ALLAH  RIZASI  İÇİN  GÖNÜLLÜ  YARDIMIN  ADI:  İNFAK…

İNFÂK  kısaca  mana  olarak  Malı, Allahü teâlânın yolunda harcama. Nafaka zekat gibi verilmesi lâzım olan malı hak sâhibine vermek  demektir. Aynı  ifadeleri  içeren Nafaka sözcüğüde verip geçindirme, besleme, Allah yolunda harcama  anlamlarına  gelir. INFAK, Allah rızası için insanlara, canlı varlıklara faydalı olacak şeylere gönüllü yardım etmektir. “ İnfak edilirken şu şartlara uygun hareket edilmesi gerekir. Bir terim olarak; gerek hısımlardan ve gerekse diğer insanlardan yoksul ve muhtaç olanlara para veya maişet yardımı yaparak, onların geçimini sağlama, demektir.

 

 

Zarûrî ihtiyaç ve maişet için sarfolunacak paraya ve azık çeşidinede  aynı  zamande  „nafaka“ denir. Bir kimsenin kanunen geçindirmek zorunda bulunduğu kimselere mahkeme kararıyla bağlanan aylık miktarına  da  NAFAKA  denilmektedir… İslâm fıkhında infakın kapsamı geniştir. Aile reisinin bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcama yapmasını kapsadığı gibi; diğer yoksul ve muhtaçlara yapılan zekât, sadaka ve benzeri yardımları da anlamı içine alır. Kur’an-ı Kerîm’in pek çok âyetinde, varlıklı müminlere „Allah yolunda infak“ emir ve tavsiyesinde bulunulmuş, Allah yolunda harcayanlar övülmüştür.

 

Örneğin  Rabbimiz, Bakara  suresi  ayet. 267.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır..*** Rabbimiz Ka­zanç yolu haram olan, temiz olmayan malları infak etmeyin buyurmaktadır.

 

Zaten bunlara İslâm nazarında bunlar mal hükmünde değildir. Nitekim Abdullah Bin Mes’ud’un rivâyet ettiği bir hadisi  şerif te  Peygamber  efendimiz  (sav) mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***Haramdan mal kazanan bir adam ondan infak ede­cek olursa kesinlikle bu infakını Allah kabul etmez. Sadaka verecek olursa sadakası kabul edilmez. Onu ver­meyip geri bırakacak olursa o mutlaka onun için cehen­nem azığıdır. Muhakkak ki Allah kötüyü kötü ile silmez. Fakat kötüyü iyi ile siler. Çünkü pis ve bayağı olan bir şey, pis ve bayağı olan bir şeyi asla silmez…**

 

Mallarımızın en güzellerinden, en kıymetlilerin­den infak etmek  Mü’minlerin vasıflarındandır. Beğenmediğimiz ve  değer vermediğimiz yaramaz malları değil,  Eski olduğun­dan, değersiz olduğundan, tadı tuzu güzel olmadığından, ya da başka kusurları sebebiyle kendilerinde bu­lundurmayıp başımızdan savarcasına başkalarına verrmek  İNFAK hususunu anlamamaktır.   Kardeşlerim  inanıyoruzki; Bu kâinat, kudret eli ile kurulmuş binbir nakışla süslenmiş, tezyin edilmiş umûmî, fânî geçici bir ikâmetgâhtır. Bir imtihân âlemi olan şu dünyâda geçireceğimiz günler, ciddiyet ve ince bir şuur, derin bir idrâk ile tefekkür ister.

 

Çünkü bizim için asıl kalıcı olan nîmetler, bâkî ikâmetgâha, yâni sonsuz hayata götürebildiğimiz güzelliklerdir. Kullarının böyle ebedî güzellikler ile huzuruna gelmesini arzu eden Cenâb-ı Hak, kendi katındaki yüce mükâfatı ve rızâsı istikametinde yapılacak sâlih amellere  verdiği değeri Kur’ân-ı Kerîm’de sık sık beyân buyurur. Allâh Teâlâ, bilhassa lutuf ve kerem, cömertlik ve ihsân gibi ulvî sıfatlarının tezâhürü olan sadaka ve infak hakkında ısrarlı teşviklerde bulunur. Öyle ki, yüce rızâsı için verilecek her sadaka ve yapılacak her infakı kendisine verilmiş  güzel bir borç yani karz-ı hasen olarak kabul eyler ve bunun karşılığını kat kat ödeyeceğini vadeder.

 

Rabbimiz  Hadid  suresi  ayet.11.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Kim Allah’a güzel bir ödünç verecek olursa, Allah da onun karşılığını kat kat verir ve ayrıca onun çok değerli bir mükâfatı da vardır…*** Karz-ı hasen, kişinin Allah tarafından kendisine verilen her şeyini, onların gerçek sahibi olan Allah yolunda sarf etmesinin adıdır. Malını, canını, zamanını, fırsatını, imkânını, ilmini, düşüncesini, sağlığını, sıhhatini, parasını onların gerçek sahibi olan Allah yolunda sarf etmesinin adıdır karz-ı hasen…

 

Mallarımızı, canlarımızı, zamanlarımızı, ilimlerimizi, fırsatlarımızı, imkânlarımızı Allah’ın istediği yerlerde harcayabilirsek  işte  o  zaman bu  yaptığımız  âmeller Allah  RIZASI  için ifadelerini  kullanmaya  hak  kazanabiliriz. Unutmayalım ki, Rabbimiz  buyurdu diye, Allah emretti, Cenabı  hak istedi diye ne yaptıysak, Allah rızası için ne hayır işlediysek onu mutlaka ve mutlaka Rabbimizin katında hazır bulacagız  inşaallah. Üstelik yaptıklarımızdan, işlediklerimizden daha hayırlı olarak bulacağız onları. Daha güzel olarak, daha çok olarak, daha fazla olarak bulacağız onları.

 

Tabii, malı ve canı karz olarak Allah’a sunabilmenin, bunu becerebilmenin yolu mallarımızın ve canlarımızın gerçek sahibinin bizler değil, Allah olduğuna inanmaya bağlıdır. Bu gerçeği anlamaya bağlıdır. Bunu anlayan, tüm sahip olduklarımızın gerçek sahibinin Allah olduğunu bilen kişi çok rahat malını da, canını da onların sahibinin yolunda kurban edebilir  inancını  taşıyoruz. Öyleyse  bilelim ki bu canlarımızın, bu mallarımızın, bu evlerimizin, bu eşyalarımızın, sahip  olduğumuzu  zannettiğimiz bütün  varlığımızın gerçek sahibi Allah Celle  şanuhudur.

 

Rabbimiz her birimize şu sahip olduklarımızı vermiş, mülkünde bizleri emanetçi kılmıştır. Rabbimiz bu âyetiyle bizzat fakirlere, muhtaçlara kendi rızası adına borç vermemizi emrediyor. Allah kendini fakir kullarının safında kılarak kendi adına onlara karz yapmamızı istiyor. Kendi rızası adına, sıkıntı içinde kıvranan kardeşlerimize karz-ı hasen adı altında borç vermemizi istiyor.

 

Fakir kullarına yapılacak karzı kendisine yapılmış kabul ediyor. İşte bir Müslüman eğer mülkün gerçek sahibi olarak Allah’ı unutmamış, kendisini mülkün sahibi görmeye başlamamış ve mülkün sahibi olan Allah’ın bu mesajını yerine getirmediği zaman zorla Allah’ın o mülkü onun elinden söküp alacak güçte bir Allah olduğuna inanıyorsa ve Allah’tan gelen Şanlı  Rasule inanıp güveniyorsa, peygamberden (sav) bir şüphesi yoksa, hiç tereddüt etmeden malını da, canını da Allah yolunda yatırım yapabilecektir.

 

Ama bunların zıddı söz konusuysa, elbette hiç  bir  kimseye zırnık bile vermeyecek, veremeyecektir. Öyleyse bir insan meselâ sırtındaki gömleğine varıncaya kadar her şeyini Allah yolunda infak etse, harcasa, bu adam övünülecek bir şey yapmış sayılmaz. Neden? Zaten Allah’ın malını yine O’nun yolunda harcadı o kadar. Fazla bir şey yapmadı ki… Yine bir adam meselâ canını, gözünü kırpmadan Allah yolunda fedâ etse, bu adam da övünme hakkına sahip değildir. Neden? Çünkü zaten Allah’ındı o can, onu sahibine verdi o kadar.

 

Ama Rabbimiz zaten kendinin olan mallarımızı ve canlarımızı bizden cennet karşılığında bir daha satın almak istiyor. “Verin bana onları, size cennet vereyim” diyor. Değilse bir gün gelecek zaten bu canlarımız da, mallarımız da O’nun olacaktır. Mülkün de, hayatın da gerçek sahibinin Allah olduğuna inanan ve bu inanca dayalı olarak mallarını da, canlarını da, hayatlarını da Allah’a karz olarak sunan, Allah için bir hayat yaşayan insanlar Allah’ın razı olduğu Müslümanlardır.

 

Kardeşlerim, Bilmeliyiz ki, bu dünyada sıkıntı veya ferahlık, Allâh’ın takdirine bağlıdır. Bunun için İNFAK verildikten sonra teşekkür beklenilmemeli ve sadece Allâh rızası için sarfedilmelidir. Hazret-i Ali ve Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhumâ-’nın Kur’ân-ı Kerîm’de buyurulan:“Onlar kendi canları çektiği halde, yiyeceği yoksulla, yetîme ve esire yedirirler:

 

«Biz sadece Allâh rızâsı için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azâbına uğramaktan) korkarız.» (derler). Ayet-i kerîmelerde infak ile ilgili güzellikler sayılamayacak  çoktur biz  bazı hususlara  dikkat  çekelim  inşaallah. İnfakta Mü’min kardeşini tercih etmek daha  güzeldir. Fânî ve dünyevî gâyeler için değil, Allâh rızâsı için infâk etmek düşüncesiyle  hareket  etmemiz esastır. Kıyâmetin şiddetinden infâk ile korunma yollarını  aramamız  nasihat  edilmiştir.

 

Mü’minlerden bu nevi sâlih ameller işlenmesinin istendiği hususunu  kesinlikle  aklımızdan  çıkarmamamız  öğütlenmektedir. Hadid  suresi  ayet.10.mealen  şöyle: *** “Size ne oluyor ki, Allâh yolunda infak etmiyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allâh’ındır. İçinizden, fetihten önce infak eden ve savaşanlar (başkasıyla) bir olmaz. İşte onlar, derece olarak sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allâh, her birine en güzel olanı va’detmiştir. Allâh’ın, yaptıklarınızdan haberi vardır…***

 

Yâni Cenâb-ı Hak, bilhassa İslâm’ın ve müslümanların zor zamanlarında kullarından fedâkârlık istemektedir. Unutmamalıyız ki bize emanet olarak verilen bu beden, can ve mal, elimizde ebedî kalacak değildir. Muhakkak bir gün âniden hepsi ile vedâlaşacağız ve her şey mülkün gerçek sahibi olan Allâh’a kalacak, yâni ona dönecektir. Dolayısıyla şimdiden, yani hayatta iken bu emanetleri Allâh yolunda yerlerine teslim etmeliyiz ki ebedî mükâfata nâil olabilelim. Biz teslim etmesek bile asıl sahibi zaten dünyaya veda anında bizden her şeyi geriye teslim alacak. Ancak arada büyük bir fark olacak.

 

Mallarımızdan İNFAK ettiğimiz takdirde Allâh Teâlâ, bunu kendisine verilmiş bir borç olarak kabul buyuracak ve karşılığını kat kat ihsân eyleyecek. İkinci şekilde, yâni infak etmediğimizde ise elimize hiçbir şey geçmeyecek, mes’uliyetini yüklenmiş olacağız. Peygamber efendimiz (sav)  ömrünü infaktan uzakta kalarak geçirenleri şöyle îkâz buyurur:“Âdemoğlu: «malım, malım…» deyip duruyor… Ey âdemoğlu! Yeyip tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip sevap kazanmak üzere önden gönderdiğinden başka malın var mı ki?!.” (Müslim)

 

Rabbimiz Ali İmran  Suresi  ayet.92.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** En çok sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça birre ula­şamazsınız. Ve neyi infak etmişseniz Allah onu bil­mek-tedir…*** . En çok sevdiklerimizi Allah yolunda infak etme­dikçe, en çok sevdiğimiz şeyleri harcamadıkça, en çok sevdikleri­mizi elimiz­den çıkarmadıkça, onlardan vazgeçmedikçe birre ulaşa­mazsınız ebrâr olamazsınız buyuruyor  Rabbimiz. O halde Ebrâr olabilmek için, birre ulaşabilmek için en çok sev­diklerimden Allah adına infak edeceğiz.

 

Allah’ın di­nini, Allah’ın emirlerini icra etme adına ondan ayrılmamız gerektiği noktada eğer bunu ifa edebili­yorsak, işte bu Allah adına infaktır. Hanımlarımız, arkadaşlarımız, sevdiklerimiz, sevecekleri­miz, evimiz barkımız, makamımız konumumuz, mesleğimiz, dük­kanımız, okulumuz, diplomamız, doktoramız bizim için bizim Al­lah’a kulluk or­tamımıza engel oluşturacak bir noktaya gelmişse bunların tümünden vazgeçmemiz infaktır ve o zaman inşaallah asıl ğayeye  ulaşa­cağız demektir.

 

Şayet kalben, ruhen, bedenen, sosyal biçimde, ekonomik bi­çimde ya da aile biçiminde meylettiğimiz, sevdiğimiz, onunla iç içe olmak istediğimiz tüm sevgi unsurlarına infak gö­züyle bakabiliyor, onları Allah adına harcayabiliyorsak o zaman birre ulaşabileceğiz demektir. Zeyd b. Hârise (r.a) Peygamber  efendimizden (sav) „Seyl“ adındaki ünlü atını tasadduk etmesini istemiş, O da atı Usâme b. Zeyd (r.a)’e vermiştir.

 

Hasan el-Basrî şöyle der: „Bir kimse sevdiği bir tek hurmayı bile Allah rızası için sadaka olarak verirse bu ayetteki „birr“e mazhar olmuş olur“. İnfakın en fazîletlisi ve en önde geleni kişinin muhtaç durumda bulunan hısımlarına yaptığı harcamalardır. Bir kimsenin bakmakla yükümlü olduğu kimseleri geçindirmesi, onun üzerine vaciptir.

 

 

Eğer bu masrafları yaparken Allah rızasını kazanmayı kastederse, sürekli sadaka ecri alır. Ancak bu konuda Allah rızasını kasdetmezse, üzerinden borç düşer, fakat ayrıca bir ecir alamaz denilmiştir. Veda Haccı yılı Mekke’de hastalanan Sa’d b. Ebî Vakkas tek varisi olan kızına çok servet kalacağını düşünerek servetinin üçte ikisini vasiyet yoluyla başkasına bırakmak ister. Hz. Peygamber razı olmaz. Yarısını bırakmak ister.

 

Resulullah (s.a.s), „üçte birini vasiyet etmesi“ ne müsaade ederek şöyle buyurdu: ** Ey Sa’d! Senin mirasçılarını zengin bırakman, onları yoksul ve başkalarına avuç açar bir halde bırakmandan daha hayırlıdır. Sen, Allah rızası için harcadığın nafakadan dolayı ecir alırsın. Hatta, yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmadan ötürü de ecir alırsın“ (Buhârî)

 

 

Ancak Sa’d, bu hastalığından iyileşip uzun bir müddet daha yaşamış ve bu kızından başka çocukları olmuştur. Buna göre, bir kimse, malının üçte birine kadar olan kısmını vasiyet yoluyla Allah yolunda harcayabilir. Servetin üçte ikisi mirasçıların korunmuş hissesidir. Kardeşlerim İnfak  ibadetiyle  birlikte  kişinin  bakmakla  yükümlü  oldugu  kişileri  düşünmesi  zorunludur. Kişinin gücü yettiği zaman kendisi için gerekli olan nafaka. Bu, başkalarına yapılacak yardım ve Allah yolunda harcamadan önde gelir. Çünkü kişinin yaşamını sürdürmesi ve başkalarına olan infak görevini yerine getirebilmesi buna bağlıdır.

 

 

Peygamber efendimiz  (sav) bu  hususta mealen  şöyle  buyuruyor: ** İnfaka önce kendinden, sonra nafakası senin üzerine vacip olan kimselerden başla…**(Buhari) Müminin başkalarına olan infakı. Başkasına infakın farz olmasının üç sebebi vardır: Evlilik, hısımlık ve mülk. Evlilikte, koca eşinin yeme, içme, giyim ve mesken ihtiyacını karşılamak zorundadır. Emsalinin evinde hizmetçi bulunuyorsa o da nafaka kapsamına girer denilmiştir. Eşler dışında, biri diğerine evlenme engeli teşkil edecek kadar yakın hısım (mahrem) olunca, bunlar arasında nafaka cereyan eder. Anne, baba, dede, nine, çocuk ve torunlar, kardeşler, hala, amca, dayı ve teyze bunlar arasında sayılabilir.

 

 

Rabbimiz  Nisa  suresi  ayet.36.da  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlar (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez…***

 

 

Peygamber efendimiz ( sav)  iyilik yapmaya en lâyık kimin olduğunu soran bir sahabeye şöyle cevap vermiştir: „Annen, sonra, yine annen, sonra yine annen. Sonra, baban. Sonra en yakınından başlayarak uzağa doğru diğer hısımların“ Fıkıh  alimlerimiz  akraba  ve diğer hısımların nafakasının; yiyecek, katık ve giyeceğin ikamet  ettiğin  yer, belde örfüne göre ve yükümlünün durumu dikkate alınarak „yetecek ölçüde“ olması gerektiği konusunda görüş birliği hâlindedir.

 

 

İnanıyoruz ki; İnfak’ın  ve Sadakaların sevabını yok edecek afetlerin başında *BAŞA  KAKMA* ve „eziyet etme“ gelmektedir. Bir kimsenin iyilik yaptığı şahsa „sana şöyle şöyle iyilik yaptım demek suretiyle o kimseye karşı iyiliğini bir şey sayması, az çok yaptığı iyiliğe gururlanması ve onun verecekli durumunda olduğunu hissetmesidir. Bu tavır, gönül bulandırır, yapılan iyiliğin kıymetini eksiltir, hatta kesip yok eder. Eziyet  etme ise tiksindirme manasına gelir. İyilik yaptığı kişinin bir kusuru sebebiyle şikayette bulunmak, dil uzatmak ve iyiliği yüze vurmak ezadır.

 

 

İyilik ettiği kimseye: „Ben sana iyilik ettim, sen bana teşekkür bile etmedin“, „kaç kez gelip bana eziyet veriyorsun“. „kaç defadır isteyip duruyorsun, utanmıyor musun“ veya „devamlı sıkıntılarla geliyorsun, Allah beni senden kurtarsın, seni benden uzak etsin“ gibi sözler de ezaya örnek verilebilir. Allah için Sadaka  verip, infakta bulunanlar eğer bu yanlış davranışlardan uzak durur, sadakalarını göz bebekleri gibi korur ve mükafatını sadece Allah’tan beklerlerse, Cenab-ı Hak onlara ecirlerini en güzel şekilde verir.

 

 

Ahirette onlara hiçbir korku olmaz, sevapların yok olması herhangi bir sebeple de üzüntü duymazlar. Verdiklerini Allah için vermeyip başa kakanlar şunu unutmasınlar ki bu  gibi  insanlar  Rabbimiz  tarafından  İKAZ  ediliyorlar. Rabbimiz  Bakara  Suresi  ayet.262.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Mallarını Allah yolunda harcayıp da bunun ardından herhangi bir başa kakmada ve gönül incitici bir harekette bulunmayanlar yok mu, onlar için Rableri yanında özel mükafatlar vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır…***

 

 

Bu  ayetin  devamındaki 263.meali  ise  şöyle:*** Güzel bir söz ve kusurları bağışlama, ardından eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah’ın kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur. O, halimdir, yumuşak davranır…***

 

 

Aziz Mahmud Hüdayi (ks) şöyle der: „Dilenciyi güzel bir şekilde geri çevirmek, başa kakan ve eziyet eden kimsenin sadakasından daha hayırlıdır. Zira güzel söz, geri çevirmek için bile olsa dilencinin gönlünü ferahlatır, ruhunu şenlendirir. Sadaka, hem insanın maddi varlığına fayda vermek hem de kalbi mesrûr etmek suretiyle kişiye menfaat sağlar. Cesede fayda veren şeyle, ruha eziyet verecek bir şey birleşince tam fayda temin edilmiş olmaz. Şüphesiz ki ruhu ferahlandıracak şey, cesede menfaat verenden daha hayırlıdır. Çünkü insanda rûhâniyet, çamurdan yapılmış bedene göre çok daha yüce ve şerefli bir mevkiye sahiptir. „

 

 

Abdullah bin. Zübeyr’in oğlu Âmir, fakir ve abidlere yardım edeceği zaman, onları incitmemek için şu yolu tercih ederdi: Yardım edeceği kimseler secdede iken para keselerini ayakkabılarının yanında hissedecekleri şekilde bırakır ve görünmeden uzaklaşırdı. Kendisine: „Neden yardımını, birisini göndererek yapmıyorsun?“ diye sorulunca da şöyle cevap verirdi: „Onlardan birinin, gönderdiğim kişiyle veya benimle karşılaştığında yere bakmasını istemem, onun için böyle yapıyorum. „

 

 

Mutlak  surette  ve  Şüphesiz Allah Celle  şanuhu ganîdir; kullarının verecekleri sadaka ve yapacakları iyiliklere ihtiyacı yoktur. O sadakaya muhtaç fakirleri ve garipleri bol bol rızıklandırmaya, zengin olanları da fakir ve başkalarına el açar duruma düşürmeye kadirdir. Yine Allah halimdir; her günah işleyeni anında cezalandırmaz. Başa kakan ve eziyet edenlere de, tevbe edip yanlışlıklarından dönmeleri için mühlet verir.

 

 

Allah Teala, kendi yolunda yapılan harcamaların başa kakma ve ezadan arındırılması ve kulların yaptıkları iyiliklerin mükafatlarından mahrum kalmamaları için bu hususu ayrıca dikkat çekici bir örnek şöylece açıklığa kavuşturmaktadır.

 

Rabbimiz Bakara Suresi  ayet.264.te  mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***Ey iman edenler. Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde sırf insanlara gösteriş olsun diye mallarını harcayanlar gibi, başa kakıp eziyet etmek suretiyle sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Bu şekilde hayır yapan kimsenin misali, üzerinde biraz toprak bulunan kaygan bir kayanın hali gibidir ki, ona şiddetli bir sağanak vurmuş da onu çıplak bir halde bırakmıştır. Böyleleri, yaptıkları hiçbir iyiliğin faydasını göremezler. Allah, kafirler gürühunu doğru yola ulaştırmaz…***

 

Burada öncelikle başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle sadaka veren, Allah’a ve ahirete inanmadığı halde insanlara gösteriş için verdiği kabule şayan olmayan sadakaya benzetilmektedir. Böylece nifak ve riyanın sadakaları boşa çıkarması gibi, başa kakma ve eziyetin de sadakaları boşa çıkarılacağı bildirilmektedir.

 

Zira her iki tür sadaka da Allah için verilmiş bir sadaka değildir. Şiddetli yağan yağmur o kaskatı kayanın üzerindeki toprağı silip götürdüğü ve onu üzerinde hiçbir bitkiden ve meyveden eser bulunmayan cascavlak bir kaya halinde bıraktığı gibi; insanlara gösteriş için malını infak eden kalpler de ne hayırlı bir meyve verir, ne de ahirette bir sevaba erişir. İnanmadığı halde infak edenler; riya olsun diye, başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle sadaka verenler, yaptıkları bu amellerden o gün hiçbir fayda görmezler. Çünkü Allah kafirler güruhunu, ahirette kendilerine yarayacak iyilikler yapmaya muvaffak kılmaz. Bu bakımdan mü’minler de sadaka verirken dikkatli olmalı, sevaplarının boşa gitmesinden korkmalıdırlar. İnfak edilecek mal ne kadar iyi ve kıymetli olursa, infakta bulunan kişi o ölçüde büyük sevap kazanır ve Allah katında yüksek mertebeye erişir.(Misak.341)

 

 

Kardeşlerim… bize  verilen  her  türlü niğmetlerden  mutlaka  sorulacagız  örneğin  Dünyâ malını nerede  nasıl  kazandık  ve  nerelere  harcadık  bu  hususunda  hesabını  verecegiz emanetleri ehline  vermeye  ğayret  edelim cimri  ve  sadece  kendi nefsini düşünen  bahtsız, niğmet  azgınlarından  olmayalım. Zekat, sadaka  ve  İnfak  hususunda duyarlı  olmaya  ğayret  sarfedelim bizden  önceki  müslümanların  güzel  yolunu  takip  edelim İnşaallah…

 

 

Bu hakîkati en güzel şekilde idrâk eden ecdâdımızın infak hususunda sergilediği gayretler ve faaliyetleri  devam  ettirelim. Ecdadımızın  en  güzel  faaliyetlerinden  biriside  VAKIF  medeniyeti  idi. Atalarımız, ceddimiz tarihe muazzam bir «vakıf medeniyeti» hediye etmişlerdir. Onlar âdeta bir hayır yarışı içerisine girmişler ve bu yarışta her çeşit varlığa ve her türlü ihtiyaca cevap verecek mâhiyette müessseseler, vakıflar kurmuşlardır. Bunların yanında iffet ve utancından dolayı kimseden bir şey isteyemecek olanların şahsiyetlerini zedelememek ve onları istemek zorunda bırakmamak için eski İstanbul’un bazı semtlerine koydukları sadaka taşları pek meşhurdur.

 

 

Yaklaşık bir metre yüksekliğinde ve otuz santim çapında olan Sadaka  taşlarına Hâli vakti yerinde olanlar:“Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek şekilde” infakta bulunabilmek için gece karanlığında sadakalarını bu taşın tepesindeki çukura bırakırlardı.Daha sonra semtin fazîletli fakirleri de ihtiyaçları kadar oradan alırlar, fazlasına ilişmezlerdi. Bilhassa ihtiyacı olmasına rağmen dilenmekten çekinenler gecenin geç saatlerinde taşın yanına para almaya gelir, ihtiyaçları kadar alırlardı.

 

  1. yüzyıl İstanbul’unu anlatan bir Fransız gezgin, üzerinde para bulunan bir taşı tam bir hafta boyunca gözetlediğini, ancak oradan sadaka almaya gelen kimseyi göremediğini yazmaktadır. Rivayete göre İstanbul’un dört yerinde sadaka taşı vardı: Üsküdar’da Gülfem Hatun Camii’nin avlusunda, yine Üsküdar Doğancılar’da Karacaahmet’te ve Kocamustafapaşa’da evet zamanımızda İstanbulda  bu  sadaka  taşlarının  dört  tane  örneği olduğu  bilinmektedir.

 

Şanlı ecdâdın, böyle bir hizmeti niçin yaptığı mâlûm. Ancak her toplumda ve her devirde düşkünler ve muhtaçlar daima mevcut olacaktır. Dolayısıyla âyet-i kerîmede buyurulan:“Zenginin malında fakirin hakkı vardır.” düstûrunu  gönlümüzün şiarı edinmeli ve “sadaka taşlarındanvakıflara” uzanan hayır yarışını devam ettirmeliyiz ki, iffetli muhtaçların haysiyetlerini koruyalım. Dünkü kâh vermek kâh almak için sadaka taşına uzanan ellerdeki samimiyeti ve ihlâsı muhafaza etmeliyiz…

 

 

Gönlümüz bir sadaka taşı hâline gelmelidir. Muhtaç, bizlere bir tebessüm ve ana kucağı sıcaklığı hissederek yaklaşabilmelidir. Bizler de lutfen ve keremen «Rezzâk» olan Rabbimizin bir kulu olarak şükür  ifadesini  yerine  getirebilmeliyiz  inancını  taşıyoruz. Rabbimiz Sebe  suresi  ayet.39.da  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** De ki: Rabbim, kullarından dilediğine rızkı yayar ve ona tekrar rızkı kısar. Siz Allâh için ne infak ederseniz, Allâh onun yerine başkasını verir. O rızk verenlerin en hayırlısıdır…***

 

 

Netice olarak gerek infak gerekse karz-ı hasen şeklinde yapılan güzel ibadet ve davranışlar, aslında Cenâb-ı Hakk’ın bizlere lutfeylediği nimetler sayesinde yapılabilmektedir. Yâni Allâh Teâlâ bizlere bahşettiği nimetler ile yapacağımız hayır ve hasenâtı bizden kendisine borç olarak telâkkî buyurmaktadır. Bir bakıma bu tecellî, Cenâb-ı Hakk’ın bizlere bahşettiği nîmetleri yine nîmetlerle taçlandırmasıdır.Yâni hakîkatte sayısız nimetleri veren Allâh, onları alıp istifade eden kullardır. Buna göre de asıl borçlu olan taraf insan, alacaklı olan da Cenâb-ı Hak’tır.

 

 

Bilmelidir ki Cenâb-ı Hakk’ın bu kadar sayısız nimet, lutuf ve ihsanına mukabil gönüller, şayet O’nun ve rızasının dışında kalan, yâni nefsânî ve fânî tuzaklarda ziyan edilirse insanlık şeref ve haysiyetini yitirmeye başlar. Bu şekilde ilâhî ölçülerin dışında yaşayarak gelip geçici güzellikleri gözlerinde büyütenler, daima aşağılara, düşkünlüklere uğrarlar. Bir bakıma özlerindeki ahsen-i takvîm sırrını unutarak kendilerinden mal mülk bakımından  zayıf, daha fakir, daha muhtaç ve âciz varlıklardan borç isteyen zavallılar durumuna düşerler.

 

 

Neticede farkında olamadıkları aslî cevherlerini helâk ederler. İnsan ruhu da, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ânî bir ifadeyle «Kudretimden bir sır üflediğim.» buyurduğu rabbanî bir nurdur. Fakat insanların çoğu ruhun yüceliğini, kıymetini bilmeyerek, onun hakîkatinden habersiz yaşarlar. Bunlar kendilerine bahşedilen azîz ve mukaddes nîmeti, o ilahî emaneti, maddî ve fânî zevklere feda ederek, sadece ten plânında yaşama sevdasındadırlar.

 

 

Konumuzu  bir  ayet  ve  bir  hadisi  şerifle  noktalayalım  inşaallah…Rabbimiz Yasin  suresi  ayet.46.47.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmeyedursun, ille de ondan yüz çevirmişlerdir. Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: Allah’ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz…***

 

 

Peygamber  efendimiz Titmizinin  bizlere  ulaştırdığı bir  hadisinde mealen şöyle  buyurdu:**Cömert kişi, Allaha yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri olan ise, Allahtan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Allah katında, cömert bir bilgisiz câhil, cimri bir ibadet edici âbidden daha sevimlidir**

 

 

Cenabı  hak  bizleri Hiddetin, şehvetin, şöhretin, cismanî zevklerin girdabına düşmüşmekten  muhafaza  buyursun. Bizleri Nefsine kul  olanlardan  eylemesin. Cenabı  hak  verdiği  niğmetleri  hakkıyla üzerinde  taşıyan  şerefli  kullarından  eylesin. Rabbimiz  bizleri  egoist,  bencil, kendini  beğenen yalnız şahsını  düşünenlerden  eylemesin. Cenabı  hak  bizleri İnfak  şuurunu  anlayan  ve anlatan,  yaşayanlardan  eylesin. Cenabı  hak  bizleri Kuranı  kerimin  Nurundan  ve  Sünneti  seniyyenin  özünden  ayırmasın…Amin…Amin…Amin…

 

 

Sermedkadir…LU…29.06.2019…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert