlerini korkunç bir zillet kaplar. İşte o zalimler bu zillet içindeki görüntülerinden tanınacaktır. Kendilerine hiçbir şey sorulmadan, muhatap bile alınmadan alınlarından ve ayaklarından bağlanarak cehenneme atılacaklardır.“İşte mücrimlerin, suçluların yalanladıkları, yalan saydıkları, yok farz ettikleri, ciddiye almadıkları, hesaba katmadıkları cehennem budur.”

İşte dünyada Allah’a savaş açarak, Allah’ı ve dinini, Allah’ı ve hayat programını reddederek kendi hevâ ve hevesleri istikâmetinde bir hayat yaşayanların yalanladıkları cehennem… İşte şu anda gözlerinin önünde duruyor. İşte hayatlarını cehennemin, azabın, sorgulamanın, dirilişin yokluğu inancına bina edenler şu anda inkâr ettikleri, olmaz dedikleri cehennemle karşı karşıya gelmişlerdir. Haydi bakalım yalanladığınız, gelmez dediğiniz, olmaz dediğiniz o cehenneme girin de nasılmış bir görün. Bir bakın bakalım şimdi ne diyeceksiniz? Şimdi nasıl yorumlayacaksınız? Gerçekten var mıymış, yok muymuş? Yalan mıymış, gerçek miymiş? Onlar orada o cehennem ateşiyle kaynar su arasında dolaşır dururlar. Ateşle kaynar sular arasında döner dururlar.

Ne zamana kadar? Sonsuza kadar, ebedîyen, hiç çıkmamacasına, hiç kurtulmamacasına. Ateşin hararetiyle soğuk bir su arayacaklar, serinletici bir pınar arayacaklar. Pınarlar görecekler, su bulduk ümidiyle onlara koşacaklar, hararetlerini söndürebilmek için çılgınca gidecekler, ama varıp görecekler ki kaynar su. Çaresiz içecekler onu ve susuzluk hastalığına yakalanacaklar. İçtikçe içen ve bir türlü doymayan develere dönecekler. İçtikleri kaynar su bu sefer onların midelerini parçalayacak, barsakları parçalanacak arkalarından çıkacak. İşte böyle devam eden bir hayat.

Kâfirler, zalimler, suçlular için bunlar vardır. Ama tabii âhirette olanlar sadece bunlar değildir. İkili bir anlatım özelliğine sahip olan Rabbimizin kitabı, bakın bundan sonra cennete gidecek kullarının durumlarını anlatmaya başlayacak: Rabbimiz  mealen  şöyle  buyuruyor:46-47. “Rabbine karşı durmaktan korkan kimseye iki cennet vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?”Rabbine karşı durmaktan, Rabbine karşı gelmekten,

Rabbiyle çatışma içine girmekten korkan kimseler için de iki cennet vardır. Rabbinin huzurunda durmaktan korkan, Rabbinin huzurunda O’nun sorgulamasından korkan, Rabbin huzurunda vereceği hesabın endişesiyle tir tir titreyen kimseler için iki tane cennet vardır. Yani dünyadayken Allah kontrolü altında, Allah murâkabesi altında olduğunun farkında olarak, sürekli Allah’ın kendisini gözetlediğinin bilincinde olarak bir hayat yaşayan, Allah beni görüyor, Allah beni işitiyor, Allah benim yaptıklarıma şahittir diyerek tavırlarını ona göre ayarlayan, sözlerine dikkat eden, hayatına dikkat eden kimseler için iki cennet vardır, buyuruyor Rabbimiz…

Peygamber Efendimizin bir hadislerinin beyanıyla, “ihsan makamında olan, kendisi Allah’ı görmese bile Allah’ın her an kendisini gördüğü şuuru içinde bir hayat yaşayan mü’minler için iki cennet vardır.” İfade  ediliyor.Yarın Allah huzurunda, Allah mahkemesinde durup tüm yaptıklarının, yaşadığı hayatın hesabını verme konusunda tir tir titreyen, “ya Rabbimi razı edememişsem? Ya Rabbimin istediği gibi ameller işleyememişsem? Ya Rabbimin gazabına maruz kalırsam? Ya amellerim beğenilmez de cehenneme yuvarlanırsam?” diye Allah huzurundaki hesabın korkusu içinde Rabbine lâyık ameller işlemeye çalışan mü’minler için iki cennet vardır, buyuruyor Rabbimiz.

