TARIK SURESİ ÜZERİNE NOTLAR…

Rabbimiz  Tarık  Suresinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Andolsun o göğe ve Târık’a,  Târık nedir, bildin mi?  O, karanlığı delen yıldızdır.   Hiçbir nefis yoktur ki başında bir denetleyici bulunmasın. Onun için insan neden yaratıldığına bir baksın.  Atılan bir sudan yaratıldı.  O su, erkeğin sulbü ile kadının göğüs kemikleri arasından çıkar. Elbette Allah’ın onu  döndürmeye gücü yeter.  O gün bütün sırlar yoklanıp, meydana çıkarılır. İnsanın o gün ne bir gücü vardır, ne de bir yardımcısı.  Andolsun o dönüşlü göğe,  O yarılıp çatlayan yere,  Kuşkusuz Kur’ân, ayırıcı bir sözdür.  O asla bir şaka değildir.  Haberin olsun ki, kâfirler hep hile kuruyorlar.  Ben de hilelerine karşılık veririm.  Onun için sen kâfirlere mühlet ver, onlara az bir zaman tanı…***

 

Târık sûresi. Mekke’de nâzil olmuş Mekkî sûrelerin karakteristik özelliklerini taşıyan bir sûredir. Kur’an-ı Kerîm’in seksen altıncı sûresi. On yedi âyettir. Mekkî sûrelerden olup, Beled sûresinden sonra nazil olmuştur. Adını ilk ayetinden geçen „Târık“ kelimesinden almıştır. Tarık  suresine Rabbimiz, diğer Mekkî sûrelerde olduğu  gibi yine yeminle söze başlıyor. Sinesinde sayısız Târık’ı, yani milyarlarca parlak yıldızı barındıran semaya yeminle söze başlıyor. Hem semaya ve onun süsü olan yıldızlara dikkat çekiliyor hem de yeminlerden sonra gelecek önemli konuya insanların zihinleri hazırlanıyor. Semaya ve semanın ziynetlerine, güzelliklerine yemin edildikten sonra bu yeminlerin cevabı olarak insanın başıboş olmadığı, sürekli kendisini kontrol eden muhafızların bulunduğu, her anının tespit edildiği ortaya konuyor. Sonra yine âyetlere dikkat çekiliyor.

 

Ama bu defaki âyetler öncekilerden  farklı olarak kendimizden, kendi varlığımızdan, yaratılışımızdan âyetler. Ondan sonra öldükten sonra dirilmeye, ölüm ötesi hayata dikkat çekiliyor. Bu âyetlerin sahibi olan Allah celle  şanuhu mutlaka ölümden sonra sizleri diriltmeye de güç yetirendir buyurulduktan sonra buna deliller arz ediliyor. İnsanı bir damla sudan yaratan, örneksiz yaratan, buna muktedir olan Allah onu yeniden diriltemez mi? İlk defa yaratan ikinci defa yaratamaz mı? Buyurularak insanlar bu konuda düşünmeye dâvet ediliyor. Daha sonra diriliş sonrası olacaklara dikkat çekiliyor. Tüm sırların, esrar perdelerinin açılacağı, tüm sırların deşifre edileceği ve bu hengamede insanın ne bir yardımcısı ne de destekçisinin olmayacağı vurgulanıyor.

 

Ve en sonunda da bu haberin dehşetiyle irkilen ve acaba ne yapmak lazım? Nasıl hareket edelim de bu korkunç günde kendimizi kurtaralım? diyenlere de çare gösteriliyor. Hayatın kendisiyle düzenleneceği, tüm problemlerin çözümleneceği hayat programı olarak, hakkı bâtıldan, doğruyu yanlıştan ayırıcı tek çare olarak Kur’anı  kerim  ortaya konulıyor. Kur’an ile hareket ederseniz kurtulursunuz, değilse siz bilirsiniz. Unutmayın ki Allah bazı  şeyleri  sonraya  bırakır ama asla ihmal etmez. Mühlet verir ama asla ihmal etmez. Hem dünyada hem de âhirette helâkinize hazır olun tehdidiyle sûre son buluyor.

 

Tarık  Sûresinde Allah Teâlâ, Kur’an ayetlerini yalanlayan kâfirlere, insanın güç açısından ne kadar önemsiz ve hakir olduğunu haber vermekte, peşinden Kur’an’ın vasıflarını açıklamakta, sonra da Peygamber  efendimize (sav) inkârcılara mühlet vermesi emredilmektedir. İki bölümden oluşan sûrenin her iki bölümü de kasemyani  yemin  ile başlamaktadır. Birinci bölümün başlangıcında göğe ve gece ortaya çıkana yani  Târık’a yemin, kasem edilmektedir. İkinci bölüm ise; „Dönüş yeri olan göğe“ yemin edilerek başlamaktadır. İlk bölümdeki yeminden sonra insanı ve amellerini koruyan meleklerin varlığı belirtilmekte; peşinden, insanın yaratılışının ilk basamağı ikinci kasemden sonra ise, Kur’an’ın ciddi ve hak ile batılı birbirinden ayıran ilâhi bir kitap olduğu dile getirilmektedir.

 

Bütün insanlar, Allah tarafından tayin edilmiş görevli melekler tarafından sürekli gözetlenirler. Yapılan ve yapılması gerektiği halde yapılmayan her şeyi tespit ve kaydederler. Bunun anlamı şudur: Kainatta olduğu gibi yeryüzünde de bir başıboşluk yoktur, yani insanlar kendi hallerinde terkedilmiş değillerdir. Allah Teâlâ bu gerçeği; „Her insanın üzerinde muhakkak bir murakabe edici vardır.“ ifadesiyle tebliğ etmektedir. Kasemle teyit edilen bu ayet, herkes için çok büyük ve dehşet verici bir uyarıyı taşımaktadır. Bu gerçeği idrak eden kimse, hiç kimsenin görmediği bir yerde dahi olsa, yaptığı şeylerin sürekli gözetildiğinin ve gelecekte mükâfatlandırılmak veya cezalandırılmak için bütün işlerinin kaydedildiğinin bilincinde olarak hareket edecektir.

 

Seyyid  Kutub  Rahmetli  bu  ayetler  hakkındaki  izahında  diyorki: Bu yemin kainata ilişkin bir sahneyi ve imana ilişkin bir gerçeği dile getirmektedir. Önce göğü ve semada ilk görülen yıldızı sözkonusu etmekte ardından Kur’an’ın ifade tarzında Alışılagelen bir ifade yer almaktadır: „Târıkın ne olduğunu bilirmisin sen?“ Sanki o bilme ve anlama ötesinde bulunan bir şeydir.

Ardından onu sınırlandırıyor, şeklini ve biçimini açıklıyor: „O karanlığı delen yıldızdır.“ Etkili ışınları ile karanlıkları delip geçen. Bu niteleme tüm yıldız türü için uygun düşmektedir… Göğe ve onun karanlıkları delip geçen, eşyayı örten, perdeye nüfus eden, yıldızlarına andolsun… Böylece bu işaretin ve surenin değindiği gerçekler ve diğer sahneleri ile ortaya konan tespitler arasında anlamlı bir bağ kurulmuş olmaktadır. Yüce Allah göğe ve onun ışıkları ile karanlıkları delip geçen yıldızlarına yemin ederek her insanın başına Allah tarafından bir gözetleyici konduğunu belirtmektedir: „Hiçbir can yoktur ki başında bir koruyucu olmasın.“

 

İfadenin bu şekilde dile getirilmesi şu gerçeği pekiştirmek içindir. Hiçbir insan yoktur ki başında kendisini gözetleyen, yaptıklarını bir bir kaydeden, kendisini koruyan bir bekçi bulunmasın. Her insanın başında bu bekçi Allah’ın emriyle verilmiştir. insanın nefsine yardım eder. Zira nefis sırların ve düşüncelerin atağıdır. Çalışmanın ve karşılık almanın temeli ona dayanır. Öyle ise ortada başıboşluk ve anarşi diye bir şey yoktur. insanlar yeryüzüne böyle serbest bekçisiz olarak salınmış değildir. Dünyanın vaadlerine koruyucusuz salınmış değillerdir.

 

Gözetleyicisiz dilediklerini yapsınlar şeklinde bırakılmamışlardır. Herşey doğrudan en ince noktalarına varıncaya kadar tespit edilmekte, sayılmaktadır. insan bu doğrudan dakik tespitler ile hesaba çekilecek, sorgulanacaktır. Ayet-i kerime korkunç bir mesaj da vermektedir. insan nerede olursa olsun, isterse hiç kimsenin olmadığı bir yerde bulunsun. Asla yalnız olmadığını hissetmektedir. Bütün gözetleyicilerden uzaklaştığı tüm gözlerden gizlendiği ve her ışıktan emin olduğu bir sırada dahi kendini gözetleyen bir muhafız ile yüzyüzedir.

 

Bu muhafız her tür perdeyi yırtmakta ve her gizli şeye nüfuz etmektedir. Tıpkı herşeyi örten gecenin perdesine nüfuz eden, ışığıyla delip geçen yıldız gibi. Allah’ın sanatı her yerde aynı damgayı taşımaktadır. insanın iç dünyası ile dış dünyasındaki bu sanat bir ahenk içindedir.(Fi zilal.Seyyid kutub)

 

Tarık  suresini  anlamaya  ve  anlatmaya  ğayret  ediyoruz… Daha sonra insanoğlunun bizzat kendi yaratılışına bakması, geldiği yeri ve şeklini görerek ikinci yaratılışının hiç de zor bir şey olmadığını idrak etmesi için yol gösterilmektedir. İnsan neden yaratıldığına bir baksın. O, bel kemiği ile göğüs kemiği arasından çıkan tazyikli bir sudan yaratılmıştır. Şüphesiz Allah, insanı öldükten sonra diriltmeye kadirdir“ Bu  hususta  Hicazi  diyorki: Maddî ve manevî hidayette, yani maddeten ve manen yol bulmakta ayrı­ca diğer hayatî işlerde büyük bir eseri ve etkisi olduğundan dolayı Cenab-ı Allah yıldız üzerine yemin etmiştir. Nefisler, hesapsız ve kontrolsüz olarak başıboş bırakılacak değildirler. Peki bu koruyucu kimdir? Allah’tır.

 

„En iyi koruyan Allah’tır ve o merhametlilerin merhametlisidir!‘ Denildi ki bu ko­ruyucu, insanı muhafaza etmekle görevli bir melektir. Ey İnsan Eğer bundan şüphen varsa bakta neden yaratılmış ve nasıl yaratılmışsın, onu gör ve dü­şün? İnsan atılan bir damlacık sudan yaratılmıştır ki o su, erkeğin bel kemiği ile kadının göğüs kemiğinden çıkar. Akan şu bir damlacık sudan nasıl da tas­tamam ve düzgün bedenli bir insan meydana gelir? Bunun bir tesadüf eseri veya tabiat olayı olarak meydana geldiğini düşünmek akıl kârı değildir.

