Rabbimiz Bakara Suresi ayet.30-31.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi. Allah Adem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi…***
Allah Resûlü (sav) bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: **Size, sizden önceki milletlerin hastalığı olan haset ve kin bulaşmış. Bunlar kazıyıcıdır. Ancak, ben saç kazımayı kastetmiyorum. Onlar din kazıyıcısıdır. Canım elinde olan Allaha yemin ederim ki, îman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de tam îman etmiş sayılmazsınız. Birbirinizi sevmenizi sağlayacak bir şeyi size göstereyim mi? Aranızda selâmı yaygınlaştırın…(Zübeyr ra. Tirmizî.) İnsan kelimesinin, kendinden türediği kök olarak iki sözcükden bahsedilir; bunlardan biri üns kelimesidir. Üns, ünsiyet, yakınlık demektir.
Bu “yakınlık, yaklaşma duygusu” bir yandan hemcinsleriyle bir arada yaşama durumunda olan insanın başka insanlara karşı yakınlığını, bir yandan da Allah’a bütün varlıkların üstünde olan yakınlığını ifade eder. Geçmişten günümüze kadar insan unsurunu sosyolojik olarak inceleyen, insan unsuru üzerinde kafa yoranlar insanı üç şekilde tarif edilmiştir. Bunlardan ilk ikisi insanı sadece tek yönüyle ele alırken üçüncüsü insanı tüm yönleriyle ele alarak incelemişlerdir.
Bir kısım İlim adamları insanı baş, göz, kulak, burun, ağız, el, kol, bacak, karaciğer, akciğer, mide gibi maddi organlardan oluşmuş bir varlık olarak kabul ederken, bir kısmı ise insanın tüm organlarını görmezden gelircesine maddi yönünü göz ardı edip, sadece ruhtan meydana geldiğini iddia etmişlerdir. Ayrıca bazıları insanı şu şekilde tarif ederler. “İnsan alet kullanan hayvandır, akıllı hayvandır, konuşan hayvandır, gülen hayvandır, hayvan olmak istemeyen tek hayvandır ve saire gibi ifadelerle anlatmaya çalışmışlardır. ”
Her şeyde dengeyi esas alan islam dini ise insanı tarif ederken de dengeyi ön planda tutmuş ve en güzel şekilde ifade etmiştir. Dinimize göre insan; beden ve ruhtan oluşan, düşünen, şuurlu, iman ve ilim sahibi bir varlıktır. İnsanla ilgili olarak, beşer ve Adem kelimeleri Kur’an’da sık sık kullanılan iki kavramdır. Rabbimiz Sad suresi ayet.75.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah, Ey İblis İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin? dedi…***
Bu ayeti kerime, insanın yapısındaki iki temel özelligi açıklamaktadır: Kur’an’da yalnızca insanla ilgili olarak böyle bir ifade kullanılır ki, bu ifade, insanın Ademiyet ve beşeriyet yanlarını ortaya koyar. Ademiyet yapısı, insanın ruh yapısı, manevi tarafı, melekî tarafıdır. Beşeriyet yapısı ise, insanın dış yapısını, toprak yönünü, tabir caizse, hayvanî tarafını, fiziki özelliklerini ifade eder. Müşrikler, insanı sadece bir beşer olarak kabul etmeye ve yalnız zahiri nitelikleriyle ele almaya meyillidirler. Günümüzde de batı kültür ve uygarlığı, insanı hayvanlardan bir hayvan ve yeme, içme, uyuma ve nefsi arzulara ihtiyaçtan ibaret bir varlık olarak değerlendirir.
Halbuki insan, yalnız beşeri yönüyle değil; ruhi, manevi yönüyle de insandır. İnsanın hayvanlardan farkı ve üstünlüğü, gerçek anlamda Ademiyyet yönüyledir. Ademiyyet, insanın tefekkür ve irade sahibi olma özelliğini belirtir. Bu ademiyyet vasfına sahip olan insanın önünde melekler secdeye kapanmıştır: Yine Rabbimiz Hicr suresi ayet. 28-29.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Hani Rabbin meleklere demişti ki: „Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım.“ Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan ütlediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın…***
Secde Suresi ayet. 9.da ise mealen şöyle buyurulmaktadır: *** Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz…*** Kardeşlerim İmanlı olmamızdan dolayı, Allah’a hadsiz, hesapsız hamdü sena etmeniz gerekir. Rabbimiz, herşeyi engüzel şekilde yaratmıştır. Ama bu en güzellerin içerisinde, insanı daha güzel bir kıvamda yaratmıştır. Yaratılışımızın başlangıcı toprak, devamı ise sudur. Aynanın karşısına geçip elimize, yüzümüze, bütün bedenimize bakıyor Rabbimize şükrediyor hamd ediyoruz. Bedenimizin derli toplu olması için ğayret sarfediyoruz…
Kendi bedenimizi, sevdiklerimizi, eşimizi, çocuğumuzu beslemek, büyütmek, kimseye muhtaç etmemek, sıhhat ve afiyet içerisinde yaşatmak, helalinden kazanmak için çaba sarfediyoruz. Topraktan yaratılan biz insanlara Rabbimiz beden veriyor, kalp veriyor, göz veriyor, gönül veriyor, O’na ruhundan üfürüyor. Kur’an-ı Kerim’de „kalp“ diye isimlendirilen şey bizim bildiğimiz sadece bir et parçası değildir. Manevi anlamda İnanan, seven, kızan bir özelliğimiz varya işte kalp odur.
