İRŞAD, MÜRŞİD, MÜCEDDİD  VE  İMAM  GAZALİ  ÜZERİNE…(RH.A)

Rabbimiz Ali imran  suresi ayet.7.de  mealen şöyle  buyurmaktadır: ***Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar…***

 

 

Peygamber  efendimiz (sav) Ebud Derda’dan Tırmizinin bizlere ulaştırdıgı  bir  hadiste  mealen şöyle  buyurmaktadır: **Her kim ilim istemek için bir yola girerse, cennet yollarından birine girmiş olur. Ondan hoşlandıkları için, melekler ilim arayanın üzerine kanatlarını gererler. ilim isteyene, göklerdekiler, yerdekiler ve sudaki balıklar bile günahının affı için yalvarırlar. Alimin ibadet edene üstünlüğü, dolunayın yıldızlara üstünlüğü gibidir. Alimler, hiç şüphe yok ki, peygamberlerin mirasçılarıdırlar. Peygamberler, ne dinarı, ne de dirhemi miras bırakmışlardır. Onların mirası ilimdir. Kim o ilmi alırsa, çok büyük bir nasibi elde etmiş olur…**

 

Mürşid, doğru yolu bulmaya sebep olan şeydir. Bu anlamda ilk ‘mürşid’ Allah celle  şanuhudur. Çünkü O, Peygamberler ve onlara verdiği ilâhí kitaplarla insanlara doğru yolu gösteriyor, hidâyeti onlara haber veriyor. İnsana faydalı olan gidiş yolu, yaşama şekli, davranış, din ve inanış; şüphesiz Allah’ın bildirdiği şeydir. Allah (cc) bunu insanlara bildirerek onların sapıklıktan kurtulmasını sağlıyor. Peygamberler de Allah’tan aldıkları görev ve O’nun bildirdiği hidâyet ile, insanları irşad ediyorlar, onların ‘rüşd’ yoluna girmelerini sağlıyorlar. Öyleyse peygamberler de Allah’ın izniyle hidâyeti gösterici ‘mürşid’lerdir…

 

Peygamber  efendimiz(sav) insanları ‘irşad’ için gönderilmiş son ‘mürşid’tir. Çünkü O’nun daveti hidâyetedir, en doğru yoladır, insanlar için en faydalı olan şeyleredir. Peygamber  efendimizin (sav) insanlara tebliğ ettiği Kur’an da kıyamete kadar bir ‘mürşid’ olarak kalacaktır. Kur’an, hidâyeti, yani doğru yolu göstermektedir. İnsanı ‘rüşd’e ulaştırabilecek tek ilâhí kitaptır. İçinde bulunan hükümler, haberler, ölçüler ve hikmetler doğru yola götürmeye yöneliktir. Dosdoğru bir yol tanımlamaktadır ve insanları o yola davet etmektedir. Kur’an bu anlamda kıyamete kadar yaşayacak ve İRŞADINI yerine getirecek en  hayırlı  bir ‘mürşid’tir.

 

 

Tasavvuf dilinde ‘mürşid’liğin özel bir anlamı vardır. Mürşid diye tanımlanan insanlarda belli özelliklerin ve olağanüstü niteliklerin olması gerekir. Onlar bir tarikata bağlı olurlar ve kendi hocalarından ‘irşad’ için izin alırlar. Tarikat terbiyesinden geçmeyenlerin ‘mürşid’ olmaları mümkün değildir. Tasavvufa göre, insanların Allah’a tam anlamıyla kulluk yapabilmeleri için böyle bir ‘mürşid’e bağlanmaları lazımdır. Bazı tasavvufçular, mürşid kabul ettikleri kimselere cidden çok önem verirler. Hatta onda hiç kimsede olmayan olağanüstü yeteneklerin var olduğuna inanaırlar.

 

 

Bu mürşid sanılan kimselere bağlananlar, nasip almak, olgunluğa ermek, nefsini terbiye edebilmek için mürşide kayıtsız şartsız itaat ederler, her dediğini yaparlar. Dinde onu otorite kabul ederler, hata etmeyeceğine ve bağlanan kimseyi her an gözetlediğine, Kıyamette kendilerine yardımcı olacaklarına, bağlılarına el uzatacaklarına inanırlar. Bu  konu  şimdilik  bizim  konumuzun  dışındadır. Lakin  Mürşidi  kamil  denilince  ve müceddid  ismi  söylenince  aklımıza  gelen irşad  edicilerin birisi İmam  gazali digeride İmamı  rabbanidir. Biz  bugün inşaallah İmamı  Gazali Rahmetullahi aleyhin görüş, düşünce  ve eserlerine  bakarak tanımaya  ğayret edecegiz .  İmamı gazali Rahmetullahi  aleyh:

 

 

HİCRÎ 450, Milâdî 1058 senesinde TUS şehrinin Gazale köyünde doğdu. Tus şehri İran’ın Horasan bölgesinde âlimler ve devlet adamları yetiştirmekle ün salmış bir şehirdi. Bugün Tus şehrinin yerinde İran’ın meşhur şehri “Meşhed” vardır. İmamı Gazalinin Tam Adı Şöyledir: Hüccetü’l- İslâm Ebu Hâmid Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed el-Gazzâlî et- Tûsî. Hüccet’ül-İslâm lakabıdır. Sözleri dinde bir delil kabul edildiği için o’na “Hüccetül-İslâm” lakabı verilmiştir. Ebu Hâmid künyesidir. Kendisinin adı Muhammed olduğu gibi, babasının ve dedesinin adı da Muhammed’dir.

 

 

Kız kardeşleri ve Ahmet adında bir erkek kardeşi vardır. Babası okuyup yazması olmayan bir insandı. Âlimleri çok sever, onlara hizmet eder, sohbetlerini dinledikçe ağlar, Allah’tan kendisine âlim olacak evlat vermesini dilerdi. Geçimini dükkânında yün eğirerek ve satarak sağlardı. Orta halli bir insandı. Hastalığının son günlerinde iki oğlunu gönül ehli, ilmi seven bir dostuna emanet etti ve; “Yazı yazmayı çok arzu ettiğim halde maalesef öğrenemedim.

 

 

Benim yapamadığım bu işi iki oğluma yaptırmak istedim. Ne yazık ki Allah’ın ezeli fermanı ölüm geldi. Benim için ona uymaktan başka yol kalmadı. Allah yolunda dostum ve kardeşim olarak yavrularımı sana emanet ediyorum. Bıraktığım bütün paraları ve erzakı onların geçimi ve eğitimi için harcayasın” dedi  Baba öldü. Babanın vasiyetini dostu yerine getirdi. Eğitimlerini sağladı. İki kardeş de zeki ve çalışkan idiler. Okuma, yazma, ilmihal, akaid, matematik, gramer gibi dönemin derslerini aldılar. Hafızlıklarını tamamladılar. Ahmed bin Muhammed er-Razkani’den fıkıh ve hadis dersleri aldılar. 

 

 

 

Eğitimleri  için  ayrılan Para ve erzak bitince, baba dostu onlara; “babanızın bıraktıklarını sizin yetişmeniz ve eğitiminiz için harcadım. Ben fakirim, param yok. Size yardım edemeyeceğim. Sizin için en iyi çare; diğer ilim talebeleri gibi her şeyinizi sağlayacak bir medreseye devam etmenizdir” der. Onları götürür, bir medreseye teslim eder. İki kardeş medresede yatarlar, maişetleri – geçim  masrafları  sağlanır. Onlar da derslerine çok çalışırlar. Medresenin seçkin talebeleri arasına girerler. İmam Gazali medrese tahsili hakkında şunları söyler: “Biz ilmi Allah için değil, başka şeyler için okuduk. Fakat sonradan Allah kendine çevirdi.” 

 

 

İmam Gazalinin bu sözlerinin açıklaması şöyledir: “Kalacak yerimiz, yiyecek ekmeğimiz yoktu. Medrese bunları bize verdi. Biz de medresenin ilmini aldık. Medresede ilim öğrenmemiz yaşamak ve ekmek içindi. Allah bu ilmi kendi rızası için kullanmamızı bize nasip etti.” İmamı Gazalinin kardeşi Ahmed Gazali de büyük bir âlim ve  ilim  ehli  oldu. İmam Gazali, Cürcan’a gider. İsmail bin Mes’ade’den beş sene Fıkıh ve Hadis dersleri alır. Tekrar Tus’a döner. İmam Gazali üç sene memleketinde kaldıktan sonra bu sefer de tahsilini ilerletmek için Nişabür şehrine gider, zamanın en büyük ilim merkezi olan Nizamiye medresesine kayıt olur.

 

 

Medrese yurdunda kalır kendisine  harçlık da verirler. Dönemin en tanınmış kelâm âlimi olan İmam-ı Haremeyn Abdulmelik Cüveyni’ye talebe olur. Üstün zekâsını ve çalışkanlığını gören hocası ona özel ilgi gösterir. Mezhepler, Hilâfiyat, Cedel, Usûl-ü Hadis, Usûl-ü Fıkıh ve Mantık ilimleri başta olmak üzere bütün ilimleri okur. İcazetnâme alır, müderris olur. Er-Rezkanî, Ebul-Hüseyin el-Mervezî, Ebu Nasr el-İsmailî, Ebu Sehl el-Mervezî, Ebu Yusuf en- Nessaç kendisine ders veren hocalarındandır. 

İmamı Gazali Tasavvuf ilmine de yönelir. Zamanın mürşidi ve tasavvuf hocası Ebu Ali Farmedî’den dersler alır ve tasavvuf tahsilini de tamamlar.  İmam  Gazali, Hocası Farmedî’nin kendisini tavsiye ettiği, nafile namazları, zikirleri ve evradı titizlikle yerine getirir. Tefekküre ve zikre çok önem verir. Yazdığı eserlerle tasavvuf ilminde de mümtaz bir şahsiyet olur. Tasavvufta ilk şartın, şeriat kaidelerine uygun hareket olduğunu açıklar. İmamı Gazali, üstün bir zekâya ve hafızaya sahipti. Sezgisi son derece ileri idi. Düşüncesini sözlü ve yazılı ifade etme de üstün bir maharete sahipti.

 

 

İlimde bir zirve ve münazarada aşılmaz bir geçitti. Yazdığı eserler elden ele dolaşır. Günümüzde  de inanıyorumki  ilim  taliblilerinden aynı ilgi  ve  alakayı  gören  kitapları baştacı  kitapları  olarak  yerlerini  muhafaza  ediyor, okuyor  ve  okutuluyor… İmamı Harameyn üç talebesini şöyle niteler: Gazali, bütün âlemi kaplayan bir denizdir. El-Kiya, delici bir aslandır. El-Hevâfîl de yakıcı bir ateştir. İmamı Gazali’nin yazdığı eserlerden “el-Menhul” adlı kitabını inceleyen hocası İmam-ı Harameyn el-Cüveynî eseri çok beğenir, “Beni sağ iken mezara gömdün, ölümümü bekleyemez miydin?” der, eser yazma kabiliyetine ğıpta  eder. Hocası İmam-ı Haremeyn ölünce İmamı Gazali kendisini serbest hisseder.

Selçuklu  büyük veziri Nizamülmülk’ün davetine uyarak Muasker’e gider. Nizamülmülk’ün meclisinde ilmi toplantılara katılır. Konuşmalar yapar. Münazaralar da üstün gelir. Toplantılarda bulunanlar, Gazali’nin ilminin derinliğine, meseleleri açıklamadaki üstün kabiliyetine hayran kalırlar. Herkes onun ilim ve irfanda üstünlüğünü kabul eder. Sapık düşüncelere sahip olanlar da onun yüksek ilmine, hitabet ve açıklama kabiliyetinin üstünlüğüne boyun eğmek mecburiyetinde kalırlar. Toplantıda bulunanlar ona “İmamı Gazali”dediler. Bulundukları yerlerde onu tanıttılar, ülke çapında tanınmasına sebep oldular.

 

 

İmam Gazali, 28 yaşında iken ülkenin en çok tanınan âlimi idi. Altı sene devam eden bu süre zarfında Gazali maddi yönden devletin kendisine verdiği imkânlarla rahat eder, hem de ülkenin çeşitli bölgelerinden gelen âlimlerle görüşerek bilgi ve görgüsünü daha da zenginleştirir, ders verir, talebe yetiştirir ve kitap yazmaya devam eder. Nizamülmülk, Başvezir olunca Bağdat’ta kurduğu, zamanının üniversitesi olan yeni “Nizamiye Medreseleri”nin başına 34.yaşındaki İmam Gazali’yi getirir. Gazali bu medresede talebelere bütün ilimleri öğretti. Seçkin devlet adamları ve âlimler yetiştirdi. Yetiştirdiği seçkin devlet adamları ve âlimlerle, yazdığı kitaplarla müstesna bir insan oldu. Va’az, öğüt, nasihat ve fetvaları ile halkın dini uyanışına sebep oldu. Büyük hürmet ve muhabbet gördü.

 

 

Bağdatlılar onu bağrına bastılar. Halkın gösterdiği büyük ilgiden dolayı ruhen sıkılan Gazali Nizamiye Medresesi idareciliğini kardeşi Ahmed Gazali’ye bıraktı. 488 yılında Kâbe’yi ziyaret için yola koyuldu. Bir sene sonra Şam’a ulaştı. Bir kaç gün kaldıktan sonra Mescid-i Aksâ’yı ziyaret için Kudüs’e gitti. Bir müddet kaldıktan sonra Şam’a döndü, Emevî camiinde itikâfa girdi. Rivayete göre Gazali Şam’da on sene kadar kaldı. Şam’da da halkın gösterdiği aşırı ilgiden rahatsız olunca Mısıra gitti. Bir müddet orada kaldıktan sonra âdil bir sultan olduğu haberini aldığı Mağrib Sultanı Yusuf bin Taşfin’i ziyaret etmek için niyetlendi. Fakat Sultan’ın ölümü ile bu niyetini tahakkuk ettiremedi. Mekke’ye yöneldi.

 

 

Hac farizasını eda edip Bağdad’a döndü. Gittiği yerler de camileri, büyük zâtların kabirlerini ziyaret etti, âlimlerle sohbetlerde bulundu.Halka vaaz ve nasihat etti, ders okuttu, kitap yazdı. Zaman zaman da itikâfa girdi. Abdulgaffar bin el- Farisi, İmamı Gazali hakkında şunları yazar: Dünyanın geçici zevklerini terk edip zühd ve takvâya daldı. Nefsinin temizlenmesine, ahlakının gelişmesine, dünya ve âhiret saadeti için bütün zamanını sarf etti. Halkı hidayete çağırdı. Âhireti güzel, dünyaya bağlanmayı çirkin olarak gösterdi. Âhiret yolculuğuna hazırlık yapmaya ve bu yolun rehberlerine hürmet etmeyi telkin etti.

 

 

“ Bağdat’a dönünce resmi görev almadı. Vaaz  ve nasihat ve sohbetlerle halkı irşâd’a devam etti. Zaman zaman evine kapandı, vakitlerini ibadetle ve tefekkürle geçirdi. Yeni kitaplar yazdı. Meşhur eseri İhya kitabını böylesi bir hâlet-i rûhiye içinde iken yazdığı  ifade  edilir… İhya kitabının tam adı “İHYÂ-U ULUMİ’D-DİN” dir. Türkçesi “Dini İlimlerin Diriltilmesi”dir. Diyebiliriz. İmamı Gazali İhyâ kitabını niçin yazdığını şöyle açıklar:  “Çok yorucu olan uzun âhiret yolunda insanın kılavuza ihtiyacı vardır. Kılavuzu olmayan insan, çok büyük zorluklarla karşılaşır. Âhiret yolunun kılavuzları ise, peygamberlerin varisleri olan ve ilmi ile amel eden âlimlerdir.

 

 

Bu âlimler ise, yeryüzünde hemen hemen hiç kalmamıştır. Ancak ortalığı âlim kisvesine bürünmüş birçok insan kaplamıştır. Bunların çoğu da şeytana mağlup olup tuğyana, gaflete ve bâtıla dalmıştır. Onların her biri geçici dünya malını toplamakla meşguldür. Onun içindir ki Allah’ın iyi dediğini kötü, kötü dediğini iyi görürler. Neredeyse din ilimleri ortadan kalkacak duruma gelmiştir. Yeryüzünden âdeta hidayet alâmetleri silinmiştir.  İçinde yaşadığımız şu dönemde halka sadece kadılarca bilinmesi gereken cidâl ilmi verilmeye çalışılmaktadır. Takriben miladi 1090.yıllarından  bahsediliyor.

 

Mücadele edenlerin hasımlarını susturmak için kullandıkları cidâl ilmi veya halkın tesir altına alınması için vaaz kürsülerinde vâizlerin kullandıkları kâfiye ilimleri sadece ilim sayılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de rüşd, hidayet, nûr, ziyâ, ilim, hikmet ve fıkıh diye adlandırılan ve selef-i salihinin âhiret yolunda kılavuz olarak kullandıkları ilme gelince, o ilim günümüzde halkın arasından çekilip gitmiş, âdeta bir daha hatırlanmamak üzere zihinlerden silinmiştir. Âhiret yolunda yürümeyi kolaylaştıran bu ilimlerin unutulması, dinde açılan en büyük yara ve uçurumdur. Onun için bu kitabı yazmayı bir zaruret olarak görmekteyim. 

 

 

Elinizdeki bu kitabı, dini ilimlerin ihyası geçmiş imamların yolunun gösterilmesi, peygamberlerin ve onlara tabi olanların faydalı buldukları ve fayda gördükleri ilimlerin mahiyetini açıklamak için kaleme alıyorum.” Abbasiler döneminde Yunan ve Latin filozoflarının felsefi eserleri Arapça’ya çevrilmiş ve bu eserlerdeki düşünceler toplumun üst tabakalarında gerçekler olarak yorumlanmış, her şeyi felsefe gözü ile gören bir tabaka meydana gelmişti. Bunlar dine felsefe gözü ile bakıyorlardı. Diğer yönden Bâtınî zındık taifeleri halka bozuk ve sapık inançlarını aşılamak için durmadan çalışıyorlar, halkın zihnini bulandırıyorlardı. Ulema ise ilmi ile amel etmiyor, ilmini dünyevi menfaatler için kullanıyorlardı.

 

 

İşte böyle bir zamanda İmamı Gazali İHYÂ Kitabını yazdı. Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’i, peygamber Efendimizin(sav) Sünnet-i Seniye’sini doğru olarak açıkladı. İlmini Allah için kullandı. Müslümanları uyardı. İmamı Gazali’nin çalışmaları ile bâtıl zındık tâifelerin maskeleri yırtıldı ve çirkin yüzleri göründü. İhyâ kitabı İmamı Gazali’nin en çok bilinen meşhur eseridir. Dört kısımdan oluşur. Kitap yazılışından bu yana İslâm dünyasında en çok okunan kitaplar arasındadır. Kitaba dâir çeşitli şerhler de yazılmıştır. İhyâ kitabı hakkında Osmanlı âlimlerinden Saffet Efendi şöyle der:

 

 

“İhyâ kitabı öyle kıymetli bir eserdir ki, Kur’ân-ı Kerim’in ve Peygamber Efendimiz’in (sav) hadislerinin manalarını Müslümanlara anlatmak ve Allahü Teâlâ’nın kullarına, doğru yolu göstermek, huzur ve saadete kavuşturan İslâm ahlakını öğretmek için, din âlimleri olarak elimizde bundan başka hiçbir kitap bulunmasaydı, yalnız bu kitap kifayet ederdi.” İmamı Gazalinin en büyük yardımcısı, O’nun ilmine, zekâsına, ahlak ve edebine hayran olan büyük bir devlet ve siyaset adamı olan Büyük  selçuklu  veziri Nizamülmülk’tür. 

 

 

Kardeşlerim  insan  hayatında her  zaman  dost  ve  iyi  niyetli  insanların  oldugu  gibi düşman  ve  kötü  niyetli bahtsızlarda  olmuştur. O  zamanki  müslümanların  başına  musallat  olan düşmanların  başına  musallat  olanların birincisi  haçlılardı. Birinci haçlı seferi başlamıştı. İkincisi ise, Bâtınî zındık taifeleri idi. İslâm dünyasının her tarafında sinsice çalışıyorlar, fitne çıkarıyorlar, fesat yayıyorlardı. İnsanları bozuk ve sapık inançlarını kabule zorluyorlardı. Mısır’a hakim olan aşırı Şia Bâtınî Fatımi devletinden yardım görüyorlardı. Bu Bâtınî zındık taifelerin hedefi; Müslümanlar arasındaki birliği yok edip onları kendi adamları yapmak, Bâtınî zındık devletini her tarafa hâkim kılmaktı… 

 

 

O zamanlar Büyük Selçuklu Devleti vardı. Kuvvetli bir devletti. Ama Abbasi Devleti’nin hakim olduğu yerlerin tümüne hakim değildi. Abbasi Devleti zayıfladığı için hükümran olduğu yerlere de hüküm geçiremiyordu. Buralarda şii – Bâtınî sapık inancın sahibi olanlar Abbasi devletine baş kaldırıyorlardı. Şii-Bâtınî zındık taifeleri propagandalarını Büyük Selçuklu Devleti hudutları içinde de yapma gücüne ulaşmışlardı. Sapık inançlarını yaymak için insanları öldürme dahil her türlü kötülüğü yapıyorlardı. 

 

 

Bu Şii-Bâtınî zındık taifelerinin en tehlikeli olanı ise Hasan Sabbah’ın kurduğu “Bâtınî Haşhâşî Devleti” idi. Burada yeri  geldigi  için Hasan Sabbah hakkında da kısa bilgi vermeye  çalışalım. Hasan  Sabbah, İmamiye Şiası’nın ileri gelen âlimlerinden birinin oğlu idi. On yedi yaşına kadar İmamiye eğitimi aldı. Zeki ve çalışkandı. Dini ilimler, kelam, mantık, fıkıh, matematik, geometri, astronomi, felsefe konularında üstün başarı ile eğitimini tamamladı. Bir gün bir Fatimi daisiyle karşılaştı. Onu dinledi. İmamiye mezhebini bıraktı, Bâtınî İsmailiyye mezhebine girdi.

 

 

Başka bir dai Hasan Sabbah’daki kabiliyeti anladı, onu dai olarak kullandı. Şii-Bâtınî inancını yaymak için çalışanlara dai denir. İki sene dailik yaptı. Ondaki kabiliyeti anlayan Irak bölgesi baş daisi İbn-i Ataş onu Mısır’a gönderdi. Azerbaycan, üzerinden Akka’ya vardı. Deniz yolu ile Mısır’a ulaştı. Baş dai tarafından karşılandı. Fatımı halifesi tarafından kabul edildi. İtibar gördü. Bâtınî İsmailiyye Mezhebi hakkında geniş eğitim aldı. Veliaht tayini, ihtilafı çıktı. Hasan Sabbah bir tarafı tuttu. Karşı tarafın kazanması ile Mısır’dan kaçtı. On yıl Bâtınî İsmailiyye Mezhebi için İran şehirlerinde propaganda yaptı. Hazar Denizi bölgesinde dağlarda yaşayan, başına buyruk savaşçı bir kabile vardı.

 

 

Hasan Sabbah ve daileri üç yıl çalıştı. Kabileyi İsmailiye mezhebine dahil ettiler. Hasan Sabbah bu kabilenin kalesi olan Rudbâr Vadisi’nin en yüksek noktasındaki Alamut kalesine yerleşti. Nizari-İsmaili devletini kurdu. . Kaleyi kuşatmalara karşı dayanıklı, ele geçirilemez bir hale getirdi. Yiyeceklerin uzun süre saklanabileceği depolar yaptı. Kendisine itaatin farz olduğunu bildirdi. Düşmanları öldürmenin en büyük vazife olduğunu kabul ettirdi. Fedailere eğitimi yasakladı, cahil bıraktı.

 

 

Fedailerini müritlerini haşhaşa yani  uyuşturucuya  esrara  alıştırdı, cennet vaat etti, hepsini eli hançerli caniler haline getirdi. Zamanın en  kuvvetli haberleşme teşkilâtı kurdu. Alamut kalesinden fedailerine verdiği emirlerle vezirleri, valileri, kumandanları, ileri gelenleri öldürdü. Korku saldı. Mesken, iş ve yol emniyetini yok etti. Üzerine gönderilen devlet kuvvetleri Hasan Sabah’ı yok edemediler. O ise Büyük Selçuklu Devletinin büyük veziri Nizamülmülk’ü bile bir fedaisi vasıtası ile öldürdü. Büyük Selçuklu Devleti’nin başında bulunan Melikşah da şüpheli bir ölümle öldü.

 

 

Melikşah ve Nizamülmülk’ten mahrum kalan devlette Taht kavgaları başladı. Bundan faydalanan Hasan Sabbah cinayetlerini artırdı. Bazı bölgeleri baskın yaparak ele geçirdi. Hakimiyyetini genişletti. Üzerine gönderilen ordular onu yine yok edemedi. Sultan Sencer Selçuklu Sultanı olunca Hasan Sabbah’ı yok etmek için büyük hazırlıklara başladı. Bir gece yastığının yanında Hasan Sabah’ın hançerini görünce askeri harekâttan vazgeçti. 

 

 

Hasan Sabbah Alamut kalesine girdikten sonra eceli ile ölünceye kadar 35 sene kaleden hiç dışarı çıkmadan İslâm tarihinin en korkunç terör devletini idare etti. Hasan  Sabbah 23 Mayıs 1124 yılında öldü. Kurduğu terör devleti 1256 yılına kadar devam etti. Moğollar 1256 yılında Alamut kalesini zabtettiler ve tahrip ettiler. Hasan Sabbah teröründen kurtulan İslâm dünyası bu seferde Moğol felaketine uğradı. İmamı Gazali vezir Nizamülmülk’ün telkin ve tavsiyesi ile Bâtınî zındık taifelerine karşı Kitabu Fedâihil-Bâtınîyye ve Fedâihil-Müstehzariyye ve El-Kıstasü’l Müstakîm ve Fedaih-ul-Bâtınîyye kitaplarını yazdı. Bâtınilere aklî ve naklî delillerle susturucu cevaplar verdi.

 

 

Bu iki kitapla zındık Bâtınîlerin bozuk ve sapık inançlarını tenkit ve reddetti. Bâtınî sapık inançlarını kaynaklarını, inceleyerek gösterdi. İslâm’ı aslından uzaklaştıran yanlış tevilleri ortaya koydu. Rafizi ve Bâtınî inançlarının küfür olduğunu açıkladı. İmamın yanılmazlığını reddetti. Doğru İslâm inancını korumak için, Müslümanları zındık fırkalara karşı uyardı. Yunan ve Latin filozoflarının felsefî eserleri bilhassa Allah inancı hakkında yanlış görüşler ileri sürüyor, saf İslâm inancını zedeliyordu. İmamı Gazali felsefecilerle mücadele için Rumca öğrendi.

 

 

Filozofların kitaplarının Yunanca nüshalarını üç sene titizlikle inceledi. İnceleme sonunda iki kitap yazdı. Mekâsid-ül Felâsife kitabı felsefecilerin maksatlarını açıklar. Tehafüt-ül Felâsife kıtabı felsefecilerin görüşlerini reddeder. Allah  kendisinden  razı  olsun  İmam  Gazali  konu ile alâkalı başka eserler de yazdı. İmamı Gazali filozofları üçe ayırır: 1- Dehriyyun: Bunlar yaratıcının varlığını inkar ederler. 2-Tabiiyyun: Bunlar ahıretin mevcudiyetini, varlıgını  kabul etmezler. 3-İlâhiyyun: Bunlar Allah’ı ve ahireti kabul ederler, fakat bidatlerden ve küfürden kendilerini kurtaramazlar. 

 

 

İmamı Gazali, zamanındaki Kelamcılar, Tasavvufçular, Vaizler, Fakihler, Muhaddisler üzerinde de incelemeler de bulundu. Kelamcıların, dini korumak için yola çıktıkları halde kendi aralarında kavgalı olduklarını ileri sürer. Ayrıca kelam ilminin halkın derdine deva olacak bir ilim olmadığını açıklar. Tasavvufçuların arasına madde düşkünü, şehvet esiri Şeriat kurallarına uygun hareket etmeyen insanların karıştığını, tasavvufun bunlardan temizlenmesi gerektiğini bildirir, gerçek mutasavvıfları bunlardan ayırır. İmamı Gazali vaizleri de tenkit eder.

 

 

İlmi gerçeklerden ziyade hikâyelerden, şiirlerden nükteli sözlerden bahsederler. İlâhî aşktan, vusûlden ve vecdden söz açarak şöhretlerini artırmaya çalışırlar, der. Vaaz ve nasihat edicilere şunları söyler: Vaizin zekât nisabına malik olması için verdiği vaaz ve nasihati nefsinde tatbik etmesi şarttır. Nisaba sahip olmayan bir kimse nasıl zekât verebilir? Ancak avret yerini örtecek kadar bir elbiseye sahip olan bir kimse, nasıl olur da başkalarının avret yerlerini kapatmaya kalkar? Eğri bir ağacın gölgesinin doğru olması mümkün müdür?  

 

 

Fakihleri felsefi gerçeklere gözlerini kapatarak filozofların bütün ilimlerini reddetmekle itham eder.  Muhaddisleri Hadis ilminin kurallarına uymamakla itham eder, Hadisçilere şöhret yolunu tutmuş mukallitlerdir, der. Büyük  selçuklu  Başveziri Nizamülmülk’ün oğlu, Fahrulmülk vezir olunca kendisine İmamı Gazali’nin ilmi derecesi, sağlam akidesi, fazileti, temiz yaşayışı anlatılınca Gazali’nin huzuruna gitti, vaaz ve nasihatini dinledi. Gazali’ye ilminden, faziletinden ve nasihatlerinden mutlaka herkes faydalanmalıdır. Bunun için de halvetten çıkıp herkese ders ve nasihat vermen gereklidir, dedi onu Nişabur’a “Meymunet’un- Nizamiye” medresesinde vazife yapmaya davet etti. 

 

 

İmamı Gazali şu sözlerle vezir Fahrülmülk’ün davetini kabul etti: “İslâm’a davetten geri kalmayı ve ilim talep edenlere faydalı olmamayı dînen caiz görmediğim için vezirin davetini kabul ettim. “ Az  önce ifade  ettigimiz  gibi, İmamı Gazali her ilim dalında kitap yazdı. Yazdığı kitapların çoğu ne  yazıkki Moğol istilasında yakılmış ve yok edilmiştir. İmamı Gazali’nin İhya kitabını tercüme eden Ali Arslan rahmetli İhya kitabının dışında 74 kitabının adını verir. İhya bir kitaptır, ama Arapça beş büyük cilttir. Kitaplarının bir kısmı da çok ciltlidir.

 

 

 İmamı Gazali’nin hayatını okuyanlar 55 senelik hayatında bu kadar çok kitabı nasıl yazdığına hayret ederler… Bazı kaynaklarda İmam  Gazalinin kitaplarının sayısının bini bulduğu yazılır. Şeyh Ebu İshak 400 eserinin ismini verir. Yazdığı kitapların sayfası ömrüne bölününce bir güne 18, bir rivayete göre de 40 sayfa düşmektedir. Mısırlı âlim Abdurrahman Bedevi yaptığı araştırmalar sonunda Gazali’nin 457 adet kitap, Maurice Bouyges ise 404 kitap yazdığını belirtir. Günümüze kadar ulaşan kitapların sayısı 75 tanedir. 

 

 

Bazı kitaplarının isimlerini ve konularını verelim: Bidayetü’l Hidaye Din ve ahlak bilgilerini öğreten bir kitaptır. Birinci kısmında ibadet ve ahlaktan ikinci kısmında kalbin itaat ve isyanı konusunu ele alır. Daha sonra göz, kulak, dil, cinsiyet uzuvları, eller ve ayakların güzel kullanılmasından söz eder. Son bölümünde kalbin iki yüzlülük ve kibir gibi kötülüklerden temizlenmesi konularını anlatır. El-İktisad fi’l İtikad İnanç konularını açıklar. El-Mustasfa Usul-i fıkıh konularını açıklar. Dört bölümden meydana gelir. Kimya-i Saadet İman ve ahlak konularını açıklar.

 

 

Eyyühe’l Veled Çocuk terbiyesinin nasıl olacağını açıklar. El münkızu mine’d Dalal İmam  Gazali bu kitabında, hakikate nasıl eriştiğini anlatmakta ve bazı fırkaları inceleyerek tenkit etmektedir. İmamı Gazali’ninTürkçeye çevirilmiş  eserleri  ise: Kalplerin Keşfi, İlâhî ahlak, Abidler yolu, Dua ve Zikir, Âhiret âleminin sırları, Dilin âfetleri, Kıyamet ve âhiret, Kabir Azabı ve Şiddeti, İlâhî Nizâm, Giybet, Yaratılış Hikmetleri, İbadetlerin Ruhu. Fetvalar, Hükümdarlara Öğütler, Kullara Öğütler. 

 

 

İmamı Gazali’nin Özlü Sözlerinden  bazılarını  ifade  etmek  inşaallah  hepiz  için  istifade edilecek kıymettedir  bazı  örnekleri paylaşalım  inşaallah…Kalpler, kaplara benzer denilmiştir. Bir kap su ile dolu ise, havanın o kaba girmesine imkân yoktur. Kalb mâsiva ile dolu oldukça Allah’ın celâl mârifeti oraya girmez. İbadetlerin esası kalbin tezkiyesidir. Kalbin tasfiyesi de marifet nurunun orada doğması ile mümkündür. 

 

 

Âlimlerin birbirlerine hücum ettiklerini, birbirlerine hased ettiklerini ve anlaşamadıklarını gördüğün zaman, onların dünya hayatına karşılık âhiretlerini sattıklarına hükmet. Acaba bu kişilerden daha fazla aldanan satıcı var mıdır? Ahmaklıkta en ileri gitmiş olan kimse, nefsinin faziletine en çok inanan kimsedir. Akılda en ileri olan kimseler ise, nefsini en çok itham edenlerdir. Allah’ın dininin inceliklerini bilmeyen bir kimsenin, bu konularda söz söylemesi zamanla kendisini küfre götürür. 

 

 

Mide ile iki  bacagı  arası olan ferci, ateşe açılan kapılardan birer kapıdır. Çünkü onun aslı tatmin olup doymaktır. Kişinin kendi nefsine hâkim olması, saadetin tamamı; şehvetin ve nefsin kişiye hâkim olması, şekâvetin tamamıdır. Dinde yücelmişlerin mertebesine erişmeyen kimselerin elinden onları sevmenin sevabı alınmış değildir. İstediği zaman onları sever ve bu sevgilerinden ötürü büyük sevaplara kavuşurlar. Ölüm, dünyaya bağlı olanların zannettiği gibi yokluk değildir. Ölüm, sevgilinin huzuruna varmak için geçmek zorunda olduğu engelden kurtulmaktır. 

 

 

Ey nefsim, sonra tevbe ederim ve iyi işler yaparım diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tövbe etmeyi bugün tövbe etmekten kolay sanıyorsan, aldanıyorsun. Sabır insana mahsustur. Hayvanlar da sabır yoktur. Çünkü çok noksandırlar. Meleklerin ise sabra ihtiyaçları yoktur. Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: Benim sermayem, yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermaye o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes hiçbir şeyle tekrar ele geçmez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır.

 

 

O halde bu günü elden kaçırmaktan, bunu saadete kavuşmak için kullanmamaktan daha büyük ziyan olur mu? Yarın ölecekmiş gibi bütün azalarını haramdan koru. İmam  Gazali  diyorki: Din ancak bu dünyada tatbik edildiği zaman var olur. Zira bu dünya âhiretin tarlasıdır. Dünyayı âlet veya geçici bir konak olarak kullananlar için, bu dünya Allah’a giden yolun bir başlangıcı, bir vasıtasıdır. İmam  Gazalinin  Mektuplarıda ilim  ehlinin ilgisine  mazhar  olmuştur. İmamı Gazali devlet adamlarına, önde gelen insanlara, âlimlere mektuplar yazmıştır. 

 

 

Burada Örnek olarak Selçuklu sultanı Sencer’e yazdığı mektubu beraberce paylaşalım inşaallah. İmamı  gazali  mektubunda  diyorki: Allahü Teâlâ İslâm beldesinde muvaffak eylesin, nasipdâr eylesin. Ahirette ona, yanında yer yüzü padişahlığının hiç kalacağı mülk-i azîm ve ahiret sultanlığı ihsan etsin. Dünya padişahlığı, nihayet bütün dünyaya hâkim olmaktan ibarettir. İnsanın ömrü ise, en çok yüz senedir. Cenâb-ı Hakk’ın ahirette bir insana ihsan edeceği şeylerin yanında bütün yeryüzü, bir kerpiç gibi kalır. Yeryüzünün bütün beldeleri, vilayetleri, o kerpicin tozu toprağı gibidir.

 

 

Kerpicin ve tozunun-toprağının ne kıymeti olur? Ebedî sultanlık ve saadet yanında yüz senelik ömrün ne kıymeti vardır ki, insan onunla sevinip mağrur olsun? Yükseklikleri ara, Allahü Teâlâ’nın vereceği padişahlıktan başkasına aldanma. Bu ebedî padişahlığa (saadete) kavuşmak, herkes için güç bir şey ise de senin için kolaydır. Çünkü Rasûlullah sallallahü aleyhi ve selem buyurdu ki:

 

 

**Bir gün adalet ile hükmetmek altmış senelik ibadetten efdaldır.** Madem ki Allahü teâlâ sana başkalarının altmış senede kazanacağı şeyi bir günde kazanma sebebini ihsan etmiştir, bundan daha iyi Fırsat olamaz. Zamanımızda ise iş o hâle gelmiştir ki, değil bir gün bir saat adaletle iş yapmak, altmış yıl ibadetten efdal olacak dereceye varmıştır. Dünyanın kıymetsizliği açık ve ortadadır. Dünya kırılmaz altın bir testi, ahiret de kırılan toprak bir testi olsa, akıllı kimse, geçici olan ve yok olacak olan altın testiyi bırakır, ebedî olan toprak testiyi alır. Kaldı ki dünya geçici ve kırılacak toprak bir testi gibidir. Ahiret ise hiç kırılmayan ebediyen bâkî kalacak olan altın testi gibidir. Öyleyse, buna rağmen dünyaya sarılan kimseye nasıl akıllı denilebilir? Bu misâli iyi düşününüz ve dâima göz önünde tutunuz…

 

 

” İmamı Gazali Rahmetullah  aleyh ömrünün son yıllarını doğduğu şehir Tus’da geçirdi. Evinin yakınına bir medrese, bir de tekke yaptırdı. Medresede ders okutuyor, tekkede irşat vazifesine devam ediyordu. İmam Gazali vaktini şöyle kullanırdı: Kur’an okur. İbadet ederdi. Gönül ehli ile sohbet eder. Ders verir, vaaz ederdi. Genellikle gündüz oruç tutar, gece teheccüd namazı kılardı. Kardeşi Ahmed Gazali’nin anlattığına göre ölümü şöyle olur:

 

 

Hicrî 505, Miladî 1111 Cemaziyelevvel ayının 14 pazartesi gündüzünü, gecesini Kur’an okuyarak, zikrederek, ibadet ederek geçirir. sabah namazı için abdest alır. Namazını kıldıktan sonra kefenini ister. Kefenini öper, başına kor, gözüne sürer, Allahım! Emrin başım üzere der. Odasına girer. Yüzünü kıbleye çevirir, ayaklarını uzatır. Dışarı çıkmaz, zaman geçer. Bekleyenlerden üç kişi odasına girer, öldüğünü görürler. Büyük imam, İmamı Gazali’nin 55 senelik ömrü sona erer. Ama eserleri ile sevap kazanma ömrü devam ediyor. Onun eserlerinin okunan her satırı ona sevap gönderiyor.

 

 

Ruhu şâd olsun Allah, ümmet-i Muhammed’e önder yeni İmam Gazaliler nasip etsin. Âmîn…Konumuzu iki  islam aliminin  İmamı Gazali hakkında söyledikleri sözleri ile tamamlayalım inşaallah. O, dünyanın bütün bahçelerinden daha üstün bir ilim bahçesidir. Onun ortaya döktüğü değerli inciler sayesinde İslâm milletinin gerdanlığı intizam bulmuştur. İlimlerin engin denizlerine dalıp, bid’atçıları geri püskürtmek için gereken çalışmayı yapmaktan bir an bile geri kalmamıştı. İmamı Münâvî şöyle der: “Sapık bid’atçılar kendisinden korktuğu gibi, cedelciler de onun getirdiği deliller karşısında sönüp perişan olmuştur.

 

 

Dikkatli ve ince çalışmaları sayesinde, bid’atçıların ve ehlisünnete muhalif olanların maskeleri alaşağı edilmiş ve yırtılmıştır. Bütün hayatında, sünnet-i seniye ve dine yardımdan başka bir hedefi olmayan Gazalî’nin kitapları güzellik ve manevî cemalde güneş ışığının yeryüzüne yayılışı gibi yayılmıştır. Muvafık ve muhalif herkes kendisini otorite kabul etmiştir. (Neccar el-Hanbelî) N.M.Solmaz.Misak  dergisi.sayı:290.

 

 

Allahım  bizleri isyandan, tuğyandan, sana karşı  gelme  hastalıgından, felsefi  ideoloji illetinden muhafaza  eyle. Bizleri Öncelikle  kuranı  kerime  ve  sünneti  seniyyeye sımsıkı  sarılanlardan  eyle. Bizleri  dinimizi  anlayan  ve  anlatan mübarek  insanlara kalbimizi ısındır. Allahım sen Ümmeti muhammedin firasetini artır. Bizleri kuran ve sünneti seniyye nuruyla nurlandır. Bizleri İlam alimlerine hakkıyla hürmet edenlerden eyle. Bizleri  sırf  kuru  aklıyla  ve indi görüşleriyle hareket edenlerden  eyleme. Bizleri  sıratı mütakimden ayırma bizleri ehli sünnet vel cemaatta  sabit kalanlardan eyle…Sen her şeylere kadirsin Allahım…Amin…

 

 

Sermedkadir…LU…26.01.2019…

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.