MÜLK SURESİ ÜZERİNE NOT’LAR…

Kur’an-ı Kerim’in altmış yedinci sûresi. Otuz âyet, Mekkî sûrelerden olup „Tûr“ sûresinden sonra nâzil olmuştur. Adını ilk âyetinde geçen „mülk“ kelimesinden almıştır. Ayette geçiş şekli şöyledir: „Mülk ve saltanat, kudret elinde olan Allah yücedir. O her şeye kadirdir. “ Sûreye, Tebâreke, Mâma, Münciyye, Vâkıyye ve Mennâa adları da verilmektedir. Kur’ân-ı Kerim’deki Yasin, Fetih, Rahman, Mülk, Nebe sûreleri Müslümanlar tarafından çokça okunmaktadır. Okunmalarına sebeb ise; Peygamber efendimizin(s.a.v.) bu sureler hakkında sahih hadis-i şerifleriyle güzel haberler vermesindendir. Tirmizide  rivayet  edilen bir  hadiste  Mealen  şöyle  buyurulmaktadır:

 

** Kur’an’da otuz âyetlik bir sûre var, bir adama şefaat eder ve o kişi mağfiret olunur, O „Tebâreke“ sûresidir…** Câbir (r.a)’dan nakledilen başka bir hadiste de şöyle denil-mektedir: **Peygamber (s.a.s), Secde ve Tebâreke (Mülk) sûrelerini okumadan uyumazdı“ (Tirmizi, Fedâil’ül-Kur’an, 9).** Mekke’de nâzil olan Mülk  suresi insanların akıllarını şirkten ve câhilî yaşayışın tortularından temizleyip, onları her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah Teâlâ’yı tanımaya, O’na ibadet etmeye yöneltmeyi hedef alan sûrelerden  birisidir. Sûreye, mülkün ve saltanatın Allah’a ait olduğu hatırlatılarak giriliyor. Her şeyin tasarrufu O’na aittir.

 

Dilediğini dilediği gibi yapmakta hiç bir şey O’nu sınırlayamaz ve yaptıklarından dolayı sorgulayamaz. Mülkün tek sahibi O’dur ve O’nun her şeyi yapmaya gücü yeter: „Mülk ve saltanat O’nun elinde olan Allah yücedir. O her şeye kadirdir“ Sûre, Tebâreke ile başlayan Kur’an’daki iki sûreden birisidir. Birisi Furkân sûresi, ikincisi de işte bu sûredir. Tesbihât ve tebrikât ile başlayan bir sûre… TEBAREKE, Mülk Sûrenin ilk kelimesi olarak veya sûrenin tümünün adı olarak karşımıza bir bereket, bir teberrük, bir tebrik konusu çıkmaktadır. Tebâreke, mübârek oldu, tebrike şayan oldu, berekete konu oldu, berekete kaynaklık etti gibi anlamlara gelmektedir.

 

Bereket, Türkçe’de kullanıldığı şekliyle birikim kökünden gelmektedir. Yani kişideki birikimin, mal birikimi, bilgi birikimi, çoluk-çocuk birikimi gibi birikimlerin onu cennete götürücü özellik kazanmasının adına bereket denir. Bir kişideki birikimler, o kişiyi cennete götürüyorsa buna bereket denir. Ama kişideki bu birikimler onu cennete değil de cehenneme doğru götürüyorsa, onun kulluğunu ters yönde etkileyecek bir noktaya gelmişse, artık bu birikimlerin hiçbirisine bereket denmez. Öyleyse unutmayalım ki çok mal bereket değildir, çok ev, çok araba, çok arsa, çok alkış, çok makam, çok koltuk bereket değildir. Çok çocuk, çok bilgi, çok not bereket değildir.

 

Eğer tüm bu konularda çokluklar, çoğalmalar, birikimler bizi cennete götürücü bir özellik taşıyorsa, yani bu çoğalmalar bizim kulluğumuzu artırıyorsa, her gün Allah’la aramızın biraz daha iyileşmesine, biraz daha güzel Müslümanlaşmamıza sebep oluyorsa inanıyoruzki bunlar berekettir, bereketlidir. Ama bunlar çoğaldıkça kulluğumuz azalıyor, ilim öğrenme imkânımız kalmıyor, hasta ziyareti, Müslüman kardeşlerimizin dertleriyle ilgilenmemiz, çocuklarımızın İslâmî eğitimleriyle ilgilenmemiz azalıyorsa, yani kulluğumuz azalıyor ve olumsuz  davranışlarımız  çoğalıyorsa, o zaman bu bi-rikimlere bereket değil bilakis  başımız  belâ olmaktan  korkulur.

