DİN İSTİSMARI…

Rabbimiz Maide suresi ayet.61-63.te mealen şöyle buyurmaktadır:*** Onlar, size geldikleri zaman, *İMAN  ETTİK* dediler. Oysa yanınıza kâfir olarak girip, kâfir olarak çıkmışlardır. Allah, onların gizlediklerini çok iyi bilir. Onlardan çoğunu, günah işlemede, düşmanlıkta ve haram yemede yarış ederken görürsün. Bu yaptıkları şeyler ne kötüdür! Gerçek dindarların ve din bilginlerinin, onları günah olan bir söz söylemekten ve haram yemekten men etmeleri gerekmez miydi? Yaptıkları şey ne kötüdür…***

 

Peygamber efendimiz (sav) Buhari’nin Ebu hureyreden rivayeti olan bir hadiste mealen şöyle buyurmaktadır:** Kıyamet gününde, Allahın huzurunda, insanların en kötüsü, bir kısım insanlarla başka türlü, ötekilerle başka türlü konuşan ikiyüzlülerdir…** Konumuza esas aldıgımız İstismar sözcügünün kelime anlamı yeterince açık aslında. İstismar: Kötüye kullanma, sömürme gibi son derece olumsuz manalar bunlar. kötüye kullanmak, taciz etmek, suistimal etmek, kötü emellerine alet etmek, kötü davranmak, tecavüz etmek demek. Bu anlam çerçevesinden bakınca mesele dinin temel yapısına zarar vermeye kadar uzanıyor.

 

İnanıyoruz ki; kâinatla ve onun en ön plana  aldığı insanla ilişkilerin güven  verici en  önemli unsuru samimiyettir. Dürüst ve iyi niyetli, hak ve hukuka riayetkâr, erdem ve ihsanı ilke edinmiş bir mümin olmak, samimi olmak mutlak  surette bir  ideal olmalıdır. Samimiyet, atılan her adımdan, verilen her karardan art niyeti ve riyayı uzak tutmayı gerektirir. En önemlisi de dinini ve dinî değerlerini dünya menfaatine kurban etmekten, Allah’ın rızası dışında rıza ve onaylar almak uğruna dinini feda etmekten şiddetle sakınmayı gerektirir.

Din ile samimiyet arasındaki bu vazgeçilmez bağı kuramayan birçok kişi ve grup, tarih boyunca dinden faydalanarak çeşitli kazançlar elde etme yoluna gitmiş, düşünce ve eylem bazında sapmalar yaşarken menfaatlarına, çıkarlarına dini duyguları alet etmekten çekinmemiş ve tarih boyunca din istismarı ile dini tahrif kol kola yürümüştür. Her ne kadar dile getirmeyi  arzu  etmesek te, din istismarı söz konusu olduğunda İslam toplumları da üzücü örneklere şahittir.

Tarihte  her  türlü  gelenekleri arkasında bırakan bu bulaşıcı hastalık Müslümanlara sirayet etmekte gecikmemiş, Hulefa-yı Raşidin döneminin acı tecrübeleri, fitne hareketleri, siyasi ve itikadi bölünmeler, din istismarını da beraberlerinde getirmiştir. Allah kelamının ilahî bir kalkanla korunuyor olması metnin değiştirilmesine imkân vermese de kimi zaman ayetlerin anlamlarını çarpıtarak, kimi zaman da onları asıl  anlamlarından  soyutlayarak amacı dışında kullanıp batıni yorumlarla maksadının dışında istihdam ederek istismarın yolunu açanlar daima olmuştur.

Sadece Kur’an’ı değil hadis rivayetlerini, ashab-ı kiramın hayatını, dinî değer ve kavramları, Müslümanların dinî duygularını istismar eden Din bezirganları dün olduğu gibi bugün de karşımızdadır. İtibar ve nüfuz elde etmek, ekonomik çıkar sağlamak, makam ve şöhret kazanmak ya da ilmî yetersizliğini ört bas etmek gibi farklı niyetlere hizmet etse de din istismarının sonucu aynıdır: Dinin toplum içindeki saygınlığını ve insanların dine dair güvenini zedelemek, sağlıklı bir din algısının toplum içinde yerleşmesine engel olmak ve tefrikaya zemin hazırlamak. Din  istismarının  ve  istismarcılarının  ana  ğayelerinden dir  diyebiliriz.