Bu iki cennetin ikisinde de türlü türlü ağaçlar vardır. Çeşit çeşit meyve ağaçları, güzel yeşillikler vardır. Yine o cennetlerde akan kaynaklar, nehirler, ırmaklar vardır. Ya zeminlerinden ırmaklar akan cennetler, ya da o mü’minlerin kendi taht-ı tasarruflarında ırmaklar akıp giden cennetler vardır. Kendi emirlerine verilmiş, kendi arzularına âmâde kılınmış bal, su, süt  ırmakları vardır o cennetlerde. İşte Allah için yaşanan bir hayatın sonucu ve işte Allah’ı hesaba katmadan yaşanan bir hayatın sonucu… İşte bu âyetlerde sonuçları, âhiretleri bakımından mü’minlerle kâfirler arasında bir değerlendirme görüyoruz. Âkıbetleri yönünden mü’minlerle kâfirler birbirlerinden farklıdırlar.

Dünyada dünya nimetlerinden istifade açısından her iki taraf da birbirine benzerken, yaşadıkları bu hayatın sonunda karşılaşacakları âkıbetler açısından farklıdırlar. Mü’minler altlarından ırmaklar akan cennetlere uçarlarken, kâfirler de cehenneme akacak, cehenneme dolacaklardır. Velâyetlerini Allah’a verip hayatlarını O’nun belirlediği yasalar çerçevesinde yaşayanlar velîlerinin kendilerine hazırladığı konaklara yerleştirilirken, velâyetlerini Allah’a vermeyerek kendi ellerinde tutanlar, kendi hayatlarını kendileri düzenlemeye kalkışanlar, ya da velâyetlerini Allah’tan başkalarına verip onların kendileri adına belirledikleri yasalara tâbi olanlar da sonunda velîlerinin gittiği yere gitmek zorunda kalacaklardır. Çünkü o velîlerin hiçbirisinin o kullarına sunabilecekleri cennetleri yoktur.

Yine bu cennetlerde her çeşit meyveler vardır. Meyvelerin her türü, her çeşidi vardır orada. Üzümünden narına, portakalından muzuna, kayısısından şeftalisine ve de şu anda bizim bilmediğimiz, ancak orada görüp bileceğimiz her çeşit meyveler vardır. İnsanın canının çektiği, iştahını kabartan her tür meyveler. Hem o meyvelerin devşirimi hazırdır. Yani ne çağla, ne çiçek, ne de korukta değildir, solgun, çürük de değildir. Kitabımızın bir başka âyetinin beyanıyla böyle dökme, zibil gibi meyveler vardır orada. Her tarafa dökülmüş, yayılmış, istediğiniz kadar alabileceğiniz, yiyebileceğiniz meyveler… Hemen koparılmaya, devşirilmeye, yenilmeye hazır meyveler…

Ulaşımında güçlük olmayan, ellere uzak olmayan, dikeni, budağı, çekirdeği olmayan, insana zahmet vermeyen meyvelerdir onlar… İstedikleri miktarda, özellikte, tatta, renkte, istedikleri büyüklükte ve olgunlukta meyveler vardır mü’minler  için…Orada o mü’minler örtüleri parlak atlastan yatakların, döşeklerin, minderlerin, sergilerin üzerine oturacaklar. O oturdukları sergilerin iç astarları ipekten olacak. İçleri böyleyse, varın siz bir de dışarıdan görünen kısımlarını düşünün. Bu iki cennetin meyveleri de yaklaştırılmıştır. İnsanların hemen koparabilecekleri kadar onlara yakınlık kazandırılmıştır.