İşte Allah celle şanuhubütün bu güzellik ve özellikleri bizlere lütfetmiştir. Topraktan çiçeğin, ağacın çıktığınada şahit oluyoruz. Örneğin kozmetik sanayiinin başkenti kabul edilen Paristeki parfüm fabrikasının ürettiği koku sayısı bellidir ve sınırlıdır. Ama Rabbimizin ilahi hikmet, Rahmet ve bereketiyle tabiattan çıkan her koku sayısı sınırsızdır. Tabiatta biten her çiçeğin kokusu ve rengi birbirinden farklıdır. Öyleyse Allah celle şanuhu bu kara topraktan laleyi sümbülü, karanfili, menekşeyi, orkideyi ve.s… çıkardığı gibi insanı da çıkarmıştır.
„Topraktan geldiğime inanmam“ diyen bir adam kendisinin nereden geldiğini bilmemektedir. Doktorların ifadesiyle bir meninin beş milyonda birinden küçük bir yaratıktan meydana gelmiştir. İşte o küçücük yaratığa göz veriyor, kulak veriyor, bir de gönül veriyor. Bu insanlığın yapabileceği bir şey değildir. Bu güne kadar yapmak için uğraşmış ama yapamamıştır…(Mahmut Toptaş. Şifa Tefsiri) * İşte, insanın Ademiyet yanı, onun ışıl ışıl bir ruha, dolayısıyla gözleri iyi gören ve kulağı iyi duyan apaydınlık bir kalbe sahip olup, şeytanın aldatmalarından uzak durması yanıdır.
Bu hal, insanın kâmil halidir; yani Adem insanı kamildir. İnsanın bu hali yitirişinden sonra yeryüzüündeki hayatı ve mücadelesi bu halini yeniden kazanmaya yöneliktir. Ademi yön, Türkçe’de Adem olmak anlamında “adam olmak” deyimiyle ifade olunur. Adam olmak, Adem gibi olmak, Ademi yönü ağır basmak demektir. Fakat, insan hem Ademi, hem de beşeri yönden oluşan bir varlıktır. İşte, onun Allah’ın kudret eliyle yaratılmış olması, bu gerçeğin ifadesidir. İşte, topraktan yaratılan insanın beşeriyet yanı, Kur’an’ın ifadesiyle “unutkanlığının, nankörlüğünün, aceleciliğinin, haklı – haksız tartışmayı pek sevmesinin, bilgisizliğinin, zalimliğinin ve zayıflığının sembolüdür.
Bu olumsuz nitelikleri bastıracak olan da, insanın ademiyet yanıdır, manevi duyğularıdır, kalbidir. İnsan, sadece beşer olarak kalmamalı, beşeriyetini ademiyetinin emrine vererek, kamil manadaki halini kazanmaya çalışmalıdır. Kur’anı Kerimde kâmil manası *ahseni takvim* Yani en güzel kıvam, en güzel yaratılış denirken; insanın bu özelliklerinden bütünüyle uzaklaşmış ve hayvanlaşmış, beşeriyete yuvarlanmış haline de *esfel-i safilin* yani alçakların alçağı, ya da aşagıların aşagısı denir.
İşte, insanlar da, kendilerini yalnızca beşer olarak görmeden, beşeriyet ve ademiyetten oluşan bir varlık olduklarını unutmadan, şeytanın adımları ardınca gitmezler ve her yanlış hareketlerinden sonra tevbe ederlerse, meleklerin önlerinde secde ettiği Adem halini alır, unutkan insandan; kamil mü’min insan olma durumuna ulaşabilirler. İnsanın ruhu ise, görünmeyen, manevi yönünü oluşturur. İnsanın ruhu olduğu aşikardır. Bu gerçek, ölüm halinde özellikle kendini ortaya koyar. Diri ile ölü arasındaki fark, diride ruhun bulunması, ölü bedende ise bulunmamasıdır. Uyku da küçük bir ölüm gibidir.
Uyku halinde ruhun insanı bir an için terkedişi de, ruhun varlığıyla ilgili bize kesin bilgi verir. Rabbimiz Zümer Suresi ayet. 42.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır…*** Kardeşlerim, İnsan bedeniyle hareket eder ve algılar. Ruhuyla idrak eder, düşünür, bilir, sever, nefret eder, sevinç ve üzüntü duyar. İnsanın bütün iç dünyası, manevi, görünmeyen aleminin faaliyetleri ruhun faaliyetleridir.
Ruh, Allah’ın sırlarından, gizliliklerindendir. İnsanın onun esrarına vakıf olması mümkün değildir. İnsan unsurunu oluşturan beden ve ruhun kendilerine has birtakım ihtiyaçları vardır. İnsan bunları elde etmek için gayret sarfeder. Maddi unsur (beden), yeme, içme, uyuma, nefes alıp verme gibi maddi ihtiyaçlarını gideremediği zaman rahatsız olduğu gibi; manevi unsur olan ruh da ihtiyaçlarını gideremeyince muzdarip olmaktadır.
Ruhun ihtiyaçları, Rabbini zikredip ibadet etmek, kendisinden geldiği ilahi merciye doğru yol almak ve O’na yakınlaşmak için gerekli çabayı göstermek gibi ruhi gıdalardır. Her iki unsurun ihtiyaçları ve beslendikleri gıdalar birbirlerinden tamamen ayrıdır. Ruhi gıdalar olan zikir ve ibadetler yalnız başına bedeni besleyip ayakta tutamadığı gibi, bedenin ihtiyaçları olan maddi gıdalar ve zevkler de hiç bir zaman ruhu sağlıklı bir ortamda tutamaz, onu mutlu ve huzurlu edemez.
Allah insana, hem fücuru yani günah ve kötülüğe meyli, hem takvayı yani günahlardan korunmayı ilham ettiği için insan, bir taraftan melek tabiatına, bir taraftan da hayvan tabiatına sahiptir. Ama, İslam fıtratı ile yaratıldığından, akıl, vicdan ve güzele meyil gibi nimetlerle donatıldığından ve Allah’ın Kitap, peygamber, hidayet gibi lütuflarından dolayı ilahi olana, hayırlı olana meyli önceliklidir. İnsan, kendi fıtratının özelliklerini muhafaza ederek, Rabbini zikredip ibadet ederse, meleklerden olan üstünlüğünü korumuş olur. Ama melek tabiatını kaybedip yanız maddî ihtiyaçlarını tatmin etmeyi düşünürse, hayvanlar seviyesinde bir mahluk olur:Bilindiği gibi İnsan ve onun duyguları zaman ve mekanla sınırlıdır.
İnsan, Zaman ve mekan dışı şeyleri olduğu gibi kavrayabilmekten uzaktır. Hatta insan çoğu kez zamanın ve mekanın içindeki birçok şeyden bile haberdar olamamaktadır. Dahası, kendi benliğinin sırlarını dahi henüz tam çözebilmiş değildir. Bunun yanında İnsan bağımlı bir varlıktır, örneğin: Anasına, çevresine, toprağa, dünyaya ve ahirete olan bağlarıyla birlikte doğar. Doğmasındaki katkısı ne kadarsa, ölmesindeki katkısıda ancak o kadardır. Ne doğuşuna kendisi karar verebilir, ne ölümüne ve ne de doğumdan ölüme kadarki gelişim ve değişim sürecine…
Bütün bunlar, kendisi dışındaki bir karar merkezinde belirlenip icra edilir. Onun, hayatın değişmez yasaları dediğimiz bu *İLAHİ KANUNLARA* uymaktan başka yapacağı pek bir şey yoktur. İnsan hayatı boyunca muhtaç olan bir varlıktır. Örneğin, Yardıma, bakıma, besine, suya, insana, anaya, babaya, toprağa, sevgiye, terbiyeye, bilgiye, görgüye, çevreye ve daha birçok şeye muhtaçtır… İnsan, bu ihtiyaçlarından bazılarına daha doğar doğmaz, bazılarına da doğal gelişimini tamamladıkça ihtiyaç duyar. Çünkü insan, değişerek gelişebilen bir varlıktır.
İnsanın mutlaka diğer canlılarla ortak yönleri vardır. Görünebilen tüm canlılar: Beslenirler, belirli hücre’lerden oluşmuşlardır, hareketlidirler, büyürler, çoğalırlar, solunum ve boşaltım yaparlar. İnsan, “insan” olma özelliğini, “iman” etme özelliği dolayısıyla kazanmıştır. Çünkü akıl ve kalp sahibidir. İşte, yukarıda sayılan maddelerden insana özgü olan ve insanı hayvandan ayıran en büyük olgu: imandır. İmandır, çünkü insan, gücü sınırlı, bağımlı ve muhtaç bir varlıktır. Kendinden daha güçlü olan, kendisi gibi bağımlı ve muhtaç olmayan birinin yardımı olmadan yaşayamaz.
Güçsüzlüğünü, bağımlılığını ve muhtaç oluşunu her farkedişte bağlanacak, inanacak, güvenecek, sığınacak, tutunacak ve barınacak birini arar. İnsanı hayvandan ayıran diğer önemli özellik ise ilimdir. İman ve ilim sayesinde insan, kendi hür iradesiyle Allah’a kulluk yaparak en güzel biçimdeki yaratılışına uygun bir hayat yaşayabilir. İman, ilim ve ibadetten uzak insan ise varlıkların en sevimsizi, en adisi olur. İnsan bilinçli bir varlıktır: İnsan, öz varlığının bilincindedir.Yani kendi yaratılışını, kainatın niteliğini, kendisi ile kainat arasındaki ilişkinin nasıl olduğu ve nasıl olması gerektiğinin bilincine sahiptir.
İnsan seçme yeteneğine sahip tek varlıktır: İnsan tabiata karşı, maddi ve ruhi isteklerine karşı, üzerinde hakim olan ilahi ve beşeri otoriteye karşı gelebilecek kabiliyettedir. Mesela; İnsan kendini sevme ve tehlikeden koruma içgüdüsüne karşı gelip intihar edebilir. Kendi varlığını hiçe sayıp başkası veya inandığı değerler uğruna fedakârlık yapabilir, hayatını bile feda edebilir. Lüks içinde ve rahat bir ortamda yaşama imkanı varken bunlardan kaçınıp mütevazi yaşamayı seçebilir. Tüm bunlar insanın seçebilen bir varlık olduğunu gösterir. İnsan, üreten bir canlıdır.
En küçük şekillerden dev sanayi ürünlerine, güzel sanatlardan mimariye kadar pekçok yeni şeyler meydana getirir. Aynı zamanda İnsan meraklı bir varlıktır: İnsan, canlılar içinde en meraklı olan yaratıktır; hatta merakı en çok olan varlıktır diyebiliriz. Çünkü hayvanların herhangi bir şeye yönelmeleri meraklarından değil; içgüdülerinden kaynaklanır. Oysa insan, merakı sayesinde tabiatı ve kendisini keşfeder. Bu gün ulaşılan teknolojik gelişmenin ve sosyal bilimlerin temeli insanın tabiatı ve kendisini merak etmesine dayanır. Kur’anı Kerim, insanlara gönderilen bir kitaptır.
Kur’an’ın ÖZÜNDE insan vardır. Her ayet insanla ilgilidir. İnsanı en iyi tanıyan onun yaratıcısı olduğundan, kullanım kılavuzu şeklinde, insanın nasıl yaşaması gerektiği o kitapta öğretilir. İnsanın nasıl bir varlık olduğu, yaratıcı tarafından tanımlanır. Yani kısacası İnsan, yeryüzünde Allah’ın halifesidir. İnsan, çok büyük bir ilmi kapasiteye sahiptir. Çünkü Allah, ona kendi ilminden öğretmiştir. Melek olsun, diğer varlıklar olsun ona öğretilen ilimde, yani eşyanın mahiyetini bilmekte ona erişemezler. İnsan, Allah’ı tanıma kabiliyetini fıtratında taşır.
Bunun için küfür ve inkar, insanın fıtri tabiatından bir sapmadır. İnsanın özünde, hayvanda ve bitkide bulunmayan büyük bir güç vardır. İnsan, İyiliği ve kötülüğü seçme kabiliyetine sahip iradeli bir canlıdır. Dogru olanı aynı zamanda Yanlışı seçmede serbest bırakılmıştır. İnsan, özünde şeref yüceliğini taşır. Allah, onu diğer varlıklara nazaran daha üstün ve şerefli yaratmıştır. Fakat kendi üstünlük ve şerefini sezmezse, aşağılığa ve esarete düşer. İnsan, kendisini yaratan Allah’ı hatırlama kabiliyetine de sahiptir. İnsan; Allah’ın yüce varlığını kavrar ve O’na varmak için tüm diğer arzulardan vazgeçebilir. Rabbimiz İnşikak Suresi ayet. 6 da mealen şöyle buyurmaktadır: ***Ey insan. Şüphe yok ki sen Rabbine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin;sonunda O’na varacaksın…***İnanıyoruzki;Yeryüzündeki bütün nimetler insan için yaratılmıştır. Diğer yaratıklar onun hizmetine verilmiştir.
İnsan, Allah’a karşı sorumlu tutulmuştur. Yalnız Allah’a ibadet eder, O’na kulluk edip emrine itaat eder. İnsana yaratılış gayesi öğretilmiştir. Allah’ı unutursa, kendisini de unutmuş olacaktır. Allah’ı unutan insan, yeryüzünde şaşırmış bir varlık haline gelir. İnsan, yalnız maddi meseleler için çabalayıp maddi yönünü tatmin etmez. O, Allah’ın rızasını hedeflerin en yücesi olarak seçer. Yalnız Allahın rızasını kazanmak için çabalar. İnsanın iyi taraflarını Kitabımızdan ögrendigimiz gfibi yine kötü taraflarınıda Kuranı kerime bakarak ögreniyoruz şöyleki: İnsan, kendisini tanımazsa zalim ve cahil kalır.
Bazan Allah’ın nimetlerini görmezlikten gelerek nankörlük yapar. İnsan, bazan kendini yeterli zanneder ve Allah’a ihtiyaç duymadığı anlayışıyla tuğyan eder,isyan bayrağını açar, yani azar, taşkınlık yapar. Günümüzde çokça olduğu gibi terör estirir, adam öldürür, katliam yapar…Bu tür insanlara firavun, Nemrut ve Ebu cehil örneğini veririz. Son bir ay içerisinde örneğin Türkiyede insanlar çılgınlığın en son raddesinde vahşet sergiliyorlar; İstanbul beşiktaşta, Kayseride, Yine İstanbulda, gaziantepte, İzmirde bombalar patlatılıyor. Millet meclisinde milletvekili diğerinin bacagını ısırıyor…
Terör örgütlerinin yaptığı vahşi katliamlar, bitmek bilmiyor. Suriye Halep’te, Arakan’da, Filistin’de, Irak’ta terör devletleri ve örgütlerinin işledikleri katliamlar, Firavun vahşetine taş çıkartıyor… Zorbalar, öldürme, yakıp yıkma, talan etme çılgınlığın son raddesinde bulunuyorlar… Günümüzde bazı İRİ devletler otorite’lerinin sarsılmaması ve süper güç olmayı korumak için, gözlerini kırpmadan her türlü cinayeti işleyebilmekte ve işletebilmektedirler. Lakin şurası bir gerçektirki Eşkıya zihniyeti hakimiyetini devam ettiremez, eninde sonunda kaybetmeye mahkümdur.
Zorbaların hâkimiyeti ve egemenliği ilelebet devam edemeyecek ve yerinde kalamayacaktır. Onların düzenleri, kendi koydukları hükümler ve yasalarla insanları insanlara kul yapmak ve Allah’ın insanları özgür kılan yasalarını yürürlükten kaldırmak ilkesine dayanır. Bizler inanıyoruzki; İnsanlar ne zamanki “Âlemlerin Rabbi”ne iman ederlerse şereflerin en büyüğüne sahip olmuşlar demektir… İlahi iradeye zıt oluşturulmuş beşeri sistemler er geç kaybetmeye mahkümdurlar. Hakkı ve hakikati delillerle, belgelerle engellemeye güçleri yetmeyen azgın zorbaların ellerindeki yegâne etkili silahları şu anda baskıdır, şiddettir, vahşettir, korkudur, sindirmedir…
İnsanın insana kulluğu ilkesine dayanan mevcut zorba yönetimler insanlığın vahşi yüzünü sergilemektedirler. Rabbim böyle insanların şerrinden bizleri muhafaza eylesin. İnsanı ve insani vasıfları anlamaya ve anlatmaya ğayret ediyoruz…İnsan, işlerinde çoğu zaman acelecidir. İnsan, zorluklarla karşı karşıya gelince Allah’ı hatırlar. Zorluklar geçip gidince sanki hiç bir olay olmamış gibi Allah’ı unutur. Allah’ın keremini unutarak cimrileşir. İnsan, hırs ve ihtiraslarla donatılmış bir varlıktır. Rabbimiz bu konuda Mearic Suresi ayet. 19 .da mealen şöyle buyurmaktadır:*** Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır…*** İnsan, eğer kötülük görürse inler, sızlanır, bağırır ve yardım ister.
Eğer kendisine nimet verilirse cimrileşir. İnsan zayıf yaratılmıştır. Acizdir. Görüldüğü gibi, Kur’an-ı Kerim’e göre insanın iki ayrı cephesi vardır. Hayır ve şer tarafları. Kur’anı Kerim’de sayılan iyi, üstün özellik ve kabiliyetler insanın özünde potansiyel olarak mevcuttur. İnsan, bunları açığa çıkarmak ve kuvvetlendirmekle görevlidir.Ancak iman ve takva ile bu güzel vasıflar ortaya çıkar ve gelişir inancındayız. Eğer iman olmazsa, bütün bu iyi kabiliyetler, İnsanın aleyhine işler.
Yani insan, gerçekten iman edince insanlaşır. İmansız insanın insanlığı eksik ve noksan olup ihtiraslarla, sömürücülükle, cimrilik ve kan dökücülükle insan, vahşi hayvanlardan daha da vahşileşir. İnsan tabiatı incelerken varlıkların ve olayların içyüzüne inmeye, olaylar arasında ilişki kurmaya ve bunların gerisindeki gerçeği keşfetmeye çalışır. Mesela; Hayvanların istekleri ve arzuları sadece kendilerine aittir.
Hayvan, içinde yaşadığı hayvan topluluğun veya tüm hayvan aleminin istekleri ve mutluluğu için değil; kendi için yaşar. İnsan ise, önce kendisinden başlayarak ailesi, akrabası, komşusu, yaşadığı toplum ve tüm insanlığı düşünmek durumundadır; hem kendinin, hem de toplumun mutluluğu ve huzuru için çalışır. Daha dogrusu öyle olmak zorundadır. Hayvanlar tabiat şartlarının zorlaması ve hayati tehlikelerin dışında bulundukları yerden başka bölgelere göç etmezler.
İnsan ise, böyle bir zorlama olmaksızın merak eder, seyahat eder, tarihi ve turistik yerleri gezer, ülkesinin dışına çıkar, ticari işler yapar. Hayvanların kendi geçmişlerini, türünün veya hayvanlar aleminin geçmişini bilmediği gibi geleceği ile ilgili de hiç bir tahmini yoktur. İnsan ise, kendi geçmişini, insanlığın ve kainatın geçmişini araştırır ve geleceği ile ilgili endişe, telaş ve umut taşır. İnsan aklı ile hareket eder, iradesini kontrol altına alır; hayvan ise içgüdüleri ile hareket eder. İnsan iman eder, sorumluluk yüklenir. Hayvanların böyle bir sorumluluğu yoktur. İnsan yeteneklerini geliştirebilmesi için eğitime muhtaçtır.
Hayvanlar ise, yeteneklerini doğumla beraber kazanmış olurlar. İnsanın eğitilebilir özellikleri vardır. Bunlar: Zekâ: İnsanın yüksek bir zekası, karmaşık bir merkezi sinir sistemi vardır. İnsan düşünebilen, yargıda bulunabilen tek canlıdır. Anlatma yani ifade yeteneği: İnsan çok değişik sesler çıkarır. Bu sesleri bir araya getirerek cümleler kurar, bu cümleleri birtakım sembollerle anlatır. Ellerinin yapısı ve vücudunun dik durması: İnsanın eli, yapısı itibariyle her biçimde ve boyutta cismi tutma ve kullanmaya elverişlidir.
İki ayağı üzerinde durması, ellerinin boş kalmasına, bu sayede üstün ve yapıcı bir varlık olmasına yarar. Öğrenme ve yeni denemelerde bulunma yeteneği: İnsan daima amaçlı ya da amaçsız olarak çevresinde olup bitenleri, eşyayı dikkatle gözleme, inceleme ve değerlendirme yeteneğine sahiptir. İnsanda daima yeni şeyler üretme arzusu vardır. Cenabı hakka binlerce şükürler olsunki, bizler bu ve benzeri konularda ateistler gibi düşünmüyoruz, hayvanları ata bilenleri cehalet çukuruna düşmüş maddeci zavallılar olarak ebedi kaybedenler sınıfında görüyoruz.
Maddecilere göre insan, dünyaya gelir, her canlı gibi yer, içer, nefsi arzularını yerine getirir ve sonra toprağa karışır gider. Yani, insan yaşamak için yaşar. Basit dünyevi hedeflerin ötesinde bir yaratılış amacı yoktur. O, ot gibi yaşayıp gideceğini, sonra ot gibi kuruyup yok olacağını zanneder. Bizler inanıyoruzki; İnsanın yaratılış gayesini Allah Celle şanuhu belirlemektedir: İnsan, yalnız yemek, içmek, gezmek tozmak için yaratılsaydı insanın herhangi bir hayvandan farkı olmazdı.
İnsan boş yere yaratılmamış ve başı boş bırakılmamıştır. O, bir görevi yerine getirmek için yeryüzüne gönderilmiştir. Kendisi gibi herhangi bir yaratığa kul, köle olmak için değil; yaratanını tanımak ve O’na ibadet etmek, dünyada Allah’ın hükmünü hakim kılmak, buna karşı çıkan engelleyici güçleri yani fitneyi ve bozguncuları bertaraf etmek suretiyle halifelik görevini yürütmek için yaratılmıştır. İnsan, nefsi için değil; Allah’a ibadet etmek için, şu fani dünya için değil; ebedi hayat için yaratılmıştır.
Müslüman her an ve zamanda Rabbinden geldigini ve sonuçta yine Rabbine kavuşacagını kesinlikle aklından çıkarmayan bir düşünce yapısına sahiptir. Söz ve hal diliyle derki; Allah’dan geldim, Allah’a gidiyorum. Ecelim geldiğinde her canlı gibi ben de ölüm denilen geçitten geçerek gayb alemine giderim. Şu bir gerçektir ki, ölmek, yok olmak değildir. Ölüm, insanı oluşturan asıl özelligi olan ruhun, elbisesi durumunda olan geçici beden özelliginden bir müddet ayrılıp onu terketmesidir.
Müslüman açısından ölüm, korkulacak bir olay değil; esas yurdumuz, baba mekanımız olan cennet yurduna, sonsuz aleme göç etmek demektir. Zorluk ve yoklukların sona ermesi, sevdiğimiz her şeye kavuşma demektir… ifadelerini inanarak zikreden yapının sahibidir Müslüman… İtikadi düşünce açısından insanlar gruplandırılırken, temel olarak iki grup insan karşımıza çıkar: Mü’minler (müslümanlar), Kafirler topluluğu. Müslümanlar kendi aralarında iki ayrı isimle isimlendirilirlerse de netice itibariyle pek farklı değildirler. Bunları kısa da olsa tanımlamaya çalışalım.
Mümin: İnanmış anlamına gelen mü’min, Rasülullahın (sav) Allah’tan getirdiği dini (İslam’ı) kalple tasdik, dille ikrar ve erkanını yaşayan insanlara denir. Müslüman: Teslim olmuş anlamına gelen müslüman, Peygamber efendimizin (sav) Allah’tan getirdiği dine yani İslama kalple, lisanla ve azalarla teslim olmuş kimsedir. Kalbi yönü yani imanı bilinmediğinden dolayı, lisan ve azalarla teslim olan kimse de müslümandır. Fasık: İtaatten çıkan veya herhangi bir anlamda itaatsizlikte bulunan kimse demektir. Bununla birlikte ıstılahta daha çok açıktan günah işlemekten çekinmeyen günahkar müslümana fasık denilmesi adet haline gelmiştir.
Kafirler topluluğuna gelince; kafirler de temelde üç gruba ayrılırlarsa da, bunlar da netice itibarıyla pek farklı bir durum arzetmezler. Kafir : Yalanlayan ve inkar eden anlamına gelen kafir, İslam Dininin tümünü veya bir cüzünü inkar edip yalanlayan kimsedir. Müşrik : Ortak koşan anlamına gelen müşrik, Allah’ın zatına, isimlerine ve sıfatlarına başka bir şeyi şirk koşan, yani ortak eden kimsedir. Başka bir ifadeyle Allah’ı kabullenmekle beraber, O’na ait hakları, başkasının kendisinde görmesi veya bu hakları başkasına vermesi şirk; bunu yapan kimse de müşriktir.
Münafık : Gizli bir özellik olarak nifaka sahip olan kimseye denir. Kalbiyle İslam’a inanmadığı halde, müslümanların yanında müslüman görünmek isteyen kimseye münafık denir. Yani, mü’minlerin yanında mü’min, müşriklerin yanında müşrik görünen iki yüzlü insanlardır. (Ahmet Kalkan) Konumuz insan… Allaha inananda, inanmayanda, fasıkta, münafıkta, İsyan eden ve iman edende, Allahtan korkan ve korkmayanda insan olduğunu söylüyor. Terör estiren insan kanına giren caniler öldürdükleri insan sayısıyla övünürken, Muvahhid insan da Allaha teslimiyetin çaba ve ğayreti uğrunda yaşıyorlar…
Bizler Rabbimizin razı olacagı insan olmak zorundayız. Günahların büyüğünden de, küçüğünden de sakınıp takvâyı kuşanmak için öncelikle hata, kusur ve günahlarımızı kabul edebilmeli, kibir ve ucubdan yani kendini üstün görme hâlinden kurtulmalıyız. Bizler her an uyanık olmak zorundayız ölmeden önce ve hesaba çekilmeden önce kendi nefsimizi hesaba çekmesini bilmeliyiz yoksa Allah korusun kaybedenlerden oluruz. İmtihanı kaybetmemek için birbirimize hayırlı öğüt ve nasihatlerle faydalı olmaya çalışmalıyız.
Örneğin birbirimize diyebilmeliyizki: her hangi bir düşüncemizde, hareket ve tavrımızda hatalı olduğunuzda özür dilemek zorumuza gitmesin. Hakkı ve doğruyu bulma ğayretlerimizde, Gururumuz inciniyor düşüncesiyle hata ve kusurlarımızı örtmeye çalışmayalım. Eğer hatalıysak zor olsada doğru olan ne ise onu kabul edelim. Kendimizi haklı çıkarmak uğruna bin bir dereden su getirme lüzumsuzluguna girmeyelim. Çabucak öfkelenmek yerine öfkemizi yenmeye ğayret sarfedelim. Hatta öfkemizi yutalım ileride faydasını görecegiz inşaallah.
İnsanların inanç, düşünce ve fikirleriyle alay etmeyelim bildiğimiz hususlar varsa münazara etmek, bilmiyorsak susmak itiyadımız olmalıdır. Insanların ğıyabında konuşmamaya eğer konuşacaksak yapıcı olmaya çaba sarfedelim.. İnsanlara güven ve itimad telkin edelim insanlara yakınlaşmak için fırsat kollayalım. Boşu boşuna kendimizden bahsetmekten ve gereksiz şekilde övünmektense mütevazi olmayı deneyelim. İnsanların haklı ya da haksız eleştirilerini sonuna kadar dinledikten sonra varsa sözümüzü söyleyelim. Biz diğerlerine tahammül edelimki, başkalarından da bizim söz, hal ve tavrımıza tahammül etmelerini bekleyelim…
Bize nasihat edenleri can kulağı ile dinliyelim, o kişi eğer bize değer vermese zaten nasihat ve öğüt vermez unutmayalım…Maddi manevi her türlü işlerimizde yakınlarımızla veya değer verdiğimiz dostlarımızla istişare etmeti unutmayalım. İnsanları bir diğerine şikâyet etme yerine o kişi ya da kişilerle bire bir konuşmayı deneyelim. Kesin bilmediğimiz ve emin olmadığımız hususları kat’i biliyormuş havasına bürünmeyelim. Kendimizi bir başkasıyla mukayese etmeyelim.
Unutmayalım herkes kendine özeldir, şahsiyyeti, karakteri, seciyesi farklı olduğu gibi her insanın kabiliyet ve yeteneğide birbirinden farklıdır. Bulunduğumuz ortamda akıl, fikir, düşünce, zeka ve kabiliyimiz bizim özelimizdir lakin bu özelimizi herkese kabul ettirme yolunu tercih etmeyelim. Her anımızda Allaha şükretmeyi ve hamd etmeyi gerekli gördüğümüz gibi, kardeşlerimiz tarafından yapılan iyilikler küçük gibi görünsede teşekkür etmeyi unutmayalım. Kendi nefsimiz için istediğimiz güzellikleri kardeşlerimiz için de istemeyi alışkanlık haline getirelim inşaallah.
Birbirimiz hakkında dua edelim. Allaha ibadeti hele hele beş vakit namaz kılmayı kesinlikle terk etmeyelim. İnsan unsurunu anlatmak kısa bir makalenin konusu olmamalıdır elbette. Yalnız bizler sadece Kuran ve Sünneti seniyyeden aldıgımız bilgiler dogrultusunda insanı tanıyabilir ve öylece anlamaya gayret ederiz. Bazılarının dedigi gibi insan bütünüyle muamma yani bilinmezlik içinde olan bir yaratık degildir, böyle taraflarıda mutlaka vardır. Ama yukarıda da ifade etmeye çalıştıgımız gibi Bedeni ve Ruhi açıdan insan unsuru hakkında bilinenler çok daha fazladır kanaatındayız.
Daraldıgımız noktalarda anında bizlere Ebedi hayat mektebimiz yardımcı olacaktır. Rabbimiz İnsan Suresi ayet: 1-3.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi ? Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör…***
Kerdeşlerim Allaha binlerce ve binlerce kez şükürler olsunki insan olma hasletimizi İslamiyetle taçlandırdık, Müslümanız. Bizler, Müslüman bir şahsiyet olarak yaşadığımız çağın modern gündemini takip etmeli, güncel hadiseler hakkında bilgi sahibi olmalıyız, Bilgimimizle amel etmeliyiz… Zaten bunun aksini yapıp yaşadığı asrın şartlarını bilmeyen insan, İslamiyet tarafından cahil kabul edilir. İmanımızın gereği olarak burada vermek istediğimiz bazı mesajlrımız var…
Bu mesajlar zamanın değişmesiyle, asla değişmeyen mevzuulardır. Bizim gündemimizi en çok meşgul etmesi gereken konular, asırlardır toplumların ıslahına vesile olan, yeryüzünde yaşamış insanların yönlendirilmesine etki eden ve zamanla değişmeyen mevzulardır. Zamanın değişmesiyle değişime uğramayan bu mevzuları bilmemiz ve anlamamız, inkârcıların giderek çoğaldığı günümüz dünyasında şarttır, zaruridir,elzemdir inancını taşıyoruz…Bunlardan birisi Tevhid inancı’dır: İnkâr edenler ile peygamberler arasında Allah’ın varlığına dair bir görüş ayrılığı yaşanmamıştır. Firavun da dâhil olmak üzere bütün inkârcılar Allah’ın var olduğuna inanıyorlardı.
Fıtrata yerleştirilmiş bir ihtiyaç olan Yaratıcıya inanma hususunda sıkıntı yaşanmazken, tartışmalar Allah’ın birliği hususunda baş gösteriyordu. Tarihte Allah’ın varlığı tartışmalarına pek rastlanmaz. Asıl tartışılan mevzu, Allah’a şirk koşmak olmuştur. İkincisi Risalet hususudur: Bazı kavimler kendilerinden üstün bir varlığın peygamber olmasını istemişlerdir. Birçoğu da toplumda mal ve evlat bakımından üstün olan bir kişi yahut liderin peygamber olmasını talep etmiştir. Makam, şöhret hırsı ve kibir nedeniyle peygamberlik ve risaleti kabul etmemişlerdir.
Bizler Allaha imanın yanında ANINDA Peygambere imanı beyan ediyoruz. Üçüncü değişmez mevzuumuz: Ahiret gününe iman: Ahirete iman mantıkla, akılla değil ancak kalple gerçekleşebilir. Ahirete gerçekten iman eden ve bu imanı işler hale gelen mü’minin bütün hayatı kendiliğinden düzene girecektir. Yani dünya hayatımızın düzenli hale gelebilmesinin tek yolu ahiret hayatına dair sağlam bir imana sahip olmaktır. Evlilik hayatında eşlerin birbiriyle iyi ilişki kurabilmesi de sağlam bir ahiret inancına bağlıdır.
Zira ahirette her hareketinden hesap vereceğine iman eden, eşinin hakkından da hesaba çekileceğine inanan eşlerin bulunduğu bir ailede karşılıklı iletişim de seviyeli bir hale gelecektir. Dördüncüsü: Güzel ahlak sahibi olmak: Peygamber efendimize (sav) hitaben “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem, 68/4) buyuran yüce Rabbimiz, kıyamete kadar yaşayacak her insanın dikkatini Efendimizin bu özelliğine çekerek değişime uğramayacak gündemlerimizden birine de işaret etmiştir.
Beşincisi:Salih amel: İnkârcılar kötü amelleri tarih boyunca kolayca kabul ettikleri halde, salih amelleri kabul hususunda sıkıntı çıkarmışlardır. Bugün toplum olarak, biraz İslami biraz cahili özellikleri bünyesinde barındıran karma cemiyet hususunda ciddi bir farkındalığa şiddetle ihtiyaç duyuyoruz. Zira karma toplum, namaz kılıp ardından haram işleyen, adeta haramlarla farzları birbirine karıştırıp harman yapmış bir toplumdur. Bugün karma toplum özelliğini taşıyarak günahlara ve salih olmayan amellere karşı umursamaz tavır takınanlar İslam toplumu için tehlike arz etmektedirler…
Vereceğimiz mesajlardan sonuncusu ise İbadet’tir: Aklımızın, Beynimizin, idrâkimizin, bedenimizin, fikrimizin ortaklaşa yapmış olduğu her türlü meşru faaliyeti kapsayan çok geniş bir kavramdır ibadet. İnanan insanın, mü’minin hayatının her alanını ibadet haline getirmesi ve sevap kazanması mümkündür. Hadis-i şeriflerde İslamiyet’in üzerine bina edildiği temeller olarak sayılan beş esasın herhangi birinin âmel noktasına getirilmesi, ifası hususunda gevşeklik gösterir, lakayt tavır takınırsak dinimizin temelin sarsılması neticesinde binanın çökmesi kaçınılmaz olacaktır Allah korusun.
Tarihte peygamberler ve inkârcılar arasındaki tartışmaların tümü bu konular hakkında olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de bu temel esasları takviye için kıssalar, örnekler, teşvikler, korkutmalar, Nasihatler, öğütler ve tenkitlerle yüce Rabbimiz bu mühim mevzuları kullarının etraflıca anlaması için adeta tafsilatlı bilgiler vermiştir. Mü’min bir şahsiyet olarak, Kur’an’ın gündemimize koymuş olduğu bu konuları lütfen göz ardı etmeyelim, suni gündemler bu temel konuları unutmamıza sebep olmasın.
İnsan olma vasfımızı inandığımız dogruları hayatımıza aktararak, âmel noktasında vaz geçilmezimiz bilerek en şerefli yaratılmış canlı olma konumumuzu Rabbimizin emir ve yasaklarına uyarak ve Peygamber efendimizin sünneti seniyyesine sımsıkı tutunarak Kur’an ve Sünneti seniyye nuruyla insanlığın AYDINLIK yüzü olmaya devam edelim inşaallah… Rabbim bu ığurda yar ve yardımcımız olsun…
Allahım bizleri senin dogru yolundan sıratı müstakimden ayırma. Bizleri hesap gününde rezil ve rüsvay olanlardan degil, imtihanı hakkıyla kazandırdıgın kulların içine dahil eyle. Bizleri dünyada ve ahirette yüzü gülenlerden eyle. Bizleri dünyada ve ahirette razı oldugun kullarıyın safında bulundur. Bizleri Kuran ve sünneti seniyye nurundan uzakta bırakma. Bizleri Ehli sünnet yolundan ayırma. Bizleri İnsan olma şuur, İslam dininin mensubu olma bilincinden ayırma… Sen her şeylere kadirsin allahım…Amin…
Sermedkadir…LU… 12.01.2017…