Doğru Düşünce ve Sabır

Kuşkusuz, Allah sabredenlerden yanadır…***

Biz Müslümanlar olarak en başta; Allah’ın Ayetleri üzerinde düşünelimMilyonlarca kez düşünelim. Bizi düşünmeye ve akıl erdirmeye dâvet eden esasen Allah’ın âyetleridir. Hür düşünceye ve akletmeye Allah’ın Ayetleri kapıyı ardına kadar açar. Düşünmemeyi ise Kuranı Kerim asla makbûl saymaz.

Mümkün oldugu kadar düşünceye ve fikriyata deger vermekte gayretli olalım; fakat aynı zamanda sabırlı olalım, metanetli olalım. Sonuca ulaşmak için acele etmeyelim. Neticeyi bizim tayin etmedigimizi mutlaka hesap edelim. Bilmediğimiz konularda sabırla araştırmamıza devam edelim. Bir netice elde edinceye kadar son kararımızı vermeyelim. Boşu boşuna iddiacı olmayalım. Karşı fikirlere açık olmaya gayret sarfedelim. Kendi fikrimizi erişilmez hakikat saymayalım. Elimizden birisi tutmadığında, kendi başımıza yanılabileceğimizi hep hesaba katalım…

Cemaat yaşantısına baglı kalalım. Eger Cemaat yaşantısına kendimizi entegre edersek, baglanırsak her hangi birimizin düşünemedigi, unuttugu ya da bazı sebeplerden dolayı anlayamadıgı hususları bir digerimiz hatırlatır ya da istişare yoluyla sorarak dogru düşünceye ulaşmak bizleri tabiiki mutlu ve mesut eder bu yüzden Cemaat olmanın, birlik halinde yaşamanın bereketi sayılamayacak kadar fazladır aslında…

Ne yazıkki Tarihin her devrinde oldugu gibi, günümüzde de yollar şeytanın oklarıyla, tuzaklarıyla ve mayınlarıyla doludur. Yollar birer mayın tarlasıdır. Şeytanlar pusudadır. Biz ise bu pusulardan atılan oklardan ve mayınlardan kendimizi koruduğumuz ölçüde Allah’ın huzuruna doğru ilerleyebilme başarısını kazanmış olacagız inşaallah. Esasen Allaha kul olma noktasında hayatın her devresini, her anını imtihan vesilesi bilmek bizim temel vasıflarımızdandır…

Doğru düşünmek öncelikle bir bilgi birikimini gerektirir. En güzel metoda uymayı zorunlu kılar. Dogru düşünmek bir disiplin ister, bir usûle ihtiyaç duyar. Düşünce disiplini ve usûlü olmadığında, çoğu zaman yanlış bir yolda kafa yorarız, çıkmaz bir sokağa gireriz, bir netice alamayız. Şeytanın da aradığı budur zaten. Bu noktada biz Müslümanların baş vuracagı en büyük kaynak Kuranı Kerim, Hadisi Şerifler (Sünneti seniyye) ve EHLİ SÜNNET inancına sımsıkı baglanmak olmalıdır…

İslam Alimleri bu konularda o kadar teferruatlı ve güzel, muteber eserler vermişlerdir ki; Allah hepsinden razı olsun bizler eger bu güzel, pak ve temiz kaynaklardan beslenecelk olursak Cenabı Hak bizleri kesinlikle yarı yolda, çaresizlikte ve ümitsizlikte bırakmaz…

Düşünce de ve dogru metodda, usulde ulaşılacak güzelliklere bir misal vermek gerekirse; Asrımızın büyük Alimi ve düşünürü Bedîüzzaman Hazretlerinin Lemalar adlı kıymetli eserine baktıgımızda: 1- Doğru düşünmeye başladığımızı, 2- Düşüncelerimizden doğru sonuçlar aldığımızı, 3- Akla ve düşünceye gerçek hakkını verdiğimizi, 4 – İçimize sinecek ölçüde iknâ olduğumuzu, 5- Şeytanın karşısına hak ettiği cevapla çıktığımızı, 6- Hakikate hakka’l-yakin derecede ulaştığımızı, 7- Kendimizi korkularımızdan ve evhamlardan, yanlış düşüncelerden kurtardıktan başka, etrafımıza da yepyeni umutlar ve pırıltılar saçtığımızı Allah’ın izniyle göreceğiz…

İşte Cemaat yaşantısının burada fayda ve BEREKETİNİ görüyoruz. Biz Müslümanlar hiç bir zaman kendi kurtuluşumuzu yeterli gören bir kafa yapısına sahip insanlar olarak görmedik. Bizler hep ben degil, biz diyen bir düşünceyi bayraklaştırmak durumundayız. Topluma, cemiyete, kitleye faydalı olma hâli aslında kendimize faydalı olmayı da beraberinde getirir. Ama toplum bozuk olursa bu çürük yapı hepimize sirayet eder…

Aslında hayatımızın bütünü bir mücadele şeklinde geçmektedir. Onun için her zaman söz arasında deriz ki; Hayatta en büyük mücadeleyi iyilik, güzellik ve insanlıgın hayrı ugruna Allahın izni ile Peygamberler(AS) vermişlerdir. İyiligin, güzelligin, dogru düşüncenin karşısında ise her zaman Lanetli İblis- Şeytan şiddetle karşı durmuştur.

İnananları dogru yolundan saptırmak zaten Şeytanın bilinen adetidir; Nerede bir İmana dair muteber, olumlu bir hareket var ise, Şeytan da o hakikatin zıddına, dogruları inkar ederek vazifesini yapma gayretleri içerisinde bulunacak ve yanına yandaşlarını, yoldaşlarını, askerlerişni toplayacak ve top yekün Allahın Şeriatıyla mücadele edecektir bu insanlık tarihi boyunca böyle olmuş ve Ahirete kadar da böyle devam edecektir. Müslümanlar Allahın emir ve yasaklarına baglı kalacaklar, Kafirlerde Şeytanı dost bilip o Lanetlinin izini süreceklerdir…

Biz Müslümanlar mümkün oldugunca sağlıklı bir disiplinle, sıhhatli bir metodla, muteber bir usulle hareket ederek, düşünerek Lanetli Şeytana hiç bir zaman istedigi fırsatı vermemeye çaba sarfedegiz. İblis asla bizi aldatacak boşluk bulamayacak. Her zaman eli boş ve yüzü terde yanımızdan, çevremizden tabir caizse Süt dökmüş Kedi gibi defolup gidecek. Demekki iş bizim dogru düşünmemizde ve Sabırla, metanetle bu İmanımızda sabit olmamızda gizli bulunuyor…

Lakin böyle bir düşünce disiplini olmadığında, Usulümüz yanlış, metodumuz hatalı bulundugunda Allah korusun; Kendi fikri yapımızı putlaştırdıgımızda, gurur ve kibirimizin esiri oldugumuzda ise dogru düşünüyoruz diye Şeytana oyuncak olmamız kaçınılmazdır. Farkına varmadan Şeytanın her türlü hilelerine balıklama atlarız ki; İşte o zaman sevinen Şeytan ve onun gönüllü askerleri, üzülen ise muttaki Mü’minler olur. Müslümanlar olarak bizim en önemle üzerinde durdugumuz husus şudur ki; Kesinlikle Şeytana fırsat tanımayacagız…

Mutlaka inanıyoruz ki; İnsanın yaratılış icabı, Yaratıcısı, Rabbi ile arasında kuvvetli bir gönül bagı vardır. Bu yol, Rahman sıfatının geregi olarak, Kıyamet gününe kadar, yaratıcı tarafından kullarının hiç birisine kapalı kalmaz, kapanmaz. Rabbimiz bu gönül bagını, bu ilahi yolu, kulları için sürekli olarak açık tutar. Yani Rabbimiz isterki, kulu bu yoldan kendisine gelsin ve bir gün yaratıcısının kapısını çalsın.Ve bu kapı can bogaza gelinceye kadar herkes için açık tutulur…

Onun için diyoruz ki; Dünya hayatı kısadır ama bizler bu dünya hayatında yaptıklarımızdan dolayı hesaba çekilecegiz. İmtihan alanımız yaşadıgımız bu dünya alanıdır. İlim adamları, Büyük İslam alimleri her zaman * Korku ve ümit arasında * yaşantılarını sürdürmüşler, gözlerini dünya hayatına kapayıncaya kadar hiç bir şeyden emin olmamayı düşünmüşlerdir.

Allahın emir ve yasakları dogrultusunda hayatlarını sürdürmeyi ğaye edinmeyi bilen kişiler Yaratıcıya şeksiz ve şüphesiz baglı kalmaktan başka bir kurtuluş yolunun olmadıgına inanmışlar ve bu inançlarını yaşantılarına aksettirmişlerdir. Kul olma şuururunu anlayan bir kimse Yalnızca ve sadece Rabbına kulluk eder, Sadece Rabbının huzurunda kıyamda durur, yalnızca yaratıcısının huzurunda egilir, bir tek yüce Allahın huzurunda SECDE’ye varır. İşte kul olma şuurunun en yüce mertebesi…

Mutlaka Cenabı Hak (cc) Yaratılmışların en şereflisi olan İNSANI kendisine kulluk etsin diye yaratmıştır. Cenabı Hak kulunu kendisinin çizdigi yol üzerinde dosdogru gitsin diye yaratmıştır. İtaatı sadece kendisine en güzel bir şekilde yapsın diye yaratmıştır. Kesinlikle; Şaşırsın, şaşkınlıga düşsün, azgınlaşsın, sapıklardan olsun, ve isyan içerisinde hayatını sürdürsün, Nefsini, kendi benligini putlaştırsın diye insanı yaratmamıştır…

Yaratıcımız, Rahman ve Rahim olan Rabbimiz sapıklıga düşmüş, kusur, günah ve isyan içinde yuvarlanan kulunu öylece bırakmamıştır. Tabir caizse ona bir şans daha vermiştir. O büyük Nimetin adı da TEVBE’dir. İsyanlardan, günahlardan ve sapıklıklardan sonra dogruyu görüp tekrar rücu edişin adı bir bakıma İnsan için kullugun ZİRVE noktasıdır TEVBE…

Gerçektende eger Rabbimiz bir kişinin Tevbesini kabul etmişse, ondan önceki işlemiş oldugu bütün günahları silmiş demektir. Yeterki kul olma makamındaki kişi deger ve kıymetini bilsin, zamanında, yani Allaha giden o dogru yolda usulüne uygun olarak sadık ve samimiyetle tevbe etsin ve de bu tevbesine SADIK kalsın. Evet bu yol, bu büyük nimet ve şükür kapısı İnsanın can bogaza geldigi ana kadar hiç kapanmadıgına inanıyoruz…

Burada bizlerin önünde çok önemli bir engel vardır. O da SABIRSIZLIK engelidir. Bizler yapımız itibariyle aceleci davranırız, olaylara sabırsızlık içerisinde yaklaşırız. İstedigimiz her şey anında olsun diye bekleriz. Hatta İbadetlerimizin mükafatını bile anında görmeyi dileriz. Halbuki Rabbimizin SABIR hususunda emir buyurdugu Ayetlere, Peygamber Efendimizin Hadisi şeriflerine biraz yaklaşacak olsak; SABIRIN ne kadar bizim için önem arzettigini ve gerekli olduguna şahit oluruz…

Sabır Kuranı Kerimin temel kavramlarındandır. İslam ahlakının en önemli ögretilerindendir aynı zamanda. Sabır: kişinin kendini tutması, nefsine hakim olması, aynı zamanda zorluklara katlanması, yılmayıp zorluklara güçlüklere sonuna kadar dayanması ve sonuna kadar direnmesi manalarını taşır. Bizim toplumumuzda sabır genelde her şeyi sineye çekme, olup biten her türlü olumsuzluklara karşı sessiz ve pasif kalma gibi bir mana da anlamak sabır mevzuunu yeterli şekilde kavrayamamaktır…

Zaten Tarihsel süreç içerisinde yanlış anlaşılan ve hâla da yeterli derecede anlaşılamayan TEMEL kavramlarımızdan birisidir SABIR. Kuranı Kerimde yapılması için girişimde bulunulan, hayırlı bir çabada, gayrette, fiiliyatta insanın karşılaşabilecegi zorluklara ve olumsuzluklara karşı DAYANIKLI olmayı, direnmeyi, metaneti, azmi ve cesareti ifade etmektedir Sabır…

Yalnız burada önemli bir ayrıntı vardır. Samimi bir Müslüman başa gelen her türlü olumsuzluklara katlanma, dışardan gelebilecek her türlü baskı ve şiddete karşı hiç bir çaba göstermeden boyun egme, her türlü çaresizligi kabul etme ve itikad, inanç, İmani hususlarda kişinin kendi düşünce yapısını, Din anlayışını ikinci plana atarak iddialarından vazgeçmesi SABIR kapsamının dışında kalan hususlardır diye düşünüyoruz…

Kurani bir kavram olan sabır, hedefe ulaşabilmek için, yer, zaman ve şartlara göre Müslümanın ortaya koyması gereken stratejik bir tavırdır sabır. Bu anlamda sabır, aceleye getirilmemesi gereken uzun soluklu çalışmalarda ihtiyatlı ve akıllıca hareket etmeyi beraberinde getirir. Asrı Saadet döneminde, Peygamber Efendimiz (sav) ve Sahabe için düşünecek olursak Mekkede müşriklerin eza ve cefası karşısında sabır, yeterli gücü buluncaya kadar onlara katlanıp bir bakıma zaman kazanmaktır.

Medine döneminde ise Cihad esnasında düşman karşısında, dayanma, direnme ve sonuç olarak zafer kazanmadır sabır. Ayrıca: Sıkıntı, hastalıklar ve çeşitli musibetler karşısında kesinlikle isyan etmeksizin sınandıgının, denendiginin bilinciyle kişinin kendine hakim olması ayakta dimdik durmasıda güzel bir sabırla mümkündür.

Sıkıntılar karşısında sabretmek ise hem birey olarak hem de toplumsal sonuçları düşünüldügünde SABIR; rolü inanılmayacak kadar büyük olan temel bir kavramımız oldugunu açıga vurur. Sabırlı olamama hâli ise; günümüzde çoklukla görüldügü gibi, kişiyi ümitsizlige, kendini kaybetmeye, terör, anarşi, gasp, hırsızlık, arsızlık ve bunalımlar gibi olumsuz davranışlara ve nihayet isyan etmeye, hatta cinnet getirmeye, delirmeye ve ya intiharlara kadar götürür sabırsızlık hali…

Bu nedenledir ki; Sabır her zaman ve her yerde güzeldir, gereklidir; sıkıntılar, zorluklar ve musibetler karşısında güzelce sabretmemiz gerekir. Biz mü’minler birbirimize sürekli sabrı tavsiye ederiz. Ve sabırla Allahtan yardım dileriz. Ve inanırız ki sonuçta Allah sabredenlerle beraberdir. Ve Sabrın sonu ebedi selamettir…

Büyük İslam Alimi Bedîüzzaman Saidi Nursi (Rh.a) diyorki: * Yüzlerce kapıları kapalı, fakat bir kapısı açık bir saray farz ediyoruz. Açık kapıdan saraya girmek mümkünken; şeytan tutuyor, bize yüzlerce kapalı kapıları gösteriyor ve bu saraya girilemeyeceğini iddiâ ediyor. Oysa o saraya açık bulunan bir kapıdan girmek aklen, mantıken, vicdânen, kalben mümkündür. Varsın diğer kapıları kapalı bulunsun; maksadımız saraya girmekse, açık olan bir kapı bize yeter.

Halbuki İmanî hakikatlerin doğruluğunu ve sıhhatini tesbit edecek yüzlerce açık kapımız var, yüzlerce ispatımız var, binlerce delilimiz var, binlerce akıl yolumuz var, milyonlarca mantık caddemiz var. Şeytan tutuyor, evhamları tahrik etmek sûretiyle kendisince bir kapıyı kapalı gösteriyor ve bundan dolayı saraya girilemeyeceğini iddiâ ediyor. Oysa azıcık düşünsek, şeytanın bu telkininin ne kadar tutarsız ve akla aykırı olduğunu anlamakta zorluk çekmeyeceğiz. (Lemalar) *

İşte İman hakikatleri, Allahın emirleri ve ibâdetler o saraydır. Milyonlarca akıl ve fikir aynı neticede birleşmiştir ki, İslâmiyet’in ön gördüğü İman hakikatleri haktır, gerçektir, doğrudur, sarsılmazdır, Allah’ın emirleri haktır, Bizim yaptıgımız her İBADET bizleri kemâle, olgunluga erdirir, ahlâkımızı güzelleştirir, bizim iyi insan olmamızda en tesirli ugraşımız İbadetlerimizdir…

Samimiyetle inanıyoruz ki; İbadetlerimiz bizleri insanlığın zirvelerine ulaştırır, bizi Dünyada ve Ahirette mutlu ve umutlu kılar, bizi kötülüklerin kirlerinden, pisliklerinden korur. İbadetlerimiz bizleri her türlü kötü alışkanlıklardan uzaklaştırır. bizim kendimize ve topluma faydalı birer birey olmamızı sağlar. İbadetlerimiz bizleri Allaha kulluk noktasında olgunlaştırır…

Sabırla ve Sebatla İbadetlerimize devam ettigimiz takdirde daha bizim bilemeyecegimiz ve anlayamayacagımız ölçüde güzelliklerin sahibi oluruz. Bunun yanında bizler İbadetlerimize sürekli devam kararı aldıgımızda ve uygulama safhasına koydugumuzda ise Lanetli İblisi ve Şeytanı şaşkın eder, çılgına çeviririz…Ama yine de İblis ve Şeytan ve de Şeytanın gönüllü askerleri hiç bir zaman boş durmaz ve devamlı kötülük telkinlerinde bulunur.

Şeytan korkularımızı tahrik ederek, Hak ve dogru olan gerçekleri görmemize engel olarak gözümüzü bazı dogrulara kapatabilir. Sadece aklımıza ve mantıgımıza hitap edebilir ve diyebilirki: * Allahın ibâdete ne ihtiyacı var ki, seni kendisine ibâdet için yaratmış olsun * Biz de derhal bu ve benzeri sözlere hiç düşünmeden kanma temayülü gösterebiliriz. “Sahi” deriz; * Yüce Rabbimizin İbadetlerimize ihtiyacı olur mu hiç * Hemen sözümüzü şu şekilde bitirmeliyiz: Haşa madem öyle, Kuranı Kerimde Rabbimiz bizleri bu kadar Ayeti kerimesiyle neden bizleri İbadet etmeye çagırıyor. Hani aklımız vardı? Hani doğru düşünecektik?

Nereden aklımıza esiyorsa esiyor; Kur’ân’ın ibâdetler üzerindeki ısrarını, Allah’ın ihtiyacı olup olmamasıyla yorumlamaya çalışıyoruz. İbâdet yaptığımızda bundan bizim değil de, Allah’ın kazançlı çıkacağı sonucuna nereden ve nasıl ulaşıyoruz, anlamak mümkün değil. Doktorun, yazdığı reçeteyi iyi kullanmamız için, hastalığımızın şiddeti derecesinde bize ısrar etmesine hakkı yok mudur? Bu ısrardan dolayı doktoru itham etmek mümkün mü?

Müslümanlar olarak bizlere düşen, yaratılmışların en şereflisi İNSAN olarak yaratıldığımız için Allaha şükretmektir ve binlerce kez HAMDETMEKTİR. Bizler, RABBİMİZE sonsuz şükür borçluyuz. Nasıl, bir damla menfaat gördüğümüz birisine teşekkür etmeyi bir borç saydığımız gibi. Hiç durmadan tüm hücrelerimizle ŞUURLU, bilinçli bir şekilde Rabbimize şükretsek, ŞÜKÜR borcumuzu ödeyemeyiz. Lakin yine de SABIRLA Yüce Rabbimize kullugumuzu devam ettirmekle yükümlü oldugumuzu söz, hareket ve fiilimizle bildirmemiz icap etmektedir…

Konumuzu yine bir Ayet mealiyle baglayalım. Rabbimiz Bakara Suresi Ayet.156.da mealen şöyle buyuruyor: *** Onlar, başlarına bir musibet geldigi zaman: ‚’ Kuşkusuz biz Allaha aitiz ve elbette O’na dönecegiz derler…***

Allahım. Bizleri Dünya musîbetlerinin çaresiz bırakan şiddetinden koru. Bizleri belâlara karşı sabırsızlık afetinden koru. Bizleri günlük alışkanlıklarımızın oyuncagı eyleme. Bizleri çare bulumayan hastalıklardan koru. Bizleri çözümsüz düğümlerden muhafaza eyle. Bizlere gaflet ve uyuşukluk veren sıkıntılardan sadece Sana sığınırız. Sen her şeye kadirsin Allahım….Amin…
Sermed Kadir…12.07.2005

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.