Gayelerin En Güzeli

İbrahim Suresi Ayet.4. te Rabbimiz mealen şöyle buyuruyor: *** Kendilerine açıkça anlatabilmesi için, her Peygamberi kendi kavminin dili ile gönderdik. Allah diledigini şaşırtır ve diledigine yol gösterir…***

Biz müslümanlar kendi nefsimizden sorumlu – mesul oldugumuz gibi, İçerisinde yaşadıgımız aynı havayı beraber soludugumuz, aynı inançları paylaştıgımız toplum yapısındanda sorumluyuz. Bizim Müslüman ve Mü’min oluşumuz; İnandıgımız mukaddes bildigimiz degerler ugrunda anlamlı, faydalı ve insanlıgın işine yarayacak mücadelelerde bulunmamızı gerektirir.

Şükürler olsun Rabbimize: mademki Allah için yaratıldık ve sonunda muhakkak ona dönecegiz, o halde Rabbimizin dostlarını dost edinip Rabbimizin düşmanlarını da düşman edinmek gerektigini bilmemiz ve o dogrultuda mücadelemizi yürütmemiz zaruridir. Müslümanlar; Din ugrunda, mukaddes degerleri ugrunda yapmış oldukları görevlerine karşılık hiç kimseden bir ücret beklentisi içerisinde olamaz.

İslami çalışmalar ücretle yapılırsa muhatabımız üzerinde, karşı taraf nezdinde etkisini kaybedecegi açıktır. Tarih şahittirki, ücretle yapılan işler ve bütün çalışmaların etkisi istenen neticeyi ortaya koyamaz. İnanıyorumki; her Müslüman veren taraf olmalıdır. Eger alan ve el açan taraf olursa o kimsenin ve DAVASININ degeri düşer. Cemiyet – toplum nazarında kişiye ve hareketlerine deger verilmez.

Bizler Müslüman olarak iyiye, güzele, dogru olana, hak olana insanları DAVET etmek sorumlulugunu üzerimizde taşımaktayız. Bunun içinde öncelikle Önder ve örnegimiz Peygamber Efendimiz ve O’na (sav) kadar gelen Peygamberler Allah tarafından nasıl yönlendirilmişler ise öncelikle ona bakmamız lazımdır.

Öncelikle bilmemiz gerekirki; İnsanları dogruya, hakka, Allahın dinine davet noktasında Peygamberler her zorluga katlanarak mücadelelerini yürütmüşlerdir. Peygamberlerin yapmış oldugu görev çok mübarek bir görevdir. Onlar yapmış oldukları bu göreve karşılık kimseden bir ücret beklememiş, Onlar yalnız ALLAH RIZASINI gözetmişlerdir.

Peygamber Efendimiz de dahil geçmiş Peygamberler Kavimlerini Dine davet ederken şöyle demişlerdir: *** Buna karşılık sizden bir ecir istemiyorum. Benim ecrim ancak Âlemlerin Rabbine aittir. (Şuara.109)*** Mealindeki Ayeti kerime de belirtilmiş oldugu gibi Peygamberlerin hepsi, yapmış oldukları çalışmalar karşılıgında hiç kimseden bir ücret almamışlardı. Her türlü mücadelelerini, davetlerini ve çalışmalarını yalnız ve yalnız ALLAH RIZASI dogrultusunda yapmışlar ve mükafatlarınıda Allahtan (cc) beklemişlerdi.

Öncelikle Müslüman Peygamberini (sav) örnek ve önder edinen kimsedir. Peygamber Efendimiz (sav) nasılki yapmış oldugu davetine karşılık hiç kimseden bir ücret, bir iltifat ve bir teşekkür beklemedi ise, Onun Ümmeti olan Müslümanlarda aynı şeylerden uzak kalmasını bilmelidirler. Müslüman yaptıgı bu görevi yalnız allah için yapmalı ve karşılıgını da yalnız Allahtan beklemelidir.

Şayet iyilik ettigi taraf kendisine bir saygı ve minnet duygusu beslerse, bunu da kendisinde bir hak olarak bilmemelidir. Gönlünü Allaha yaklaştırdıgı kimselerin faziletine ve anlayışına baglamalı ve asıl kendisi onlara minnet duyguları beslemelidir. Allah insanları çagıran, davet eden kimse davet ettigi kimselerden aslında daha kârlı bir yerde bulunmaktadır.

