Cenabı hak,hucurat suresi ayet.1.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir…***Tirmizi bizlere hasen sahih olarak ulaştırıyor. Abdullah (r.a.)’den rivâyete göre: ** Rasûlullah (sav), bize bıkkınlık gelmesinden endişe ederek muayyen günlerdeki yaptığı konuşmalardan dolayı bizim durumumuzu yoklar ona göre ayarlardı… Adabı mıaşeret:mana olarak ve İslami ıstılahta ele aldıgımızda adabı muaşereti şöyle izah edebiliriz.Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü, açık kalpli olmak…
Herkesle güzel şekilde görüşmek, insanlara eziyet vermekten kaçınmak. İnsanların eziyetlerine katlanmak, kötülüğe karşı iyilik yapmak. Dargınlığa hemen son vermek. Dargınların arasını düzeltmeye çalışmak. İnsanların kusurlarını araştırmamak ve yaymamak, aksine örtmeye çalışmak. Dostları arkalarından savunmak. İnsanların kalplerini kötü zandan korumak için sakıncalı yerlerden uzak durmak. Değişik halk kesimleri ile makamlarına göre sohbet edip ilişki kurmak.
Yaşı ilerlemiş olan ihtiyarlara hürmet, çocuklara, düşkünlere merhamet ve şefkat göstermek. Hayırsever olmak, yardım etmek, arka çıkmak. Selâm vermek. El sıkışmak (musafaha). Teşmitte bulunmak; aksıran için hayır ve bereket istemek.Toplantılarda temiz bulunmak ve edebe uygun davranmak. Dostları ziyaret etmek. Davetlere icabet etmek. Saygı için ayağa kalkmak. Değerli zatların ellerini öpmek. Komşuluk haklarını gözetmek. Hastaları ziyaret etmek. Cenazeleri teşyi etmek (uğurlamak). Müslümanların mezarlarını ziyaret etmek. Bütün bu güzellik ve özellikler dinimizin uymamızı istediği edebi davranışlarımızdır…
İnancımız odurki; İslâmî hayat, içinde sadece namazı orucu olan, başörtüsü ya da türbanı olan hayat değil. Bütün bu ilâhi emirlerin zeminini oluşturan tutum davranışlarla, topyekün İslâm ahlâkıyla süslenmiş, bezenmiş bir hayat. Böylebir hayat her şeyden önce “edebli” bir hayat tarzıdır. Yaratıcı’ya ve yaratılana karşı edebli… Bu edeb hali en çok insan ilişkilerinde kendini belli eder. Yani müslüman adab-ı muaşeret sahibidir. Özgürlük adı altında nice kabalığın meşruiyet kazandığı, samimiyet kisvesi altında nezaketin hiçe sayıldığı, menfaat uğruna her türlü sınırsızlığın hak sayıldığı bugün adab-ı muaşereti hatırlamalıyız.
İslam dininin İlme verdiği değer İman’dan sonra gelir… İlmi çalışmalar ise genelde camiilerimizde, mescid ve dershanelerimizde yerine getirilir. Tümüyle Allah’a ait ve O’nun için olması gereken mescidler, tâğûtî düzenlerde “Allah’ın evi”nden ziyade “devlet dairesi”ne benzerler. İslâm’da câmiler sadece namaz kılınıp “dağılınan” yerler değil; kendisinde devamlı “toplanılan” mekânlardır. “Câmi”, kelimesi, bilindiği gibi “toplayan” demektir; İnsanları açtığı bağrında toplayıp cemaat haline getiren yerdir câmi.
Câmi, aynı zamanda her türlü istişâri konuların konuşulduğu mekan, devletin idare edildiği hareket merkezi, yönetenlerle yönetilenlerin yüz yüze görüşüp dertleştikleri, hesaplaştıkları mahal, bir okul, kimsesizler yurdu, bir huzur evi…dir. Kalp, insanın merkezi; Kâbe, arzın merkezi, yeryüzü mescidinin temsilcisi sayılır. Başta namaz olmak üzere her çeşit ferdî ve sosyal ibâdetin, eğitim ve kültürün, değişik sanatların ve çeşitli güzelliklerin de etrafa halka halka yayıldığı bir merkez vardır müslümanların medeniyetlerinde. Bu güzellik merkezleri câmilerimiz, Mescitlerimizdir.
Yine Tarihin her döneminde oldugu gibi zamanımızda da Müslümanlar, her zaman ihtiyaç oldugu için Cami inşaa ederler. Mescidleri en güzel surette yapmaya gayret sarfederler. İmanlarının kendilerine verdigi sorumlulugu göz önünde bulundurararakta hassasiyetle korurlar, titizlik gözetirler ve yaşatılması için elden gelen bütün maddi ve manevi çabayı seferber ederler. Mescidlerin mimarisine, iç tezyinatına – süslemelerine, tabandan tavana, kubbesine kadar en güzel malzemeyi, en gayretli işçiligi esirgemeyen Mü’minler her türlü estetige ve güzellige aşırı dikkat eder, titiz danvranrlar.
