Dinde Zorlama – İkrah Var mı?

Cenabı hak Bakara suresi ayet.256.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Dinde zorlama yoktur. Artık dogrulukla egrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tagutu reddedip Allaha inanırsa, saglam kulpa yapışmıştır. Allah, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir…***

İkrah yani Zorlama kısaca ifade edecek olursak: Birine zorla iş yaptırma, baskı yoluyla veya baskı yaparak birisine bir şeyi kabul ettirme manalarını taşır. Bu mana sözlükte ifadesini bulan anlamıdır. Bir de bizim ikrahtan anlamamız gereken Dini yani ıstılahtaki manasıdır o da: Müslüman bir kimseye zalim, kafir, fasık, gayrimüslim ve benzeri kimselerin islamca yasak olan bir inancı kabul ettirmek veya haram olan bir ameli işletmek için yaptıkları baskının adına İkrah yani zorlama diyoruz. Neticede bir Müslüman olarak biz zorlamayı bu şekilde anlıyoruz…

Burada zorlama hususunda en önemli tavır şudur ki; İslam dışı inanç ve kültür sahiplerine bir Müslüman nasıl ki rızası dışında her hangi bir şekilde zorlaması kendi inancını zorla kabul ettirmesi söz konusu degilse aynı zamanda bir gayrımüsliminde bir Müslümanı zorlayamayacagı İslam dininde haram olarak bilinen her hangi bir hususu zorla yaptırma hakkına sahip degildir.

Zorlamak, bir kimseyi istemediği ve çirkin gördüğü bir işi yapmaya mecbur tutmak demektir. Bir kimsenin başkasına yaptığı, ondaki rızayı kaldıran veya ehliyetini yok etmediği halde, onun ihtiyarını yani seçme hürriyetini bozan, yahut da şeri yükümlülüğü kaldıran korkutma halini ifade eden bir durumdur. Mecelle’nin tarifi şöyledir: „İkrah; bir kimseyi korkutmak suretiyle rızası olmaksızın bir iş işlemek üzere haksız yere zorlamaktır“ (Mecelle, madde 948).

İslâm’da, insana din, inanç ve vicdan özgürlüğü tanınmış; iradeyi baskı altına almak ve insanı rızası olmayan işlere zorlamak yasaklanmıştır. İkna etme, güzel öğüt, toleranslı davranış ve en güzel irşad ve eğitim metodunu bulup uygulamak İslam Dininin amacıdır, gayesidir. İslam dini bir gayrımüslimi zorlamak suretiyle İslama girdirilmesine izin vermemiştir. Yüce dinimiz İSLAM insanların hür iradesine büyük bir ehmmiyet vermiş ve bu önemi her vesilede de beyan etmiştir…

Konumuza esas aldıgımız Bakara Suresinin 256.ayetini tefsir eden Mevdudi Rahmetullahi aleyh bu konuda diyorki: Arapça DİN kelimesi hem inancı, hem de bu inanç üzerine kurulan hayat tarzını ifade eder. Bu ayet, İslam, İmanı ve onun hayat tarzını hiç kimseye zorla kabul ettirilemez demektir. Arapçada Tagut kelimesi sözlük anlamıyla sınırları aşan herkes için kullanılır. Kuran bu kelimeyi Allaha isyan eden, Allahın kullarının hakimi ve maliki oldugunu iddia eden ve onları kendi kulu olmaya zorlayan kimse için kullanır…

Allaha isyan üç derecede olabilir. 1.) Eger bir kimse Allahın kulu oldugunu kabul eder, fakat pratikte onun emirlerinin aksini yaparsa buna FASIK denir. 2.) Bir kimse Allah ile irtibatını koparır ve başka birisine baglanırsa o zaman KAFİR olur. 3.) Eger bir kimse Allaha isyan eder ve onun kullarını kendisine boyun egmeye zorlarsa, o zaman Tagut tur. Böyle bir kimse Şeytan, rahip, dini veya politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bu nedenle bir kimse Tagutu reddetmedikçe gerçekten Allaha inanmış sayılmaz…(Mevdudi.Tefhimul Kuran.c.1.sayfa174.)

Allah ondan razı olsun Ömer Nasuhi Bilmen konumuzla alakalı olarak,Tefsirinde diyorki: İslamiyeti kabul etmesi için kimseye cebredilemez – zor kullanılamaz. Gerek DİN hususunda gerek başka hususlarda ikrah – zorlama cihetine gidilemez. Malum oldugu üzere ikrah bir şahsa, hoşlanmadıgı, rızası ile kabul etmedigi bir şeyi tehdit ile ilzam etmek kabul etmeye mecbur bırakmak, zorlamaktır. Müslümanlıkta Cihadın meşruiyyeti, İslamiyeti düşmanlarına karşı müdafaa içindir, fitnelerin zuhuruna meydan vermemek içindir.

İslamiyetin ulviyetini – büyüklügünü, yüceligini cihana, dünyaya neşretmek yaymak içindir. Yoksa başka milletleri zoru zoruna İslamiyeti kabule sevk için degildir. Müslümanlıkta ikrah – zorlama bulunmadıgı içindir ki, Müslümanlara maglup olan milletler, yine kendi dinlerini muhafaza edegelmişlerdir. Hiç biri cebren yani zorla İslamiyete sokulmamıştır. Hiç birinin hürriyeti vicdaniyesine asla müdahale edilmemiştir. Din hürriyetine karışılmamıştır.(Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri.c.1.sayfa.267-268)

Hicazi, Furkan Tefsirinde izahına öncelikle bu ayetin iniş sebebi ile başlıyor şöyleki: Rivayet olunduguna göre Salim bin avf ın ogullarından Ebu Huseynin iki oglu vardı. Bu iki ogul, hazreti Muhammedin (sav) Peygamber olarak görevlendirilmesinden önce Hristiyan oldular. Sonra Medineye geldiler. Babaları, yakalarına yapıştı ve * Siz Müslüman oluncaya kadar sizi bırakmam…* dedi. Peygamberin (sav) huzuruna gelerek orada Rasulullaha birbirlerini dava ettiler.

Babaları: gözüm göre göre bedenimin bir kısmı – cigerparelerim ateşe mi girecek dedi. Bunun üzerine bu ayeti kerime nazil oldu. Ayet nazil olunca da babaları onları serbest bıraktı. İnsanları İslamı kabul etmeye zorlamanın ve bu yolda onlara baskı yapmanın anlamı yoktur. Çünkü İMAN kalpte olan bir şeydir. Hiç kimsenin insanın kalbine girip içine bakması mümkün degildir. Hazreti Muhammedin (sav) Rabbi katından getirdigi mesajın dogrulugunun kanıtı olan ayetler bu konuyu açıkça ortaya koymaktadır.

* İslam kılıçla hakim olmuştur * sözü uydurmadan başka bir şey degildir. Çünkü Hicretten önce Müslümanlar Namazlarını gizlice kılar, kafirlere karşı açıkça karşı koyamazlardı. Bu ayet, hicretten yaklaşık olarak üç sene sonra nazil oldu ve DİNDE zorlama olmadıgını söylüyor. Hani zorlama ne zaman olmuş..? Savaşlar olmasa da bunlar, müşriklerin Müslümanları fitneye düşürmekten vazgeçmeleri, insanları serbest bırakmaları için, inanç savunması ugruna yapılan savaşlardır. Bu sebeple Müslümanlar, savaş açtıkları gayrımüslimlerin, Müslüman olduklarını açıklamaları ve ya cizye vermeleri durumunda savaşı kesmişlerdir.

Putları ve Allahtan başka tapınılan şeyleri inkar edip, varlıgı zatının geregi olan Allaha iman eden kimse, kopmaz ve saglam bir kulpa sıkı sıkıya tutunmuş olur. Ayeti kerimede sanki şöyle denmektedir: Bu hak ve dogru yola sıkı sıkıya tutunan kimse, hiç yaşlanmayan bir agaca tutunmuş gibidir. İman dille söylenen ve kalben inanılan, amellerle de tamamlanan bir şey olduguna göre Cenabı Allah, İnananların sözlerini ve inançlarını işitir. Yaptıkları fiilleri de bilir.

Allah, iman edenlerin dostu ve destekçisidir. Onların işlerini çekip çevirir; onları hidayet yoluna , dogru yola erdirir; onları şüphe karanlıgından ilim, marifet ve yakin aydınlıgına çıkarır. Allah ve Rasulünü inkar edenlerin dost ve yardımcısı tagut, yani şeytandır. Kafirleri hakikat ve aydınlıktan, küfrün, münafıklıgın, şüphe ve sapıklıgın karanlıgına çıkarır. Onlar cehennem halkıdırlar, orada ebedi kalacaklardır…(Hicazi.Furkan tefsiri.c.1.sayfa.207-208)

Ali Arsan Rahmetullahi aleyh Tefsirinde diyorki: Bu ayeti celile, İslamın büyük kurallarından birisini getiriyor. O da hiç kimsenin islama girmek hususunda zorlanamayacagıdır. Çünkü İslamın buna ihtiyacı yoktur. Zira İSLAM apaçık ve aşikardır. Delilleri ve burhanları apaçıktır. Hiç kimsenin zorla ona girmeye ve zorlanmaya ihtiyacı yoktur. Belki Allah kime hidayet ederse, kimin gögsünü açarsa, basiretini nurlandırırsa o bir delile dayanarak İslama girer. Allah kimin kalbini köreltirse, kulagına ve gözüne mühür basarsa ona zorla ve kahredici bir şekilde dine sokmak hiç bir faide vermez.(Ali Arslan.Büyük Kuran Tefsiri.c.2.sayfa.234.)

Allah ondan razı olsun şehid Seyyid Kutub diyorki: Bu dinin ortaya koydugu şekli ile inanç meselesi, anlatmayı, dinlemeyi ve kavramayı izlemesi gereken bir ikna olma meselesidir, yoksa bir baskı, bir öfkelenme, bir dayatma meselesi degildir. İslam olanca gücü ve enerjisi ile insan idrakine hitap ederek gelmiştir; düşünen akla seslenmiştir, aldıgı uyarılara karşılık veren vicdana seslenmiştir. Dengeli istikrarlı fıtrata seslenmiştir. İnsan varlıgının bütününe seslenmiştir…

İnsan idrakinin bütün yönlerine seslenmiştir. Fakat seslenirken baskıya başvurmamıştır., hatta somut hakikatların, olaganüstülüklerin manevi baskısını dahi kullanmaktan kaçınmıştır. Olagan üstü olaylar, görenleri refleksif bir durumla inanmaya sürükleyebilir, fakat insan onları bilinci ile inceleyemez, aklı ile idrak edemez; çünkü bu tür olayların düzeyi bilincin ve aklın üzerinde olur.

Bu din, insan mantıgının karşısına inanmaya mecbur edici olaganüstü olaylarla bile çıkmaktan kaçındıgına göre onun karşısına kuvvetle ve zorlama ile çıkmaktan, muhataplarına açıklama yapmaksızın, onları inandırmaksızın, ikna olmalarını saglamaksızın tehdit, baskı ve zorlama yolu ile kendini kabul ettirmekten elbette kaçınacaktır. Oysa islamdan bir önceki din olan Hristiyanlık kendini süngü ile, ateşle, işkence ve tepeleme yolu ile kabul ettirmiştir.

Bu politikanın yürütücüsü, imparator Kostantinin Hristiyan olmasından sonraki Roma imparatorlugu olmuştu. Oysa Roma imparatorlugu aynı işkenceleri, daha önce, ikna olarak ve isteyerek Hristiyanlıgı kabul etmiş olan çok az sayıdaki vatandaşına uygulamaktan tereddüt etmemişti. Üstelik Roma imparatorlugunun Hristiyanlık ugruna uygulamış oldugu baskıların ve toplu kıyımların kurbanları sadece Hristiyanlıgı kabul etmeyenler olmamıştı; devletin mezhebine girmeyen, bu mezhebin Hazreti İsanın konumuna ilişkin bazı prensiplerini benimsemeyen degişik mezhep yanlısı Hristiyanlarda bu amansız vahşetten paylarını almışlardı.

İşte bütün bunlardan sonra gelen İslam, ilk açıklamaları arasında şu önemli ve büyük ilkeye yer verdi: Dinde zorlama yoktur. Dogruluk ile sapıklık birbirinden ayrılmıştır. Bu ilkede yüce Allah’ın insanı onurlandırdığı; iradesine, düşüncesine ve duygularına saygı gösterdiği, inanç alanında hidayete ve sapıklığa ilişkin tercihlerinde onu vicdanı ile başbaşa bıraktığı, bunların yanısıra davranışlarının sonuçlarını ve nefsi ile hesaplaşma görevini omuzlarına yüklediği açıkça görülür.

Bu ilke insan özgürlüğünün en karakteristik ilkesidir. O insan özgürlüğü ki, yirminci yüzyılın zorba ideolojileri ve insan onurunu hiçe sayan sosyal düzenleri onu insanlara çok görüyor. Bu baskıcı ideolojiler ve düzenler, yüce Allah’ın inanç seçme serbestliği tanıyarak onurlandırdığı insan adlı bu varlığa hayat düşüncesini ve düzenini serbest iradesi ile seçme hakkı tanımıyorlar; onu devletin çeşitli propaganda araçları, yoğun yönlendirme önlemleri, bunların yeterli olmadığı zaman da arkasından gelen kanunları ve oldu-bittileri ile dayattığı, dikte ettiği düşünceyi ve düzeni benimsemeye zorluyorlar.

İnsan ya evrene egemen olan Allah’ın varlığını ve fonksiyonunu inkâr ederek sözünü ettiğimiz devlet ideolojisini kabul edecek ya da her an nasıl ve nereden geleceği belirsiz ölüm tehdidi altında titreyerek yaşayacaktır! İnanç özgürlüğü, insanı * İNSAN * yapan, ona bu vasfı gerçek anlamda sağlayan ilk „insan hakkı“dır. İnsanın elinden inanç özgürlüğünü alan kimse, her şeyden önce onun insanlık niteliğini elinden almış demektir. Baskıya ve işkenceye uğramama güvencesi altında inancı yayma ve tanıtma özgürlüğü, temel inanç özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasını oluşturur.

Yoksa inanç özgürlüğü, pratikte hiçbir anlam taşımayan kuru bir laftan ibaret kalır. Hiç kuşkusuz varlık bütününe ve hayata ilişkin en gelişmiş düşünce sistemi, insan toplumu için en tutarlı sistem olan İslâm, herkesten önce ve herkesinkinden gür bir sesle „Dinde zorlama yoktur“ diye sesleniyor. Bu din, kendi dışındakilerden önce öz taraftarlarına, insanlara bu dini benimsetmek amacı ile zor kullanmalarının yasak olduğunu açıklıyor. Durum böyleyken kendilerini devlet otoritesinin acımasız baskısı ile ayakta tutabilen, muhaliflerine yaşama hakkı tanımayan zorba ve yetersiz yeryüzü kaynaklı ideolojilerin ve sosyal düzenlerin yaptıklarına ne demeli?

„Dinde zorlama yoktur“. Yani zorlamanın her türlüsünü olumsuzlayan, reddeden bir ifade karşısındayız. Zorlamanın varlığı kökünden olumsuzlanıyor, reddediliyor. Başka bir deyimle, inanca yönelik baskı sadece yasaklanmakla yetinilmiyor, varlık aleminden ve olaylar dünyasından tamamen kovuluyor. İman, insana verilmiş nimetlerin en büyüğüdür. O, insan idrakine katışıksız ve belirgin bir düşünce bağışlar, insan kalbine huzur ve barış sunar, insan vicdanına yüce amaçlar ve temiz duygular kazandırır, insanlık için sağlıklı, dengeli, hayatı gelişmeye ve ilerlemeye doğru itici bir düzen gerçekleştirir.

İnsan, iman nimetini bu şekilde düşününce onun olgunlukla eşanlamlı demek olduğunu kavramakta gecikmez. Bu gerçeği kabul etmeyecek olanlar, sadece olgunluğu bırakıp azgınlığı alan, hidayeti bırakıp sapıklığa koşan; kavram kargaşasını, kuşkuyu ve haysiyetsizliği huzura, güvene ve onurluluğa tercih eden budalalardır. İlkelerini yüce Allah’ın direktiflerine dayandırmayan her sosyal sistem, yüce Allah’ın buyruklarından kaynaklanmayan her kurum, her düşünce, her edep kuralı ve her gelenek bu kategoriye girer, bu kavramın kapsamına girer.

Kim, hangi biçimde karşısına çıkarsa çıksın, bunların tümünü kökünden reddederek Allah’a inanır ve ilham kaynağı olarak sadece Allah’ı bilirse o kimse kurtuluşa ermiştir. Ayette bu kurtuluş „kopması sözkonusu olmayan, sapasağlam bir kulpa yapışmak“ durumu ile somutlaştırılmıştır.Allah’a inanmak, asla kopmayacak olan sağlam bir kulptur, bu kulpa yapışan kimse kurtuluşa götüren yolu kaybetmez. Çünkü bu kulp, yok oluşun ve kurtuluşun sahibine bağlıdır.

Gerçek anlamı ile iman. Şu varlık alemindeki tüm gerçeklerin dayandığı ilk gerçeğe, Allah gerçeğine ermek, Allah’ın şu varlık alemi için koyduğu ve varlık alemini ayakta tutmanın sebebi olarak görevlendirdiği kanunlar sisteminin özünü kavramaktır. Kim O’nun kulpuna yapışırsa O’nun kılavuzluğu altında O’na doğru ilerler. Ne tökezler, ne geri kalır, ne aldatıcı başka yollarla karşılaşır ne pusulayı kaybeder ve ne de yolunu şaşırır. Dillerden dökülen sözleri işitir, kalplerdeki saklı duyguları bilir. O halde O’nunla ilişki halinde olan mümin, başkalarını dolandırmaz, aldatmaz ve kimseye haksızlık etmez.Hiçbir gerçek, imanı aydınlığa, küfrü de karanlığa benzetmek kadar doğru ve hassas olamaz.

Gerçekten iman, müminin vicdanına akar akmaz bütün varlığını aydınlatır. Müminin ruhu iman sayesinde parlar, şeffaflaşır, arınır ve çevresine aydınlık, parlaklık ve belirginlik ışıkları saçar. iman nesnelerin mahiyetini, değerlerin mahiyetini ve düşüncelerin içyüzünü gözler önüne seren bir aydınlıktır. İmanın aydınlığı sayesinde mümin, karışıklığa meydan vermeyen bir açıklıkla ve titreşimsiz bir netlikle görebilir ve bunlar içinden soğukkanlılıkla, gönül huzuru ile, güven içinde ve titreşimsiz bir kararlılıkla alacağını alır, bırakacağım bırakır.

İman, evrensel kanunlar sistemine giden yolu meydana çıkaran bir aydınlıktır. İmanın aydınlığı sayesinde mümin kendi hareketini, çevresindeki ve özündeki evrensel kanunlar sisteminin akışı ile ahenkleştirir; Allah’a ulaştıran ya da yavaş yavaş yumuşak adımlarla, gerginlikten uzak bir rahatlıkla, öteye-beriye çarpmadan, orada-burada tökezlemeden ilerler. Çünkü gittiği yol fıtratının bilmediği, yabancısı, acemisi olduğu bir yol değildir. İman, tek yola ileten tek bir aydınlıktır. Küfrün sapıklığı ise çok sayıda ve değişik karanlıkları içerir.

Şahsi arzu ve ihtiras karanlığı, kılavuzsuzluk ve yolu şaşırma karanlığı, kendini beğenmişlik ve azgınlık karanlığı, zayıflık ve aşağılık kompleksi karanlığı, gösteriş ve münafıklık karanlığı, açgözlülük ve kıskançlık karanlığı, kuşku ve endişe karanlığı ve hadde-hesaba gelmeyen daha bir çok karanlık türleri. Bu karanlıkların tümü, Allah’ın yolundan sapmakta, Allah’tan başka bir kaynaktan ilham almakta ve Allah’ın sisteminden başka bir sistemin hakemliğine başvurmakta toplanır. İnsan, yüce Allah’ın bir ikincisi bulunmayan aydınlığından, karışıklığa meydan vermeyen biricik gerçeğin aydınlığından ayrılır-ayrılmaz, kesinlikle değişik, türlü ve farklı nitelikli karanlıkların içine düşer.(Seyyid Kutub.Fi zilal.c.2.sayfa.44-50)

Dinde zorlama yoktur ayeti söz konusu edilince akla hemen gayrı müslimlerin İslam dinine girmesi hususunda yapılan zor kullanma gelir. Bizim bir Müslüman olarak bu ayetten anladıgımız husus ta mutlaka önemlidir. Müslüman bir kimseye zalim, kafir, fasık, gayrımüslim ve benzeri inançta olan kimselerin İslam dini açısından yasak olan bir inancı kabul ettirmek veya haram oldugu bilinen bir ameli işletmek için yaptıkları baskının adı da ikrah tır yani zorlamadır, zor kullanmadır. Bizim asıl üzerinde durmak istedigimiz konu budur. Bu durumda İKRAH ın yani zorlamanın olabilmesi için bir takım şartların olması gerekir.

Zorlamanın şartları kısaca şöyledir: 1) Korkutanın, söylediğini yapacak durumda olması: Ebû Yusuf ve İmam Muhammede göre başkasından yardım istemek mümkün olup da, o şekilde tehditten kurtulmak imkân dahilinde bulunsa bile yine ikrâh hali gerçekleşir. 2) Korkutulanın, korkutulduğu şeyin derhal gerçekleşmesinden korkması: Korkutulan, söylenen şeyi yapmadığı takdirde, tehlikeye maruz bulunduğu kanaatine sahip olmalıdır. Bu konuda onun galip zannı ölçü olarak alınır.3) Korkutmanın, zorlananın veya yakınlarının mal, can veya uzuvlarına karşı yapılmış olması:

Büyük İslâm Alimi Es-Serahsî (ö. 490/1097) yakınlara karşı vuku buları korkutma altında yapılan bir satım akdini kıyasa göre geçerli kabul ederken, bunun istihsan prensibine göre bir korkutma sayılacağını belirtir. Çünkü kişiye, babasına veya eşine yapılacak işkence, kendisine yapılacak işkenceden daha ağır gelebilir (es-Serahsî, el-Mebsût, XXIV, 93).

İslâm Alimleri ikrahı – zorlamayı, zor kullanmayı üç kısına ayırır:1) Tam ikrah: Zorlananın mal, can veya uzvunun telefine yol açabilecek ağırlıktaki ikrah. 2) Eksik ikrah: Malın bir kısmını telefle tehdit, uzuvların telefine yol açmayacak şekildeki dövme, tehdit, hapis ve bağlamakla tehdit bu kısına girer. 3) Yakınlara verilecek zararla ikrah: Ana, baba, dede, nine, çocuklar, torunlar ve eş gibi yakınlardan birisine eziyetle tehdit bu kısına girer.

Geçerli olan ikrah, tam olsun, eksik bulunsun, sözleri hükümden düşürür. Bu nedenle, ikrah altında yapılan ikrarlar geçerli olmaz. Ancak, ikrah hâli kalktıktan sonra rıza gösterilmesi hali müstesnadır. Tam ikrah da, eksik ikrah da rızayı yok eder. Bağlayıcı akid ve sözlerde ise karşılıklı rıza esastır. Zorlananın fiilleri, zorlamanın tam veya eksik olmasına göre değişik hükme tâbi olur. Eksik ikrah, zorlananı fiilinin sonucu bakımından mutlak olarak serbest bırakmaz.

Meselâ, bir kimse hapisle tehdit edilerek içki içmeye veya bir şahsı öldürmeye zorlansa, teklifi yerine getirirse tamamen sorumlu olur. Çünkü karşılaştığı eziyeti kabul ederek istenilen şeyi yapmayabilir. Söyleneni yapmadığı takdirde uğrayacağı eziyet tahammül edilir cinstendir. Tam ikrahta ise zorlanan, işlediği fiilden sorumlu olmamakla birlikte, korkutan sorumlu olur. Sorumluluk ikisi arasında yer değiştirmiş bulunur.(Hamdi Döndüren.Ş.i.ansl.)

Biz Hanefi mezhebine baglı olanlara göre, ölüm tehlikesi ve bir uzvun koparılması söz konusu olunca, bir kimsenin, diliyle küfür kelimesini açığa vurmasında bir sakınca yoktur. Hz. Peygamber’in Ammar b. Yâsir’e bu konuda verdiği müsaade, bir konuda en büyük delildir. Ammar’ın ana ve babası inançlarından vazgeçmedikleri için Kureyş müşriklerince şehit edilmiş, kendisi de dayanılmaz işkence karşısında, müşriklerin söylenmesini istediği küfür sözlerini söylemiştir.

Ammar bin Yasir in durumu Peygamber efendimize (sav) ulaşınca, kendisine, küfür kelimelerini söylerken kalbinin durumunu sormuştur. Ammar b. Yâsir; „iman ile mutmain olarak buldum“ cevabını verince, Resulullah (s.a.s) „Eğer yine aynı işkenceyi yaparlarsa, onların istedikleri sözleri söyleyip kurtulabilirsin“ buyurmuştur. Bunun üzerine şu ayet-i kerîme inmiştir: „Kalbi iman üzere sabit ve bununla mutmain olduğu halde, ikrâha uğratılanlar müstesna olmak üzere, kim imanından sonra, Allah’ı tanımış, küfre göğsünü açarsa, işte Allahın gazabı o gibilerin başınadır. Onların hakkı en büyük azaptır“ (en-Nahl, 16/ 106).

Günümüzde Müslümanlar için her türlü ikrah ve zorlama hadiseleri günlük olaylar halinde devam etmektedir. Peygamber ocagı olarak bilinen Askeri teşkilattan başlayarak siyasi, kültürel, sosyal, ekonomik ve hayatın her alanında Müslüman oldugunu itiraf eden kurum ve müesseseler İslam dinine ve Müslümanlara savaş açmış durumdadırlar. İslami hükümlerle bazı basın yayın organlarında yazılı ve görsel medyada hergün adeta alay edilmektedir.

İslamın haram olarak belirttigi çogu hususlar medeni ve çagdaş yaşantının vazgeçilmez bir parçası olarak ifade edilmekte yenilmesi, içilmesi, hayat tarzı olarak kullanılması teşvik edilirken, olması gerekenler, İslami hükümler ise insan elinden çıkmış zorlayıcı Anayasa hükümleri,Asker ve Polis zoru ile yasaklanmakta, Sosyal hayattan çıkarılmaya çalışılmakta aksini iddia eden İnanan kesim ise Ammar bir Yasir konumuna getirilmekte tabir caizse anasından emdigi süt burnundan getirilmektedir.

Tabiidirki; hak ve batıl mücadelesi KIYAMETE kadar sürecek ve birbiriyle çatışmasını devam ettirecektir. Zaten DİN lerin gönderiliş gayesi de insanları sapıklıktan korumak, Allahın birligine, iyiye, güzele, meşru olana davet etmektir. Allahı tealanın seçtigi insanlar olan Peygamberleri aracılıgı ile insanlara ulaştırdıgı ve yine insanlıga yükledigi bu görev de Adem aleyhiselamla başlamış Peygamber efendimize (sav) kadar devam etmiş, Kıyamete kadar da bu İman ve İnanç şekli devam edecektir. Bizler Allahın kendi DİNİNİ muhafaza edip koruyacagına ait vaadinin hak olduguna inanıyoruz.

İnancımız odur ki; Bizler Dinimizin geregi olarak hiçbir gayrımüslimi zorlayıcı yollarla ve zorba olarak İslama getirmek durumunda degiliz. Lakin Müslümanım diyenler de vermiş oldukları sözlerin geregini yerine getirmek ve teslim olduklarını söyledikleri İnanç bütünlügünü hayatlarına aktarmak ve öylece sahtekar konumuna düşmeden İnançlarını yaşamak durumundadırlar.

Olmazsa ne olur sorusuna muhatap olursak deriz ki; bizler ancak bildigimiz dogruları Allahın emir ve yasaklarını bildigimiz kadarıyla anlatmak la yükümlüyüz. İnsanlar inandıgını söyledikleri Dini hayatlarına nakşetmek ve o Dini yaşamak zorundadırlar. Tabiidirki yapmazlarsa yine hesabını Cenabı Hakka vereceklerdir. Gönül isterki İlahi adaletin en ince teferruatıyla ve seri bir şekilde yerine getirildigi o günde Müslümanlardanım diyenlerin yüzleri kara çıkmasın. Allah yar ve yardımcımız olsun.

Allahım her gününe şükürler olsun. Hamdolsun sözlerinin bile alay mevzuu edildigi bir zamanda yaşamaktayız verdigin her nigmete, nefes alıp verdigimiz her zaman dilimi için binlerce ve binlerce defa hamdediyoruz. Alemlerin Rabine hamdolsun diyor ve bununlada aciz bir kul oldugumuzu her saniye itiraf ile iftihar ediyoruz. Sen gören, bilen, hesabı en iyi şekilde sonuçlandıransın. O müthiş günde bizlerin ayaklarımızı kaydırma Allahım. Bizleri Sıratı müstakimden ayırma, bizleri hesap gününde hesabı dosdogru ve güzel olanların yanına dahil eyle ya Rabbi. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…
Sermed Kadir… 30.12.2008

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.