 

Meselâ adam dükkanının çeşidini biraz daha artırarak bereket umuyor değil mi? Veya bir dükkanı varken ikinci bir dükkana daha ulaşınca, ikinci bir arsaya, ikinci arabaya ulaşınca, damlaya damlaya göl olur diyor ve bu birikimlerden bereket umuyor, bunların çoğalmasını bereket kabul ediyor değil mi? Tamam, damlaya damlaya göl olur, ama Allah korusun bu göl bir gün kendini de boğuverecek ve ahireti unutturacak, cenneti kaybettirecek bir duruma geliverirse, işte o zaman bunlara bereket denmeyecektir. Tebareke’ye  bu  açıdan  bakmamız  ve  bakabilmemiz  çok  çok  önemlidir. Bu  giriş  ifadelerinden  sonra,Mülk  suresini anlamaya  ve  anlatmaya  ğayret  edelim  inşaallah… Rabbimiz  ilk 12.ayette  mealen  şöyle  buyurmaktadır:

 

*** Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter. O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır. O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir. Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık. Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O, ne kötü dönüştür! Oraya atıldıklarında, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.

 

Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: Size, (bu azap ile) korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? diye sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: Evet, doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir peygamber gelmişti; fakat biz (onu) yalan saymış ve: Allah’ın bir şey gönderdiği yok; siz olsa olsa büyük bir sapıklık içindesiniz! demiştik. Ve: Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık! diye ilâve ederler. Böylece günahlarını itiraf ederler. Artık (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun, o alevli cehennemin mahkûmları! Fakat daha görmeden Rablerinden (azabından) korkanlara gelince, onlar için gerçekten hem bağışlanma hem de büyük mükâfat vardır…

 

Sınırsız hükümdarlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter. Surenin başında yer alan ve Allah’ın yüceliğini, noksan sıfatlardan uzak oluşunu vurgulayan bu cümle yüce Allah’ın bereketinin çokluğunu ve kat kat fazlalığını ifade ediyor. Sürekli çoğalan, artan bu bereketi yüceltiyor. Bunun yanında, Allah’ın mülkünden, hükümranlığından söz edilmesi, bu bereketin bu mülkü topladığını ifade ediyor. Yine bu hareketin Allah’ın zatı katındaki yerini övdükten sonra, onun evrensel boyutunu da övüyor. Bu terennüm varlıklar aleminin her tarafında yankılanmakta, her varlığın kalbini canlandırıp, imar etmektedir.

 

Bu terennüm Allah’ın yüce kitabındaki sesinden yayılmaktadır. Yani gözle görülmeyen kitaptan bilinen evrene yansımaktadır. „Sınırsız hükümdarlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir.“Mülkün sahibi O’dur. Ona egemen olan, alnından yakalayıp kontrolü altında tutan, onu yönlendiren O’dur. Hiç kuşkusuz bu bir gerçektir. Bu gerçek vicdanda yer edince, O’na gideceği yönü ve varacağı yeri gösterir O’nu mülkün bu ortaksız ve tek sahibi, yönlendireni, ve hakimi olan Allah’tan başkasına yönelme veya dayanma yahut bir şey isteme duygusundan kurtarır. Aynı zamanda O’nu mülkün tek sahibinden, biricik efendisinden başkasına kul olmaktan, kulluk sunmaktan uzaklaştırır.

 

„Ve O’nun her şeye gücü yeter.“Hiçbir şey O’nu aciz bırakamaz, hiçbir şey gözünden kaçmaz, hiçbir şey O’nun iradesinin önüne geçmez, hiçbir şey O’nun isteğini sınırlandırmaz. Neyi isterse onu yaratır. Dilediğini yapar. Dilediğini yapabilme gücüne, emrini yerine getirme kudretine sahiptir. O’nun iradesi hiçbir kayıt, hiçbir sınır tanımaz. Evet bu bir gerçektir ve bu gerçek vicdanda yer edince, O’nun Allah ve Allah’ın yaptıklarına ilişkin düşüncesini duygusal alışkanlıkların veya aklı alışkanlıkların yahut hayalı alışkanlıkların oluşturduğu her türlü bağdan kurtarır. Çünkü her halûklarda insanın aklına gelen her şeyin gerisinde Allah’ın gözü vardır.

 

Sınırlı varlıklar olmaları Dolayısıyla insanların düşüncelerini bağlayan kayıtlar, insanları içinde bulunulan anın, gözle görülür olgunun gerisinde meydana gelen değişimi, başkalaşımı değerlendirmede alışageldikleri ölçülerin esiri haline getirirler. işte bu gerçek, onların duygularını bu esaretten kurtarır. Dolayı siyle hiçbir sınırlandırma getirmeden her şeyi Allah’ın gücünün eseri olarak görürler. Her şeyi her türlü kayıttan uzak bir şekilde Allah’ın gücüne dayandırırlar. içinde bulunulan anın, gözle görülür olgunun zincirinden kurtulurlar.(Fi Zilal)

 

Dünya ve âhiretin mülkü ve saltanatı, emir ve hükmü elinde bulunan, dilediğini aziz, dilediğini zelil eden, dilediğini zengin, dilediğini fakir kılan, her şeye gücü yeten, hiçbir şeyin kendisini aciz bıraka-madığı, yapmak istediği şeye kimsenin mani olamadığı Allah yüceler yücesidir, kutludur, büyüktür. İbn Abbas diyor ki: “Mülk O’nun elindedir. Dilediğini azîz, dilediğini zelil eder. Yaşatır, öldürür, zengin eder, fakir eder, verir, vermez.”Mülk O’nun elindedir.” Yerde ve gökte, bütün kâinatta, dünya ve âhiret tasarruf ve saltanatı, yaratma ve yok etmesi, ele geçirme ve yönetmesi, emrini yerine getirtme ve hükmünü icra etmesi, iyi davran-ması ve zorlaması, cezalandırması ve ikramı, ihsanda bulunması ve nimet vermesi hep O’nun kudret elindedir.

 

Her şey O’nun emir ve ira-desi, hüküm ve kudretiyle cereyan eder. Dilediğini mülkünde kullanan yahut kuvvet verip mülke kavuşturan ve kavuşturacak olan da ancak O’dur. Verdiklerine de tamamen vermediği gibi, kendi adına hareket etme salâhiyetini de ebedî olarak vermez. Mülkünü kendi elinden çıkarmaz. Kendine ortak kılmaz, çünkü şirkten berî ve yücedir. Yalnız kendi hükmü altında emredilmiş olmak üzere vekaleten ve geçici olarak verir, dilediği zaman da alır. Çünkü mülk hakkı, bizzat kendisinin ve mülkün hakikati doğrudan doğruya O’nun kudret elindedir. Ve O, her şeye kâdirdir. Mülk elinde olduğu gibi, her dilediğini dilediği şekilde eksiksizce yapmaya tam bir kudretle güç yetirmektedir. Hiçbir yardımcıya, ve-zire, vekile ve vasıtaya ihtiyacı yoktur.

 

Her ne isterse kendi kudretiyle yapar. Hiçbir iradesi hikmetsiz değildir, ol deyince oluverir. Dilerse zorla yaptırır; dilerse hürriyet verir. Dilerse küçültür, dilerse büyültür. Dilerse sıkar; dilerse açar; dilerse yıkar, dilerse yapar; dilerse daha başka âlemler yaratır ve onlarda da dilediği gibi tasarrufta bulunur. Ancak O’nun ortağı olmaz. O, öyle yüksek, öyle yüce, öyle fenâdan ve acizlikten berîdir. O hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için, ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır. Mülkün üzerindeki sınırsız egemenliğinin, önlendiriciliğinin, her şeyi yapacak güçte oluşunun ve iradesinin serbestliğinin bir sonucu da ölümü ve hayatı yaratmış olmasıdır.

 

Ölüm kavramı hayattan önceki dönem ile hayattan hemen sonraki dönemi ifade eder. Hayat kavramı da hem dünya hayatını hem de ahiret hayatını kapsar. Bu ayette vurgulandığı gibi bunları Allah yaratmıştır. Bu şekilde ayeti kerime bu gerçeği insanın düşüncesine yerleştiriyor ve bunların gerisindeki amaç ve imtihan olgusuna karşı uyanık olmalarını sağlıyor. Çünkü ölüm ve hayat meselesi plansız-programsız tesadüfen meydana gelmiş değildir. Aynı şekilde amaçsız boş bir olgu da değildir.

 

Ölüm ve hayat, yüce Allah’ın bilgisinin kapsamında gizli bulunan insanların yeryüzündeki davranışlarının ortaya çıkması, böylece insanların yaptıkları amellere göre karşılık almaları amacına dönük bir sınav aracıdır: „Hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için.“ Bu gerçeğin insan vicdanında yer etmesi, onun sürekli uyanık, sakınan, günah işlemekten çekinen, gerek gizli niyetlerde gerekse görünür amellerde büyük-küçük her şeye karşı bilincini koruyan bir insan olmasını sağlar. Gafil olmasına veya oyun ve eğlenceye dalmasına izin vermez. Aynı şekilde onun kendine güvenip de hiçbir sorumluluk duymadan, rahat davranmasına da müsaade etmez.

 

Bu ifadeden sonra aşağıdaki değerlendirme cümlesinin yer alması da bu yüzdendir. „O, üstündür, bağışlayandır.“ Amaç, Allah’ı gözeten, O’ndan korkan kalbe huzur vermektir, güven aşılamaktır. Çünkü Allah üstün iradelidir, galiptir ama Aynı zamanda bağışlayıcıdır, hoşgörülüdür. Kalp uyanık olduğu, bu dünyaya sınanma ve denenme için gönderildiğinin bilincine varıp kötülüklerden sakındığı, korunduğu zaman, Allah’ın bağışlamasına ve rahmetine güvenebilir, onun himayesinde rahata kavuşabilir. İslam’ın kalplere yerleştirmek üzere tasvir ettiği gerçeğe göre yüce Allah insanları rahmetinden kovmaz, onlara sıkıntı vermez ve onları azaba çarptırmak istemez.

 

Tersine varoluşlarının amacının farkında olmalarını ister. Özleri itibariyle sahip bulundukları gerçeğin düzeyine yaraşır davranışlarda bulunmalarını; yüce Allah’ın bu varlık içinde kendi ruhundan üfleyerek dolayısıyla yarattığı birçok canlıdan üstün kılarak kendilerine bahşettiği onuru tamamlamalarını ister. Eğer bunu gerçekleştirirlerse, engin bir rahmete, büyük bir yardıma, geniş bir hoşgörüye ve birçok günahın bağışlanması durumu ile karşılaşacaklardır. Allah, hâkimiyet ve hikmet sahibidir. Yani Rabbimiz ne dediyse, ne yapmışsa, ne yarattıysa, ne gazap ettiyse, ne merhamet ettiyse, kendisinden ne tecelli ettiyse mutlaka ve mutlaka Allah’ın yaptığı her şey hikmetlidir.

 

Rabbimizin her yaptığı işte mutlaka bir hikmet vardır. Ama bize düşen hikmet aracılığına çıkmak, felsefe yapmak değildir. Filozofların derdi, hikmet aramaktır. Neden insanların saçı şöyledir? Kılı niye böyledir? Neden anne şefkatlidir? Baba neden gaddardır? Bu sorulara cevap bulmaya çalışırlar. Hikmet aramaya gerek yok, Allah’ın yaptığı her şeyde hikmet vardır. Neden yaratmıştır Rabbimiz ölümü? Niçin var etmiştir hayatı? İnancımız  odurki Rabbimiz bizleri İmtihan  ve  sınamak yaratmıştır. İlahi  beyan  mealen  şöyle:

 

*** Sizin hanginiz amelce daha güzel, bunu denemek, bunu sınamak için…*** Evet  kardeşlerim  bu  imtihan  ve  sınama  mutlaka  olacaktır. Hangimiz daha güzel amel işleyecek bunun değerlendirilmesi olacak. Yani bu hayat ve ölüm arasında herkes amel işleyecek ve insanlar bu imtihan salonu dediğimiz dünya içinde „Ahsenü amelayı“ gerçekleştirecekler. İslâm dini, amellere iki damga vurur: a- Salih Amel b- Gayri salih amel.  Ya da âyette ifade edildiği şekliyle söylersek, ahsen amel, ahsen olmayan amel, ahsen amel, gayrı ahsen amel. Ameli üçe ayırıyoruz:  Kişiyi cennete götüren amel,  Kişiyi cehenneme götüren amel, Kişiyi ne cennete ne de cehenneme götüren amel.

 

Yani kişiyi cennete de cehenneme de götürücü olmayan boş ameller. Bizi cennete ve cehenneme götürmeyen boş amelleri reddediyoruz, cehenneme götüren amellerden şiddetle kaçınıyoruz ve bizi cennete götüren ameller bizim olsun istiyoruz. Arzumuz  neticede  en  güzel  bir  şekilde  imtihanı  vermektir… Bu ayetlerde yer alan bütün gerçekler surenin ilk ayetinin anlamının sonuçlarıdır.

Yedi göğü tabakalar halinde yaratan O’dur. Rahman’ın bu uyarmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin? Seyyid  Kutub  bu  ayetler  hakkında  diyorki: Mülkü yönlendiren egemenliğin, hiçbir kayıtla sınırlandırılamayan kudretin görüntüleridir. Ayrıca bunlar, ikinci ayetin içerdiği ölüm ve hayatın insanların sınanması için yaratıldığına ve her yapılan işin bir gün karşılığını göreceğine ilişkin gerçeği doğrular niteliktedirler. Ayet-i kerimenin işaret ettiği yedi kat göklerin anlamını, astronomi ile ilgili teorilere dayanarak kesin olarak belirlemek mümkün değildir. Çünkü bu teoriler, gözlem ve keşif araçları geliştikçe her zaman üzerinde değişiklik yapılmaya veya düzeltmeye açık teorilerdir.

 

Bu yüzden ayetin anlamını her zaman değişikliğe ve düzeltmeye açık bu tür keşiflerle yorumlamaya kalkışmak doğru değildir. Şu halde yedi tane gök olduğunu ve bunların farklı boyutlara sahip tabakalardan meydana geldiğini bilmemiz yeterlidir. Kur’an-ı Kerim, dikkatleri özelde göklere genelde de evrenin her alanına çekerek yüce Allah’ın yaratmasını insanlara göstermeyi amaçlıyor. Dikkatleri Allah’ın yaratmasına çekerken, bu yaratılışın kusursuz olduğunu vurgulayarak meydan okuyor. Gözler bu kusursuz yaratılışa çaresiz, yorgun, şaşkın ve dehşete kapılmış olarak bakakalır.

 

„Rahman’ın bu yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın.“ Çünkü bu yaratmada bir boşluk, bir eksiklik, bir karışıklık yoktur. „Gözünü bir çevir bak.“ Bir kere daha bak, iyice araştırmak, kesin bir sonuç elde etmek için „Bir çatlak görebilir misin?“ Gözün bir çatlağa, ya da bir yarığa veya bir bozukluğa ilişebilir mi? „Sonra gözünü iki kez daha döndür bak.“ Belki de birinci bakışta gözünden kaçan bir şey olur da bu sefer ortaya çıkarmış olursun. Bir daha bak, bir daha bak „Göz aradığı kusuru bulmaktan umudu keserek yorgun ve bitkin bir halde sana döner.

 

„Bu meydan okuma üslubu hiç kuşkusuz göklere ve Allah’ın yarattığı tüm varlıklara bakma meselesine bir ciddiyet, bir önem kazandırıyor. işte Kur’an-ı Kerim’in harekete geçirmek, canlandırmak istediği, bu keskin, araştırıcı, düşündürücü ve irdeleyici bakıştır. Çünkü alışkanlığın neden olduğu uyuşukluk, bu ürpertici, hayret verici, güzel ve ince evrene yönelik bakışın dikkatini dağıtabilir. Oysa göz bu evrenin güzelliğini ve görkemini seyretmeye doymaz. Kalp bu evrenden gelen dolaysız mesajları ve işaretleri algılamaktan bıkmaz. Akıl evrenin düzenini ve ince sistemini düşünmekten yorulmaz.

 

İşte evreni böylesine düşündürücü bir gözle seyredenler, göz alıcı, görkemli ilahi bir panayırda yaşarlar. Bu panayırın olağanüstülüğü yıpranmaz, çünkü sürekli gözün, aklın ve kalbin önünde yenilenip durur. Çağdaş bilimin bazı yönlerini ortaya çıkardığı şekliyle bu evrenin özüne ve kusursuz nizamına ilişkin bazı şeyler öğrenenler dehşete kapılıyor, kendilerinden geçiyorlar. Fakat aslında bu evrenin görkemini, göz alıcılığını algılamak için böyle bir bilgiye de gerek yoktur. Çünkü sadece çıplak bir bakış ve yalın bir düşünme ile evrenle iletişim kurabilme yeteneğine sahip olması yüce Allah’ın insana yönelik büyük nimetlerinden biridir.

 

Çünkü kalp açık ve gelen sinyalleri karşılamaya hazır olduğu zaman, bu dehşet verici ve göz alıcı güzelliğe sahip olan evrenden gelen mesajları dolaysız algılar. Bu dehşet verici ve şaşırtıcı evrenle ilgili düşüncesiyle ve gözlemiyle bir şeyler bilmeden önce bir canlının bir başka canlı ile iletişim kurması gibi iletişim kurar.Bu yüzden Kur’an-ı Kerim insanları yalnızca bu evrene bakmaya, evrensel sahneleri ve olağanüstülükleri düşünmeye çağırmakla yetiniyor. Çünkü Kur’an-ı Kerim her çağdaki tüm insanlara hitap eder. Hem ormanda yaşayanlara, hem çölde yaşayanlara, hem şehirlilere, hem de denizlerin üzerinde dolaşanlara hitap eder.

 

Okuma yazmasız halk kitlelerine hitap ettiği gibi astronomi bilginine, tabiat bilginine ve teorisyenlere de hitap eder. Bunlardan her biri kendisi ile evren arasında iletişim kuracak, kalbinde evreni düşünme, algılama ve algıladıklarından haz alma duygularını harekete geçirecek mesajlar bulur Kuran’da. „And olsun biz, dünyaya en yakın göğü lambalarla donattık.“ Gökyüzündeki yıldızların sahnesi güzeldir. Bunda kuşku yok. Hem de kalpleri cezbeden bir güzellik.

 

Sürekli yenilenen, vakitler değiştikçe görüntüsü değişen bir güzellik. Bu güzellik sabah başkadır, akşam başkadır. Bu manzara gün doğumunda başka güzeldir, gün batımın da başka güzeldir. Bu güzellik mehtaplı geceden, karanlık geceye, açık gökyüzünden, sisli bulutlu gökyüzüne göre farklıdır. Daha doğrusu bu güzellik saatine göre, gözlem yerine göre, bakış açısına göre değişir. Ama her an güzeldir, her an çekicidir, her an göz alıcıdır. Evet gökyüzü her yönüyle, her şeyiyle güzeldir.

İnsanın yaşayabileceği, ruhuna dolduracağı bir güzelliktir bu. Ama bu güzelliği anlatacak söz, onu tanıtacak ifadeler bulmak mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim insan ruhunun dikkatini göklerin çekici güzelliğine, tüm evrenin göz kamaştırıcı güzelliğine çekiyor. Çünkü varlıkların yaratıcısının güzelliğini kavramanın en doğru, en kestirme yolu, varlıkların güzelliğini kavramaktır. İşte insanı ulaşabileceği en yüce ufka yükselten bu kavrayıştır. Çünkü bu durumda insan kendisini, dünya aleminin ve dünya hayatının kirinden uzak, sınırsız ve güzel bir alemdeki sonsuz hayata hazırlayacak bir noktaya bağlamış olur. Hiç kuşkusuz insan kalbinin en mutlu anları, evrendeki olağanüstü ilahi sanatın güzelliğini doyasıya algıladığı anlardır. Çünkü bu anlar insan kalbini ilahi güzelliğe ulaşmaya, onu içine doldurmaya hazırlandığı anlardır.(fi Zilal).

 

Mülk  suresi  ayet 13 ve  14.mealen  şöyle: ***Sözünüzü ister gizleyin, ister açıklayın (farketmez). O sinelerin özünü bilir. Yaratan yarattığını bilmez mi? O herşeyc nüfuz edendir, her-şeyden haberdardır…*** Mahmut  toptaş  hoceefendi  bu  ayetler  hakkında  diyorki: Siz gizlediğinizi zannetsenizde, düşünceyi üretecek olan yerinizi O bilmektedir. İradeyi harekete geçirecek olan özünüzü O bilir. Yani sizin hareketleriniz, her türlü davranışınız, sizin iradenizle nasıl gerçekleşe­ceğini, hangi tarafa meyledeceğini Allah (c.c) bilmektedir.

 

O’na gizli kalacak bir şey yoktur. Öyle olunca biz, önce iç dünyamızı güzelleştireceğiz. Biz Cemil olan Allah’a iman etmişiz. Halîm olan Allah’a iman ettiğimizden, gönlümüz yumuşacık olacak. Kimsenin gönlünü kırmamaya dikkat edeceğiz. Yumuşak olacağız. Yumuşak olanlar başarılı oluyor. Tabiatın en yumuşak maddelerinden birisi su’dur. Su o yumuşaklığı ile bir de bakıyorsunuzki, bahar mevsiminde 10 metre yüksekliğindeki bir ağacın tepesine çıkıvermiş. Yumuşaklığı ile 10 metre yüksekliğin­deki ağacın tepesinde yaprağa ve çiçeğe dönüşmüştür. Sonrada mey­veye dönüşüvermiştir. Bunu yumuşaklığı ile başarmıştır. Direnenleri de yıkmasını bilen yine sudur.

 

En sarp kayaları bir gün yıkıp gitmektedir. Direnenleri yıkmasını, direnmeyenlerin de tepesinde çiçek açmasını biliyor su. Bizim bir atasözümüz vardır dua şeklinde „Su gibi aziz ol.“ „Aziz“ orada güçlü, kuvvetli manasına gelir. Yani su gibi hem değerli, hem izzetli, hem üstün, hem galip gel, manasına gel­mektedir. Gönlümüz güzel olunca, bu güzellik dışımıza yansıyacaktır. Amelimiz güzel olacak, sözleriniz güzelolacak, davranışlarınız güzel olacak, eşinizle olan konuşmanız, davranışınız, çocuklarınıza, mahal­lenize, komşunuza, top yekun insanlığa yapacağınız konuşmalarınız ve davranışlarınız güzel olacaktır. Biz niye bunu yapıyoruz? Allah (c.c) güzel sözleri, güzel davranışları sever de ondan. Her davranışımızı gö­ren O’dur da ondan.

 

Yaratan yarattığını bilmez mi? O herşeyc nüfuz edendir, herşeyden haberdardır. Şöyle bir soru aklınıza gelebilir? Bu kadar insanın içinden geçeni Allah nasıl biliyor acaba? Bu kadar canlının ihtiyaçlarını Allah nasıl bi­lir? Bu sorunun cevabı bu ayettedir. „Yaratan bilmez mi?“ Bu kadar canlıyı yaratan kim? Bu kadar insanı yaratan kim? Bir kısım insanların ilah diye kabul ettiği Amerika, bu güne kadar bir hücre yaratamamıştır. ‚Bir sivri sinek yaratamamıştır. Bir karınca yaratamamıştır. Uzaya aletleri göndermiştir ama karıncayı yaratamamıştır. Milyonlarca insana canı veren, kanını akıtan kalbinin tiktakiarını yö­neten Allah (c.c) tır. Yaratan O olunca, gönüllerden geçeni bilmez mi?

Karıncanın incecik belini yaratan O. Çamuru yiyipte yukarıda güzel ko­kular saçan çiçeğin her hareketini, her dalgalanmasını, her koku saç­masını bilen O’dur. Bildiğini nereden biliyoruz? Ona, O hareketi, o ko­kuyu Allah(cc) veriyor da ondan biliyoruz. Ayni topraktan menekşeye moru, güle kırmızıyı, beyazı veren O’dur. Bütün bunları yaratan Allah (c.c) onların hepsinin durumunu bilmektedir. O herşeye nüfuz edendir. O’nun ilmi, kudreti, sanatı her şeyin içinde vardır. Gördüğünüz, göremediğiniz ama yaratılmış olan her şeyde Allah’ın ilmi, Allah’ın kudreti, Allah’ın sanatı görülmektedir….(Şifa  Tefsiri.M.Toptaş.)

Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Şu halde yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah’ın rızkından yeyin. Dönüş ancak O’nadır. Bu  ayeti  kerime  hakkında  Ömer  Nasuhi  bilmen  Rahmetullahi  aleyh  diyorki: (O) Yüce Mabut (odur ki:) O kudret ve azamet sahibi olan bir benzersiz yaratıcıdır. Ey insanlar!, (sizin için yere boyun eğdirdi) O koca yer küresi alanını sizin emrinize verdi, siz ondan istediğiniz gibi istifâde edebiliyorsunuz, üzerinde seyahatlerde bulunuyorsunuz, onun sularından, madenlerinden ürünlerinden faydalanıyorsunuz, ticaretinizi geliştirebiliyorsunuz, o koskoca yeryüzü, size adetâ zelilce bir şekilde itaatkâr bulunmuş oluyor.

Artık onun omuzlarında yürüyün.) Yâni: O’nun her canibinde, veya sahralarında, dağlarında, derelerinde, denizlerinde seyahate devam edin, ticaretinizi güzelce geliştirin, o size pek ziyâdesi ile kolaylıklar göstermektedir. (Ve rızkından yeyin) Allah – ü Teâlâ’nın yer yüzünde size rızk olmak üzere yarattığı şeylerden, nimetlerden istifâde edin (ve dönüş de O’nadır.) kıyamet gününde bütün hayat sahiplerinin kendisine rücü edecekleri zât da Cenab-ı Hak’tan başka değildir. Bütün kullar, o Ezelî Yaratıcının manevî huzuruna sevk edileceklerdir. Dünyadaki amellerine göre, mükâfat ve cezaya uğrayacaklardır.

Artık insanlar, bu akıbetlerini de düşünmelidirler, ilâhî nimetlerin kadrini bilip şükrünü İfaya çalışmalıdırlar. İnsanlar, dünyada ebediyen yaşayacaklar imiş gibi bir gaflete dalarak âhireti düşünmekten geri kalmamalıdırlar. Meşru şekilde hem dünyalarına, hem de, âhiretlerine çalışmaya devam etmelidirler. Bu âyet-i kerîme; ticaretin, helâl bir şekilde kazanç sahasına atılmanın dînen mendub, makbul olduğuna işaret buyurmaktadır. İslâm dini, müslümanları hem dinî vazifelerini   îfaya, hem de meşru surette dünya işleri ile, kazanç ile iştigâle sevk ve teşvik buyurmaktadır.

Nitekim, bir eserde de şöyle gelmişti: Şüphe yok ki: Al I âh-ü T eâlâ, san’at ehli olan mümin kulunu sever, işte mübarek dînimiz bizleri böyle maddî ve manevî yükselme yollarına tergîb ve teşvik buyuruyor. Ne mutlu buna riayetkar olanlara!. Mülk  suresini  anlamaya  ve  anlatmaya  devam  ediyoruz  inşaallah  son  üç  ayete  bakalım: ***Deki: “Allah, beni ve benimle beraber bulunanları isterse yok eder veya isterse merhamet eder; söyleyin, bu takdirde inkarcıları, can yakıcı azaptan kim alıkoyabilir?…***

Asrı  saadet  döneminin  ilk  yıllarına  bakacak  olursak Peygamber  efendimizi (sav) beraberindeki bir avuç Müslümanın çabaları, çırpınışları, dâvetleri sonucu Mekke’de hemen hemen her aileye İslâm nüfuz etmişti. Hemen hemen Allah’ın dininin girmediği ev kalmamıştı Mekke’de. Her aileden birileri Müslüman olmuştu. İslam’ın bu başarısı karşısında kâfirler Peygamber efendimize ve beraberindeki bir avuç Müslümana karşı bedduaya başlamışlardı. Hatta dâvetinin, dâvâsının önünü alamayacaklarını anlayan kâfirler, Peygamber Efendimizin (sav) ölmesi, helâk olması, yok olması için her evden yükselen beddualarla birlikte çok çeşitli yollara girdiler, çeşitli çarelere başvurdular.

Meselâ sihir denemelerine giriştiler. İsâbet-i ayn, yani göz değmesini denediler. Onun ölmesi ve helâk olması için her yolu denemeye başladılar da, işte bunun üzerine Rabbimiz peygamberimizin onlara bunu demesini emretti. “Ey peygamberim, onlara de ki: Ben ölsem de, kalsam da sizin için bir şey değişmez, değişmeyecek. Boşuna benim ve beraberimdekilerin ölümünü temenni edip durmayın.” ***De ki: “Bizim inandığımız ve kendisine güvendiğimiz, Rahmân olan Allah’tır. Kimin apaçık bir sapıklıkta olduğunu yakında bileceksiniz….***

Merhameti bol olan Rabbimiz, onları, kâfirleri, düşmanlarını perişan  etmek, kahretmek, mağlup edip susturmak için din göndermiyor. Onları cehenneme doldurmak için din göndermiyor. Rabbimizin muradı onları helâk değil, onları hep kurtarmak için âyet gönderip sesleniyor. İfadeye  bize bunu  anlatıyor: “De ki, O Rahmân’dır ve biz O’na iman ettik. O’na tevekkül ettik. O’na güvenip dayandık. Boyunlarımızdaki kulluk iplerini O’nun eline verdik. İradelerimizi O’na teslim ettik. O’nun seçimini kendimiz için seçim ka-bul ettik. Hayatımızı O’nun istediği gibi yaşamaya karar verdik. Yakında kimin sapık olduğunu bileceksiniz.” Vekil, kişinin kendisine vekâletini teslim ettiği varlık demektir.

Meselâ inancına ters bir hukuk sisteminin uygulandığı ülkelerde yaşayan insanlar, mahkeme huzurunda kendilerini savunamayacaklarından endişe duyduklarında, kendilerini kendilerinden daha iyi savunabileceğine inandıkları, hukuku kendilerinden daha iyi bilen birisini  vekalet  verildiği  gibi, İşte bizim adımıza, bizim hayat programımız adına aldığı kararlar konusunda kendisine güvenebileceğimiz, yasalarına teslim olabileceğimiz, boyunlarımızdaki kulluk ipinin ucunu eline teslim edebileceğimiz ve çektiği yere gözü kapalı gidebileceğimiz bir tek varlık biliyoruz O da bizi bizden daha iyi bilen, bizim hayatımızı, bizim hayat programımızı herkesten daha iyi bilen, bilgisi tam olan, bilginin kaynağı olan Rabbimizdir.

Çünkü O bizim için bize en uygun, en faydalı, en yararlı, en güzel, en münasip ve en mütenasip kararları alandır. İşte böyle Velî bildiğimiz Rabbimize hayatımızı düzenlemesi konusunda vekâletimizi  veriyoruz. “Ya Rabbi! Beni yaratan sen olduğuna göre, benim sahibim sen olduğuna göre, beni en iyi tanıyan da sensin! Benim nasıl mutlu olacağımı, nasıl huzurlu olacağımı,

nasıl bir hayat yaşarsam dengede olacağımı bilen de sensin. Öyleyse ben bu konuda vekâletimi sana veriyorum. Benim adıma, benim hayatıma ne karar alırsan ben onları aynen uygulayacağım ya Rabbi!” diyoruz. Eğer bizler de Rabbimize vekaletimizi verdiysek, bizim adımıza hayat programı alma konusunda O’nunla böyle bir sözleşmeye girdiysek, o zaman vekâletimizi verdiğimiz Rabbimizle, vekilimizle diyalogumuzu,irtibatımızı  hiç  bir  zaman  kesmemeliyiz. Rabbimiz bizim adımıza ne kararlar aldı, ne dedi, ne emretti, neleri yasakladı, bütün bunlar bizim  kabulümüz  olmalıdır.

Unutmayalım ki Allah’ı vekil bilmek, Velî bilmek her şeyiyle O’na teslim olmak ve hayatın tümünü O’nun belirlediği biçimde yaşamak demektir. Mülk     Sûresinin sonunda Rabbimiz bizim akıllarımızı iyice erdirmek için bakın yine soruyor: ***De ki: “Suyunuz yere batarsa, söyleyin, size kim temiz bir su kaynağı getirebilir?…***        Bu âyet nazil olduğunda, müşriklerden birisi, “Yahu bundan kolay ne var? Alırım elime kazmayı, vururum yere ve çıkarırım suyu” demiş. Sabaha kadar Allah onun gözünün suyunu alıvermiş ve haydi geri getir bakalım onu demiş de, adam helâk olup gitmiş. Öyleyse aklımızı başımıza alalım. Rabbimiz bunca âyetiyle bize kendisini anlattı.

Kitabında kendisini anlattığı gibi Rabbimize iman edelim. Kendisine kulluk yapılmaya lâyık sadece Allah  celle  şanuhudur. Teslim olunmaya lâyık sadece Allah’tır. Sadece O’nu dinleyelim, sadece O’nu razı etmeye çalışalım. Hayatımızı sadece O’nun için ve O’nun belirlediği yasalar istikâmetinde yaşayalım. Allah’tan başkalarına asla minnet etmeyelim. Bu sûreyi en yakınlarımızdan başlamak sûretiyle Allah kullarına anlatarak önce  kendimiz  dirilmeye  çalışalım  sonra  onları diriltmeye çalışalım inşallah. Rabbim  bizleri Kuranı  kerim  ve  Sünneti  seniyye  Nurundan ayrılmayanlardan  eylesin. Rabbim  bizlerin DİN’DE firasetini  artırsın.   Rabbim  kulluk  şuurumuzu,  İbadet  etme  bilincimizi  artırsın. Rabbim  yar ve  yardımcımız  olsun…

 

Sermedkadir…LU…31.08.2016…

Sermedin  sayfası: ( www.sermedkadir.de  )

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.