Müslümanların gözünde Camii ve Mescid artık bir alelade bina degildir, bina olan camiinin mekanıdır, Camii bir kurumdur artık bir müessesedir. Bir toplantı yeridir. Manevi bir hareket merkezidir. Müslümanların günde BEŞ defa toplandıgı, Kürsüsünde ilmi degerlerin anlatıldıgı, insanların müjdelendigi, ya da uyarıldıgı Nasihat ve vaaz makamıdır. Ve en önemlisi Müslümanların MANEVİ hareket merkezleridir. Müslümanların en güzide koruma, yaşatma ve kollama merkezleridir Camiiler, Mescidler. Camiilerimize kapısından girdiğimiz andan itibaren mümkün olduğu kadar edebli ve her türlü huzur bozucu hareketten uzaklaşırız…
Şüphe yokki; Mescidin, Müslümanların hayatında sosyal ve psikolojik olarak büyük tesiri vardır. Mescidde müslümanların safları sıklaşır. Nefisleri terbiye edilir, akıl ve kalpleri uyandırılır, Müslümanların problemleri mescidde çözülür, Müslümanların birbirlerine bağlılıkları mescidde dahada aşikar olarak müşahade edilir. İslamda Mescidin tarihi gösteriyorki; İslam orduları yeryüzünü hidayete kavuşturmak için Mescidlerden hareket etmişlerdir…
Unutmayalımki; Hidayet nuru Müslümanlara ve Cami ve mescitlerden ulaşmıştır. İslam medeniyetinin tohumları Mescidlerde ve Camiilerde filizlenip büyümüştür. Sahabeyi kiramdan Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali, Halid bin Velid, Saad bin ebi Vakkas, Ebu Ubeyde bin Cerrah Radıyallahu anh başta olmak üzere İslam tarihinin büyükleri Medreseyi Muhammediyye olan, Mescidi Nebevi’nin talebeleridir.Peygamber efendimizin terbiyesinde mescitlerde , ders halkalarında yetişmişlerdir.
İslamda Camilerimizin ve Mescidlerimizin bir özelliği ve güzelliğide: Her hafta hatibinin lisanında HAK sözün haykırılması ve aktivite kazanmasıdır. Kötülüğü reddetme, iyiliği emir, hayra davet, gafletten uyandırma, toplanmaya çagrı, zalimleri protesto veya tağut’lara ihtar, hep bu ibadet mahallerinden gelen sesin işlevidir. Bu ğayret ve çabayı her zaman zinde ve diri tutan Müslümanlar inanıyorumki Allahın izni ile mutlaka kazanacaklardır.
Allah Celle şanuhu, gerçekten iman edip sâlih amellerde bulunan mü’minleri, şirkten uzak kalmaları şartıyla yeryüzünde iktidar sahibi yapacağını vaad etmiştir. Bu vasıftaki mü’minler, yeryüzünün vârisleridir. Allah, onlardan yeryüzünü mescid edinerek kendilerine verilen miraslarına sahip çıkmalarını istemektedir. Peygamber efendimizle (sav) başlayan ders halkaları degişik ilim dallarını da içine alarak yüz yıllarca Camilerde, mescidlerde devam etmiştir. Peygamber efendimiz (sav) zamanında degişik sosyal amaçlar için de kullanılan mescid (camii) bir çok müessesenin temelini oluşturmuştur.
Zamanla Camiilere sıgmaz hale gelen bu müesseseler daha sonra külliyeleri meydana getirmiştir. Zamanla Camiiler herkesin okuması için eserlerinin bir nüshasını buralara bırakan müellifler – İlim adamları sayesinde bir KÜTÜPHANE hizmetide vermişlerdir. Satın alınan kitaplarla zenginleştirilen bu kütüphaneler * HAFIZI KÜTÜB * adı verilen memurlarca idare ediliyordu. Böylece camiiler ruh ve maddenin bütünleştigi bir merkez durumunu muhafaza ediyordu. Geçmişte MESCİD ve Camiilerimiz bir İslam kültür sarayıdır.
Orada edebi konuşma ve yarışmalar yapılır, şiirler okunur, mescid siyasi meselelerin müzakere edildigi bir istişare meclisi, diplomatik görüşmelerin yapıldıgı bir resmi toplantı salonudur. Mescidler, Bir ilim meclisi , egitim ve ögretim müessesesi olarak kuruldugu andan itibaren orada ders halkaları oluşturulmuş, yüksek seviyede egitim ve ögretim verilen bir kuruluş mahiyetini almıştır. Peygamber efendimizin mescidi, Başta Kuranı Kerim, Akaid, Hadis, Fıkıh, Tefsir gibi mühim – önemli ilimlerinögretim kaynagı olmuştur.
Biz Müslümanların Şükürler olsunki artık çok büyük imkanlarımız vardır. İlim tahsili için, bol bol kitap okumak için zamanımız da yeteri kadar vardır. Olmazsa istirahatlerimizden kısıp kendi kendimizi yetiştirmek ve geliştirmek zorunlulugumuz vardır. Müslüman birey tabiidirki; Hem DİN kültürüne, Dini ilimlerin bütün şubelerine vakıf olmalı, hem de genel kültür konusunda bulundugumuz yerin standartlarının en üst seviyesine ulaşmak zorundadır. Bizler Müslümanların, yeterli sayıda, çok vasıflı, çok güçlü, çok üstün, çok başarılı din hizmetlisi yetiştirmesini bekleyecek olursak daha çook zaman kaybederiz.
Tek tek Cemaat müntesiplerinin ilmine, Edebine, ahlakına, karakteristik yapısına ve kişiliğinin oluşmasına aşırı hassasiyet gösterip elimizden geldigi kadar talebeligimizi yürütmemiz icap etmektedir. Bizler üzerimize düşeni zamanında yapalım. Allah kuluna vekildir. Bilgi, aksiyon-hareket ve karakteristik yapı olarak talebeligi hakkıyla başarırsak o bize kafi gelir inancını taşıyoruz. Çünkü ne denilmiş ögrenmenin yaşı yoktur, Talebelik te ömür boyu devam edecektir. Tabiiki herkes bildiginin hoca’sı olacaktır.
Mabetlerimize yeterli hassasiyeti göstermediğimiz müddetçe sağlıklı şekilde yaşayamayız. Câmiilerimiz, mescitlerimiz, dershane ve Medreselerimiz Tevhidi esas alan eğitimle asli görevlerini yapmayı hedef alırlar inşaallah ancak Tevhidi amaçlayan gençliğin manevi kurtuluşu bu şekilde gerçekleşecektir ümidini taşıyoruz…Mescitlerimizden ve câmilerden koparılan gençler de öksüz kalacak, temel ihtiyacı olan „mescid anası“nın sütünden, onun kucaklayan ilgi, sevgi ve şefkatinden mahrum olmaması için elimizden gelen gayretin gösterilmesi zaruridir inancını taşıyoruz…
İstikbalde, Gelecekteki İslâm inkılâbı, câmilerin yeniden kazanılması ile, halkın inancını bilmesi, ona sahip çıkması ve liyâkatini yükseltmesi ile mümkün olacaktır. Câmilerini kazanamayan insanların neyi kazanabilecekleri sorgulanmalıdır. Câmilerine sahip çıkamayan insanların hangi değerlerine sahiplik yapabilecekleri düşünülmelidir.
İslâm’ı sosyal ve siyasal hayata hâkim kılma mücâdelesinde, İslâmî değişim ve dönüşüm projesi için en doğal müttefiklerimiz olan veya olması gereken imam ve cemaatle uzlaşamıyor, mesajımızı onlara ulaştıramıyor, onlarla anlaşacak bir yol bulamıyorsak, böyle bir anlayış, câmi ve cemaatten önce kendi tavrımızın sorgulamasını gerektirmektedir.
Dinimize sahip çıkalım, İslami degerlerimizi, mukaddesatımızı anlattığımız Camiilerimize, mescitlerimize sahip çıkarsak aslında kendi kendimize sahip çıktığımızın bilincine varalım inşaallah…Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: **Her kim ilim istemek için bir yola girerse, cennet yollarından birine girmiş olur. Ondan hoşlandıkları için, melekler ilim arayanın üzerine kanatlarını gererler. ilim isteyene, göklerdekiler, yerdekiler ve sudaki balıklar bile günahının affı için yalvarırlar. Alimin ibadet edene üstünlüğü, dolunayın yıldızlara üstünlüğü gibidir. Alimler, hiç şüphe yok ki, peygamberlerin mirasçılarıdırlar. Peygamberler, ne dinarı, ne de dirhemi miras bırakmışlardır. Onların mirası ilimdir. Kim o ilmi alırsa, çok büyük bir nasibi elde etmiş olur…Ebû Derda (ra)Tirmizî…**
Cami, mescid ve dershane âdabına o kapıdan daha yeni girmiş olanlar evlerinde ve sokakta, çarşı pazarda, ya da her hangi bir mekandaymış gibi lâkayt hareket edemezler… Kadın, erkek o mekana gelip oturan insanlar Allahın ayetlerini ve Peygamber efendimizin sünneti seniyyesini duydukları, dinledikleri dersleri bırakıp kendi aralarında sohbet edemezler. Ders işlenirken, Mukaddes değerlerimizden her hangi bir mevzu anlatılırken mümkün mertebe sessizce oturup ders sonuna kadar anlatılanlardan istifade etmeyi amaç edinirler, olabilirki duydukları ilmi bir cümle hayatlarının değişmesine vesile olur… Dinleyen anlatan’dan uz gerek demişler…
Mümkünse ders başlamadan önce insani ihtiyaçlar giderilir. İhlas’la boş bir yere oturulur ve Yarabbi duyacagım ilmi âmel etmemle taçlandır diye dua edilir, söyleyen değil söyleten düşünülür, Yaşadıgımız her anın fırsatı degerlendirilir zaten kırkbeş dakika ya da bir saat sonra ders bitiminde çay sohbetlerimizinde vakti gelecek düşüncesiyle, ders âdabına, cami âdabına riayet edilir… Telefonlaşma ve birbirimiz arasındaki hal hatır dahil sohbetler ertelenir… Allahın ayetlerine Peygamber efendimizin (sav) hadisi şeriflerine ve İslam alimlerinin beyan ve ifadelerine yoğunlaşılır…
Kadın, erkek, çoluk çocuk daha önceden ders anında nasıl hareket edilecegi üzerinde bu minvalde daha evimizdeyken aramızda istişare eder manevi hareket merkezlerimizin yolunu tutarız. Müsüman şahsiyet elinden ve dilinden geldiği kadarıyla İslamı anlama, anlatma, yaşama hususunda birbirlerine yardımcı olmak mecburiyetindedirler. İslamın anlaşılması ilim edinmekle, islamı Ahlak ve edeble İslamın doğrularını hayatına aktarmakla gerçekleşir. İslamın Müslüman hayatında inşa edilmesi ihlaslı iyi niyet ve alınan eğitimin âmel sahasına aktarılması inanıyoruzki İmtihanımızın neticesinde etkili olacaktır.
Müslümanca bir hayatın ihya ve inşası için… Âdabın, “insanı değerlendirmede önemli ölçülerden biri” olduğunu söylüyor Mevlana, Mesnevisinde. İslam alimleri, Peygamber Efendimizi (sav) önder ve örnek, model alarak insanlarla iyi, sağlıklı, doğru ve sağlam münasebetler kurmayı “adab-ı muaşeret” olarak tarif ederlerdi. Ardından da insanın hayatı boyunca ihtiyaç duyacağı konuları içeren derin bir hayat bilgisi dersine geçerlerdi. Aslında adab-ı muaşeret bugün zannedildiğinin aksine “görgü kuralları”na karşılık gelmez. Çünkü özünde yaşayan ve yaşanan bir anlayışı taşır. Bu bakımdan adab-ı muaşeret yaşama tarzının, özelde ise bireyin ve karakterinin en önemli belirleyicisidir.
Edeb kelimesi terbiye, güzel ahlâk, iyi davranış, incelik, kibarlık, gibi manalara geliyor.
İslâmî kaynaklarda ‘edeb’e getirilen tanımlamalardan birisi ise Muhammed b.Tayyib el-Fâsî’ye aittir. Ona göre edep, “kişiyi küçük düşürücü bütün durumlardan koruyan tutum ve davranışlar”dır. Bunun yanında edebin; “daima güzeli seçip onunla olma” (İbn Atâ),“kendini tanıma” (Abdullah b. Mübarek k.s.) veya “aklın tercümanı”(Sakatî k.s.) gibi tarifleri vardır. Yani edep, yaşayış tarzımızı, insanlarla ilişkilerimizi güzele yönlendiren belirleyici bir işleve sahiptir.
Edep kelimesinin çoğulu olan “âdâb” aynı zamanda bir fıkıh kavramıdır ve Peygamber efendimizin (sav) sünnetine uygun olarak yapılan hareketler şeklinde tanımlanır. Adap kavramı geniş ifadesiyle de Allah’ın ve Peygamber Efendimizin (sav) emir ve yasaklarına uygun biçimde hareketetmek anlamına gelir. Dolayısıyla adab-ı muaşeretin özünde Efendimizin (sav) Sünneti vardır. Adab-ı muaşeret kuralları da O’nun örnek, güzide anlayışına yaklaşmak için bize sunulan yansımalardan ibarettir. Adab-ı muaşerete giden yolda sünneti seniyeyi anlamak bir zarurettir, sorumluluktur, zorunluluktur.
Din’en uyulması gereken sınırlara riayetin adı en önemli adap kitaplarımızdan biri olan Kimya-yı Saadet’te İmam Gazali (rh.a) edep konusunda şöyle diyor: *Adab-ı Muaşeret esasları, hadislerde ve İslâm kaynaklı eserlerde bildirilmiştir. İnsanlar ve hayvanlar arasındaki fark, bu edeplere riayet etmek iledir. Zira hayvanlar tabiatlarının iktiza ettiği şekilde yerler, içerler, yaşarlar. Onlara akıl yeteneği verilmediği için güzel ile çirkini birbirinden ayıramazlar. İnsanlar akıl ve temyiz (iyi ile kötüyü ayırt etme) yeteneğini yerinde kullanmazlarsa akıl ve tercih nimetinin hakkını vermemiş ve nimeti reddetmiş olurlar.*
Dolayısıyla,adab-ı muaşeret insanın iyi ile kötü, güzel ile çirkin karşısındaki tercihinde yönlendirici bir role sahiptir. Bu rolüyle de dinî, dünyevi, âhlâkî ve sosyal uygulamaları sistemleştiren ilkeler bütününü içine alır. Bu yüzden tüm bu konularda en ideal örnek ve önderimiz Peygamber efendimiz (sav) kabul edilir. İslâmi adab literatürüne giren eserlerin çoğunda “Âdâbü’n-Nebi” veya benzer başlıklar altında Peygamber Efendimizin (sav) kişiliği, davranış ve yaşayış biçimi örnek olarak sunulur.
Yine Hanefi fukahasından İbni Abidin (rh.a) “farz-ı ayn”olan ilimleri tasnif ederken şu hükmü ortaya koyuyor: “Kulun dinini yaşaması, Allah için amelinin ihlâsı ve kulları ile muaşereti hususunda muhtaç olduğu ilmi öğrenmesi İslâm’ın farzlarındandır.” Dikkat edilirse, insanların birbirleriyle olan münasebetleri (muaşeret kaideleri) hususunda bilgi sahibi olmaları farz-ı ayn olarak işaret ediliyor. İmam-ı Kurtubî’nin edeple ilgili sözlerinde de aynı hikmet dile getirilir: *Kur’anı Kerim’in mucizelerinden birisi de ilimdir.
Helal, haram ve diğer hükümlerle insanlığı ayakta tutan, ailevî ve beşerî münasebetleri düzene koyan ve saadeti hazırlayan bir ilim.” Sûfi geleneğinde derinliğine işlenen bu konu hakkında, Abdullah b. Mübarek Hazretleri ise; “Adabı küçümseyip önem vermeyenler sünnetlerden mahrumiyetle cezalandırılır, sünnetleri küçümseyenler farzlardan fire vermeye başlar, farzları küçümseyenler ise ilâhi anlayıştan mahrum olur.” ikazını ifade buyurur. Bu durum zamanımızda yaşanan hadiselerdendir…
Bu bilgiler doğrultusuda adab-ı muaşeretin, “insanların birbirleriyle münasebetlerinde, helal ve haram hudutlarına riayeti esas alan bir ilim” olduğunu söyleyebiliriz. En dogruya, En iyiye, ‘En güzele yaklaşmak için, Adab-ımuaşeret, terbiyeli, kibar, nazik, takdire değer ahlâkî davranış biçimleri anlamına da gelir. Görgü ve nezaket kuralları toplumun dününü, bugününü dengeleyen tarihî sürekliliği temine yardımcı olur. İnsanlık alemini en güzel noktalara taşımanın yolu, görgü ve nezaket kurallarından geçer inancındayız. Sosyolojik olarak düşündügümüzde; Yaratılışları gereği (bedenî ve ruhî açıdan) birbirine muhtaç olan insanlar bir arada yaşamak zorundadırlar.
Kişinin toplumla kurduğu ilişkileri düzenleyen ve sağlamlaştıran,toplumsal ahengi sağlayan ve muhafaza eden, sosyal bir varlık olan insanı çokluk içinde seçkin ve doğru kılan kurallar bu sebeple çok önemlidir. Her ümmetin, akidesine dayalı ahlâkî anlayışından kaynaklanan adab-ı muaşereti vardır. Bu kurallar zaman içinde oluşur. Bütün kitleye mal olarak o toplumu ayakta tutan dinamiklerden biri olarak varlığını devam ettirir.
İbni Macede geçen bir hadiste Hazreti Ali efendimizden(r.a.) rivâyet edildiğine göre Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: ** Müslümanın Müslüman üzerindeki altı hakkı vardır. Karşılaştığında selam verir, davetine icabet eder, aksırdığı zaman elhamdülillah derse yerhamükallah der, hastalandığında ziyaretini yapar, öldüğünde cenazesinin ardından yürür kendisi için sevdiğini o kardeşi için de sever.” (Dârimî, İstizan: 5; İbn Mâce, Cenaiz: 43)
Nitekim kainatı mükemmel bir düzen ve intizam üzere yaratan Allah Tealâ, yarattıkları içinde insanıda “en güzel” biçimde yaratmıştır. Peygamberleri vasıtasıyla saadet yollarını göstermiş, iyi ve güzeli, kötü ve çirkini öğretmiştir. İnsanlara da kendileri için en doğru olan yaşayış ve hareket yollarını bildirmiştir. Yine bir hadisinde Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır:** Bir mümin güzel ahlâkıyla gece ibadet eden, gündüz oruç tutan kimselerin derecelerine erişir.” buyurur…**
Adab-ı muaşeret sadece bir asrı belirli bir zaman dilimini degil bütün bir zamanlarda geçerli olan yaşayış ve hareket güzellikleridir, sadece belirli zamana mahsus degildir. Adabı muaşeret yani buna görgü kuralları ya da davranış güzellikleri insani özelliklerin en belirgin olanıdır. Kitabımızda, Sünneti seniyyede emredilen, tavsiyesini bulan, denenen ve yerleşen bu kurallar insan hayatının her döneminde önemlidir. Çünkü onlar güzel geçinmenin, güzel yaşamının bir bakıma reçetesini, ip uçlarını, haritasını verirler.
Hemen bütün ahlâk eğitimi ve adap konulu eserlerde adab-ı muaşeret benzer başlıklar altında incelenmekte: Nezaket, yeme içme adabı, selamlaşma adabı, kazanç ve ticaret adabı, konuşma ve dinleme adabı, ev içi ve sosyal hayata dair adap kuralları, taharet adabı, oturma ve genel davranış gibi. Elbette “adab-ı muaşeret” dersi vermek haddimize değil.
Ancak evvelden edindiğimiz ve alışkanlık haline getirdiğimiz muaşeret adabının temel kurallarını hatırlamanın sayısız faydası olduğunu kabul etmeliyiz. Bazı anlarda aklımızdan çıkardıgımız, kullanmadığımız içinde zamanla unuttuğumuz ya da yerine bize ait olmayan başka kaideler koyduğumuz bu konuları,
en azından başlıklar halinde hatırlamak “adabı muaşeret” ve modern dünyanın “görgü kuralları” arasında kalmış biz müslümanların akıl karışıklığını gidermeye yardımcı olabilir. Öncelikle inanıyoruzki; Ahlâk temizlikle başlar. Müslüman bedenini, elbisesini ve çevresini temiz tutar. Bu sebeple temizliği; beden temizliği, yiyecek-giyecek temizliği ve çevre temizliği olarak ele almak gerekir. Beden ve RUH temizliği insan huzurunu artıran en belirgin vasıf’ların başında gelir…
Kur’an-ı Kerim’de de temizliğe işaret eden ayetler vardır. Hadis-i şeriflerde, “Misvak kullanın, çünkü misvak ağzı temizler” ve “Yemekten önce ve sonra el yıkamak yemeğe bereket getirir” buyuran Peygamber efendimiz (sav), el, ağız ve diş temizliğine verdiği önemi göstermiştir. Bu sebeple ağız temizliğinin önemli bir sağlık ve adap kuralı olduğu unutulmamalıdır. Örnek ve önderimiz Müslimin bize ulaştırdıgı Ebû Hüreyrenin rivayetine göre mealen şöyle buyuruyor: **
Müslüman veya Mü’min bir kimse abdest alırken yüzünü yıkadığında gözleriyle işlediği her türlü günah, abdest suyu veya suyun son damlasıyla dökülür gider. Ellerini yıkadığında, elleriyle işlediği her günah, suyun son damlasıyla dökülür gider ve böylece günahlarından temizlenmiş olur…** Ne kadar güzel ve büyük bir müjde,inananlar için…
Allah Tealâ örtünmek ve süslenmek için giyecekleri insanlara bir niğmet olarak vermiştir. İsrafa ve gösterişe kaçmadan, temiz ve sade giyinmek her müslümanın görevidir. Kılık kıyafet kişinin RUH dünyasına ve karakterine göre bazı ipuçları daverir. Bu sebeple, başta temiz olması şartıyla gelişigüzel değil özenli ve uyumlu, mekâna ve mevsime göre giyinmek ve bu hususta hassas davranmak gerekmektedir. Kirli ve pejmürde bir kıyafet ve zevk yoksunu elbiseler, yalnız giyineni değil, çevresindekileri de rahatsız eder.
