HUCURAT  SURESİ’NDEN  NUR  DEMETİ…

Hucurat Suresi ayet. 6.da rabbimiz mealen şöyle  buyuruyor:  *** Ey İnananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun içyüzünü araştırın, yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz…***“Ey mü’minler! Eğer yoldan çıkmış, itaatten çıkmış bir fâsık size bir konuda bir haber getirirse onu araştırın! Tahkik edin! O haberin aslını, esasını öğrenmeye çalışın. İnceden inceye o haberin aslına ermeye çalışın, tahkik edin. Aksi taktirde onun getirdiği habere hemen inanarak, güvenerek bir eylem gerçekleştirmeye, bir karar vermeye, bir davranışta bulunmaya kalkışırsanız, belki bilmeden bir kavme,topluma insanlara, cemiyete, cemaata zararınız dokunur da sonra yaptığınız işten pişmanlık duyarsınız.

 

Onun için size gelen haberi etraflıca araştırmadan karar vermeyin. Yanlış olabilir, eksik olabilir, asılsız olabilir, doğru da olabilir. Ama eğer yanlışsa, karşınızdakine bir zarar vermiş olursunuz ve sonunda yaptığınızdan pişman olursunuz.”denilerek bu konuda nasıl hassas davranmamız gerektigi beyan ediliyor. Rabbimiz  bizim için en güzel bir hayat düsturunu bize tarif ediyordu. Günlük hayatımızda da, aile hayatımızda da, toplum hayatımızda da nasıl hareket etmemizi ögretiyor. Biz bilemeyiz, Aramızda günâhkârlar, fâsıklar, söz taşıyıcılar, ara bozucular olabilir. Müslümanların arasına fitne ve fesat tohumları ekmek, Müslümanları birbirlerine düşürmek isteyenler olabilir.

 

Zamanımızda da ne idigi belirsiz  yazılı ve görsel  medya Müslümanları birbirlerine kırdırmak için çırpınıyor. Müslümanları birbirlerine düşman etmek, bu ülkede Müslümanların dirliğini bozmak için koşuşturan nice hainler, nice ajanlar meydanda cirit atmaktadır. Bunu bizler de çok iyi anlamak zorundayız. Burada yapılacak en doğru, en güzel iş bize bir haber geldiği zaman hemen anında o haberle ilgili kişiye, kişilere gidip, “bak senin hakkında şöyle şöyle duyduk, bu doğru mudur?” diyerek bizzat kendisinden işin aslını öğrenip ondan sonra karar vermek olacaktır. İşin aslını öğrenmeden ani bir karar verilmeyecektir.

 

İşte Rabbimiz herhangi bir zarara uğramaktan sakındırıyor bizi. Gerçekten Asrı saadet  döneminde Müslümanların arasında Rasûlullah Efendimizin bulunması, onun rehberliğinde bir hayat yaşamış olmaları şereflerin, nîmetlerin en büyüğüdür. Allah’ın Resûlü her an onlara yol gösteriyor, her an onları hatalara düşmekten engelliyordu. Bizlerde inşaallah Sünneti seniyenin hem söz fiil ve onayları dogrultusunda sanki Peygamber efendimiz her an yanımızda, yanı başımızdaymış gibi sanki bizimle konuşuyormuş gibi, bizleri ihtar ediyormuş gibi anlıyacagız inşaallah. Yeterki sünneti seniyyeye sımsıkı sarılalım.

 

Yeter ki bir işe başlamadan, bir konuda kararımızı vermeden önce onun fikrini sorma alışkanlığını kazanalım. Yeter ki Buhârî, Müslim, Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbni Mace,muvatta hep yanımızda, yakınımızda olsun. İşte bu, biz Müslümanlar için de en büyük bir nîmettir. İşte Rabbimiz biz Müslümanlara imanı sevdiriyor, kalplerimizi imana yatıştırıyor, bize fıskı, fücuru, isyanı, küfrü, Allah ve Resûlü’ne itaatsizliği iğrenç gösteriyor, bizi onlardan nefret ettiriyor ve böylece bizler onlardan uzaklaşıyoruz elhamdülillah. Yine Hucurat suresinin dokuzuncu ayetinde Rabbimiz “Ey Müslümanlar, o iki Müslüman grubun arasını ıslah ediniz. Onların arasını düzeltip barıştırınız. Savaşlarına engel olunuz. Onları seyretmeye kalkışmayınız.

 

Hemen aralarına girip elinizden gelen tüm gayreti göstererek onların aralarını bulun. Aralarında adâleti gerçekleştirin. İki tarafa da nasihat edin, aralarındaki ihtilâfı halledin, iki tarafı da Allah’ın hükmüne çağırın.” İki müslüman fert, iki müslüman aile, iki müslüman devlet savaşa tutuştuğu zaman Müslümanlara düşen işte budur. Onları seyretmeyecekler, alkışlamayacaklar, biz bunların savaşından nasıl menfaat elde ederiz demeyecekler. Evet demek ki müslümanları barıştıracağız. Unutmayalım ki iki kişinin arasını bulmak sadakadır. Yine kitabımızın başka âyetlerinde eşler arasını düzeltip anlaşmalarını sağlamak karı kocanın birbirlerinden ayrılmalarından daha hayırlı olduğu anlatılır. Çünkü toplumun temel yapısı olan ailenin bozulması toplumun bozulması anlamına gelmektedir.

 

Ama tabii ki müslümanca bir hayat yaşayan karı kocanın arasını düzeltmek zorundayız. Değilse zina halinde gayri meşru devam eden bir hayatın hakemliğini yaparak onların bu harama devamını sağlamak adına onların birleşmesin ön ayak olmak ancak çöpçatanlık olurki Allah korusun bu husus konumuzun dışındadır. Buhâriden gelen bir rivâyette Allah’ın Resûlü bir gün ashabına hutbe irad buyurmak üzere çıktığı minberin üzerinde yanında torunu Hz. Hasan (r.a) olduğu halde şöyle diyordu: “Benim şu oğlum seyyittir. Umulur ki Allah onun vasıtasıyla müslümanlar-dan iki büyük kesim arasında sulh yani barışı gerçekleştirecektir.”

 

Buhâri, sulh 9)Evet durum aynen Peygamber efendimizin buyurduğu gibi çıkmış Rabbimiz Hazreti Hasan vasıtasıyla çok uzun süren Iraklılardan oluşan bir orduyla, Suriyelilerden bir gurubun arasında barışı gerçekleştirmiştir. Evet insanların arasını düzeltmek üzere hakemlik yapacak, böylece sadaka verecek, sadaka ecri kazanacak ve bunu yaparken de asla adâletten, haktan ayrılmayarak Rabbimize şükretme imkânını bulmuş olacağız inşallah.

 

Rabbimiz Hucurat suresi aye10.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Şüphesiz mü’minler birbiri ile kardeştirler; öyle ise dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltin; Allah-tan sakının ki size acısın…*** Evet  inanıyoruzki; Kardeşlik müessesesi sadece mü’minler için geçerlidir. Kâfirlerin, Yahudilerin, Hristiyanların, dinsizlerin, ateistlerin arasında kardeşlik yoktur. Bu müessese sadece mü’minlerin arasında geçerlidir. Mü’minler birbirleriyle savaşsalar da kardeştirler. Aslında böyle bir şey asla düşünülemez. Bir mü’minin bir mü’min kardeşine düşman kesilmesi, bir mü’minin bir mümin kardeşine silah çekmesi, onu öldürmek üzere karşısına dikilmesi çok büyük bir günâhtır.

 

Bu konuda hem kitabımızda, hem de Peygamber Efendimizin hadisleri arasında çok büyük tehditler vardır. Çok büyük bir günâhtır bu. Hemen vazgeçmek lâzımdır. Aksi takdirde Müslümanlar birbirleriyle savaşa devam ettikleri zaman çok büyük tehlikelere düşeceklerdir. Buhârî’nin rivâyetine göre Peygamber Efendimiz Sahâbeden üç konuda biat almıştır. Birincisi namaz kılmak, ikincisi zekât vermek, üçüncüsü de Müslüman kardeşleri hakkında hayır düşünmek, hayır dilemektir.

 

Bir başka hadislerinde: “Müslüman Müslümanın kardeşidir, Müslüman asla kardeşine zulmetmez, onu kendi başına terk etmez, onu zelil etmez. Bir Müslümanın bir Müslüman kardeşini hakir görmesi kadar büyük bir kötülük yoktur.”Evet Müslümanlar kardeştirler. Tasada, sevinçte, varlıkta, yoklukta, her zaman ve her ortamda bir Müslüman diğer Müslüman kardeşleriyle beraber olacaktır. Onlara asla zulmetmeyecek, düşmanlık düşünmeyecek. Müslüman kardeşlerinin malını, canını, ırzını, namusunu kendi malı, canı, kendi namusu gibi korumasını bilecektir. Müslüman kardeşlerine fedâkar davranacak.

 

Yardıma muhtaç olduğunda yardım edecek. Tıpkı bir vücudun âzâları gibi birbirleriyle bir dayanışma içinde olacaklar. Nasıl ki vücudun âzâlarından birine bir diken battığında tüm vücut o acıyı hissediyorsa, yeryüzünün neresinde olursa olsun herhangi bir Müslümanın ayağına batan dikenin acısını tüm Müslümanlar hissetmeli ve kardeşlerinin dertleriyle dertlenmelidirler inancındayız. Ebu  Hureyre efendimizin rivâyet ettiği bu hadis İslâm kardeşliğinin esaslarını anlatması bakımından çok önemli bir hadistir.

 

Hucurât sûresinin bu âyeti ve Peygamber efendimizin bu hadisleri çerçevesinde İslâm kardeşliği konusunda gözden  geçirelim inşallah. Hadiste İslâm kardeşliği ve onu yok eden haset, kıskançlık, birbirine sırt çevirme, birbirlerini hakir görme gibi çeşitli afetlerden mü’minlerin sakındırıldıklarına şahit oluyoruz. Bunları şöyle maddeleştirelim inşallah: Müslüman kardeşler arasında yasaklanan birinci konu hasettir. Müslümanlar kardeş olduklarına göre, bu kardeşlikleri gereği asla birbirlerine haset etmemelidirler. Haset,bizim dışımızdakinin taşıdığı sıfatların tümünün veya bir kısmının onda olmamasını, ondan alınmasını istemektir.

 

İslâm adına, teslimiyet adına, din adına, kulluk adına, müslümanlık adına takva ve teslimiyet adına onda olan şeylerin onda olmamasını istemek, yahut da günâh adına, isyan adına, onda olanların onda olmasını, onda devam etmesini istemektir. Yani Allah’ın sevdiği ne kadar güzel haslet varsa onların tümünün o kimseden alınmasını, Allah’ın sevmediği ne kadar kötü sıfat varsa onların da onda devamını istemektir haset. Evet karşımızdakinin sahip olduğu nimetlerin zail olmasını, telef olmasını istemektir haset.

 

Meselâ eğer karşımızdaki zenginse, Allah kendisine bolca mal mülk vermişse bunun ondan alınmasını istemek, veya eğer fakirse bu durumdan kurtulmamasını, sürekli onun fakirlik, yoksulluk içinde yaşamasını istemek. Tabi kardeşinde gördüğü bir nimetin ondan alınıp mahrum bırakılmasını istemekle birlikte o nimetin sadece kendisinin olmasını istemek de vardır. Hemen ifade edelim müslüman müslümanı kıskanmaz, Müslüman müslümana bugz etmez, müslüman müslümana ancak gıpta eder. Haset, kıskançlık gerçekten çok büyük bir hastalıktır bu hastalıga düşmemeye gayret edelim inşaallah.

 

Peygamber efendimizin başka hadislerinden de öğreniyoruz ki üç günden fazla bir müslümanın bir müslüman kardeşlerine küs durması caiz değildir. Buhâri’deki hadis mealen şöyledir: “Müslüman bir kimsenin müslüman kardeşine üç günden fazla dargın durarak birbirleriyle karşılaştıkları vakit bunun yüzünü bu tarafa, ötekininiz de yününü beri tarafa çevirmesi ve bu dargınlıklarını sürdürmeleri helâl değildir. Bu ikisinden en hayırlı olanı da selamı önce başlatandır.”  Yine bu kardeşlik icabı müslümanlar birbirlerinin bitmiş ya da bitmek üzere olan pazarlıklarını bozmamalıdırlar. Birbirlerinin pazarlıklarının üzerine pazarlık yapmamalıdırlar. Bu tür davranışlar asla müslümanlara yakışmaz.

 

 

Bu tür kardeşliği zedeleyici şeylere tevessül etmeyin buyurduktan sonra Rasûlullah efendimiz şöyle buyuruyor: Ey Allah’ın Kulları! Kardeş olunuz, müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, sıkıntı anında onu kendi haline tek etmez. Ona yalan söyleyip aldatmaz. Onu küçük görmez. (Üç defa göksüne vurarak) Takva işte buradadır. Bir kimse müslüman kardeşine hor baktı mı işte şerrin bu kadarı ona yeter artar bile. Müslümanın her şeyi; canı, malı, ırzı müslümana haramdır… İslâm kardeşliğinin gereği olarak mü’min, mü’min kardeşine asla zulmetmemelidir. Müslüman, müslüman kardeşine asla zulmetmez.

 

Genel manada müslüman zulmetmez. Genel anlamda mü’minin zulümle uzaktan ve yakından asla bir ilgisi olmaz olamaz. Yani büyük zulüm dediğimiz şirk mü’minde asla bulunmaz. Mü’minin şirkle bir bağlantısı olmaz. Çevresindeki insanlara karşı yapılmaması gereken şeyleri yapmak, yapılması gerekenleri de yapmamak zulümdür. Müslüman çevresindeki müslüman kardeşlerine zulmetmekten şiddetle kaçınmalıdır. Meselâ müslüman müslümanın komşusu olabilir. Komşu olarak müslüman, müslüman kardeşine karşı Allah’ın üzerindeki hakkını icra etmediği zaman ona zulmediyor demektir.

 

Düşünün ki komşusu namaz kılmıyor, İslâm’ı tanımıyor Allah’a Allah’ın istediği biçimde kulluk yapmıyor. Eğer beriki müslüman komşusu onun bu durumunu değiştirme adına, onu kulluğa teşvik adına ciddi bir çabanın içine girmiyor ve onun cehenneme gidişine göz yumuyorsa, ona zulmediyor demektir. Müslüman müslümanın arkadaşı olabilir. Arkadaşının İslâm dışı hayatına göz yumarak onu uyarmayan ona karşı ciddi bir tavır koymayan arkadaşı ona zulmediyor demektir. Örnekleri  artırabiliriz.

 

Mü’min mü’minin talebesi hocası olabilir. Mü’min mü’minin müşterisi, satıcısı olabilir, temizlikçisi, işçisi olabilir, karısı kocası olabilir, ya da başka bir sosyal yakını olabilir. Kim olursa olsun ona Allah’ın istediği biçimde davranmayan kişi ona zulmediyor demektir. İlahi emirlerden yola çıkarak diyoruzki, Müslüman kardeşlerine zulmedemeyecegi gibi bir Müslüman müslüman kardeşini de asla kendi haline tek etmez. Hele hele kardeşi yardıma muhtaç haldeyken, sıkıntılı bir haldeyken onun yardımına koşar ve onu asla kendi başına bırakmaz. Çünkü mü’minler, birbirleri için bir yapının taşları veya bir vücudun azaları gibidirler.

 

 

Ayrıca Müslüman, müslüman kardeşine yalan da söylemez, söyleyemez. Kardeşine yalan söyleyerek onu aldatamaz bir müslüman. O halde insanın bizzat kendisi demek olan mü’min kardeşini aldatmaya çalışması eşyanı tabiatına aykırıdır.Müslümanın kardeşini bir dünya menfaati adına yalan söyleyip aldatması hiç düşünülemez. Bir Âhiret menfaati adına yalan söyleyip aldatması da mümkün değildir. Zira bir âhiret menfaati adına ona söyleyeceği yalan o menfaati siler süpürür Allah korusun. Ayrıca mü’min mü’mine hakaret etmez, mü’min mü’mine hor bakmaz‘ mü’min mü’mini küçük görmez.

 

 

Bunun ilk ve en büyük sebebi onun iman taşımasıdır. Mü’min taşıdığı iman sebebiyle güzelliklere lâyıktır. Taşıdığı iman sebebiyle mü’min yeryüzünün en değerli, en şerefli ve en üstün varlığıdır. Hucurat Suresi ayet11.de Rabbimiz mealen şöyle buyuruyor: *** Ey İnananlar! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir…***

 

 

Müslüman kardeşlerinizi küçük görüp alaya almayın. Bilir misiniz Allah yanında kimin daha hayırlı, kimin daha hayırsız olduğunu? Malımıza, mülkümüze, ilmimize, kavmimize, kabilemize, ırkımıza, sosyal, siyasal statümüze güvenip de diğer Müslüman kardeşlerimize alaylı bir tavırla konuşmamalıyız. Müslüman kardeşlerimize tepeden bakmayalım. Kendimizi onlardan üstün bir konumda görmeyelim. Ne biliyoruz? Belki de o alaya alıp küçük gördüklerimiz, kendilerine tepeden baktıklarımız Allah katında bizden daha hayırlı, daha üstün mü’minlerdir. Müslümanlar durumları, konumları, statüleri ne olursa olsun kesinlikle küçük görülmemeli, aşağılanmamalıdır.

 

Ekonomik durumu şöyle olabilir, tahsil durumu böyle olabilir, elbisesi, işi, kariyeri, mesleği böyle olabilir. İki cümleyi bir araya getiremeyecek kadar eğitimsiz olabilir. Değil mi ki o bir müslümandır. Değil mi ki onun kalbinde zerre kadar imanı vardır. Bilelim ki onun Allah katındaki değeri, şu üstünde gezip dolaştığımız dünyanın on mislidir. O Müslüman Allah katında şu dünyanın on katı daha değerlidir. Çünkü Peygamber Efendimizin bir hadisinin beyanıyla, “yarın cennete en son girecek, imanı en zayıf Müslümanın cennetteki mükafatı, şu dünyanın on misli daha büyük bir makamdır.” Öyleyse onu küçük görmeye, onu aşağılamaya ve onunla alay etmeye hiçbir müslümanın hakkı yoktur. Hesaba çekilmeden kendi nefislerimizi hesaba çekelim inşaallah…

 

Hucurat suresi  ayet.12.de mealen şöyle buyuruyor: ***“Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günâhtır. Birbirinizin suçunu araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz; Allah’tan sakının, şüphesiz Allah tevbeleri daima kabul edendir, acıyandır.”Zan beslemekten ve de zanla amel etmekten uzak durmalıyız. Zanla konuşmamalıyız, zanla hareket etmemeliyiz, Zanla karar vermemeliyiz. Zan, ihtimale dayanan bir şeydir. kesinlik ifade etmeyen ihtimalli bir şeydir. Öyleyse kesinkes bilmediğimiz bir şey hakkında konuşmayacagız,hüküm vermeyecegiz.

 

Hattâ gözümüzle gördüğümüz, kulaklarımızla işittiğimiz bir şey hakkında bile o anda gözümüz, kulağımız sağlıklıysa, kalbimiz sağlıklıysa, iyice anlamış ve değerlendirebilmişsek ancak ondan sonra konuşmaya  karar verebiliriz. İyice bilip anlamadan, olur olmaz kimselerden duyduğunuz şeylerle, aldığınız haberlerle, yorumlarla bir insanı, bir toplumu,bir hadiseyi değerlendirmeye kalkışamayız.Yanlış değerlendirme den, yanlış karar vermeden sakınmamız icap eder. Zannın bir kısmı toplumsal barışı, ailevî huzuru, Müslümanlar arasındaki kardeşliği öldürür. Ayrıca tecessüs de etmeyecegiz. Tecessüs‘, bir şeyin içyüzünü araştırmak, gizli tarafını ve kusurunu aramak şeklinde olumsuz bir anlama sahiptir.

 

İnsanların birbirlerinin gizli durumlarını, ayıplarını ve kusurlarını araştırıp ortaya dökmeleri ‚tecessüs‘ kavramı ile ifâde edilmiştir. İnsanlar hata edebilirler, kusurları olabilir, hattâ günah bile işleyebilirler. Ancak, müslümana, toplum arasında hataların veya günâhların gizlenmesi, saklanması tavsiye edilmiştir. Açıktan açığa işlenilen bir günâh, nehyi ani’lmünker faâliyeti ile ortadan kaldırılmaya çalışılır. Müslümanın gizli gizli işlediği, ancak kimseye zarar vermeyen bir suçu kusuru günâhı araştırılmaz.

 

Kimileri kendi noksanını, günahını veya hatasını ayıp sayar. Bu kendine âit ayıbın ortaya konulmasından hoşlanmaz. İslâm da gizli suçların, ayıpların, kişiye âit eksik hallerin, gizli sırların araştırılmasını, ortaya dökülmesini helâl görmez. Ebu davudda bizlere ulaştırılan hadis mealen şöyle: ** Kim bir ayıp görür ve onu örterse, diri diri gömülmüş bir kız çocuğunu diriltmiş gibi olur.“ (Ebû Dâvud, Edep.)** Mücâhit de, Birbirinizin kusurunu araştırmayın“ âyetinden maksat „açığa çıkanı alın, gizli kalanı bırakın, demektir“ diye bu hususta açıklamada bulunmuştur.

 

Bu ifadelerdende anlaşıldığı gibi insanın hiç bir şekilde çiğnenemeyecek ve dokunulamayacak olan şerefi, haysiyeti, onuru hak ve hürriyetleri vardır.Bunlardan biri de, gizli hususların araştırılmamasıdır. İslâm dini, bu şekilde fevkalâde mükemmel bir tarzda fertlerin haklarına riâyet etmeyi emretmiştir. İslâm’da insana, insan olma onuruna yakışır bir şekilde davranma emredilirken, onun hiç bir şekilde taciz edilmesine izin verilmemiştir. Örnegin gıybet gerçekten bizim toplumun en büyük belâlarından birisidir.

 

İş yapmayan, cihad etmeyen, durağan, kokuşkan toplumların işidir gıybet. Kitap-sünnet tanımayan, konuşacak hayrı, hayır bilgisi olmayan insanların sermayesidir gıybet. Atarlar birini ortaya ve onun etini yerler. Böylece Müslümanların birbirlerine karşı zerre kadar güvenleri, sevgileri, dayanışmaları kalmaz. Birbirlerini yiyip bitirirler. Allah’ın Resûlü, gıybet hakkında “toplumu tıraş eden bir özelliktir,” buyurur. Bir kardeşimiz hakkında söyleyeceklerimizi onun yüzüne söyleyelim. Arkasından asla konuşmayalım,haramlara dalmayalım,günah,kusur ve hatalarımızı artırmıyalım.

 

Kardeşlerim; Bize hidâyeti nasip eden lütfeden Rabbimizdir. Allah bize hidâyetini nasip etmeseydi, Allah bizim kalplerimizi hidâyete açmasaydı, bize İslâmı din olarak sevdirmeseydi bizler aciz bir kul olarak hiç bir şey yapamazdık. İmanı İslamı anlıyamazdık. Sana binlerce defa şükürler olsun Allahım bizlere dogruyu, güzeli, iyiyi sevdirdin. Bizleri sıratı müstakimden ayırma, bizleri Kuranı kerimin  ve sünneti seniyyenin nurundan ayırma. Bizlere seni sevenleri sevdir. Bizleri ehli sünnet vel cemaatta baglananlardan eyle. Bizleri ögrendiklerimizle amel edenlerden eyle…Sen her şeylere  kadirsin Allahım…Amin…

 

Sermedkadir…LU…31.05.2013…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.