Dost ve Düşmanlıkta Sınır

Biz Müslümanlar Mukaddes Kitabımızdan ögreniyor ve inanıyoruzki; Müslümanların, gayri müslimlere iyi davranmaları dinimizin bize açık bir emridir. Bu emri bizler dogrudan Kuranı Kerim deki şu ayeti kerimeden alıyoruz. Yüce hayat rehberimizde Allah (cc) mealen şöyle buyuruyor:

*** Allah, din ugrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimseler iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak kılmaz. Dogrusu Allah adil olanları sever. (mümtehine suresi.ayet.8.) *** Buyrugu bizlere bir vazgeçilmez düsturdur…

Asıl Kaynak Kuranı Kerim olmakla beraber; İslam Tarihlerini okudugumuzda görürüz ki; İlk İnsan aynı zamanda İlk Peygamber olan Adem Aleyhiselamdır. İnanıyoruz ki; Sorumluluk makamında olanda, Mesuliyet duygusunun sahibi de, Bütün Dini hükümlerin de En güzel surette yaratılan İnsandır. Yalnız zaman içerisinde görülmüştür ki; İnsan da zaman içerisinde şer, kötülük, zarar verme ve İsyan etme gibi olumsuzlukların temsilcisini ortaya çıkarmıştır bu kişi ise Kabil’dir. Hakkı, iyiligi, güzelligi, teslimiyeti, ve bütün güzellikleride Habil temsil etmiştir…

Nefsani arzularından kaynaklanan bir zaafla Kabil, Cahil bir düşünceyle ve hareketle olumsuz tavırlarıyla Küfre düşmüş İsyan bayragını açmış ve tabir caizse; Küfrün temsilciligi gibi bir bataklıga saplanan insanlardan ilki olmuştur. Şöyle bizden önceki yaşayanlara baktıgımızda İslam Dinini hayata Hakim kılma mücadelesinde; Özelde birey olarak, genelde de Cemaat, Cemiyet ve toplum yapısı açısından dost ve Düşman kavramlarının iyice anlaşılması bakımından bu olayı her zaman aklımızda tutmalı, ve bu olayı çok iyi tahlil etmek mecburiyetindeyiz…

Mutlaka bilmemiz icabeder ki; Yaşadıgımız hayat, İnanan insanlar için nasılki Hakkın yerine getirilmesi adına bir mücadele alanı ise aynı zamanda Kafirler, Din düşmanları ve Cehalet kuyusuna yuvarlananlar için de kendi hayat anlayışlarının yerine getirilmesi için verilen bir mücadele alanıdır. İşte bu hayat yani dünya hem Kafirler için hem de Müslümanlar için bir İmtihan alanıdır…

Allah (cc) Her hususta İnsanları dener ve İmtihan eder. Allah İnsana bolluk verir dener, açlık verir dener, Cesaret verir dener, Korku verir dener, İstemedigimiz kadar erkek ve kız çocugu verir dener, çok istesekte bir tane bile vermez ve dener, Bol bol dost verir dener, çokça düşman verir dener, Yüksek makamlar ve mevkiler, memuriyetler, başkanlıklar verir dener, Ömrü boyunca tabir caizse hiç bir baltaya sap olacak beceriyi vermez öyle dener ve aklımıza gelen ve gelmeyen her türlü yollarla Rabbimiz yaşadıgımız ömrümüz boyunca bizleri dener, Yarattıgı biz kullarını her şekilde İMTİHAN eder…

Ve bu denendigimiz hususların hepsi Kıyamet gününde hesap ve kitapların verildigi anda karşımıza İmtihan soruları olarak karşımıza çıkar. Hesabını güzelce veren kullara ne mutlu. İşte Dünyadaki bu mücadele alanı olma hususu yani Habil ve Kabil olayıyla başlayan bu mücadele Kıyamete kadar devam edecektir. İnsanlık Tarihindeki bu basit ve kabaca baktıgımız husus Adem Aleyhiselam ile Havva anamız, Yasak agaca yaklaşma olayı, Habil ve Kabil’in dünyadaki sembolik savaşı, mücadelesi Düşmanları birbirine düşman eden, dostları yaptıgı her olumsuz hareketten sonra pişman eden baş düşman Şeytan olmak üzere ondan sonra gelen İnsandan ve Cinden olan şeytanlar, Düşmanımız o kadar çok ki sayılsa sayıya gelmez hesap etsek hesabı tutulmaz…

Ama biz yine de bir kaç büyügünü sayalım Baş düşman Şeytan ya da İblis ondan sonra onun gönüllü askerligine soyunan Cinden ve İnsandan olan Şeytanlar. Kabiller, Nemrutlar, Firavunlar, Şeddatlar, Ebu Cehiller, Ebu Lehebler, Cahillerin tümü, ne kadar Putçusu varsa putlarıyla ve Tagutlarıyla beraber hepsi, Siyonistler, Yahudiler ve günümüze kadar gelen silsile şeklindeki uzantıları. Bu uzantılarında bir bag vardır bu bag bu ip, bu rabıta Şeytanın, İblisin elinde Yani İlmigin ucu Şeytanda onun için ilk reddiyemizi şeytanın yüzüne çarpıyoruz. ilk defa Şeytana hayır diyoruz. Euzubillahimineşşeytanirraciym…

İlk isyanımızı şeytana gönderiyoruz. İlk darbemizi gücümüz ve dilimiz elverdigince Şeytana vuruyoruz. Ve tabiiki ondan sonra gelenlere. Akıl nimetinin bizlere verdigi ön sezi ile ve gördüklerimiz, ögrendiklerimiz, yaşadıgımız hayatın sebebiyle ve asıl önemlisi Rabbimizin bildirdikleriyle; Biliriz ki; Yaz mevsimi Kış mevsimine göre sıcaktır. Gündüz gece’ye göre aydınlıktır. İşte bunun gibi İnsan da Düşmanına göre bir İfade kazanır, bir vasıf kazanır. Bir hedefi olan insan düşmanlarını yendikçe hız kazanır, güç ve kuvvet kazanır. Rahmetli Necip Fazılın dedigi gibi deger ortaya çıkmış olur vesselam: Ey Düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın…

İnanıyorum ki; Mutlak olan bir gerçek vardır o da şudur ki; Davaları güçlü ve sarsılmaz kılan hususlardan biri de hiç şüphesiz Kafirlerin, Peygamberler ve Dava arkadaşlarına karşı açtıkları savaştır. İşte gerçek dava adamlarını sahte şahsiyyetlerden ayıran şey Dava adamlarının vermiş oldukları mücadeledir…

Her hâl ve tavırlarıyla bu düşünceyle yogrulup, durup dinlenmeden yapılacak Planlı ve programlı, İhlaslı bir çalışma, kolay olana degil gerçek hak ve Hakikat dogrultusunda olan bir çalışma İnanan ve Teslim olanların Samimi ve Dürüst bir çalışması inşaallah sonu güzelliklerle, iyiliklerle ve hayırla neticelenecek Yaratıcının razı olacagı bir çalışma olacaktır inşaallah çünkü biz Müslümanlar böyle bir çalışma usulüne mecburuz çünkü bizler Müslümanız, teslim olanlardanız…

İslam dini, son Din olarak İlahi Dinlerin en mükemmelidir. Emir ve yasaklarının, tüm insanlara hitap etmesi bakımından da cihanşumül yani evrenseldir. İslam Dinine göre insanlar, Allah indinde İNANANLAR VE İNANMAYANLAR olarak iki kısma ayrılırlar. Buna göre de ceza ve mükafatlarını göreceklerdir. Lakin en başta insan olarak hepsi yaratılmışların en şereflisi olma degerine sahiptirler. Bu güzellikte Rabbimizin bizlere bagışladıgı en güzel özellik ve güzelliktir…

Şüphe yokturki; İNANAN insanlar. İnanç ve takvaları bakımından. Allah (cc) katında. İNANMAYANLARA göre üstün derecelere sahiptirler. Kısaca ve Anlaşılır bir tarzda izah ve ifade edecek olursak İslam dinine, İslam Peygamberine inanmayan onu şehadet kelimesi ile ifade etmeyen insanlara GAYRİ MÜSLİMLER diyoruz.

Dünya görüşleri ve inançlarına göre gayrimüslimler o kadar fazla çeşitlilik arz ederlerki, bu hususu Yusuf kerimoglu hocaefendinin bir araştırmasından aktaralım:

GAYRİMÜSLİMLER: ** “dehriyye, seneviyye, felâsife, veseniye ve ehl-i kitap” olmak üzere beş sınıfa ayrılırlar. (ibni Abidin) Beş sınıfı ikili tasnife tabi tutmak mümkündür.

Birincisi; kitapları olmayan gayrimüslimler (dehriyye, seneviyye, felâsife ve veseniyye).

İkincisi; ehl-i kitap olan gayrimüslimler. Resûl-i Ekrem (sav)’in, “Küfür tek bir millettir” buyurduğu malûmdur.

Asr-ı Saadet’te, Hıristiyanlar arasında teslis (üçleme) itikadı yaygındır. Bu hakikat, “Allah üçün üçüncüsüdür, diyenler kâfir olmuşlardır” (El Maide: 73 ) âyetiyle sabittir. Teslis itikadından dolayı Hıristiyanlara kâfir sıfatı verilmiş, fakat müşrik denilmemiştir.

Hanefi fukahâsı; kitapları olmayan müşrikler ile muharref kitapları bulunan gayrimüslimleri birbirinden ayırmıştır.

Feteva-ı Hindiyye’de, “Mecusilerin ve vesenilerin nikâhları caiz olmaz. Putlara tapanlar, güneşe ve yıldızlara ibadet edenler, güzel resimler (suretler) yapıp onlara ibadet edenlerle, zenadike, batiniyye, ibahiye vesaire gibi, itikaden küfür olan bütün mezheplerin mensupları da nikâhı caiz olmayanlara dahildirler. Müslüman erkeklerin, harbi veya zımmi olsun, ehl-i kitab olan kadınlarla nikâhlanmaları caizdir. Serahsi’nin Muhıyt’inde de böyledir. Bu hususta evlâ olan ise; böyle yapmamak, yani bunları nikâhlamamak ve zaruret olmadıkça kestiklerini yememektir” (Fetevayi Hindiyye) hükmü kayıtlıdır.

Dürri’l Muhtar’da; “Veseni bir kadını nikâh etmek, bi’licma haramdır” denilmiştir. İbn-i Abidin bu metni şerhederken şöyle demiştir: “Veseni kelimesi, vesene tapmaya nisbet edilmiştir.

Vesen; cüssesi olan, yani insan suretinde ağaçtan, taştan veya gümüşten, cevherden oyulan heykeldir. Cem’i, evsen gelir.

Sanem ise, cüssesiz surettir. Lügat ulemâsından birçokları, aralarında böyle fark yapmışlardır. Bazıları aralarında fark olmadığını söylemiş, birtakımları da suretten başkasına vesen denileceğini bildirmişlerdir. Bidaye’de böyle denilmiştir.

Fetih’te beyan edildiğine göre; güneşe, yıldızlara ve beğendikleri suretlere tapanlarla, muattile (Allah’ın sıfatlarını inkar eden fırka) zındıklar, batıniler, ibahacılar da evsene tapanlara dahildir. Veciz şerhinde; ‘İtikad edenlerin kâfir sayıldığı her mezhep, evsene (heykele) tapanlara dahildir’ denilmiştir.”(İbni Abidin)

Abdurrahman b. Avf (ra)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte; Resûl-i Ekrem (sav)’in mecûsiler hakkında, “Kadınlarını nikâhlamaksızın ve kestiklerini yemeksizin mecûsilere, ehl-i kitaba davrandığınız gibi davranın”(İmam Malik, Muvatta) buyurduğu malûmdur.

Maide Sûresi’nin beşinci âyetiyle, kitap ehli kadınlarla evlenmeye müsaade edildiği sabittir. Sahabe-i kiramdan kitap ehli olan kadınlarla evlenenler olmuştur. Hz. Abdullah b. Câbir (ra), “Biz kitap ehlinin kadınlarıyla evleniriz. Ancak onlar Müslüman kadınlarla evlenemezler” demiştir.(Fahruddini Razi,Tefsiri kebir.) Buna göre; Müslüman bir kız veya kadın, Müslüman olmayan bir erkekle evlenemez. Çünkü çocuk babaya tabidir. Halife Hz. Ömer (ra)’in, Müslüman olan erkeklerin kitap ehli olan kadınlarla evlenmelerini hoş karşılamadığı da sabittir.(İbni Kesir Tefsiri.Yusuf Kerimoglu,Fıkıh köşesi.Akit )

Gayri müslimlerle Komşuluk ilişkilerine gelince:

Elbette komşular; maddi ve manevi açılardan birbirlerine eşit degildirler. Aralarında önemli farklılıkların bulunması tabiidir. Komşuların tasnifini Peygamber efendimiz (sav) bir Hadisinde şöyle beyan ediyor: ** Komşular üç KISIMDIR. Bir komşunun bir hakkı, bir komşunun iki hakkı, bir komşunun da üç hakkı vardır.

Birincisi: Müslüman olmayan (Gayri müslim komşudur). Bunun yalnız komşuluk hakkı vardır.
İkincisi: Müslüman olan komşunun hakkı.
Üçüncüsü: Müslüman ve aynı zamanda akraba olan komşudur. Bunun bir komşuluk hakkı, bunun yanında bir de İslami hakkı ve akrabalık hakkı ( olmak üzere üç hakkı) mevcuttur. İbni kesir tefsiri.**

Bu Hadisi esas alarak Yakın ve uzak komşular kim olabilir ona bakalım:

Yakın komşu:

1.Evi en yakın olan komşu.
2.Akrabalar.
3.Müslümanlar dır. Müfessirler böyle izah etmişlerdir.(ibni kesir ve kurtubi gibi)

Uzak komşuya gelince:

1.Evi uzak olanlar.
2.Akrabalıkları bulunmayanlar.
3.Gayrı müslim olanlar bu kategoriye dahil edilmişlerdir.

Allahu teala (cc) Müslümanlarla savaş halinde olmayan, müslümanlar aleyhine olacak şekilde başkalarına yardım etmeyen gayrı müslimlere iyilikte, ihsanda bulunup adaletle davranmamızı yasaklamamıştır. Gayrı müslimlerle ilişkilerimiz uzak komşu anlayışı içerisinde ve komşuluk haklarına riayet ederek sürdürülmesi, onlara zulmedilmeyip mal ve canlarına kast edilmemesi, emniyet ve güvenlerinin saglanması, onları tedirgin edecek her türlü davranışlardan sakınılması biz müslümanların Uzak komşularına karşı uymamız emir buyurulan adabı muaşeret esaslarındandır…

Gayrı müslimlerin fakirlerine yardım ederiz. Veya hastalarını ziyaret gibi hususlarda da hassas davranırsak tabiiki iyilik etmiş oluruz. Bu hususta örnek alacagımız büyük Sahabi Hz. Ömer efendimiz gayrı müslimlerin muhtaç, hasta, sakat ve ihtiyarlarına devlet hazinesinden yardımda bulunmuş, onlara verilmek üzere zekat olarak alınan mallardan pay dahi ayırmıştı. (Adabı muaşeret,görgü kuralları.zeki duman.s.243.)

Peygamber efendimizin (sav) gayrı müslimlerin hastalarını ziyaret edip hidayete ermesine vesile olması ise oldukça ilginç ve tenbih edicidir. Sahihi Buhari bizler ulaşan Hadisi şerifi Sahabeden Enes (ra) rivayet ediyor: Peygamber efendimiz (sav) Yahudilerden bir çocugun (ölüm halinde iken) ziyaretine gitmiş, Başucuna oturup ona : ** MÜSLÜMAN OL ** buyurmuştur. Bu teklif üzerine çocuk yanında duran babasına bakınca babası ona: Kasımın babasına itaat et demiş ve çocuk ta müslüman olmuştur. Oradan ayrılırken Peygamber efendimiz şöyle diyordu: ** Çocugu ateşten kurtaran Allaha hamdolsun. **

Bu olay gösteriyorki, gayrı müslim bir hastayı ziyaret etmek ve ona İslamı telkinde bulunmak İslam Âdabından önemli bir esastır. Gayrı müslimlerle alış veriş yani Ticaret yapmak, Onlarla münasebetlerde mümkün oldugunca sakin, İslam ahlakının gerektirdigi ölçüde uygun dillerle konuşup, anormal davranışlardan kaçınmak, Onlara yumuşak uyumlu şözlerle cevap vermek esas uyacagımız kaidelerden olmalıdır. Hiç bir zaman katı ve sert tavır takınmayacagız. Çünkü örnek ve önderimiz Peygamber efendimizin (sav) davranışları bize örnek olmalıdır.

Hz. Aişenin (ra) naklettigine göre . bir gün Yahudilerden beş-on kişilik bir gurup Hz. Peygamberin yanına geldiler. Ve * ESSAMU ALEYKÜM * Yani -Allah seni helak etsin- şeklinde selam verdiler. Ben bunu anladım ve * Ya Rasulallah sana –essamu aleyküm- dediler. Dedim. Bunun üzerine Rasulullah: ** Yavaş ol ya Aişe, Allah bütün işlerde yumuşaklıgı sever ** buyurdu. Ben dedimki: Ya Rasulallah dediklerini işitmedinmi ? O – ** Evet ben de onlara ve Akleyküm demiştim ya ** buyurdu.(Buhari.edep.) bu hadise de gösteriyorki, onların sözden öteye geçmeyen davranışlarına yumuşaklıkla mukabele etmek, kızıp öfkelenmemek sadece İSLAMA has âdâbdan birisidir.

Gayrı müslimlerle alay etmemek, özellikle kızdırmak için inançlarına, putlarına, mabutlarına hakarette bulunmamak, Allah teala tarafından emrolunmuş ilahi bir edep’tir. Enam suresi Ayet.108.de mealen şöyle buyurulmaktadır: *** Allahtan başkasına tapanların taptıkları şeylere sövmeyiniz. Onlarda karşılık olarak * Bizde seninkine * diyerek Allaha sövmesinler. (yani sövmelerine sebep siz olursunuz.) Böyle hareket etmemizle İslam dini ve onun degerlerine dil uzatılmasına hem de kafir dahi olsalar, onlarla iyi insani ilişkileri bozacak edep dışı davranışlardan kaçınmış ve uzak durmuş oluruz.

Tarihi bir gerçektirki, Müslümanlar ehli kitaptan olan komşularını (yani, Yahudi ve Hristiyan olanları) tarih boyunca gözetmişler onları korumuşlar ve adaletle muamele etmişlerdir.Asırlardır Hıristiyan ve Yahudi’ toplumları Müslümanların yanında can, mal, namus ve inançlarından emin vaziyette güven içinde yaşamışlar ve iyi komşuluk, güzel muamele ve inanç hürriyeti içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir. Müslümanların hakimiyeti altında yüzlerce sene kalan bölgelerde havra ve kiliselerin dim dik ayakta durması bunun açık göstergesidir.(Lakin ne yazıkki; mesela hıristiyanlar üsküp şehrinde seksen sene önce.120. Olan camii sayısını bir, iki ye indirmişlerdir zannediyoruz onu da sembolik olarak bırakmışlardır.)

Şu kadar varki iyi ilişkiler her iki tarafın birbirleriyle iyi münasebetler içerisinde oldugu zaman geçerlidir. Ama gayrı müslimlerin müslümanlar aleyhine fitneye sebep olan davranışlarına tabiidirki müsamaha ile bakılmaz ve zaten bakılmamıştırda. Her hangi bir fitnenin, bozgunculugun, anarşinin oldugu yerde bilhassa yahudilerin kendilerine has karakterleri sebebiyle Cenabı Allah onları dost edinmememizi, onları veli, amir tanımamamızı Müslümanlara emretmiştir…

Bizler inanıyoruz ki; Yüce Dinimizin bütün özellikleri kendine hastır. Cenabı hakkın İslam Dini ile ortaya koydugu esaslar ne önceden Miras yoluyla geçmiş ve ne de başka fikir ya da ideolojilere benzeyen bir yapıya sahiptir. Bu konuda da bizler Asrı Saadet dönemini esas ve örnek almak zorundayız. O saadet devri’ni yaşayan şanlı Sahabiler İslam Dininin en küçük görülebilen emrini dahi başa konan kuş gibi düşünüyorlar onu kaçırmamak için ellerinden gelen her türlü çabayı ve titizligi gösteriyorlardı…

İslami hudutlar genişledikçe ve çeşitli kavimler, milliyetler, ırklardan teşkil eden geniş topraklara sahip olununca işler biraz degişmeye yüz tuttu. Hele Abbasiler zamanında batı medeniyetinin temelini teşkil eden Eflatun ve Sokrates in eserleri orijinalinden kendi dillerine çevirip dünya ya tanıtan İslam Alimleri aynı zamanda felsefe’ye de girmiş oldular. Marifet, muhabbet ve Teslimiyet sırrı ve güzel ahlakı yerine felsefenin soguk şüphecilik akımını kitaplarıyla gündeme getirenler hiç te az degildir. İbni sina, Farabi, İbni Rüşt bunlardan birkaçıdır…

Şükürler olsunki Ehli Sünnet vel Cemaatın titiz, takva ehli ve yorulmak bilmeyen Dört İmamı Müslümanların dalalete kaymasına Allahın izni ile set çekerek Tertemiz, pak ve berrak hakikatleri bir daha canlı bir şekilde gözler önüne sererken Ümmetin kendine gelmesini de sagladılar. Şimdi zamanımızda oldugu gibi Tarihin her döneminde Diger Din mensuplarıyla özellikle Yahudi ve Hristiyanlarla kaynaşarak kendi inancını neredeyse bozan, unutan, dogru yoldan sapan gafiller diger inançlardan etkilenerek önce kendi beyinleri zarar görmüş sonra da zararları Ümmeti Muhammede olmuş ve hâlâda zararları olmaktadır. Ama zararlıları giderici, def edici dezenfekte edici çareyi üretenlerde şükürler olsun ki, Tarihin her devrinde vardır Allahın izniyle. Bu Dinin Koruyucusu olan Cenabı Hak seçkin kullarının her zaman ve zeminde mutlaka var oldugunu zaten bildirmektedir…

Bunların başında gelen İslam Alimlerinden inanıyorum ki; İmam Gazali ve İmam Rabbani gibi şahsiyyetler her türlü sapık akımlara ve Din düşmanlıgına Akide düşmanlıgına, anlayış ve kavrayış bozukluklarına zamanlarında öyle bir Reddedişle karşı koymuşlardır ki karşılarında hiç bir Bid’at ehli tutunamamıştır. Onun için bunlardan birisine, Birinci bin’in ötekine, İkinci bin’in yenileyicisi yani Müceddid* denmiştir. Allah onlardan razı olsun…

Günümüzden 170 sene kadar önceleri Masonluk adına çalışmasını en tehlikeli noktalara kadar getirebilen İslam düşmanları yine İslam Alimi bilinen şahsiyetleri bile arasına alacak kadar gizli, sinsi ve derinden çalışarak Hürriyet, eşitlik, kardeşlik gibi kulaga ve Nefislere hoş gelen sözlerle Müslümanlar arasında çok tahripkar olmuş, Yıkıcılıgını ve bozuculugunu zamanın en üstün Medresesi bilinen El Ezher’in başındaki yönetici Alimleri de dahil olmak üzere Nifak tohumlarını Müslümanların içine saçmaya başlamışlar ve hâlâ da bozgunculuk bazı aşikar-açıktan, bazı gizli faaliyetler şeklinde devam etmektedir…

İnanıyorum ki; Ümmeti Muhammede en büyük düşmanlık yapanlar ve her şeyi alt üst edenler Müslümanlarla Kafirleri güya kaynaştırmaya çalışanlar Tarihin her devrinde yılmadan ve usanmadan çalışmışlardır. Bu kişilerin en başarılı oldugu toplumlar ise genelde Tarih bilinci zayıf yada hiç olmayan toplumlardır. Tarih bilinci olmayan toplumlar ve Tarihine sırt çeviren Milletler inanıyorum ki en çabuk aldatılacak ve kandırılacak toplumlardır. Bizim Tarihimiz de de bir Tanzimat Fermanı 1830 yılında, bir de 1855.yılında Islahat fermanı yaşanmıştır…

Diger devletlerden yardım alındıgı andan itibaren; aynı devletlerden emir almaya başlayan zihniyet Hristiyan Papaz’larının, Yahudi hahamlarının ve Nasipsiz bazı Şeyhulislamların ki içlerinde Musa Kazım Efendi diye bilinen birisi dahi Mason locasınn kayıtlı üyesi olarak 33. dereceye ulaşarak Maşrıkı azamı olarak en üst noktalara getirilmiştir. Yıllar sonra degerlendirildiginde, Birbirleriyle el ele veren bu topluluk ancak İslam Şeriatına, İslam İnancına ve Müslümanlara zarar vermişlerdir. Zamanın Müftüleriyle, Ermeni Hahamları el ele vermişler, İttihat ve Terakki Cemiyet mensuplarının yıkıcı tutumlarıyla önce toplumu bozmaya çalışmışlar ve sonra da Koskoca bir Osmanlıyı yerle bir etmeyi, yıkmayı başarmışlardır…

Bu Tarihten sonra bilindigi gibi, Cumhuriyet rejimi kurulmuş sonra Dine dayalı devlet sistemi, Devlete baglı Dini sistemle yer degiştirerek Din adına bilinen her şey paramparça edilerek Mücadelenin odak noktası durumuna getirilmiş. Şimdilerde hâlâ da birinci tehdit unsuru İrticaa adıyla kastedilen artık açık ve net İslam Şeriatı, Dini Hükümler, İslam itikadı Mücadele edilecek birinci düşman gibi gösterilmeye devam edilmektedir…

Geçenlerde Cumhurbaşkanı Laik Devletin yaşaması ugruna Bireylerin İbadetlerine dahi müdahale edilebilecegini açık açık söyleme nasipsizligini üstlenmiştir. Bunun yanında yeni seçilen Anayasa Mahkemesi başkanı, Danıştay Başkanı ve Yargıtayın kuruluşunun 138. Kuruluş münasebeti dolayısıyla konuşan Yargıtay başkanı da Cumhurbaşkanından Din tahripçiligi noktasında geri kalmamışlardırlar…

Zamanımızda da Dinler arası diyalog, İbrahimi Dinler ve Üç Din’in birleşmesi ugrunda Tövbe haşa sanki Cenabı Allah üçünü birleştirmesini bilmiyormuş ya da bilememiş gibi, Akıntıya kürek çekerek Dini Tahrip etme, bozma yolunda çaba sarfeden gafiller hiçte az degildir. Özetle şu anda bazılarının Yahudi ve Hıristiyanlara karşı kaynaşma ve uzlaşma, özverili çalışma, her inancı hoşgörme hadisesi almış başını gidiyor. Allah şerlerinden muhafaza eylesin…

Bu gafiller Yahudi ve Hristiyanlara gösterdikleri hoşgörünün yarısını Müslüman Cemaat, Cemiyet, Dernek ve Teşkilatlara gösterseler içim yanmayacak Lakin Ramazan ayında bile omuz omuza geldikleri zümre İllede yahudi, İllede Hristiyan bu tuzakları, bu fitneyi ve bu içten yıkıcılıgı görmemiz ve zamanında tedbirimizi almamız kaçınılmazdır diye inanıyorum…

Yahudi ve Hristiyanlara mutlaka yaklaşacagız, Yukarda da ifade ettigimiz gibi İnsani ilişkilerimizi mutlaka geliştirme yönlerini araştıracagız ve en güzel şekilde İslam Dinini temsil eden bir yapının temsilcisi olacagız buna yürekten inanıyoruz. Lakin İslam Dininin güzelliklerini, biliyorsak Teblig ederek ve Davet yoluyla yaklaşacagız. Yoksa Allah korusun Amentüde birligimiz var diyerek Hıristiyanlıgı ve Yahudiligi bilinçsizce İslama kıyaslayarak yaklaşma hususu bizim İman ve İtikadımızda olamaz. Çünkü ayetle sabittir ki Allah indinde tek Din İslamdır. Tabiidir ki bunlara karşı da Ehli Sünnete baglı olan İslam Alimleri hiç bir zaman boş durmamışlar mücadelelerini en iyi bir şekilde sürdürmüşler ve sürdürmeye devam etmektedirler. O konuda en küçük şüphenin sahibi degiliz çok şükür…

İnanıyoruz ki; Dünya yaratıldıgı günden beri Kuran Hakikati ile Küfür ve İman birer ayrı Millet olarak yaşadıkları halde Küfür İmana Hakim olamadıgından, galebe çalamadıgından o sapık ve Din düşmanları her türlü sinsi yolları denemeye başlamışlardır. Zira Müslümanı tabir caizse er meydanında yenmenin, Kitabi hakikatleri ortaya koyarak alt etmenin imkanı yoktur…

Dünyanın dört bir yanında sanki ateş çemberi içinde olan Müslümanların Allahın izni ile en önemli çıkış yolları Dostla Düşmanı birbirinden kesin çizgilerle ayırmak olmalıdır. Bunun için Hak ve Hakikatleri teker teker inceleyerek, Deger verdigimiz İslam Alimlerinin güzide eserlerini baş ucu kitabı yaparak yaşayan Muhterem Alimlerimizi ziyaret ederek dostumuz ve düşmanlarımız konusunu öncelikle bir güzel ögrenecegiz…

Yani Müslümanın öncelikli vazifesi dostunu ve düşmanını bilmesi icab etmektedir. Zira Müslümanın boş laflarla, dedikodularla, sadece zaman öldürücü olarak tanıdıgımız İletişim araçlarına güvenecek ve onlara ayıracak vakitleri olmamalıdır. Zamanımıza kadar hemen hemen her devir ve zamanda, Müslümanlara en büyük düşmanlıgı yapanlar her şeyi alt üst edenler Müslümanlarla Gayri müslimleri kaynaştırmaya çalışanlar olmuştur diye inanıyorum…

Konumuzla alakalı şu ayetlere bir bakalım: Ali imran suresi. Ayet.28.de mealen şöyle buyuruluyor: *** Mü’minler, mü’minleri bırakıp da gayri müslimleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa (ona) Allahtan hiç bir şey ( Yardım) yoktur. Meger ki onlardan gelebilecek bir tehlike den dolayı sakınmış olasınız. Allah size asıl kendisinden korkmanızı emrediyor. Nihayet gidiş te Allahadır. ***

Mücadele Suresi ayet.22.de mealen şöyle buyuruluyor:*** Allaha ve Ahiret gününe İmanda sebat eden bir kavmin Allah ve Rasulüne muhalefet eden kimselerle ( velevki onlar bunların Babaları, ogulları, kardeşleri, yahut ta soy ve sopları olsun) dostluk yapacaklarını göremezsin…***

BU günkü dersimizi üç fıkhi mesele ile baglayalım inşaallah. Kimin kime SELAMI daha önce vermesi gerekir ? A.) Binekli olan yürüyene. B.) Ayakta duran oturana. C.) Az olanlar çok olanlara. D.) Küçük olan büyük olana. E.) Yürüyen duana. F.) Arkadan gelen önden gidene daha önce SELAM verir…(Fetevayı Hindiyye)

Yine Fetevayı Hindiyyede deniliyorki: Selama önce başlamak Sünnettir. Çünki Peygamber (as) ** Aranızda Selamı yayınız** buyurmuştur. Tek kişinin Selam alması Farzı ayın, topluluk arasından birilerinin selamı alması ise Farzı kifayedir. Yüce allah şöyle buyurmuştur: *** Bir selamla selamlandıgınız vakit, siz ondan daha güzeli ile selamı alın ve aynısıyla karşılık verin. (Nisa suresi ayet.86.)

Yine Fetevayı Hindiyede deniliyor ki: Mecusiye benzemekten dolayı, yemek yerken susmak mekruhtur. Yemek yenilirken susulmaz fakat, iyi şeyler konuşulur ve iyi adamlardan bahsedilir. (Fetevayı Hindiyye.c.12.s.87.)

Allah’ım Kalbimizi senin sevginle doldur. Gözümüzü Senin yolundan ayırma. Dilimizi hak kelâmından ve zikrinden uzaklaştırma. Kulağımızı hak sözünden ve vahyinden uzak koyma. Gönlümüzde devamlı senin sevgini artır. Hatâlarımızı ve unutkanlıklarımızı bağışla. Bizi tuğyana, isyana sapıklıga ve dâlalete düşmekten koru. Kalbimizi sâdık, niyetimizi hâlis, amelimizi sâlih eyle…

Bize senin dinini yaşama ve kavramada kolaylıklar nasip eyle. Sana dost olanı samimi olarak dostumuz biliyoruz onlarla Ahirette de bir ve beraber eyle Allahım. Senin düşmanlarına karşı düşman olma azmimizi, sabır ve kuvvetimizi artır. Senin Dinine baglı olanlara muhabbetimizi artır. Din düşmanlarına karşı şuur ve idrakimizi dogru zamanda ve dogru yerde kullanmamızı nasip eyle. Bizlere senin dostlarını sevme ve Düşmanlarından uzaklaşma firaseti ver yarabbi. Sen her şeye kadirsin Allahım. Amin…
Sermed Kadir… 22.06.2006

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.