 

İstismarın *KÖTÜYE  KULLANMA* anlamını niyet konusu üzerinden hassasiyetle düşünmemiz gerekir. Çünkü halis niyetlerle dine hizmet etmek için yapılan işleri anlamadan dinlemeden topyekün istismarcılık olarak suçlamak son derece yanlıştır. Dinî faaliyetlerin yukarıda belirttiğimiz gibi dini istismar çabaları olduğuna dair yaygın bir propaganda zaten var. Ne yazık ki bu propagandanın ve kimi kötü örneklerin tesiriyle bazı namazında niyazında insanlar da temiz niyetli, faydalı işler yapan organizasyonlara bu gözle bakabiliyor.

 

Hem istismar tehlikesini hem de bu yöndeki suçlamaları bertaraf etmek için girişilen işlerde daima samimiyetimizi ölçmemiz gerekiyor. Dinimizin koyduğu sınırlardan taviz vermeden niyet ettiğimiz işi en güzel şekilde yerine getirmeye azami dikkat göstermek İslâmî bir faaliyetin olmazsa olmazıdır inancındayız. Dini dünyalık menfaat için kullanmaya, kimi gizli emellerin üzerini dinle örtmeye din istismarı denir. Biz müslümanlar olarak bu istismarı sadece yerini İslâm’ın karşısında seçenlerden görmedik. Ne yazık ki kimi dost ve kardeş bildiklerimiz de bu suçu, bu cürmü işlediler bazan.

 

Kimileri cehalet ve gafleti yüzünden, kimileri de iman zafiyetiyle yakasını nefsine ve dünyaya kaptırdığı için. İnanıyoruzki İstismar hele hele din istismarcılıgı; dinin ve dindarlığın en büyük düşmanlarından biridir ve buna karşı ferasetli ve dikkatli olmak gerekir. Tirmizinin bizlere ulaştırdıgı bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (sav), mealen şöyle buyurmaktadır:** Ahir zamanda dünya menfaati için dini alet eden riyakârlar çıkar. Sözleri baldan tatlıdır. Bunlar kuzu postuna bürünmüş birer kurttur…**

*DİN  İSTİSMARI* son yıllara kadar daha sık işittiğimiz bir kavramdı. Dönem dönem kızışan politik ortamda din istismarı suçlamaları daha çok dindarlara yöneltiliyordu. Suçlamayı yapanlar ise dine daha mesafeli gözükenler idi. Oysa bu kez dindar kesim kendi içinde bir temizliğe çağrı yaparken kullanıyor istismar kelimesini. “Dindar kesim” derken, bu ifadenin bir ağız alışkanlığı olduğunu hatırlamak gerekiyor. Aslında bu toplumun her kesimi her devirde İslâm’la bir şekilde temas içinde bulunmuştur. Bugün için farklı olan durum dine, dinin unsurlarına atıf yapan faaliyetlerin artmış olmasıdır. İşte bu nedenle sorgulama çağrısı önemini koruyor.

 

Gerçekten de bugün yayın dünyasından pazarlama şirketlerine, vakıflardan eğitim kurumlarına partilerden, politikacılardan, Cumhurbaşkanı  adaylarına kadar dinin bir “etiket”e dönüştürüldüğüne sıkça rastlıyoruz. Bu sadece İslâmî kimlik iddiası taşıyanlara has bir durum değil. Özellikle ramazan aylarında iletişim araçlarının hemen hepsinde dinî içerikli promosyonlarına, çok uluslu şirketlerin bile reklamlarında İslâmî unsurlara yer verdiğine şahit oluyoruz.

 

Temiz niyetle yola çıkanları tenzih ediyoruz. Fakat her iyi niyetin bir faydaya karşılık geleceğinin garantisi yok. Bu bakımdan dinin istismar edilmesi konusunda önce duyarlı olmamız, sonra da en temel insanî hasleti, samimiyeti canlandırmamız gerekiyor… Müslüman zamanımızda çok dikkat etmesi lazımdır. Yedigine içtigine, rızkını nereden kazandıgına, kazandıgını nerelerde harcadıgına,Alışveriş yaptıgı ortamlara,münasebet kurdugu insanlara hepsine hassas, titiz ve aşırı deselerde inceden inceye hesaplı davranmak mecburiyetindedir.

 

Tirmizi bir hadisi Enes Radıyallahu anhdan rivayet ediyor:**Allah Resûlü (sav), şarapla ilgili on kişiye lânet etti: Üzümünü sıkana, sıktırana, içene, içirene, taşıyana, taşıttırana, satana, satın alana, bağışlayana ve parasını yiyene…** Bir Orta Anadolu köylüsünün evinde misafirken ev sahibi anlatıyor.* Ben herkese şarabın haram oldugunu anlatıyorum lakin anne babama söz geçiremiyorum diyordu. Genelde bagcılıkla geçimlerini sürdürüyorlarmış, önceleri üzümleri; pekmez, pestil, kuru üzüm vs çeşitli şekillerde degerlendiriyorlarken, şimdi üzümleri daha bagda asmada iken gelip şarap fabrkasına alıp götürüyorlarmış.

 

Bütün köylüde hem daha fazla para, hem de yorulmadan, üzülmeden rahatça hayatlarını sürdürüyorlarmış. Bu insanların hemen hepsi Namazında niyazında insanlar. Yani haramı helali düşünen, daha dogrusu düşündügünü ifade eden insanlar. Mazeretleride hazır ne yazıkki: artık bizler ihtiyarladık, bu kadar mall mülkle kim ugraşacak, o kadar yükün altına artık giremem gibi bildik savunma sözleri. Ondan sonra başkaları daha dogrusu dini anlamda zaaf içindekiler örnek gösteriyorlar bak şu da şaraba veriyor, bak bu da şaraba veriyor diye dindar insanlarıda ayrıca kullanmasını biliyorlar. Dini ve dindarlarları istismar edebiliyorlar…

 

Aslında evel evvelden; ‘Din istismarı’nın bir suçlama olarak genellikle müslümanlara karşı kullanıldığını biliyoruz. Örneğin, herhangi bir İslami şahsiyete ya da İslâmî kuruma karşı bir yıpratma kampanyası düzenlenecekse, ilk akla gelen saldırı yöntemi dini istismar etmekle suçlamak gelir. Diyelim ki bu kurum bir Kur’an kursu. Hemen kursun yöneticileri hakkında olmadık iddialar öne sürülür, buradaki hocaların dini kendi çıkarlarına alet ettikleri, kendi ceplerinden başka dertleri olmadığı propaganda edilir.

Aslında bu tip suçlamaların sahipleri “din istismarı”nı bir istismar aracına dönüştürmektedir. Fakat bu tür sözler o kadar sık tekrarlandı ki, sonunda saldırının ucu dinin temel değerlerine uzandı. Kur’an kursları bir ilim ve ahlâk yuvası değil sanki bir istismar merkezi, her hoca da menfaatının kölesi bir çıkarcı olarak gösterilmeye çalışıldı. Böylece İslâmî faaliyetlere mesafeli durmaya iten bir anlayış belli ölçüde yerleşti. Bugün müslümanlar arasında dinî terimlerin, isimlerin, göndermelerin bir istismara maruz kalması tehlikesinde de benzer bir tehlike söz konusu.

 

“Miraç asansörleri” veya “Tekbir sucuk” gibi markalar da dinimizin temel değerlerinin içini boşaltmıyor mu? Yani miraç, ihlâs, tekbir, tevhid, zemzem, hicap, tesettür, vahdet, ümmet, fazilet, hasenat, sebil denince artık İslâmî kavram ve hisler yerine bu kelimeleri kullanan marka ve ürünler aklımıza gelmeyecek mi? Zaten gelmiyor mu? İster ticarette, ister ziraatte, ister ekonomik kurumlarda, hatta hayatın her kesiminde istismara şahit oldugumuzu ifade edebiliriz.
Bir Müslüman olarak aslında çok firasetli düşünüp,hareket etmeyi kendimize şiar edinmemiz zorunludur kanaatındayız.

 

Hertürlü hayırlı faaliyetlerde İslâm’ın hüküm ve ölçülerine riayet etmemiz, izlediğimiz usulün sıhhatini sürekli kontrol etmemiz gerekir. Mesela hak hukuk tanıyor muyuz, adalete ne kadar riayet ediyoruz ? Yoksa “işlerin tabiatı böyle” deyip o anda işimize nasıl geliyorsa öyle mi hareket ediyoruz? Kendi doğruluğumuzu sorgulayabiliyor muyuz, yoksa doğruluk ahkâmı mı satmak işimize daha çokmu yarıyor o an için ? İnanıyoruzki; Dini dünyevî menfaate alet etmek, ticaret unsuru olarak kullanmak, sadece böyle yapanların manevi iflasına sebep olmakla kalmaz, başka insanların dinle irtibatlarına da zarar verir.

 

Zira bu kişi bilerek ya da bilmeyerek dindarlığın içini boşaltmaktadır. “Allah rızası için hizmet” ilkesinin hayata geçirilmesinde de ince hassasiyet gerekir. Dine hizmetin bir faaliyete, bir organizasyona dönüşmesinin altında hiç şüphesiz son derece güzel bir niyet vardır. Allah rızasını hayatın bir alanında sınırlı tutmak yerine bunu bir meslek haline getirmek, hayatın her sahasına yaymak övünülecek bir haslettir. Ama bir noktadan sonra bu halis niyetin hayra değil, yanlışa götüren adımlara dönüştüğü örnekler de hiç az değil.

 

Hem İslâmî kaynaklarımız hem de alim ve kâmil zatlar tarafından sürekli vurgulanan niyet ve samimiyet göz ardı edilince, “meslek edinilen” hizmet ekonomik sistem içindeki herhangi bir işletmeden farksız olabiliyor. Tamamen kâr odaklı bir işletmeye dönüşebiliyor. Artık alınan kararlarda, yapılan uygulamalarda tek hedef kazanç olabiliyor. Diğer taraftan dinî atıfları olan isimler ve kavramlar kullanılmaktan vazgeçilmiyor.

 

İşte bu noktada hayırlı bir faaliyet yanlış bir noktaya çevriliyor ve istismar gün yüzüne çıkıyor. Mesela İslâmî konularda kaleme alınmış bir kitap piyasaya sürülürken hangi kaygı ön plana çıkıyor? Çok satacağı fikri mi, yoksa vesile olacağı hayır ümidi mi? Piyasa değeri mi, ilmî kıymeti mi? Buradaki tercih, o kitabın içeriğinin, dil ve üslubunun sıhhatli olup olmadığını da belirliyor. Kendisi meşhur ama ilmi kıt birine çok satacak diye dinî kitap yazdırmak bu konuda sık rastlanan bir örnektir. Yine, “İslâmî” bir marka belirlerken hangi düşünceyle hareket ediliyor? Bir duruş endişesiyle mi, yoksa markanın hitap edeceği pazar hesaplarıyla mı?

 

Bu sorulara dürüstçe cevap vermemiz gerekir. Değilse karşımıza çıkacak türlü tehlikelerin önünü alamayız. Peygamber efendimiz Ebu Said El hudrinin (ra) rivayet ettigi bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Dünya yeşil ve tatlıdır. Allah sizi onun üzerinde halife kılmıştır. Bakalım nasıl davranacaksınız, diye bakmaktadır. Dikkat edin… Dünyadan ve kadın imtihanından sakının… Kişiyi, bildiği doğruyu söylemekten, insanlardan korkusu alıkoymasın…**

Müslüman birey hangi meselede, hangi konuda olursa olsun; “hizmet”in ancak temel İslâmî ölçüler dairesinde gerçek hizmet olduğunun farkına varmalı, ayetlerde, hadislerde ve büyüklerimizin sözlerinde ısrarla altı çizilen “sırf Allah’ın rızasını kazanmak için” ölçüsünü her daim gözetmeliyiz. Dinî kavramların bir pazarlama aracına dönüşmesi şüphesiz en çok reklamlarda karşımıza çıkıyor. Aslında reklamcılık sektörü sadece dini kullanmıyor. Felsefi sözlerden ahlâkî vecizelere kadar her tür kıymet piyasa değerine indiriliyor.

Reklamlar bir yandan bir ürün veya hizmetle ilişkilendirdiği değerlerin içini boşaltırken, diğer taraftan kullandığı değerleri pazarladığı ürünlerle bütünleştiriyor. Böylelikle değer ve marka aynılaşıyor. Bunun sonucunda da marka ve değeri birbirinden ayırt edemiyoruz. Markayı satın alırken beraberinde bir değeri, bir kimliği, bir aidiyeti de satın aldığımızı zannediyoruz. Bugünün ürünü tanıtmaktan başka kaygısı olmayan reklamcı zihniyeti İslâmî kavram ve göndermeleri de malzeme etmekte hiç çekinmiyor.

