Cahil Cesaretli Olur Derler

Kuranı Kerimde Maide Suresi Ayet.100.de mealen şöyle buyurulmaktadır: *** De ki; Kötü şeylerin çoklugu seni cezbetse de, kötü ile iyi bir degildir. Ey akıl sahipleri Allaha saygılı olun ki, kurtulasınız…***

Cenabı Hakk (cc) İnsanı yaratmamış olsaydı hiçbir varlığı yaratmazdı. Herşeyi insan için, insanların faydalanması için yaratmıştır. Eğer insan yaratılmamış olsaydı:* Melekler olmayacaktı.* Cennet-Cehennem olmayacaktı.* Dünya ahiret olmayacaktı.* Ay, güneş ve yıldızlar olmayacaktı. Bütün bunlar, insanlar yaratıldığı için var. İnsana hizmet için var. Dünyadaki her şey, insana hizmet etmesi için yaratılmıştır.

Allah (c.c.) insanlardan: * Kendisini tanımalarını, Emirlerini yerine getirmelerini, Yasakladıklarından kaçınmalarını,* Kısacası, kendisine kulluk etmelerini istiyor. Allah’a kulluk, Müslüman olmakla başlar. Müslüman olmak için Allah bizden bir kelime istiyor, O da: Kelime-i Şehâdet. Eşhedü enla ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abduhu verasuluhü.

Bir de İnsanları İslam dairesine dahil eden Kelime-i Tevhid var. La ilahe illallah Muhammeden Rasulullah. Bunlar ayrı ayrı kelimeler. Birbirlerine karıştırmamak lâzım. Bu kelimeleri dilimizle ifade etmemiz bizleri her türlü sorumluluktan koparıp, bizleri mesuliyetten kurtarmıyor. Bu söyledigimiz güzelliklerle İslâm dairesine girdikten sonra kulluk şuurumuza tabir caizse merhaba diyoruz.

Allah’ın emirleri artık bundan sonra bütün benligimizde gerçekleşmeye başlıyor. Bizim yaratılış hikmetimizi Allah (c.c.) şu ayetiyle açıkça bildiriyor. Rabbimiz Zariyat Suresi Ayet.56.da mealen buyuruyor ki: *** Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım….*** yani yaratılış hikmetimiz Rabbimize kulluk yapmak. İnsan olarak en yüksek izzet ve şerefe nâil kılınmış olmamız bu Ayetlere baglılıgımızla orantılı…

İnsan olmamızın getirdigi deger ve kıymet ölçüsünü tam tutturmamız için, kulluk yapmak ve kulluğumuzun icaplarını yerine getirmek zorunda oldugumuz bilincine varmamız icabediyor. En değerli iki büyük sermayemiz var: Biri, İman; diğeri imanımızın varlığına delil olacak olan ibâdetlerimizdir. Bunlar varlığımızın ve şuurlu olmamızın temel taşlarıdır. Bunlarla dünya ve âhiret saadetini ancak kazanabiliriz…

Yine düşünen, akleden ve yaratılmışların en şereflisi olma özelligimizle bize verilen ömür sermayemizi en kazançlı şekilde değerlendirmek durumundayız. Allah’ın bize lutfettigi her türlü nimetler aslında kulluk bilincimizi ve Yaratana olan şükür ve hamdetme özelligimizi daha da artırmalı Yaratanımızla her anımızda barışık olmalıyız ki İmanın ve İnancın hazzını alalım, Teslim olma şuuruna hakkıyla varalım…

Mallarımız, evlâtlarımız, edindigimiz makamlarımız, beşeri rütbelerimiz, maddi sermayelerimiz, her bir azamızın kudret ve kuvveti bizi Allah’a kulluk yapmaktan alıkoymamalı. Bilakis bu Dünya nimetlerine erdigimiz için kibiri, gururu bir yana bırakıp, her fırsatta Allaha ibadetle ve Yüce yaratıcıya en samimi DUA ve niyazlarımızla ona kullugumuzun gereklerini ifa etmek boynumuzun borcu olmalıdır.