Peygamber efendimiz (sav) her konuda olduğu gibi, üst- baş ve giyim kuşam konusunda da, temizliği ve derli toplu olmasıyla eşsiz bir örnektir. Çevre temizliği ise toplumsal bir konudur. Müslüman, yediği içtiği ve giydikleri kadar içinde yaşadığı çevrenin de temiz olmasına dikkat eder. Bu önemli bir ahlâkî sorumluluktur. Burada fertlerin karşılıklı hak ve görevleri söz konusudur. Mesela, yere çöp atan veya çekinmeden tükürüp geçen; dinlenmek için gittiği gezinti yerlerinde yiyip içtiklerinin artıklarını çevreye saçan; gürültü yapan, etrafını kirleten bir kişi, yalnız çevresini kirletmiş olmakla kalmaz…
Aynı zamanda o çevrede yaşayan insanlara karşı da haksızlık yapmış olur düşüncesindeyiz. Bunun için çevre temizliğini toplumsal bir görev olarak değerlendirmek gerekir. Bu konuda çok titiz davranmak müslümanlar için bir yükümlülüktür, sorumluluktur. Özetle müslüman; üstü-başı, çevresi, yiyeceği ve giyeceği ile temiz, derli toplu, intizamlı olmaya çalışır. Her zaman toplumsal değerleri, gelenek ve dinî ölçüyü dikkate alır. Yeme-içme adabı Adap bahsinde karşımıza çıkan en önemli detaylar yemek yeme hakkındadır diyebiliriz.
Gelenekte ve modern zamanın görgü kurallarında yemek adabı bazıdeğişiklikler gösterse de, müslüman için yemek yemenin değişmez kuralları vardır.Yeme-içme adabını sünnet ışığında takip ve tatbik eden kişi öncelikle yemekte acele etmez. Hızlı yenen bir yemekte adaba riayet mümkün değildir. Hızlı yapılan birçok eylem özensiz ve kontrolsüzdür kanaatındayız. Yemeğe besmele ile başlanmalı, yemeği sağ elle yemelidir. Sofrada önce büyük olan yemeğe başlar. İster beraber ister ayrı yensin tabakta yemek bırakılmamalıdır.
Sofrada edepli oturulmalı, hürmetsizlik edilmemelidir. Taneli şeyler yendiğinde birer birer yenmelidir. Sofrada bulunan bir kimse doysa da diğerleri sofradan kalkmadan kalkması doğru değildir. Yemek üflenmemeli, soğuması beklenmelidir. Yemekten önce ve yemek sonrasında eller yıkanmalıdır. Yemek sırasında tatsız konular konuşulmamalı ve çirkin, nezaketsiz hareketler yapılmamalıdır. Peygamber efendimiz (sav), yemeğin önünden yenmesini isteyerek, aynı tabaktan yemek yenilen bir sofrada, başkasının önüne uzanmanın çok çirkin olduğunu belirtmiştir.
Peygamberimiz (sav) yemeği sağ eliyle yer, elbise veya ayakkabısını giyerken sağdan başlardı. Yemeğe besmele ile başlamak, bitincede şükretmek esastır. Misafirlikte de son derece nazik olan Peygamberimiz (sav) kendisini davet eden, yoksul bir kişi de olsa zamanı müsaitse davete icabet ederdi. Yemekler arasında ayırım yapmaz; arzu ederse yer, etmezse yemezdi. Karnı doymuş bile olsa izin almaksızın sofradan kalkmayı uygun bulmazdı. Bu konuda hassas davranmamız aynı zamanda kendi kendimize saygımızıda artırır…
Müslüman birey her yerde ve her zaman derli toplu olmayı bilmek durumundadır. Örneğin, Oturup kalkmayı bilme hususunda Peygamber efendimiz başta olmak üzere önce yaşamış olan Alimlerimizin bu konudaki davranış bütünlüğünü mutlaka hesaba katmalıdır. Aslında edeb,ahlak ve islami davranış bütünlükleri tabir caizse müslümanların iliklerine işlemiştir. Örnegin, insanların aile ya da bir meclis toplantısında çektirilmiş siyah beyaz fotoğraflarında gözümüze çarpan değişmez bir incelik vardır. Bu fotoğraflarda oturanların en doğru pozu verme telaşını görürüz. Gerek vücut dilleri, gerekse giyim kuşamlarına gösterdikleri özen birer edep işaretidir.
Daima derli toplu olan, bunu bir “kural”dan ziyade doğal duruş olarak koruyan medeni insan modelleri bugünün nezaketsiz, özensiz ve düzensiz insan için birer örnek teşkil ediyor. Aynı zamanda “oturmasını kalkmasını bilmeyen”ler için ciddi bir uyarı niteliğine sahipler. Müslüman şahsiyyet Konuşma âdabına’da ayrıca dikkat etmek zorundadır… Nezaket ve tevazu hususuna gelince; Adabı muaşeretin çok önemli kollarından biri de “konuşma adabı”dır. Bu konudaki ilk ölçülerden birisi konuşanın sözünü kesmenin nezaketsizlik olduğudur. Hadis-i şerifte, “Arkadaşı konuşurken susmak mürüvvettendir.” buyrulur. Mürüvvet; insanlık, iyilik cömertlik, faydalı olmak gibi manalara gelir.
Hallerin en güzeline riayet etmek demektir. Her davranışıyla bütün zamanlara önder ve örnek olan, Peygamber Efendimiz (sav), insanlarla konuşurken sesini yükseltmez, karşısındakinin sözü bitmeden yüzünü çevirmezlerdi. Bu kural uyulması gereken en önemli insani özelliklerdendir inancındayız. Peygamber efendimiz (sav) Birine söz söylemek için dönerken bütün vücuduyla dönerlerdi. Bir gün Peygamberimizin inci gibi dökülen mübarek sözleri karşısında, Hazreti Ebubekir (ra) kendini tutamayıp “Ey Allahın Rasulü!” der, “Bu kadar güzel konuşup davranmayı, bu kadar mükemmel edebi nereden öğrendin?”
Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyurur:** Beni Rabbim terbiye etti; ne güzel terbiye etti…** Toplumsal uyumu, ahengi tutan ve muhafaza eden unsurlardan biri olan konuşma; ölçü, nezaket ve tevazu ile yapılırsa güzel ve tesirli olur inancındayız. Yeri geldiginde özür dilemesini bilen, Rica ve teşekkür edebilen, insanlara seslenirken, bir şey sorarken ve söylerken nezaket gösteren, az ve öz konuşan, dinlemesini bilen, konuşurken muhatabının yüzüne bakan, onun sözünü kesmeyen kişinin konuşma adabına riayetinden söz edilebilir.
Kınalızade Ali Efendi Ahlâk-ı Alâi adlı eserinde: “çok konuşmaktan kaçınmak gerekir çünkü çok konuşmak zihin hafifliğini gösterir, dimağ ve dile yorgunluk verir, kişiyi küçültür, dinleyeni usandırır” ifadelerini dile getiriyor. İnsanların yüz yüze konuştuğu zamanların, telefon’la konuşulduğu zamanlardan daha az olduğu yeni dünyada, ayrıca telefonla konuşma adabından da söz etmek sanırım gereklidir. Muhittin Dalkılıç’ın 1932’de yazdığı “Yeni Hayat Adamına Yeni Adab-ı Muaşeret” adlı kitabında, telefonda konuşma adabı şu şekilde özetleniyor: “Daima en kısa ve en kestirme şekilde konuşulmalıdır.
Telefonda uzun uzadıya hal hatır sormak ve yüksek sesle konuşmak uygun değildir. Birisiyle sohbet esnasında iken müsaade alınmaksızın telefonu açmak kabalıktır. Hususi ikametgâh telefonu müstesna olmak üzere işyerlerine sırf hâlhatır sormak için telefon etmek caiz değildir.” Diye de düşüncelerini dile getiriyor.
Sözlü veya yazılı dilde nezaketin ihlali, daha çok her akla gelen şeyi söyleme sathî’liğinden kaynaklanır.
Konuşurken iç-dış bütünlüğü ve samimiyet çok önemlidir. Ancak pervasız bir üslubun da samimiyetle alâkası yoktur. Gelişigüzel beyanlarda bulunmaya alışmış bir insanın, fıtratı, alışkanlık ya da doğallığı bahane etmesi samimiyetsiz ve isabetsiz olacaktır. Günümüzde sınırsız, limitsiz olan telefonlar zamanımızın hırsızı, hele hele gençlerimizin vaktinin çok büyük bir kısmını boşa harcanmasına vesile olmaktadır. İnanıyorumki; en güzeli açık ve anlaşılır kelimelerle, az ve öz konuşmak daha iyi olacaktır…
Zamanımızda yani moda deyimle; Modern çağda edep ve zarafet konusuna gelince;Müslüman evinde eşine, çocuklarına ve komşularına, işyerinde mesai arkadaşlarına, alışveriş yaptığı, selam verdiği bütün insanlara karşı nazik, kibar, edebli ve güler yüzlü davranır. Başta Ailesi ve çocukları olmak üzere, söz ve davranışındaki adap ve zarafeti ile çevresine örnek olan, “modellenen” kişiligi, karakteri ve şahşiyeti sergilemesini bilmek gerekir.“ Yakın bir gelecekte kendisi gibi yetişkin bir insanolacağını düşünerek kişinin çocuklarına eksiksiz bir adab-ı muaşeret eğitimi vermesi şarttır.
Bunun için de evvela kendisinin kötü ahlâk ve alışkanlıklardan uzak olması ve adabı muaşereti kendi söz ve davranışında yaşatması lazım gelir.” (Mustafa Bilgen, Yüksek İslâmAhlâkı) Sokağa tükürmek, çöp atmak, geliş geçişe mâni olmak, tiksindirici çirkin şeyler bırakmak en basit anlatımla görgüsüzlüktür. Taşıma araçlarında itişmek, sıra olan yerlerde sırasını beklememek çirkin davranışlardandır. Gençler, yaşlılara ve hastalara yer vermesi en güzel ve yerleşmiş gelenek, görenek,
ve muaşeret adetlerimizin güzelliklerindendir… Peygamber Efendimiz (sav): ** Büyüklerini saymayan bizden değildir…** buyurmuştur. Ticari ilişkilerde, Alışverişte uyulması gereken davranış güzellikleri esas alınır örneğin, izin almadan satıcının malına dokunulmaz.
Satılan mal’ın görünüşünü, kalitesini bozacak şekilde ürüne ellenmez ve bakılmaz. Fiyat konusunda fazla ısrar edilmez. Alınsa da alınmasa da teşekkür edilir. Satıcı ise müşterisinin memnun olacağı hâl ve davranışta harekette bulunmak durumundadır. Komşulukta iyi geçim, karşılıklı yardımlaşma, dert ve sevinçlerine iştirak, her karşılaştıklarında selamlaşma, hâl hatır sorma, birbirinden isteklerin iimkân ölçüsünde temin etme önemli görgü kurallarındandır. Gürültü, çöp, pislik, rahatsız edici koku ve benzeri şeylerle komşuları rahatsızetmek muaşeret kurallarına aykırıdır.
Ayrıca misafire ikramda bulunmak gerekir. Peygamber Efendimiz (sav), *Allah’a ve kıyamete inanan, misafirine ikram etsin* buyurmuştur. Misafire ikram, ona karşı güler yüzlü ve tatlı dilli olmaktır. Kendi evimiz zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz hane’lerimizdir. Evimize girerken besmele ile ve sağ ayakla girmemiz en güzel olanıdır ayrıca İçerde kim olursa olsun Selam vermeyi itiyat haline getirmeliyiz. En yakınımız dahi olsa her hangi birisinin evine girerken izin istemek yine davranış güzelliklerimizdendir…
Müslüman birey için zaman ve toplum ne şekilde olursa olsun, bu niteliklerden, fazilet ve güzelliklerden uzaklaşmak söz konusu olmamalıdır. Zira adab-ı muaşeretten uzak olmak sünnetten, yani “iyi bir müslüman” olmak iddiasından da uzaklaşmaktır. Adab-ımuaşerete riayet eden birinin, kaba, nezaketsiz ve kırıcı olması, toplum içinde küçük düşmesi mümkün değildir. İnsanlara saygı ve itina gösteren biri, daima saygı ve itina görür. Sosyal ve özel hayatında,insanlarla olan ilişkilerinde büyük sorunlar yaşamaz.
Muaşeret adabının işlendiği bütün eserlerde, “akıl-ahlâk-eğitim” üçlüsünün daima bir arada zikredildiğini fark ediyoruz. Çünkü aklın elemediği eylemler, refleks ve haz merkezlidir. Sözünde, davranışında, kararlarında kuralsızlıgı esas alan insan, düşüncesiz ve kontrolsüz yaşamaya devam edecektir. Daima yanlış yapacak, yanlış yaşayacak ve geride yanlışlar bırakacaktır. Oysa bütün bir söz ve eyleme katılmış akıl ve inceliğin, tefekkür ve estetiğin, nezaket ve olgunluğun tam karşılığı adab-ı muaşerettir ve bu iki kelimelik kavram, müslüman için kusursuz bir hal ve yaşama biçimidir.
Konumuzu bitirirken bir ayet ve hadisi buraya nakledelim inşaallah çünkü ne zaman bu iki kulpa sımsıkı yapışırsak dogru yoldan ayrılmayız inşaallah. Rabbimiz hucurat suresi ayet.2.de mealen şöyle buyurmaktadır:*** Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir…***
Abdurrahman b. ebî Bekre (r.a.)’den ve babasından rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.), büyük günahların en büyüklerinden size haber vereyim mi? buyurdular. Sahabe evet Ey Allah’ın Rasûlü! Dediler. Buyurdu ki: ** Allah’a ortak koşmak, Ana babaya karşı gelmek…** Yaslanmış olduğu halde iken doğrulup oturumuna gelerek şöyle devam etti: ** Yalancı şâhidlik ve yalan söylemek…** bu son sözü o kadar tekrarladı ki; biz keşke sussaydı dedik. (Müslim)
Allahım bizleri en güzel usül ve metod üzerinde hassasiyetle duran, Kur’an âhlakıyla âhlaklanan Peygamber efendimizin ögrettiği ve eğittiği insanlara ebediyyen dost olanlardan eyle. Bizleri nefsimizle başbaşa bırakma. Bizleri Kuran ve sünneti seniyyenin ışıgından, nurundan, güzelliklerinden ayırma. Bizleri kuran ve sünneti seniyye ölçüsünden, kanunundan, yasasından, kaide ve kurallarından ayırma. Bizleri hatada, kusurda, günah olan hususlarda direnen, inatlaşanlardan eyleme. Bizleri hakka ve hakikate teslim olanlardan eyle. Bizleri senin dosdogru yolun olan; sıratı müstakimden ayırma, bizleri ehli sünnet yoluna sımsıkı baglanıp uyanlardan eyle. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…
Sermedkadir…Lu…15.04.20011…