 

Örneğin; Ramazan ayında Din istismarcılıgının belirgin,en parlak örneklerine tekrar şahit olmak her sene yapılan hal ve tavırlardandır. Firmaların pazar kaygısı Ramazan ayında doğrudan müslümanlara yöneliyor. Dolayısıyla tanıtımlarında mutlaka İslâmî unsurlara yer veriyorlar. Böylece müslümanlara “biz de sizdeniz” mesajı vermek istiyorlar. Yani hem bu ürünü reklam sıklığıyla iyice hatırımızda tutacağız, hem onu da ramazanın maneviyatına ortak edeceğiz, bize ait görüp benimseyeceğiz. Maalesef bu konuda başarılı da oluyorlar.

Dinî hassasiyet sahibi olmayan firmalar için bu tavır bir noktaya kadar normal karşılanabilir.  Fakat sahipleri “bizden” olan kurumlar da bilerek veya bilmeyerek bu hataya ortak oluyorlar. Marka, ürün veya sloganlarıyla “müslümanlar için” etiketi altında, hiç de masum olmayan ürünler pazarlanıyor. Böyle ürüne iliştirilen “müslüman” imasıyla söz konusu ürünü satın almaya şartlanıyoruz. Meselenin tehlikeli yönünü tekrarlamakta fayda var.

 

Bu tür pazarlamalarda kullanılan dine ait temel terimler gittikçe anlam kaymasına uğruyor. Mesela itikat sucukları bozukmuş, tevhid firmasının etleri islami usule göre kesilmiyormuş vs vs gib, Ayrıca dinimizin güzide sembolleri sloganlaştırılarak birer piyasa değerine indirgeniyorlar. Oysa bize düşen dinin kendisi ve hükümleri kadar, dinin sembol ve kavramlarına gereken saygıyı ve hürmeti göstermektir.

 

Taberani rivayetinde,Allah Resûlü (sav)mealen şöyle buyurdu:** Kim, dünyada lüks bir hayat yaşarsa, âhirette arzu ve isteklerine perde çekilir. Kim, gözünü zenginlerin süsüne dikerse, göklerin yüce katında aşağılanır. Kim de, kendisine verilen az rızka karşı güzel bir sabır ve dayanıklılık gösterirse, Allah onu Firdevs cennetinde istediği yere yerleştirir…**

Ramazan aylarında sadece reklam dünyasında değil, bütün iletişim araçları, radyo, televizyon kanalları ile gazete ve dergilerde dinle ilgili bir yayın patlamasıyla karşılaşıyoruz. Bir ay boyunca ekranların, gazetelerin kenarında köşesinde dine ait bir resme, bir sembole, bir ifadeye rastlamamak neredeyse imkânsız. Özellikle televizyon kanallarında ibadetlerin anlamları, İslâm tarihinden kesitler, tasavvufî hikmet ve şiirler gözü yaşlı Ramazana özel sunucuların ağzından yoğun bir duygusallıkla terennüm edilip, dile getiriliyor.

 

“Mübarek ayda İslâm’dan bahsetmelerinin neresi kötü ?” diye sorulabilir. Fakat senenin diğer aylarında dine dair en yabancı, çoğu kez mahkum edici yayınlara yer verenler de aynı kurumlar değil midir? Bu kurumlar Ramazan vesilesiyle müslüman gözünde kendilerine bir meşruiyet zemini sağlamak, böylece tiraj veya reyting elde etmek için böyle yapmıyorlar mı? Bu dindarlığın sömürülmesinin son derece çarpıcı misali değil midir? Hele hele geçtiğimiz  son günlerde seçim mitingleri esnasında  DİN İSTİSMARININ  her  türlüsünü bir  şekilde  bizlere bilfiil gösterdiler…

 

Sosyalistinden, ataistine, liberalinden, sıkı demokratına, alevisinden sahte sünnisine kadar herkes öyle ya da böyle dini istismarı hep gündemde tutuyorlar. Sanırsınız hepside din alimi pozunda. Sanki allahın ayetlerini, hükümlerini teker teker ortadan kaldıran kendileri ve izinde oldukları degil… Sadece siyasette degil hayatın her alanında bilhassa ticari sahada bir din istismarı oldugu gerçek. Müslüman sadece bazı zamanlarda degil her zaman samimi, dürüst, edebli, ahlak timsali olmasını bilmelidir.

 

Müslümanlar her an sanki diken üzerinde duruyormuşcasına hayatlarını gözden geçirmeli, nefsini hesaba çekebilmelidir. Bu bakımdan her şey kendimizi sorgulamamıza bağlı. En çok da samimiyetimize. Samimiyet bizim saflığımızın, bağlılığımızın ve imanımızın teminatıdır. Peygamber Efendimiz (sav)bir hadis-i şerifte “Din samimiyettir.” buyururlar. “Kime ya Rasulallah?” diye sorulunca da buyuruyor ki: “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara.” (Müslim, İman, 95)

 

Diyoruzki müslüman aklını başına almalı akıl nigmetini firasetiyle birleştirmeli, fırsatçılara istismarcılara, yalancılara, bozgunculara, dogruyu, iyiyi, hakikati haykırmasını bilmeli… Liberal-kapitalist ilkeler ne derse desin, bütün bunlar asla ticaret olarak görülmemeli. Bizim açımızdan ticaret riyanın ve ikiyüzlülüğün değil, ahlâkın ve doğruluğun zeminiyse ticarettir. Allah korkusunun olmadığı yerde trilyonlar kazanılsa da kâr değil, kayıp vardır. Gerçek ticaret temizdir, kutsaldır.

 

Sahihi Buharideki Hadiste, Allah Resûlü (sav)mealen şöyle buyuruyor:**Helâl bellidir, haram da bellidir, aralarında ise, insanların çoğunun bilmediği şeyler vardır. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, hem dinini, hem de ırzını temize çıkarmış olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur. Tıpkı sürüsünü yasak bölgenin etrafında otlatan çoban gibi ki, hayvanları her an oraya girebilir. Dikkat edin, her melîkin bir yasak bölgesi vardır. Dikkat edin, Allahın yasak bölgesi de haramlarıdır. Dikkat edin, cesette bir et parçası vardır, o iyi olursa cesedin hepsi iyi olur. O bozuk olursa cesedin tümü  bozuk olur. Dikkat edin, o da „kalb“dir.“Buhârî…**

Dine dair yayınların sadece Ramazanda yer alması, bir yandan da dini sadece Ramazan  ayına has bir ritüel havasına sokuyor. Yani din, dindarlık ve ibadetler sadece bu ay içinde kabul edilebilir ve ‘normal’ görülüyor, gösteriliyor. Hatta medya yoluyla bir şekilde toplumun bilinç dışına hapsedilen dindarlığın, bir karnaval gibi Ramazan aylarında ortaya çıkartıldığı bile söylenebilir. Bir karnaval gibidir, çünkü ramazan ayı süresince sadece huşu ile yapıldığında anlamlı olabilecek iftarlı, Kur’an tilavetli, dualı organizasyonlar bir gösteri ve eğlence havasında yapılıyor. Kebapçıda sema gösterilerine şahit oluyoruz.

 

İftardan sahura bir arınma, nefsini hesaba çekme, huzur arayışı derdinden daha çok, ne yazık ki toplum türlü eğlenceler peşine itiliyor. İnanıyoruzki; *DİN  SAMİMİYETTİR.*  Dini ‘birileri’ her zaman bir istismar aracı olarak görmüştür. Hâlâ da öyle görürler. Fakat müslümanlar arasında olabilecek en küçük bir istismar bizi rahatsız etmeli. Çünkü bu hem dindarlara atfedilebilecek bir lekedir, hem de doğrudan İslâm’ı zedelemeye yönelir. Bir kurum,bir müessese,bir ticarethane müslümanlığını belirgin kılmak için, bir işaret taşı gibi İslâm’a dair bir isimle yola çıkabilir pek tabii.

 

Niyetinde de samimidir. Ama yaptığı işin ciddiyeti ve hassasiyeti üzerinde yeterince kafa yorulmuyorsa  samimiyetin içi de farkına varılmadan boşalır. *ALLH  RIZASINI* kuşanarak bir işe kalkmışsak, her adımda giriştiğimiz işin ve usulün sıhhatini dikkatlice ölçmeliyiz ki küçük bir hata büyük bir felakete sebep olmasın. Zamanımızda, Kapitalizm ve yeni liberal politikalar maalesef din,  ırk, kültür ayrımı yapmıyor ve önüne gelen her şeyi piyasaya tahvil etmeye çalışıyor. Yani bugünkü durumumuzdan kurtulmamız kolay değil. Ama imkansız da değil. Samimiyetle inandıgımız dini yaşamamız için o dinin derdini dert edinmemiz kadar olagan bir durum yoktur kanaatındayız.

 

İnsanlar din istismarını çarpık politikalarına alet ediyorlar, sosyal kültürel ve ticari sahada darda kaldıklarında din istismarcılıgı yapanlar, akla hayale gelmedik dini terimleri kullanarak yoplumu etkileme yarışına soyunanlar evet müslüman yaşadıgı her an ve zamanda birileri tarafından yönlendirilmek istenmektedir…Bizler  Dinimizi  sağlam  kaynaklardan  öğrenirsek inanıyorum ki; Din  istismarcıları istemeye  istemeye de olsa  göz  boyama sevdasından  vaz  geçeceklerdir…

 

Dün  yani  Cuma  günü  vermiş  olduğu  beyanatta Diyanet  işleri başkanı Ali Erbaş  Din  istismarı  hususunda  diyorki:  „Özellikle dinin istismar edilmesine engel olmak için Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bir mücadele içerisindeyiz. Bunun yolu da Kuran kurslarından, imam hatip liselerinden ve ilahiyat fakültelerinden geçmektedir.“ Erbaş, iller buluşması ve Hafızlık İcazet Merasimi için geldiği Rize’de, Rize Valisi Erdoğan Bektaş’ı ziyaret etti. Erbaş, burada gazetecilere yaptığı açıklamada, Türk milleti ve Diyanet İşleri Başkanlığının hafızlığa verdiği önemi dile getirdi.

Türkiye’de 1975 yılından bugüne sınava girmiş, belgeli hafız sayısının 150 bine yaklaştığını belirten Erbaş, „Gönül ister ki, sayı daha da artsın. İnşallah hafızlık konusundaki bu başarı Kur’an’ı anlama, onu hayatımıza yansıtma, Kur’an’ı bir ömür geçirme noktasında da gelişir. Amacımız budur.“ diye konuştu. Erbaş, Kur’an kurslarında hafızlıkla birlikte „İnancım“, „İbadetim“, „Ahlakım“ ve  Peygamberim“ başlıkları altında din eğitimi vermeye çalıştıklarını belirterek, „Vermiş olduğumuz din eğitiminde sahih dini bilgiye önem veriyoruz.

Bu da Kur’an ve sünnet ilkeleri doğrultusunda verilen bir eğitimdir. Özellikle dinin istismar edilmesine engel olmak için Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bir mücadele içerisindeyiz. Bunun yolu da Kur’an kurslarından, imam hatip liselerinden ve ilahiyat fakültelerinden geçmektedir. Doğru dini bilgi ile milletimizi, gençlerimizi donatırsak inşallah daha güzel noktalara doğru ilerleyeceğiz.“ ifadelerini kullandı. Türkiye’de yaz Kur’an kurslarına ilginin yüksek olduğuna işaret eden Erbaş, „Ülkemiz genelinde 4 milyona yakın çocuğumuz gencimiz yaz Kur’an kursu, camilerde Kur’an ile buluştular, din eğitimi ile buluştular. Bu, bizim için çok değerli. Hem nitelik hem de nicelik olarak ileriye dönük daha güzel çalışmalar yapacağız.“ dedi.(27.07.2018)

 

İçinde  bulunduğumuz  durumun  tahlilini gündeme  getiren  yazarlarımızdan Ebubekir Sifil  bir  yazısında bu  konuyu  tahlil  ederken  dişyor ki: İslam Dünyası ve Türkiye olarak Din’in anlaşılması noktasında son iki asırdır hep bir arayışın, tereddüdün, şüphenin ve tartışmanın içinde bulunuyoruz. Sürekli tartışıyor, bölünü-yor, azalıyoruz. Doğru nerede, kim haklı, ne yapmalıyım?… Bunun adı “kriz”dir ve biz, bizi bu krizin içine kimlerin ittiğini dahi düşünmeden tabir yerindeyse başımızı bir o yana bir bu yana vurup duruyoruz.

Bu hay-huy içinde bizi yakîne, itmi’nana ve felaha götürecek olanın “kalb-i selîm” olduğunu akılda tutacak mecalden yoksunluğa da mahkûm ediyoruz kendimizi. Bu sebeple öğrendiğimiz hiçbir yeni bilgi, yaşadığımız hiçbir yeni durum bize sekinet getirmiyor. Yaşadığımız aldatıcı huzur durumları olmuyor değil; ama dürüstlük gibi bir derdi olanlar, hissettiğimizin, bir “kopuş”un, bir “savruluş”un aldatıcı hazzı olduğunu itirafta tereddüt göstermeyecektir.

Bizi dışa dönük yaşamaya; ötekini, dış dünyayı, “ümmeti” kurtarmaya, Din’i “yeniden keşfetmeye” kilitleyen bu tehlikeli gidişat, yaklaşan felaketimizin işareti aslında. Kalbimizi bu şekilde ihmale devam ettikçe, genişleyen malumat dağarcığımızla birlikte hızla eriyen takva hassasiyetimiz, bilgimiz art-tıkça artan cesaretimizle beraber gittikçe yüzümüzü ahiret istikametinden çevirecek ve bir “oyun ve eğlenceden ibaret” “dünya hayat”a râm eden bu “çürüme” süreci devam edecek.

Malumat dağarcığımız genişledikçe cesaretimiz artıyor; takvamız ve ahiret endişemiz azalıyor. Oysa elde ettiğimiz “ilim” olsaydı, bizi daha temkinli/ihtiyatlı cümleler kurmaya zorlayacaktı; dünyadan uzaklaştırıp ahirete yaklaştıracaktı. Özellikle genç nesil… En iyi durumda olanlar “bu dini daha iyi nasıl yaşarım; ne yaparsam kâmil bir imana ve takvaya ulaşır ve kurtulurum”dan ziyade, “ne yaparsam daha çok şey bilen ve başkalarını kurtaran insan durumuna gelirim” diye bir arayışın içinde.

“Önceleri kişinin ilmi, dünyaya buğzunu ve onu terkini artırırdı. Bugünse kişinin ilmi, dünya sevgisini ve arzusunu artırıyor. Önceleri kişi, ilmi doğrultusunda malını infak ederdi. Şimdi ise ilmiyle para kazanıyor. Önceleri alim kişi, zahiren ve batınen kendisini geliştirirdi, bugünse pek çok ilim ehlinin, zahiren ve batınen fesada uğradığı görülüyor.” Zünnûn el-Mısrî (rh.a) kendi dönemi için bu tesbiti yaparken bugünü de görmüş müdür bilemeyiz, ama bir şeyi çok iyi biliyoruz: Bu tesbit o günden ziyade bugünü anlatıyor.

Bizi içten içe çürüten bu gidişi durdurmak ve dengeyi yakalamak zorundayız. Modern hayat bizi vakum gibi içine çekerken ömür sermayesi her geçen gün biraz daha eriyor. Yol zorlu, yük ağır ve süre kısıtlı. Kendimiz için en hayırlı olanı yapmaya muvaffak olursak başkalarına da bir hayır ulaştırmamız mümkün olabilecek.(Ebubekir sifil.Hikemiyat,önsöz)

İnanıyoruzki sözlerin en güzeli Rabbimizin peygamberi vasıtasıyla ulaştırdıgı mutlak dogrulardır.fussilet suresi ayet.33-34.te Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır:*** Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve: „Ben gerçekten müslümanlardanım“ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir? Hem iyilik de bir değildir, kötülük de. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle kendi arasında bir düşmanlık olan kişinin, sanki samimi bir dost gibi olduğunu görürsün…***

 

Örnek ve önderimiz Peygamber efendimiz ise en güzel yol ve yöntem belirleyicisidr.Mealen şöyle buyuruyor:** Muganniyeleri satmayın, almayın. Onlara müzik öğretmeyin. Onları alıp satmakla yapılan ticarette hayır yoktur, ödenen paralar da haramdır.Bu tür kimseler hakkında şu âyet inmiştir: „insanlar arasında, saptırmak için, gerçeği boş şeylerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. işte alçaltıcı azap bunlar içindir…(Tirmizî.)**

Efendimizin bizleri koruyucu ve kollayıcı,muhafaza edici sözlerinden birisiyle konumuzu baglayalım inşaallah:** İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi, elde ettiği helâlden midir, haramdan mıdır, aldırmayacak. işte o zaman, onların duaları kabul olunmayacaktır…(Buhârî.)**

 

Allahım bizleri seni razı oldugun kulların içerisine dahil eyle. Bizleri içi,dışı bir olanlarla yoldaş ve arkadaş eyle. Bizleri özümüzle,sözümüzle, hal, hareket ve tavırlarımızla islama uyanlardani islama teslim olanlardan eyle. Bizleri din tacirlerinin oyuncagı eyleme. Bizleri sıratı müstakimden ayırma,bizleri ehli sünnet vel cemaatta saglam duranlardan eyle. Sen her şeylere kadirsin Allahım…Amin…

 

Sermedkadir…LU…28.07.2018…

 

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.