Dünya nimetlerinin hepsine birer imtihan aracı olarak bakmamız icap eder. Bu tür kazanımlarımıza aldanmamak gerekir. Çünkü geçici şeylere aldananların kaybedecegini hesap etmek adımlarımızı ona göre atmak bizleri küçültmez aksine bizleri muttaki kul mertebesine yükseltir. Aksi yönde bir hareket bizlere hem Dünyamızı ve hem de Ahiretimizi kaybettirir Allah korusun…

Samimi, şuurlu ve akıllı Müslümanlar kulluk şuurunun vermiş oldugu firasetle ellerinde fırsat varken sâlih ameller işlerler. Hayatını verimli kılacak çaba ve gayret sarfederler. İnsanlara karşı yapacakları hayırlı hizmetleri onu hayırlı ve şuurlu kul yapacagına inanır.

Allah’ın bize verdiği imkanları onun emirlerini yerine getirerek değerlendirmeye çalışır. Kul olmanın ve Allah’a kulluk yapmanın şuuruyla haz alır ve sevinç içinde huzur duyarlar. Firaset ehli Müslüman bilir ki; Bu haz, bu sevinç ve bu tatlı huzur Ahiret kazancımızın da sermayesi olur inşaallah…

Biz Müslümanlar affedici oldugumuz zaman, kendimiz dışındakilere merhametli davrandıgımız zaman, kendi kanaatlerimizi DİN edinmedigimiz zaman, her türlü meşakkate ve zorluga sabredenlerden oldugumuz zaman, olabilecek her çeşit öfkelerimizi yuttugumuz zaman hem ahlak olarak, hem edeb olarak hemde karakter olarak yükseliriz. İçimizde huzur duyarız…

Bütün benligimizle İlim ve hikmete yöneldigimizde ise deger ve kıymetimizin yüceldigini,
Cahil, öfkeli, insan sevgisinden uzak sevimsiz bir sürü kalabalıktan farkımız olduguna şahit olacagız. Ve kesinlikle bu durumumuz bizleri gururlandırmayacak. Çünkü bize bu düşünceyi ve bu tavrı telkin eden Yüce Rabbimizin emri oldugu için yaradana hamd ve şükredecegiz. En degerli varlıgımız, İmanımıza sımsıkı sarılacagız…

Ne yazıkki Tarihin her döneminde oldugu gibi; Dinde aşırı gidenler, kendi kanaatlarını, zanlarını DİN edinenler, liderlerini ilahlaştıranlar, öfkeleri merhametlerini, nefretleri sevgilerini aşanlar oldu. Tarihin her dönemi bu ve bunun gibi cahili düşünce ve hareket mensuplarının varlıklarıyla doludur. Bu minval üzere yaşayanlar aradıklarınıda bulmuşlar, gününü gün edip, Güzel günler de yaşamışlardır. Lakin bunlara Samimi bir dille Müslüman demek, İslâm’a hakaret sayılır…

Cehalet Müslümanın sırtında çirkin görünümlü bir kambur gibidir. Cehalet kesinlikle Müslümana yakışmayan bir ayıptır. Bu Dinin mübelligi olan Peygamber Efendimiz Peygamberligi boyunca CEHALETLE mücadele etmiş, Ashabına dogruyu, gerçegi, hakikatleri ögretmiş ve Cahilligin karşısında ve İLMİN yanında yer almış, Ashabını DARUL ERKAM’da yetiştirmiş, İLİMLE yugurmuş örnek ve degişmez önderimizdir…

İlimden, Hikmetten kopuk bir yaşantı ve bu yaşantıyı devam ettiren nasipsiz insanlar Allahın ayetleriyle maneviyatlarını beslemezlerse, kendi hayat çizgilerini Allahın ayetleriyle, kontrol altına almazlarsa bu takdirde, her kötülüge meyilli nefsin insanı sınır tanımaz kötülüklere sürükleyeceğine, Kişiyi Allah korkusundan ve Ahiret inancından zamanla koparacagına, insanlara nefislerinde bulunan bu kötülüklerden sakınacak gücü ve aklı kendilerinde bulamayacaklarına ve şeytanın maskarası olacaklarını ifade etmek kehanet olmasa gerektir…

Eger bir insan Allah’ın Ahirette kendisini, dünya hayatında gösterdiği tavırlardan sorumlu tutacağını düşünmeden hareket ederse bu durumda da nefsinin isteklerini yerine getirmekte bir sakınca görmez. İçinden gelen tavır her ne kadar kötü de olsa, bundan sakınması için kendisine geçerli bir sebep bulamaz. O anda nefsi öfkelenmesini ilham ediyorsa hemen bu telkine kapılır, artık o kişi şeytanın askeri konumuna gelmiştir…

Şeytan bu kişiye neyi telkin ederse anında her türlü davranışı uygular. İnsanlarla alay ederek, saga sola iftira atarak, yalan söyleyerek, entrika yaparak, ikiyüzlü bir tavır sergileyerek İblis neyi telkin ediyorsa ve göstermesini ilham ediyorsa tüm bunları hiç düşünmeden hemen dışa vurur. Allah’a hesap vereceğini düşünmediği için de tüm bu tavırları uygulamakta hiçbir sakınca görmez.

Oysa bunların hepsi, Allah’ın Ayetlerinde Peygamberi vasıtasıyla bildirdigi, nefsin insanları çağırdığı sınır tanımaz kötülüklerindendir. İnsan nefsinin telkinlerine uyarak hareket ettiğinde, insanların gözünde hiçbir şekilde büyümez, aksine küçülür. İçinden gelen duyguları, kötü olduğunu bildiği halde kontrol altına alamamış olmaları bu insanların zayıflıklarını ve vicdanlarını kullanmadıklarını ortaya koyar.

Cahil ve bilgisiz İlimden yoksun olan, dogru düşünceden nasipsiz olan kişiler, İlim erbabı, faziletli dogru ve gerçeklere teslim olmuş, akıllı kişilerden bucak bucak kaçarlar. Çünkü bu tür karanlık zihniyetli kişiler kendilerini oldugundan büyük görme hastalıgına tutulmuş nasipsizlerdir. Cahiller genelde her şeyin dış yüzüne bakmayı esas alırlar. Her şeyin yüzeyiyle ilgilenirler. Mesela * görmedigime inanmam * sözleri en sevdikleri cümlelerden birisidir.

Cahillik Olgun olamamaktır. Cahil kişi, Nefsinin istekleriyle çatıştığında akılcı ve makul tavırlar sergileyememe neticesinde hareketleriyle ve sözleriyle insanları küçük düşüren tavırlar sergilemekten haz alır. Oysa ki * Asil ve güzel olan * Allah’ın yine Ayetlerinde belirttiği gibi, nefsin tüm bu kötülük telkinlerine karşı ondan sakınmak ve vicdana uygun bir tavır sergilemektir. Yalnız bu husus İLİM ve bilgi gerektiren ama aynı zamanda da insanı yücelten, büyüten, insanların saygısını ve sevgisini kazandıran bir Ahlak anlayışı bir Fazilet ölçüsüdür ki; Bu seçkin tavırları cahillerde aramak beyhudedir…

İslami kimligini ön planda tutan kişi basit tavırlara, küçük çıkarlara tenezzül etmeyen bir karaktere sahiptir. Cahiliye ahlakına teslim olmuş, kalbi kararmış ve gönlü körelmiş insanlar, olaylar karşısında akılcı çözümlere başvurmak yerine, bunlara karşı düzen kurarak, entrika çevirerek, yalan söyleyerek halletmeye çalışırlar. Şeytanın telkinlerine uydukları için, dürüstlükle, açık yüreklilikle, samimiyetle çözümlenebilecek konularda içten pazarlıklı, ikiyüzlü ve sinsi yöntemlere başvururlar.

İman sahibi samimi ve şuurlu bir Müslüman ise, Allah korkusu nedeniyle, cahiliyeye, bilgisizlige, yalana, samimiyetsizlige ve her türlü azgın ve sapkınlıga ahlaki olarak tamamen uzak olma durumundadır. Cahiliye toplumlarında yetişen insanlar, bu ahlakı çok yoğun olarak yaşarlar. Bu da beraberinde onlara şüpheci tavırları, sebepsiz kaprisleri, küskünlükleri ve sonu olmayan tartışmaları, didişmeleri, sonu gelmeyen mücadeleleri beraberinde getirir.

Bu tür çekişme ortamları onları huzursuz ve mutsuz bir hayata sürükler. Kıskançlıkları yüzünden hem kendilerine, hem çevrelerindekilere, hem de sevdikleri insanlara maddi manevi büyük zararlar verirler. Büyüklerimizin diline yer etmiş güzel bir söz vardır derlerki; * Akıllının düşmanlıgı, Cahilin dostlugundan daha hayırlıdır…*

İnanıyorum ki Hiç bir kimse Cehalete, Cahillige, Bilgisizlige, Fasıklıga müsamaha ile bakamaz, hoşgörülü davranamaz.

Dinimizin hükümleri, emir ve yasakları, uyarıları bellidir, çok açıktır. Bunları bile bile, Cahilce ve kimseden perva etmeden, Allah’tan korkmadan, Onun şanlı Resulunden utanmadan, Müslümanlardan çekinmeden İslam Dininin zıddına ameller işleyenler zalimlerdir, fasıklardır. Onların istikballeri, gelecekleri zindan olur. Sonunda tepetaklak layık oldukları çukura yuvarlanırlar.

Allah katında tek geçerli din İslâm’dır. Bu Kur’ân âyetiyle sâbit muhkem bir gerçektir.

Hiçbir Müslümanın, hiçbir hocanın, hiçbir ilâhiyatçının, hiçbir efendi hazretlerinin, hiçbir DİN bilgininin, hiç bir akademisyen profesör ya da doçentin: *** İnneddine indallahil İslâm – Allah indinde tek din İSLAMDIR *** Ayetinden tâviz vermeye hakkı ve salahiyeti yoktur…

Son zamanlarda birtakım Müslümanların * İbrahimi DİNLER * sloganını perde ve paravan yaparak bütün dinleri hakmış gibi göstermeleri hiç bir şekilde affedilir bir davranış degildir. İslâm’da esas olan diyalog, hoşgörü, evrensel kardeşlik değildir. İnancımıza göre sadece İNANANLAR KARDEŞTİR. İslâm’da esas ve asıl olan ilkeler bellidir örnegin:

İslam Dinini bulundugumuz her yerde tebliğ etmek bir görev ve sorumluluktur. İslam Dinine davet etmek zaten bizlerin üzerine Farzı kifaye olan bir yükümlülügümüzdür. İslâm’ın müjdelerini ve uyarılarını insanlığa ulaştırma mesuliyeti kıyamete kadar devam edecek ve vakti sınırlı olmayan bir İBADET şeklimizdir. Bu ve buna benzer görevleri o mekanda yapabiliyorsak ne ala yok yapamıyorsak en azından o mekanı terk ederiz…

Müslümanlar Hazreti Musayı ve Hazreti İsa’yı kabul ettikleri ve onlara iman ettikleri halde; Yahudiler ve Hristiyanlar Hazret-i Muhammed’i inkâr ve yalanlamakta, Kuranı Kerimi yalanlamakta, İslâm dinini hak din olarak kabul etmemektedir. Bu şartlar altında nasıl diyalog olabilir, nasıl hoşgörü olabilir. Diyelimki; Farzımuhal olmazya her şeye göz yumuldu, Bunun Müslümanlara ne gibi bir faydası dokunabilir..?

Hristiyanlar halâ İslamiyeti bir Din olarak görmemektedirler. Peygamber Efendimizi Allahın Rasulü olarak tanımamaktadırlar. Onlar İslam Dinine bir KÜLTÜR olarak bakmaktadırlar. Bu konuda tatmin olmayıp Daha fazla bilgi edimek isteyenler Yeni Papanın görüş ve düşüncelerine yer verdigi kitabını okuyabilirler. Avrupa ülkeleri içinde Belçikadan başka İslamiyeti RESMEN tanıyan başka bir ülke yoktur neden acaba..?

İslam Dinini iyice özümseyemeyen, anlayamayan, kavrayamayan Câhil ve saf halk yığınlarını kandırmak mümkündür ama, Allahın her asırda ilimde derinleşen kulları vardır ve olacaktır. İslaa teslim olmuş Allah erlerini kandırmak, aldatmak, onların gözlerini cehaletle boyamak asla mümkün degildir. Ayrıca Hak Teâlâ’nın cezasından ve azabından kaçıp kurtulmak, İlahi adaletten sıyrılmak pek kolay olmasa gerektir…

Netice olarak diyoruzki Müslüman uyanık olmak zorundadır. Müslüman Allahını, Dinini, Kitabını, Peygamberini ve İnandıgı Peygamberin Sünnetini iyi bilmek zorundadır. Müslüman teslim oldugu Dinin hükümlerini bilmek ve o hükümleri hayatına uygulamak zorundadır. Müslüman İnandıgı Dinin Kitabının hükmünün Kıyamete kadar devamlı oldugunu bilen bir ilme ve donanıma sahip olan kişidir…

Müslüman, asla ve katiyyen Cehalete hayatında yer verecek karakter ve yapıda olan İman ve düşünceyi sine’sinde barındıramaz. Müslümanın inancı hak, ilmi hak, bilgisi hak, düşüncesi hak, itikadı hak, Mukaddes bildigi bütün degerleri haktır. Bu dinin Peygamberi (sav) Cehaleti reddetmiş ve İslam nurunu Allahın izniyle Ümmeti Muhammede Teblig ve İrşad etmiştir. Bu NURU gönüllerine dolduranların başka şeytani fikir, düşünce ve ideelere gönül ve kalp kapıları kapalıdır…

İnanıyorum ki; Her Müslüman, ömrünün bütün anlarını, hayatının bütün yönlerini, Yaradan Rabbinin RIZASI istikametinde geçirmek mecburiyetindedir. Allaha inanan insan bilirki Dünyaya hem Ahiretin tarlası, hemde allahın isimlerinin tecelli yeri olarak bakmak durumundadır. Yani Allaha inanan kişi hayatın her zerresinde Allaha hamdetmek ve şükrertmek durumundadır…

Eger bu titizlik ve hassasiyet üzerinde hayatı düzenli, disiplinli, şuurlu ve bilinçli bir şekilde yaşarsa; Cahillerin ve cehalet pisliklerinin o kimseye bir zararı dokunmaz. Müslümanın fikrinde tevhid inancı, hayatında Sıratı müstakim üzere yaşama gayreti oldugu müddetçe endişeleri, korkuları ve kuşkuları yersiz olacaktır İnşaallah. Hasbunallahü veni mel’vekil – Allaha dost olarak yaşayanlar, Allah benim vekilimdir diyenlere ne mutlu…

Allahım. Cahillerden ve Cehaletin her türlü kötülüklerinden, şerlerinden sana sıgınıyoruz. Bize İLMİ sevdir. Bize Alimleri sevdir. Biz Müslümanları birbirimize karşı sevgi ve dostlugumuzu artır. Bizleri inananlara karşı yumuşak huylu, tatlı sözlü, nezâket sahibi eyle Bizleri birbirimize katı sözlü, katı kalpli, acımasız kılma, merhametsiz kılma, kadir-kıymet bilmez eyleme. Bizim iki günümüzü birbirine eşit eyleme. Her verdiğin yeni günü rızâna uygun değerlendirmemizi nasip eyle…

Boş vakitlerimizi âhiret hesabına hayırla doldurmamızı kolaylaştırmamızı nasip ve müyesser eyle. Kısa ömrümüzü boş geçirmememiz için bizden yardımını ve merhametini esirgeme. Bize Yüce ve mükemmel kitabın Kuranı kerimi sevdir. Bize Sure sure, Ayet ayet vahyini okuma ve elimizden geldiğince yaşama imkanı nasip eyle. Kusurlarımızı affet. Günahlarımızı bağışla. Bizi Rahmetinden uzaklaştırma. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…
Sermed Kadir… 22.04.2005

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert