MİRAC YOKTUR DİYEN ŞAHSA…

MİR’AC  YOK  DİYEN DİN  TAHRİPÇİSİNE CEVAPTIR…3…İSRA: mana itibariyle: Yürümek demektir. *GECE  YÜRÜYÜŞÜ* manasına gelir. *MİR’AC* ise: yukarı çıkmak, yükselmek anlamlarını ifade eder.Peygamber Efendimizin (sav) göğe    yükselerek Allah’ın huzuruna kabul edilmesi mucizesidir. *MİR’AC* kelimesi arapçada yükseğe çık­mak anlamına gelen *URUC* kelimesinden türetilmiş olup, sözlükte „yükselme, yük­seğe çıkma aracı“ demektir. Dinî bir terim olarak yani ıstılahta ise MİR’AC, Peyhgamber efendimizin (sav) Yüce Allah tarafından göklere yükseltilip kendi huzuruna çıkarılması ve bu arada bir çok ilâhî sırlara ve tecellilere mazhar kılın­ması olayını ifade eder. Peygamber Efendimiz (sav) bu olayı anlatırken *YÜKSEĞE  ÇIKARILDIM* ifade­sini kullandığı için olay *MİRAC* adıyla anılır  olmuştur.

Rabbimiz İsra suresi ayet.1.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir…***  Kur’ânı Kerîm’de bir çok peygambere verilen mucizelerden sözedilir ve bu muci­zelerin peygamberlerin değil Cenabı Al­lah’ın fiili olduğu belirtilir. Peygamberlere mucizeler verilmesi bir çok hikmet içerme­sinin yanısıra, Yüce Allah tarafından o pey­gamberin taltif edilmesi anlamını da taşır. Peygamber Efendimize de (sav) ilâhî bir lütuf olarak verilen mucizeler var­dır ve bunların en önemlisi Kur’ânı Kerîm’dir. İşte son peygamber Hz. Muhammed’e (sav) ihsan edilen mucizelerden biri de özellikle Ebû Talip ve Hz. Hatice’nin vefat­larından sonra müşriklerin inananlara eza ve cefalarını arttırdıkları döneme raslayan miraç mucizesidir. Miraç hadisesi hic­retten önce peygamberliğin 13. yılında {m.622) recep ayının 26’sını 27’sine bağlanan gece meydana gelmiştir. Bundan  sonrasını Rivayetlerden öğreniyoruz…kısaca neticede:

 

MİR’AC olayında Peygamber Efendimiz (sav) Refref adlı özel bir binekle Cenab-ı Hakk’ın huzuruna götürüldü ve O’na yaklaştırıldı. Kur’ân-ı Kerîm’de bu yakınlığı belirtmek üzere En Necm suresi ayet.8-9.da meâ­len şöyle buyurulur: *** Sonra (Muhammed’e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu…*** Yüce Allah ile mekândan münezzeh olarak ko­nuşma mertebesine eriştirilen Rasûl-i Ekrem tazim ifadeleri ile selâmlarını arzetti. Cenab-ı Allah da rahmet ve bereket söz­cükleri ile selâmını karşıladı. Namazlarda her oturuşta okunan *ETTAHİYYATÜ* duasının bu görüşmenin hatırasını yadetme anlamı taşıdığı rivayet olunur…

Nice sır’lara ve ilâhî tecellilere mazhar kılınan Peygamber Efendimiz (sav) doğrudan vahye muhatap oldu. Kendisine beş vakit namaz’ın farz oluşu ve Cenabı Allah’ın on iki emri tebliğ edildi; Allah’ın birliğine ina­nan bütün Muhammed ümmetinin günahlarının cezasını bir süre çektikten sonra cennete gireceği müjdesi verildi; ayrıca Bakara sûresinin son iki âyeti arma­ğan edildi. Şehitlerin ve müttakilerin ruhları ile me­leklerin barınağı olan *CENNETÜ’L ME’VA* yı da görme şerefine erişen Peygamber Efendimiz (sav), dönüşte Cebrail’in yol göstericiligi ile, cenneti hakedenlerin erişecekleri mutluluklarını ve cehenneme atılmaya müstehak olanların acı akıbetlerini sergileyen ilginç görüntüler seyretti. Sonra gökten Kudüs şehrine inildi. Burada Rasûl-i Ekrem (sav) kendisini karşılayan bütün önceki peygamberlere imam oldu, birlikte namaz kıldılar. Daha sonra Mek­ke’ye dönüldü. Peygamber Efendimiz (sav) uyanıp ken­dine geldiğinde Kabe’nin avlusunda idi…

 

Peygamber Efendimiz (sav) ertesi gün bu gördükleri­ni anlatınca Şimdiki  bazı  akademisyenler  gibi, Mekkeli putperestler ona inanmadılar. Öte yandan derin İman sahibi müslümanlar Rasulullah’ı canı gönülden tasdik ettiler, hatta Ebubekir Efendimiz henüz bizzat Peygamber Efendmizden (sav) bu olay hakkında bilgi almadığı halde hiç tereddüt etmeden *Eğer Rasûlullah söylüyorsa mu­hakkak doğrudur* diyerek imanının sarsılmadığını gösterdi ve bu sebeple *SIDDIK* lakabına lâyık görüldü. İnanıyoruzki; Günümüzde Miracı anlamak, eskiye nispetle daha kolaydır. Çünkü ilim ve teknoloji, insanoğlunun ufkunu açmış ve birçok insanın aklının ermediği işler yapılıp ortaya konmuştur. Bize düşen; İsra ve Mir’ac’ın hikmetini anlamak ve bu olayın, insanlık için maddi ve manevi yükseliş sınırlarını gösteren bir mûcize olduğunun idraki içinde olmaktır.

Ebubekir efendimizi takip edenler olaya sadık bir şekilde inanmışlar, Ebu cehili takip edenlerde hala inanmamak üzere inatlarını sergilemişler ve de sergilemektedirler. İnanıyoruzki; MİR’AC, HABİBULLAH olan Peygamber  efendimizin (sav) göklere yükseldiği ve dünya zamanından çıkıp, ahiret zamanında Allahu teâlâ tarafından kabul edildiği muhteşem hadisenin ismidir. Allahın Şanlı Peygamberinin (sav) Mir’ac’ta maveradan yani ötelerden, ötelerin ötesinden getirdiği bir büyük haberdir. Bir büyük MUCİZEDİR. Şurası bir gerçektirki; Mir’acı, her beynin idrak etmesi mümkün değil. Bazı kafalar, imanı akıl süzgecinden geçirmekle sorumlu tutarlar kendilerini. Onlar, güneşi mum ışığıyla yoklamaya çalışırlar. Miracın İSLAM  ÜMMETİNE iki müstesna hediyesi vardır. Biri Peygamber Efendimizin (sav) getirdiği 5 vakit namazdır. Diğeri, yetişkinlerde ilklerin ilki, İslamın teslimiyet numunesi, Hulefa-i Raşid’in en yükseği, Peygamberlerden sonraki erişilmez zirve Hazreti Ebubekir’in büyük imtihandaki çarpıcı cevabıdır: * O DİYORSA  DOĞRUDUR…*

 

Bu gerçeği, hakikati, doğru  olanı Rabbimiz Şura  suresi  ayet.51-52.de mealen şöyle ifade buyurmaktadır: *** Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir. İşte böylece sana da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin…*** Bu yükseliş, bu akıl ötesi,ötelerin ötesi hadiseyi gerçekleştiren Allahın Şanlı Peygamberini (sav) derin hurmet ve en mümtaz selamlarla selamlarız, salatı selam getirmeyi her ismi anıldıgında vazife  biliriz. Örnek  ve  önderimiz  bilir onun ÜMMETİ  olmayı şereflerden  büyük  şeref  sayarız.

Bizlere müjde  mahiyetinde  olan bir  hadis  mealen şöyledir: ** İbrahim, Allahın dostudur. Mûsa, Allahın kendisiyle konuştuğudur. İsa, Allahın kelimesi ve ruhudur. Ademi de, Allah seçmiştir. Bunlar doğru. Ben ise, Allahın sevgilisiyim. Ama bununla övünmüyorum. Kıyamet gününde hamd sancağını ben taşıyacağım, yine övünme yok. Kıyamet gününde ilk şefaat edecek olan, benim. Bu yetki ilk kez bana verilecektir, ama yine övünme yok. Cennet kapısının halkasını ilk kımıldatacak olan, benim. Allah bana, cennet kapısını açıp, ilk defa beni ve benimle birlikte müminlerin fakirlerini oraya koyacaktır. Buna rağmen yine övünme yok.(İbn Abbas (ra). Tirmizî.)

 

Sermed…

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.