Müslümanların Allah için, din için, mukaddesatları için yapmış oldukları çabalardan dolayı alacagı mükafat anlayamayacagımız kadar fazladır. İslam dinini İnsanlara tanıtma ve benimsetmede en etkili faktörlerden biri tabiiki örnek bir şahsiyet olmasıdır. Örnegi canlı olarak göstermek tabiidirki daha etkilidir. Yalnız anlatım yoluyla bazı zorlukları aşabilmek epey zordur.

Peygamber Efendimiz (sav) Davet ettigi hususları bizzat yaşar ve örnek olarak gösterirdi. Davete başlayınca ilk önce etrafında örnek bir topluluk meydana getirdi. Bu toplulugun örnek yaşantısını gören herkes, İslam dinini benimsemeye ve kabul etmeye başladı. Demekki önce örnek davetçi ortaya konulmalı, ondan sonrada bu örnek davetçinin uygulayacagı metod üzerinde durulmalıdır. Metod ne kadar mükemmel olursa olsun, metodu uygulayan örnek bir davetçi olmazsa, iyi bir netice alınması güç olur.

Bütün İnsanlıga dogru yolu gösterme işi o kadar mübarek vazifedirki, onun karşılıgını – ücretini DÜNYA malı ile tesbit edebilmek asla mümkün degildir. Peygamber Efendimizden (sav) gelen Rivayetlerden birisinde, Hayberin fethi sırasında Hz. Ali Efendimize şöyle demişlerdir: ** Onları (düşmanları) İslama çagır ve üzerlerine vacip olan İlahi hakları onlara söyle. Allaha yemin ederimki, allahın bir kimseye senin sayende HİDAYET VERMESİ, senin için kırmızı develere malik olmandan daha hayırlıdır…** diyerek İnsanları hayıra çagırmasının karşılıgındaki büyük mükafatın, maddi bir karşılık degil, Allah nezdindeki manevi mükafat olduguna işaret edilmiştir…

Her konuda, her işimizde Müslüman olarak mücadelelerimizin tabir caizse ODAK NOKTASINI ALLAHIN RIZASI oluşturmalıdır. Bu yolda yani Allah ve DİN yolunda; başımıza gelebilecek musibet, meşakkat, eza, cefa ve engellemelere her halukârda SABIRLA karşılık vermemiz, bu tür zorlukları Normal hayatımızın bir parçası olarak algılamamız bir zorunluluktur.

Bu durum bir bakıma Müslüman oluşumuzun, Mü’min oluşumuzun, İnandıgını yaşama gayreti içerisinde olan bir kul oluşumuzun geregi İMTİHAN edilişimizin sanki ön şartlarından birisidir. Büyüklerimiz ne güzel söylemişler: * HİÇ BİR NİMET KÜLFETSİZ OLMAZ.* diye…

İslam Tarihine şöyle bir baktıgımızda; Yapılan tüm çabalar her türlü mücadeleler İslam dinini ve Müslümanları yok etmek için harcayan DİN DÜŞMANLARININ saldırı ve propagandalarına ve Müslümanlarında bu düşmanlara karşı ALLAH YOLUNDA, DİN YOLUNDA var güçleriyle yaptıkları İslami direnişlere şahitlik etmiş ve hâla da etmektedir…

Günümüzde de hak ve Batıl mücadelesi aynı hızla devam etmektedir. Misal olarak son zamanlarda Türkiyede Misyoner faaliyetlerinin bütün hızıyla sürdügünü görüyoruz. İşi gücü olmayan, ekonomik zorluk içerisinde hayat mücadelesi veren insanlara İNCİL içerisinde Dolar dagıtan, Apartman kiliselerde Türk gençlerini agına düşüren misyonerler ve onların bin bir türlü vaadlerle kandırıp Hıristiyan yaptıklarını Basın ve Yayın organlarından okuyoruz, ögreniyoruz. Tabiiki içimiz kan aglıyor bu durumlara. Ama bir gerçekte şöylece sırıtıyor: Zaten bu genç nesil çogunlukla dinini bilmiyorduki…

İnanç, İnanmak ve İMAN bir ihtiyaçtır. İnsanlar bir şekilde bu ihtiyaçlarını yaşama gayreti içerisinde olacaklardır bu gayet dogaldır. Eger bizler İslam dinini okullarımıza sokmazsak ki, soktugumuz söylenemez, Hıristiyanı, Yahudisi, Moonu, Yoga’sıyla inekperestleri kollarını sıvayıp huzur dagıtma avına çıkacaklardır. Şu anda Türkiye Dini zaaf bakımından bulunmaz bir ortamdır diye düşünüyoruz. Allah sonumuzu hayırlara yönlendirsin…

Din gayreti içerisinde olması gereken Müslüman için; Toplumun – cemiyetin gidişatını HAK ölçüler çerçevesinde düzenlemek gibi ulvi, mukaddes bir vazife önümüzde dururken, Müslümanların; eyyamcılıkla, hurafelerle, statükoculukla, derin devlet ilişkileriyle şu ya da bu gibi meselelerle gününü gün etmesi ve zamanını – vaktini boşa harcaması yalnızca lüzumsuz konuşmalarla, malayani sözlerle oyalanması kabul edilecek bir davranış degildir. Bu durum sadece zaman israfı olur düşüncesindeyiz…

Hem İnanan insanların karakterinde açıkçası; tıpkı Bukalemunu andıran ve dogru yanlış demeden her şekil ve konuma uyum saglamak hususunda azami gayret göstermesi icap eder. En önemlisi; oldugu gibi görünmemede Tabir caizse Şeytana parmak ısırtan bir toplumda Müslüman bireyin en önde gelen vazifesi; Toplumu Rahmani bilgilere – ögretilere davet etmek, bunun için gayret göstermek, ter dökmek inanıyorumki kutsal bir görevdir…

Zaten bizim Mü’min oluşumuzda , Peygamber Efendimizin (sav) ikazı ve yönlendirmesi ile: Toplumun, genel manada bütün insanlıgın dertleri ile dertlenmemiz gerekmektedir. Bu hususta İmani noktada ilerleme kaydetmemize, kurtuluşa dogru yönlenmemize vesile olacak hayırlı çalışmaların başlangıcı olabilir. Kendimizi HAK yola yönlendirmemiz Kuru bir Müslümanlık çıgırtkanlıgından tabiidirki ayrı tutmakla mümkündür…

Yine Allah RIZASI için bu yola koyulmakla zora, meşakkate, feragate, kan ve can vermeye, gözyaşımızı akıtmaya talip olmak zorunda oldugumuzu hiç bir zaman unutmamalıyız. Aynı zamanda Mü’min olarak Allahın yolunda yani SIRATI MÜSTAKİMDE ilerlerken, gidişatımızı engelleyecek, köstekleyecek olan manileri ve yollarımıza kurulacak olan ŞEYTANİ TUZAKLARI da hesaba katarak yol almamız İslamın temel hükümleri dogrultusunda hayatımıza çeki düzen vermemiz de sorumluluklarımız- mesuliyetlerimiz arasındadır diye düşünüyoruz…

Bunun sonucunda bilinmelidirki Allah (cc) İman eden ve Aksiyon – hareketlilik bakımından kendisinin istedigi kıvama ulaşmak gayretindeki kullarına yardım edecektir. Ve inşaallah o Müslümanlar sonunda ZAFERE ulaşacaklardır. Açıkcası, İnanan insanlar olarak kendi varlıgımızı, Özeldeki rahat ortamlarımızı, gelecegimizin mamur olması için feda edemiyeceksek gelecekten hayırlı bir nasip beklemekte hayal olur sanıyorum.

Sorumluluk yüklenmekten gölgesinden kaçar gibi uzaklaşanlardan bizlerde uzak duracagız. Biliyoruzki; Müslümanlar Allaha kul olmanın sorumlulugunu her an omuzlarında taşıyan ve kendisine Yalnız ve yalnız, sadece ALLAHIN KULU olmak gibi şereflerin en büyügü olan vasfından daha büyük bir RÜTBE, daha büyük bir MAKAM yakıştırmayan, yakıştıramayan bir İNANCIN sahibidir. Ne mutlu böyle olabilenlere…

Allah’ım. Bizleri senin rızana muvafık hareket edenlerden eyle. Bizi küfürden, inkârdan, isyandan, tuğyandan, dalâletten, riyâdan ve kendini begenme hastalıgından muhafaza eyle. Bizi Sana ulaşmaktan alı koyan engellere takılmaktan koru. Nefis ve şeytan gibi azılı düşmanlarımıza karşı bizden yardımını esirgeme.

Bizi hakka teslim olan kulların zümresine dahil eyle. Bizi hakîkat üzere olanlardan eyle. Bizi katındaki doğruya yönlendir. Aklımızı nûrunla aydınlat. Kalbimizi hidâyetinle arındır. Gönlümüzü Sana ulaşma arzûsuyla uyandır. Nefsimizi Senin güzel korkunla terbiye eyle. Duygularımızı Senin güzel sevginle düzene koy. Bizi rızâ makâmına eriştir. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…
Sermed Kadir… 19.04.1995

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.