 

Eğer, böyle olsaydı bütün yaratıklar eşit biçim ve düzende olurlardı. Yaratıkların bu şekilde ve bu surette var olmaları, her nefsin bir koruyucu ve gözeticisi bulunduğuna bir delildir. Bu koruyucu ve gözetici, nefisleri idare eder, göze­tir ve halden hale intikal ettirir. Bu nefislerin sevapsız veya cezasız olarak ba­şıboş bırakılmalarını düşünmek akıl kârı değildir… Her nefis için gözetleyici tayin eden Allah Teâlâ, insanların gizli olarak işledikleri şeylerin kıyamet gününde tek tek ortaya çıkarılacağını ve o günde insanoğlunun güçsüz bir şekilde teslim olmaktan başka bir şey yapamayacağını ve hiç kimseden de yardım alamayacağını haber vermektedir:

 

„Sırların ortaya döküleceği gün, insanın ne bir gücü ne de bir yardımcısı vardır“ İnsanı bir damla sudan yaratan, onu doğumundan ölümüne kadar koruyan, yaşatan, onu korumak ve hayatını düzenlemek için meleklerini gönderen, sürekli onu kontrolü ve lütfu altında tutan Allah, elbette onu öldürdükten sonra da yok olup gitmekten de korumaya muktedirdir. (Hicazi) Bu adamlar bakmıyorlar mı? Görmüyorlar mı? Hiç düşünmüyorlar mı? Gökleri ve yerleri yaratan, onları var etmekten yorulmayan, aciz kalmayan, bıkıp usanmayan, yılgınlık göstermeyen, her şeyi yaratan ve yarattıklarının tümünün hayatını, rızıklarını ve yaşam şartlarını hazırlayan ve bunları yaparken de asla bir yorgunluk hissetmeyen Allah’ın ölüleri de diriltmeye Kâdir olduğunu görmüyorlar mı?

Bunu anlamıyorlar mı? Bunu bilen, bunu takdir  eden, buna güç yetiren bir Allah ölüleri diriltmeye güç yetiremez mi? Burada insanın bir damla sudan yaratılışına dikkat çeken Rabbimiz Kur’an’ın başka yerlerinde başka delillerden de söz eder. Meselâ insanın ölümünden sonra tekrar diriltilişinin göklerin ve yerin yaratılışından daha zor olmadığı, kupkuru ölü bir toprağın emriyle canlandırılışı gibi örnekler verir. Meselâ bir çöl veya bir buzul düşünün. O kupkuru toprağa gökten suyu indirildiği zaman o toprağın titrediğini, kabardığını, toprağın canlanıp hayat için harekete geçtiğini görürsün.

 

Şüphe yok ki ona hayat veren, onu böylece ölü iken dirilten Allah, elbette ölüleri de işte böylece diriltir. İndirdiği yağmurla ölü toprağı dirilten Allah, aynen bunun gibi indirdiği vahiyle de ölü kalpleri diriltir. İndirdiği vahiyle Rabbimiz ölülerden diriler çıkarır, kâfirlerden mü’minler oluşturur. Ya da öldükten sonra kıyamet günü sizleri öylece diriltip yeniden hayat verecektir. Şüphesiz ki o her şeye Kâdirdir. Yani iradesini her neye tevcih buyurmuşsa, o, anında vücuda geliverir. Allah için zor diye bir şey düşünülemez. O, “ol” der, her şey oluverir.

 

Aslında bu âyet insanı düşünmeye dâvet ediyor. Şu kendini bir şey zannedip Rabbine, Rabbinin âyetlerine karşı mücâdeleye girişen insanı derin derin düşünmeye sevk ediyor. Sizi bir damla sudan yaratan, sadece sizi değil, tüm bu varlıkları, gökleri ve yeri yaratan Allah sizi ikinci defa yaratamaz mı? Bütün bunlara güç yetiren, sizi ikinci defa yaratmaya güç yetiremez mi?  Allah ölümünüzden sonra hesap-kitap için sizi tekrar diriltecek ve o gün: O gün sırlar çözülecek. O gün gizliler açığa çıkacak, saklılar deşifre edilecek.

 

İyilik ya da kötülük adına insan ne yapmışsa hepsi ortaya dökülecek. Kalplerdekiler, sinelerdekiler devşirilecek, derlenip toparlanacak. Göğüslerdeki tüm niyetler, düşünceler, arzular, hedefler, tutkular ortaya dökülecek. İnsanların yaşadıkları hayatta kalplerinde besledikleri, içlerinde taşıdıkları, gönüllerinde gizledikleri her şey açığa çıkacak, ortaya dökülecektir. İnsanın gizlediği, sakladığı tüm sırları deşifre edilecek, tüm ayıpları ortaya dökülecektir. Yani kalplerin hâsılası devşirilecektir. Kim ne düşünmüş? Kim ne yapmış? Kim ne yapmayı hedeflemiş?

 

Yaptıklarını yaparken ne adına, kim adına yapmış? Kimi razı etmek için yapmış? Yaptıklarının yaptırıcısı kimmiş? İşlediği ameli hangi niyetle işlemiş? Allah için mi, toplum için mi işlemiş? Çevreyi memnun etmek için mi yapmış? Ya da âdetler böyle istiyor, âmir böyle emrediyor diye mi? Bunun açığa çıkarılması için kalplerdekiler ortaya dökülecek. Çünkü yaşadığımız bu hayatta insanın kalbinde taşıdığı niyetler çoğu kez dışa vurulanların aksi olmaktadır. Ama orada gizlenenler açığa çıkarılacaktır. Veya amel defterleri açığa çıkarılıp o defterlerde toplananlar ortaya dökülecektir.

 

İnsan ne yapmışsa onlar hesap kitap dönemi açığa çıkacaktır. Bir de bu  ayetlerden anlıyoruz ki o gün ameller zâhirlerine göre değerlendirilmeyecek, mücerret amellere bakılmayacak, o ameli işlerken kişinin kalbinde taşıdığı niyetlerine bakılıp ona göre değerlendirilecektir. Kalplerin ve işlediklerinin hâsılasından kastın bu olduğunu anlıyoruz. Peygamber  efendimizin(sav) Hadislerinin ortaya koyduğu hakikate  göre **Ameller niyetlere göredir…** Ameller ancak niyetle sahih olur. Ameller ancak niyetle kabul görür, yani ameller ancak niyetleriyle değerlendirilir.