Eğer ayakta iseler çok yakınlarına, oturuyor, ya da yatıyorlarsa ellerine, ağızlarına yakınlaştırılmıştır. Meyveler onlara doğru sarkmış, eğilmiş kendilerini o mü’minlere arz etmişlerdir. Mü’minler dünyada olduğu gibi asla orada onlara ulaşabilme zahmeti çekmeyecekler. Orada yine gözlerini, gönüllerini, bakışlarını sadece kocalarına, efendilerine çevirmiş, gözleri efendilerinden başkasını görmeyen, gönülleri efendilerinden başkasına kaymayan eşler, kadınlar vardır.

Kocalarına olan sevgilerinden, aşklarından, hicaplarından, hayâlarından, iffetlerinden ötürü gözlerini sadece kocalarına çevirmiş, gönüllerini onlara vermiş, onlardan başkasını hiçbir zaman görmeyen kadınlardır onlar. Rabbimiz bu dünyada kendisine kendisinin istediği gibi kul olmuş, kitabına, kendi yasalarına teslim olmuş, takva ve teslimiyet içinde Müslümanca bir hayatın kavgasını veren ve sonunda cenneti kazanan mü’mine hanımlara orada, o cennette öyle bir güzellik verecek ki,

orada kocaları onlardan gözlerini ayıramayacaklardır. Onlara baktıkları zaman başka hiçbir kadına bakma gereği duymayacaklardır. Tarifi imkânsız olan o güzellikleriyle o mü’mine hanımlar, kocalarının bakışlarını sadece kendi üzerlerine çekeceklerdir. Bu kadınların orada üç özelliliğinden söz ediyor Rabbimiz. Bunlardan birincisi iffet ve hayâ özelliğidir. Dünyada iffet ve haya sahibiydiler onlar, orada da iffet ve hayâ abidesi olacaklar. Dünyada Allah’ın istediği gibi tertemizdiler, orada da tertemiz olacaklar.

Dünyada kocalarından başkalarına bakmıyor, bakışlarını aşağıya eğiyor, gözlerinin bakış alanını kocalarıyla sınırlandırıyorlardı, orada da bu temizliklerini sürdürecek, kocalarından başkalarına bakmayacaklar. Bir başka özellikleri de bunlara daha önce ne bir insan, ne de bir cin eli değmemiştir. Hiçbir cin, ya da insan bakışına muhatap olmamış, sanki onlar bir yerde saklanmış, muhafaza edilmiş, güneş görmemiş, hiçbir kimsenin bakışına açılmamış, hiçbir gözün bakışı üzerlerine düşmemiş ve sadece kocaları için açılmış namuslu kadınlardır onlar.

Sanki onlar akıllara durgunluk verecek, kalpleri durduracak güzellikte yakut ve mercan gibidirler. Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Bu dünyada Allah’ın istediği gibi bir hayat yaşayan mü’minlerin cennetteki mükâfatlarıdır bütün bunlar. Unutmayalım ki burada Allah’ın istediği gibi bir hayat yaşamayan erkekler de, kadınlar da bütün bu nimetlerden mahrum olacaklar. Burada Allah’ın istediği gibi tertemiz kalmayı beceremeyenler, haramlarla meşgul  olanlar tüm bu Allah nimetlerinden mahrum kalacaklardır. O zaman hesabımızı güzel yapmak zorundayız.

Unutmayalım ki:Dünyada Rablerini görüyormuşçasına O’na kulluk yapanların, Rablerinin yasalarını çiğnememek, sınırlarını tecavüz etmemek, gazabına maruz kalmamak için bir ömür çırpınanların karşılığı ihsan’dır, iyiliktir.  Güzelliklerdir…Bilindigi  gibi  İhsan Allah’ı görüyormuşçasına Ona kulluk yapmaktır. İhsan tüm hayatı Allah huzurunda, Allah kontrolünde ve Allah için yaşamaktır. İhsan her an Allah’ın kendisini gördüğü şuuru içinde olmak ve yaptıklarının tümünü O’na lâyık ve O’nun adına yapmaya çalışmak demektir. Kişinin yaptığı her şeyi, attığı her adımı, konuştuğu her cümleyi Allah huzurunda Allah kontrolünde yapma şuuru içinde olmasıdır.

Rasûlullah Efendimizin bir hadislerinden öğreniyoruz ki; imanın en üstünü kişinin her nerede olursa olsun Allah’ı yanı başında bilmesidir. İnsanın bu şuuru elde etmesidir. Kardeşlerim mü’min her an Rabbinin basîret nazarının mevcudatın her zerresine nüfuz ettiğini iliklerine kadar hissedecek ve hayatına çeki düzen verecektir. Her şeyden haberdar olan her şeyi gören ve her şeye nüfuz eden gözün sürekli murakabesi altında bulunmanın korkusu içinde samimi bir kalple ona yönelecek, hiç bir zaman hiç bir eyleminin O’ndan gizli kalmadığını anlayacak, O’nun göremeyeceği bir harekette bulunmasının mümkün olmadığını kavrayacak, içini dışını temizleyip O’na lâyık hale getirecek, O’nun rızasını kazanmak için elinden gelen her şeyi yapmak için çırpınacaktır.

Kısacası Hayatı Allah için ve Allah’ın gördüğü şuuru içinde yaşama hadisesidir  ihsan… İşte çok yüce, işte sonsuz ikram sahibi olan, lütfu ve ihsanına sınır olmayan, haşmeti, ululuğu da çok yüce olan Rabbinin ismi ne yücedir.Ne mübarektir. Ne bereketlidir. Çünkü bütün bu nimetleri hazırlamak, bütün bu nimetlere güç yetirmek sadece ulu olan, çok yüce olan Allah’a mahsustur. Böyle bir Celâl sıfatına, böyle bir azâmete, böyle bir ihsan ve ikram özelliğine sahip olmayan birinin bütün bunları hazırlaması asla mümkün değildir. Güç kudret sahibi, celâl, ikram sahibi olmayan birinin ne böyle bir cehennem hazırlamaya, ne de böyle akla hayale gelmedik nimetler dolu bir cennet hazırlamaya gücü yeter.

Kardeşlerim Rabbimiz Rahman  suresinin  son  ayetlerinde de mü’min kulları için hazırladığı cennetlerini ve nimetlerini anlattı. Sonra da buyurdu ki, işte böyle bir Allah’ın adı yücedir, işte böyle bir Allah’ın ismi mübarektir. Yüceltilmesi, mübâreklenmesi, tebrik edilmesi, kulluk edilmesi, şükredilmesi, hamd  edilmesi  gereken sadece O’dur. Velî kabul edilip kararları uygulanması, çektiği yere gidilmesi, adı yüceltilmesi gereken sadece O’dur.

Allah tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. İşte böyle bir Allah’a kul olmak, böyle bir Allah’ı dinlemek, böyle bir Allah’ın istediği hayatı yaşamak zorundayız. İşte kendimizi böyle bir Allah’a sevdirmek, beğendirmek, böyle bir Allah’ın gazabından korumak zorundayız. (Ali Küçük. Besairul  kuran) Verdigin  niğmetler  şükürler  olsun  Allahım. Yalnız  sana  İbadet  eder, yalnız  senden bekleriz. Bizleri  senin  sevdiklerine yoldaş  eyle. Allahım  sana  inandık,  sana güvendik bizleri  Razı  oldugu  kulları  zümresine  dahil  eyle  sen  her şeylere  kadirsin  Allahım… Amin…

Sermedkadir…LU…19.03.2016…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.