 

Veya niyetsiz amellere itibar edilmez. Ameller, niyetsiz mücerret bir değer ifade etmezler. Amellerin mihenk taşı, değerlendirme kıstası onları işlerken taşınan niyetlerdir. Hattâ Peygamber Efendimizin (sav) başka bir hadislerinden anladığımıza göre bu değerlendirmede amellerin sonuna, neticesine itibar edilmektedir. Hadisde  mealen  şöyle  buyurulmaktadır: ** Amellerin makbul ya da merdut oluşu onların sonuna göredir…Bunu bilen, bundan haberdar olan da sadece Allah  celle  şanuhudur. Allahtan başka hiç kimsenin insanların kalplerinden geçenleri bilmesi ve amelleri değerlendirmesi mümkün değildir.İşte kıyamet günü dünyada insanlara saklı kalan bu niyetler de açığa çıkarılacaktır.**

 

***O gün, insanın gücü de, yardımcısı da olmaz…*** İşte böyle her şeyin ortaya döküldüğü bir anda insan ne kendi kendisine bir yardımda bulunabilir, ne de kendisini bu sorgulamadan kurtaracak, o günün azabını kendisinden defedebilecek bir yardımcı bulabilir. Daha önce dünyaya ilk geldiğiniz zaman nasıl âciz, güçsüz ve yalnız isek, şu anda da Allah’ın huzurunda güçsüz ve yalnız olacağız. Dünyaya geldiğimiz günü bir düşünecek  olursak zaten  yalnız  yapayalnız  idik.

 

Gücümüz, kuvvetimiz imkânımız, maddi  varlığımız, bilgimiz, çevremiz, makam  ve  mevkimiz, hiçbir şeyimiz yoktu. Âciz, güçsüz, kuvvetsiz bir bebek olarak dünyaya gelmiştik. Bütün bu imkânları bizlere veren Rabbimizi unuttup da, O’na karşı müstekbir  tavırlar  içerisine  girmek en  basit  sözcükle densizliktir. İlahi  iradeyi  unutup  kendi  başarılarımızı  gözümüzde  büyütmek Allah  korusun  bizleri  tehlikeye  atacak  davranışlardır. Öleceğini  unutan, Hesaba  çekileceğini,  hesap  gününü  unutan  insan ebedi  kaybedenlerden  olacaktır. Kardeşlerim, Ebedi  aldananlardan  olmayalım  mutlaka hayatın da, ölümün de sahibi Allah  celle  şanuhudur.Hayatımızı, gençliğimizi, güzelliğimizi, gücümüzü, kuvvetimizi, çevremizi, para,  mal  ve  mülkümüzü, iktidarımızı vel  hasıl  bizim  diye  zannettiğimiz  her  şey  bir  gün  gelecek  arkamızda  kalacak.

 

Başkanlık, Valilik, kaymakamlık, hakimlik, savcılık, müdürlük,  amirlik,  memurluk artık güvendiğimiz  her  ne  varsa  her  şey  arkamızda  kalacak O gün bizleri kurtaracak ne kendi gücümüz, ne de yardımcılarımız olacak. O gün oğul babadan, baba oğuldan kaçacak. Kadın kocasından, koca karısından kaçacaktır. Hiçbir kimseden fidye kabul edilmeyecek. Dünyalar  dolusu malımız, mülkümüz olsa bile, maddi  varlıklarımız beş para etmeyecek. Hiçbir kimseden para, pul kabul edilmeyecek. Hiçbir kimse de kimseye şefaat edemeyecek.

 

Herkes Rabbinin huzurunda bir hesabın beklentisi içinde olacaktır. Hiç kimseye de yardım olunmayacaktır. O gün ne babanın evlâdına, ne evlâdın babasına, ne kocanın karısına, ne âmirin memuruna sağlayabileceği bir  menfaat  olmayacaktır. Herkes yardımcısız ve yalnız olarak Allah’ın huzuruna gidecektir. İmparatorlar, Padişahlar, Krallar, hükümdarlar,  başkanlar, Emirler, Amirler, Melikler yalnız,Hepsi de çaresiz Allah’ın kendilerine vereceği hükme razı olacaklardır. Öyleyse kardeşlerim gelmesi  mutlak  olan, o günün inancıyla, o günün hazırlığı içinde bir hayat yaşamaya  gayret  edelim.

 

Rabbimizin  bizleri yoktan var edişini, hem de akıllara durgunluk verecek bir biçimde bir damla sudan var edişini, imtihan için burada tutuşunu, sonra bu imtihanın bitiminde bizleri tekrar dirilteceğini anlıyalım da, Rabbimizin istediği biçimde bir hayat yaşamaya bakalım inşaallah. Rabbimizin Kitabına ve şanlı  Rasulünün sünneti seniyyesine  müracaat ederek yaşama  çabası  içine  girelim. Eğer bu kadar uyarı bizleri hâlâ harekete geçiremiyorsa, bir de Rabbinizin rubûbiyet ve ulûhiyetine tanıklık eden Tarık  suresinin âyetlerine kulak verelim,  anlamaya  ve  anlatmaya  ğayret  edelim:

 

***Yağmurun dönüşünü sağlayan göğe ve yarılan yeryüzüne andolsun ki…*** Dönüşümlü olan semâya ve çatlayıp yarılan yere yemin olsun ki! Eken semâya ve bitiren arza yemin olsun ki! Yerdeki sular buharlaşıp gökyüzüne taşınır, sonra yine yeryüzüne döner. Böyle dönüşümlü semâya yemin ediliyor. Gökyüzüne de, arza da bu görevi veren Allah’tır. Her ikisinin de boynundaki kulluk ipinin ucu Allah’ın elindedir. Her ikisini de insanlığın hizmetimize sunan Allah  celle  şanuhudur. Rabbimiz, gökten yere gireni, semâdan yere ineni, ondan semâya çıkanı bilen ve takdir edendir.

 

Semâdan ineni, semâya çıkanı, arza bakanı, semâya nazar edeni, hepsini bilendir. Öyle bilir ki Allah celle  celaluhu, toprak altındaki her bir taneyi, her bir yaprağı, her bir fidanı, yeryüzüne düşen her bir damla yağmuru, gökyüzüne yükselen bulutu, buharı hepsini bilmektedir. Hepsi de Allah’ın bilgisi altındadır. Eğer tüm bunları ihata edecek bilgisi olmasaydı, böylesine muazzam bir âlemin nizamının kurulmasına imkân ve ihtimal olmazdı. “Doğrusu bu Kur’an kesin bir sözdür. O, eğlence için değildir. Muhakkak ki bu Kur’an İlahi bir sözdür. Hakkı bâtılı, iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı birbirinden ayıran ve insanları Hakka ulaştıran bir sözdür bu kitap.

 

Bu kitap, bilen insanlar, aklı başında kimseler için her şeyi açık açık ortaya koymuştur. Hak ve bâtıl, doğru ve yanlış fâsılalı fâsılalı anlatılmıştır. Onda her konuya ait uygulayabileceğiniz hükümler vardır. Rabbimiz bu kitabında anlattıklarını tekrar tekrar anlatmış. Bir yerde anlatılan, başka bir yerde bir daha anlatılmış. Meselâ âhireti anlatmış Rabbimiz, araya başka konular koymuş, sonra dönüp aynı âhireti bir daha, tafsilatlı olarak anlatmış. Hiçbir şüpheye ve tereddüde mahal bırakmayacak biçimde her şey tafsilatlı olarak anlatılmıştır. İnsan yeryüzünde nasıl yaşamalıdır? Nasıl bir hayat programı izlemelidir? Rabbi ile nasıl bir ilişki içinde bulunmalıdır? Çevresiyle nasıl bir uyum sağlamalıdır?

 

Diğer varlıklara karşı yeri ve görevleri nelerdir? Hayatına nasıl bir program yapmalıdır? Nasıl mutlu olur? Nasıl huzursuz olur? Rabbine karşı nasıl kulluk yapmalıdır? Hangi yol kendisini dünyada felâkete, âhirette de cehenneme götürür? Nasıl bir hayat programı kendisini dünyada saadete, âhirette de cennete götürür? Bunların tamamı açık açık, tafsilatlı olarak bu kitapta ortaya konmuştur. İnsanların şu konu bizim için bu dünyada müphem kalmış, bu konuda nasıl davranacağımızı bilemiyoruz diyebilecekleri hiçbir şey yoktur. Tüm asırların, tüm zamanların ve mekânların, tüm insanlığın ve tüm varlıkların ihtiyaçları, hareket tarzları,

Hayat programları bu kitapta açık açık anlatılmıştır. Ama unutulmamalıdır ki, bu kitapta her şeyin fâsılalı fâsılalı, tafsilatlı tafsilatlı anlatılması insan olanlar, anlamaya  ve  kavramaya  ğayret  edenler  içindir. Yani akıllarını kullanıp bu kitabı hidâyet rehberi bilip, bu kitabı hayat programı bilip ona müracaat edenler içindir. Ben bunsuz mümkün değil yol bulamam, yolu yol bilene sormadan, yol bilenin elinden tutmadan, yol bilenin gönderdiği haritayı ele almadan, pusulaya müracaat etmeden mümkün değil ben yolumu bulamam diyen insanlar için  geçerli  teslim  olunacak bilgilerdir.

 

Beni yaratan, beni bu dünyaya getiren, beni yaşatan, benim yaşamam için yeryüzünde her türlü şartları hazırlayan ve sonunda da elimde olmadan beni öldürüp hesaba çekecek olan Rabbim elbette benim nasıl bir hayat yaşamam gerektiğini benden daha iyi bilir diyerek O’nun kitabına müracaat eden kişiler içindir bütün bu âyetler.   Her dönemde insanlar yollarını bulsunlar, hayatlarına onunla çeki-düzen versinler diye onlara böyle bir izahı  olan, her şeyi açık açık anlatan hayat programı göndermiştik. Hem öyle bir kitap ki, soru sormalarına, şaşırıp kalmalarına mahal bırakmayacak biçimde, başka hiçbir şeye muhtaç olmayacakları biçimde her şeyi açık açık onda anlatmıştır.

 

Her şeyi bir bilgiye göre izahı  getirilmiştir. Rabbimiz. Her şeyin en ince teferruatına kadar ayrıntısını vermiştir o kitapta. İnsanlara her konuda yol gösterecek, insanları dünyada huzur ve saadete, hidâyete, kulluğa ve sonunda cennete ulaştıracak net bilgiler vardır o kitaplarda. Bir de Furkân’dır bu kitap. Furkân, fark eden, ayıran anlamınadır. Bilindiği  gibi, Kur’an’ın bir adı da Furkân’dır. Yani hakkı bâtıldan, bâtılı haktan ayıran demektir. Bir de fark ettiren anlamınadır Furkân. Kitap kişiye yolunu fark ettirir, hayatını fark ettirir.

 

Kitapla beraber olan kişi, hayatındaki tüm bozuklukları, tüm şirkleri, tüm sapık ve bozuk düzenlikleri fark ediverir. Kitabın böyle fark ettirici ve ayırıcı bir özelliği vardır. İ  ve  düzensizlikleri  fark ettirir. Ebedi  hayat  Rehberimizi  tanımadan, bu kitapla tanışmadan bizim hak ve bâtılı tanıma imkânımız yoktur. Furkân’a ulaşmadan bizim hakkı ve bâtılı tanıyıp, Hakka tabi olup bâtıldan uzak bir hayata ulaşmamız kesinlikle mümkün değildir. Rabbimiz, Bir de  şunu hatırlatıyor ki değer yargısı olarak bizim Allah’tan, Allah’ın kitabından başka birilerini kabul etme hakkımız yoktur.

 

Yani bir şeye iyi ya da kötü deme yetkimiz yoktur. Haram ya da helâl deme yetkimiz yoktur. Eğer  insanlara  danışsak, sorsak  farklı  farklı  izahlarına  muhatap  oluruz. Birinin  güzel  dediğine  başka  birisi  çirkin  diyebilir. Bizler öncelikle  Allahın  kitabına  bakacagız. Tabir  caizse, Allah’a soracağız, Allah iyi demişse iyidir, kötü demişse kötüdür. “Bana göre bu iş böyledir!” Olmaz, bana  görede olmaz. Sana görede olmaz.  Dikkat edersek zamanımızda demokratik ve  laik  bir  bir hava içinde insanlar herkese her şeyi soruyorlar da Allah’a onun  muhkem  kitabına  danışma  ihtiyacı  duymuyorlar.

 

Halbuki  Problemleri  çözecek  olan  merci hakkı  batıldan  ayıran  ve  bir  adıda  FURKAN  olan  Allahın kitabı  ve  Onun  şanlı  Rasulünün Sünneti  seniyyesidir. Unutmayalımki;bu kitap eğlence de değildir. Tövbe  haşa, Eğlence olsun diye, laf olsun diye gönderilmemiştir. Hezl, Şaka, alay, latife, kaba mizah ve hezeyan anlamında bir terimdir. Şaka, alay ve latife kastiyle söylenen veya yazılan şeylerle ciddi bir eserin, aynı formda fakat mîzâhî şekilde yazılmış benzeri de „hezl“in tanımı içine girmektedir. Mizahla karışık alaycı sözlere; „hezl âmîz“, „hezel“ söyleyen, şakacı kimselere; „hezl-gû“ ve hezel tarzında yazılmış alaycı eserlere ise „hezeliyât“ denir.

 

Bazı yerlerde, şaka ile „hezl“ aynı manada kullanılmakla beraber, şaka; kapalı ve ince nükteli, „hezl“ ise daha çok açık-saçık ve az çok edep dışı olur. „Hezl“ kelimesi, Kur’an-ı Kerîm’de tek bir âyette, işte bu sûrenin bu âyetinde ciddinin karşıtı olan şaka, alay ya da hezeyân anlamında kullanılmıştır. Kardeşlerim, Rabbimiz yukarıdaki İlahi  beyanların bir şaka veya bir eğlence olmadığını, bunu insanoğluna haber veren Kur’an’ın da aynı şekilde „hezl“ olmadığını yeminle te’yid ediyor. Peygamber  Efendimizden  (sav) rivâyet edilen bazı hadislerde de „hezl“ kelimesinin şaka manasında kullanıldığını görüyoruz.

 

Nitekim Ebu Musa el-Eş’arî, Allah Resûlünün şöyle dua ettiğini nakleder: ** Allah’ım hatamı, cehlimi, işlerimde aşırılığımı ve senin benden daha iyi bildiğini mağfiret et! Allah’ım, „hezlimi‘; ciddimi, hatamı ve bilerek yaptıklarımı affet! Bunların tümü bende mevcuttur…**(Buhârî) Diğer bir hadiste Peygamber  efendimiz  (sav) mealen  şöyle  buyurmaktadır: ** Dikkat! Yalancılıktan şiddetle kaçının. Çünkü ne ciddi ne de „hezl“ (şaka) yollu yalancılık mübah değildir, müslümanın şanına yakışmaz…**(İbn Mace) Buna benzer bir hadis de Dârimî’nin „Sünen“i ile İbn Hanbel’in „Mûsned“inde kayıtlıdır  mealen  şöyle: ** Ravilerin en kötüsü yalan rivâyet edenlerdir. Çünkü ne ciddi ne de şaka olarak yalan mübah değildir…** Talâkla ilgili meşhur bir hadiste  mealen  şöyle  buyuruluyor: ** Üç şey vardır ki, ciddisi de ciddidir „hezl“i de ciddidir: Nikâh, talâk ve ric’at (ric’î boşamadan sonra iddet içinde eşe dönme)“ buyurulmaktadır…** (Ebû Dâvûd,İbn Mâce). Yani bir erkek, bir kadınla nikâhlanır veya nikâhlı karısını boşarsa, ya da bir iki talâkla boşadığı hanımına iddet süresi henüz bitmeden dönüş yaptıktan sonra bu işlerden herhangi birini ciddi yapmadığını şaka ettiğini iddia edemez.

 

Böyle bir iddia geçersizdir. Çünkü İman  ve Nikah şakaya gelmez. Kardeşlerim, Dünyadaki  hiç  bir  yazılı  kitap  Allahın kitaplarına benzemez. Yeryüzündeki tüm kitaplar, kitapçıklar, ister daha önce Allah’tan gelmiş ama sonradan insanların tahrif ettikleri semavî kitaplar olsun, isterse insanların kendi elleriyle Allah’ın indirdiği kitaplardan esinlenerek yazdıkları, oluşturdukları kitaplar olsun fark etmez, beşerin elinin değdiği, kaleminin işlediği hiçbir kitap Kuranı  kerimin yerine geçemez. Hiçbir kitap bu kitaptan öne alınamaz. Hiçbir kitap, hiçbir yasa, hiçbir sistem bu kitabın yerine ikâme edilemez.

 

Bu öyle büyük, öyle ciddi, öyle azîm bir kitaptır ki, yarın mezara girilince de insanların tümü bu kitaptan hesaba çekileceklerdir. *Kitabın nedir…* sualiyle bu kitabı tanıyıp tanımadığımızdan, bununla ilgilenip ilgilenmediğimizden, bunu diğer beşer kitaplarının önüne geçirip geçirmediğimizden, buna en üstün şerefi, değeri, pâyeyi verip hayatımızı sadece buna sorup sormadığımızdan, yani bununla amel edip etmediğimizden hesaba çekileceğiz. Soru bu kitaptan çıkacak, hesap bu kitaptan verilecektir. Hayatınızın hesabını bu kitaba göre vermek zorunda kalacağız  unutmayalım…

 

Rabbimiz buyuruyor ki, ***Bu kitap oyun ve eğlence konusu değildir…*** Allah’ın âyetlerini oyun konusu yapmaya kalkmayın. Allah’ın âyetlerini alaya almayın. Allah’ın âyetlerini kendi zevklerinizi tatmine imkân verecek şekilde oyun ve eğlence yerine koymayın, Allah’ın âyetleriyle dalga geçmeye kalkmayın. Başkalarının kitaplarını, başkalarının yasalarını uygulamaya koymak üzere sakın ha Allah’ın kitabını ikinci plana almayın. Ey Müslümanlar, bu konularda işi hafife almaktan son derece sakının. Allah’ın âyetlerini oyun ve oyuncak haline getirmeyin.

 

Böyle bir kitap göndererek Allah’ın sizleri sorumluluk yüklenecek konuma getirdiğini, size şereflerin en büyüğünü lütfettiğini asla unutmayın… (Besairul  Kuran.Ali Küçük.)  O size kitap vermiş, size hikmeti öğretmiş, sizi bütün milletlere önderler kılmış, sizi yeryüzünün en âlimi, en hakimi yapmıştır. Sizi vasat ümmet yapmış, denge unsuru yapmış, yani sapıkların sapıklık noktalarını sizin şahsınızda görebilmeleri, bilebilmeleri için sizi vasat  ümmet yani denge unsuru bir ümmet yapmıştır.

 

Bu sebeple bizler bu kitaba dayalı örnek yaşayışlarımızla tüm dünya insanlığına örnek olmamız gerekirken, böyle kendi kendimize kitabımızla diyaloglarımızı keserek, vahiyden habersiz bir hayat yaşamamız, Allah  korusun Allahın kitabını  ciddiye almamamız  affedilir  bir  davranış  olamaz. Bu  hâl  öMüslümanlara  yakışır  bir  tarz  ve  davranış  şekli  değildir. Tarık  Suresini  anlamaya  ve  anlatmaya  ğayret  ediyoruz…Rabbimiz, ***Muhakkak ki: Onlar, bir tuzak ile hilede bulunurlar…*** buyuruyor. Ömer  Nasuhi  Bilmen  Rahmetli  son  ayetler  hakkında  diyorki: (Muhakkak ki, onlar) İslâm dininin düşmanları olan inkarcılar, (Bir hile ile hilede bulunurlar.)

 

İnsanların İslâm dinini kabulüne mâni olmak için hilelerde, iftiralarda bulunmaya cür’et ederler. Kur’an-ı Kerim’e sihir ve Resül-i Ekrem’e sihirbaz veya şair demekten sıkılmazlar. Allah’ın nurunu söndürmeğe çalışırlar. Ben de bir tuzak ile hilede bulunurum. Hak Teâlâ da buyuruyor ki: (Ben de) İlâhî zatını da o hain kimselere karşı, (bir hile ile hilede bulunurum.) Yâni: Onların hilelerini iptal ederim, onların hilelerine karşı Yüce Peygamberime zafer veririm, onun neşrettiği din’i yükseltirim veya onları hilelerinin cezasiyle cezalandırırım, nitekim Bedir Gazvesindeki katledilmeleri, esir alınmaları bu ceza cümlesindendir.

 

Ahiretteki cezaları ise Elbette ki, daha müthiştir. Artık kâfirlere mühlet ver, onları biraz bırak. (Artık) Ey peygamber!. Sen üzülme, o (kâfirlere mühlet ver) onlardan hemen intikam almaya kalkışma, onların derhal helak olmalarına dua etme, onların mahv ve perişan olmalarını acele isteme. Evet.. (Onları biraz bırak.) Onların akıbetlerine bak.. Onların başlarına gelecek cezayı yakında göreceksindir…

 

„Ruveyda“ kelimesi, yakın, az, ağır ağır acelesiz manasınadır. Böyle az bir müddet beklemekle emredilmesi, Resül-i Ekrem için bir teselliyi içermektedir, kâfirlerin hilelerinden, saldırılarından endişede bulunan müminlerin haklarında da birteskin ve tahmin vesilesidir. Çünkü: O hilekâr düşmanların hileleri sönerek kendilerinin zarar ve ziyana uğrayacaklarına,

İslâm dininin ise tam bir muvaffakiyetle yayılmaya devam edeceğine işarette bulunmaktadır. Elbette ki, Cenab-ı Hak, İslâm dinini her zaman koruyacak ve yüceltecektir. Amenna..(Ömer  Nasuhi  bilmen)

Tefsiri  Münirde, Vehbe  Zuhayli  Bu  ayetlerin  izahında  diyorki: Allah Tealâ o düşmanları hilelerine karşılık ya dünyada, isyan ve kötülüklere bilemiyecekleri şekilde çekerek, ya da ahirette onlara, acıklı ve alçaltıcı bir azap hazırlayarak cezalandıracaktır. Allah Tealâ dünyada da Muhammed (sav)’den kâfirlerin hilelerini uzaklaştıracak, ona yardım edip dinini yüceltecektir. Hile, Allah Tealâ için kullanıldığında burada geçen ceza gibidir. Karşı­lığın, öncekinin ismi ile anılmasıdır.

 

Ayette: ***Kötülüğün karşılığı onun gibi bir kötülüktür.“ (Şûra, 42/40), *** Allah’ı unuttular, Allah’ta onlara nefislerini unutturdu.“ (Haşr, 59/19), „Allah’a oyun ediyorlar, O da onlara oyun edi­yor.“ (Nisa,4/142) buyurulmuştur. İlâhi hikmet, İslâm düşmanlarına karşı teenni ve nezakete hükmet­miştir. Allah Peygamberine, onlara beddua etmemesini, helakleri için ace­le etmemesini, onlar hakkında Allah’ın planına razı olmasını, azap onlara gelinceye kadar sabretmesini, çünkü onların pek yakın bir gelecekte mağ­lup ve perişan olacaklarını, sonuç olarak zaferin Peygamber (s.a.) ve asha­bının olacağını, onları kıyamet azabının beklediğini, gelecek olan her şeyin yakın olduğunu bildiriyor…

Tarık  suresini ve  son  ifadelerinin izahını Seyyid  Kutubun  beyanlarına  kulak vererek  bitirelim  inşaallah.. Onlar bel kemiği ile göğüs kemiği arasından fışkırıp gelen sudan yaratılmış yaratıklardır. Güçleri, kuvvetleri, kudretleri, iradeleri, bilgileri ve doğru bir istikametleri yoktur. Onlara uzun yolculuklarında yol gösteren işlerini idare eden kudret elidir. Onlar gönüllerin açılacağı bir dönüşe tekrar dirilişe doğru akıp gidiyorlar. Orada ne bir güçleri ne de yardımcıları olacaktır.  İşte tuzak kuranlar bu yaratıklardır.

Ben ise her şeyi yoktan var eden yolunu gösteren, koruyup gözeten, yönlendiren, tekrar yaratan sınayan, kudret sahibi, her şeye hakim, egemen olan göğü ve yıldızı yaratan, fışkıran suyu ve konuşan insanı yaratan, yağmur yağdıran, yaratıkların sahibi yeri göğü yaratan Allah’ım ben. İşte bende bir tuzak kuruyorum. İşte bu da bir tuzak, o da bir tuzaktır. Ve İşte savaş işte  meydan… Aslında bu savaş gerçek yönü ile tek taraflıdır, ama burada sırf hafife alma ve aşağılama amacı ile iki taraf şeklinde „Sen o kafirlere mühlet ver, onlara az bir mühlet ver.“ Acele etme. Savaşın sonucu için sabırsızlanma. Artık sen savaşın karakterini, özelliklerini ve gerçek mahiyetini görmüş bulunuyorsun.

Çünkü onlara mühlet verilmesinin az bir zaman tanınmasının ardında bir hikmet gizlidir. Bu tanınan zaman dünya hayatının ömrünü kuşatsa da azdır. Sonsuz ve ebedi olan ömrün yanında dünya hayatının ömrü nedir ki? İfade biçiminde yüce Allah’ın Hz. Peygambere nasıl yumuşak bir emir verdiğini görebiliyoruz. „Sen o kafirlere mühlet ver, onlara az bir mühlet ver.“ Sanki burada emir sahibi, izin sahibi Hz. Peygambermiş gibi. Sanki onlara zaman tanınmasına O izin veriyor. Ya da onlara süre tanınması O’nun onayına bağlı. Halbuki bunların hiçbiri Hz. Peygamberin elinde değildir.

Bu sadece bu ortamda Hz. Peygamberin gönlüne rahmet meltemleri gönderen sevginin, ülfetin bir ifadesidir. Bu öyle bir ülfettir ki O’nun gönül arzusu ile Rabbinin iradesini bütünleştirmektedir. Bir yetkisi varmış gibi O’nu bu eyleme ortak yapmaktadır. Onunla ilahi saha arasındaki farkları ve engelleri ortadan kaldırmaktadır. Aslında herşeyi idare edip hükme bağlayan ilahi iradedir. Sanki Rabbi O’na şöyle buyurmaktadır:

Sen onlar hakkında dilediğini yapabilirsin. Fakat onlara mühlet ver, az bir zaman tanı… Bu şefkatle dolu sevgi ve lütuflarla dolu ülfetin sonucudur. Sıkıntılara, zorluklara, yorgunluklara ve tuzaklara dokunmakta, onların hepsini silip götürmekte ve eritmektedir. Geride sadece şefkat ve sevgiyi bırakmaktadır…(Fi  zilal.Seyyid Kutub)

Allahım bizlere senin  muhkem  kitabın  Kuranı  kerimi  doğru  anlama  bilinci  ihsan  eyle. Allahım  bizlere  senin emir  ve  yasaklarını  iyice  anlayacak  şuur  ihsan  eyle. Allahım, Bizlere ögrendiklerimizi  hayatımıza  tatbik  etmeyi  nasib   ve  müyesser  eyle. Bizleri  Razı  oldugun  kullarınla  bir  ve  beraber  eyle. Bizleri  sıratı  müstaki  üzere  yaşayanlardan  eyle…Sen  her  şeylere  kadirsin  Allahım…Amin…

Sermedkadir…LU…16.03.2017…

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert