İnsanoglu; Dikkat edilirse memeli canlılar içerisinde tek çıplak dogan ve bütün canlılar içerisinde tek giyinen varlıktır. Bu yüzden insanın giyiminin tarihi , dünya kadar, hatta dünyadan da evveldir diyebiliriz. Bilgi agacından tadan ilk çift, Hz.Adem (as) ve Havva validemiz birdenbire çıplaklıklarını fark etmişler ve aynı zamanda haya, utanma duygusunu hissetmişlerdir.
Genel olarak GİYİM: İnsanların mevkilerini, Cinsiyetlerini, kabilesini, bölgesini, Milletini, Medeniyetini ve hatta duygularını ortaya koyabilen en etkili ifade vasıtalarından biridir. Tabir caizse diyebilirizki; Giyim FERDİN TAŞIDIGI BİR BAYRAKTIR
İşte bu an İnsanlar arası ilişkilere HAYA DUYGUSUNUN girdigi andır. Hususi –özel durumla , Cemiyet – toplum içerisindeki durum o andan itibaren farklılaşmıştır. Diyebilirizki; ilk çift ortaya çıkar çıkmaz ELBİSEYİ de akıl etmişlerdir. Elbise utanma duygusunu silmiş ve İNSANIN İLK EVİ OLMUŞTUR.
Kıyafetin Tarihi Dinler ve devletler, adetler, düşünceler tarihi ile iç içedir. Fransızcadan Türkçeye geçmiş olan –Costume- kelimesi İtalyanca – Costume- den gelmektedir. Kelime olarak Adet ve gelenek manasındadır. Yani Giyim kuşamla adet başlangıçta aynı şeyleri ifade etmektedir. Çünkü her kavmin kendine göre bir giyim kuşam adeti vardır. Kostümlerin yani Kıyafetlerin degişmesi ile Adetlerin degişmesi birbirine Parelel olmuştur…
Kıyafetlerdeki degişimlerin sebebi Etnolojik, iktisadi, siyasi, DİNİ, Manevi, sanatla ilgili şartlarda kendini gösterir. Kıyafetten yalnız elbiseyi degil, Vücuda yapılan DÖGMELERDEN başlayarak saç, sakal, şekillerini, bıyıkları, kadınların saçlarına verdikleri şekilleri, İnsanların bedenlerine yaptıkları her türlü müdahale ve yapılan her çeşit ilave yi anlamak daha da yerinde olur sanıyorum…
Elbise İnsanlar için için ikinci bir deri degil ONUN İLK EVİDİR. Gerçekten de asırlar boyu İnsanların içtimai mevkii ne olursa olsun, Bir Müslüman erkegin veya bir Müslüman kadının Müslüman oldugu Tesettürü, Kıyafeti, giyim- kuşamı ile farkedilmiştir. Osmanlı devletinde de Müslüman, Hristiyan, Yahudi gibi din bakımından farklı toplulukların kendilerine mahsus kıyafetleri vardı. Saraylıların, Esnafın, Askerlerin, Din adamlarının, Tarikat ve tekke mensuplarının ÖZEL KIYAFETLERİ bulunuyordu. Bunlar Rütbesi, yaşı, kadın- erkek, çocuk, kız, delikanlı gibi toplum içindeki yerlerine göre giyinirlerdi.
Kıyafet, DİL ve Yazı bir MİLLETİN şahsiyyet ve hürriyetini- istklalini ayakta tutan TEMEL direklerdendir. Öyle ki, bu Temel direklerin yıkılmasıyla, O Milletin varlıgı da yıkılmaya yüz tutar. Ve yavaş yavaş izleri silinerek başka bir milletin MİLLİYETİ içinde kaybolur. Zamanımızda da bilhassa Avrupa birligini oluşturan Ülke insanları (Siyasi, kültürel, geleneksel yapı, örf ve adetler gibi…) bazı degerlerinin kaybolma korkusunu taşımaktadırlar. Genelde aynı DİN mensubu oldukları halde. Her Millet kendi degerlerini ayakta tutma çabası vermekte başka bir milletin boyundurugu, etkisi altında yaşamayı bir zillet olarak tanımaktadırlar…
Bu gün Tarihe malolmuş bulunan ve eski diye adlandırdıgımız KAVİMLERİN yeryüzünden silinmelerinin yegane – tek sebebi öncelikle kendi degerlerini koruyamamadır. İnsanların kendi medeniyetlerine sahip çıkmamaları Kıyafet, DİL, YAZI ve sosyal hayat tazlarını benimsemeleri sonunda başka Milletleri taklit etme hastalıgına tutulmuş siyasi liderlerin, Plan ve programlarını kabul etmiş olan milletlerde yok olma durumu ile karşı karşıya kalmışlardır. Bir Milletin başka bir kavmin kıyafetini ve YAŞAMA biçimini benimsemesi, o Milletin içindeki aşagılık duygusunu ilan etmesinden başka bir şey degildir. Bir başka ifade ile O Millet kendisini İFTİHAR EDECEK hiç bir degere sahip olmayan zelil- aşagılık, çürümüş bir topluluk bir halk tabakası olarak görmektedir.
Ebu Ala el Mevdudi (Rh.a) Bu konuda diyorki: * Bir Milletin kıyafetini ve hayat tarzını, genel içtimai – sosyal gelişme ve yükselme çerçevesi dışında degiştirmek ve hakiki seviyesi üzerinde bir dereceye ani bir devrimle çıkarmaya çalışması, henüz büluga ermemiş bir çocugun cinsi duyguları tahrik eden bir ortamda yaşayarak, kuvvet macunları ve cinsi gücü ayaga kaldırıcı İlaçlarla kısa yoldan büluga ermek için çabalaması gibi bir şeydir. Her hangi bir Milletin İkti,sadi- ekonomik durumu ancak kendisine has bir kıyafet ve hayat tarzına müsaade ediyorsa, bu Milleti kendi ekonomik seviyesinin çok üzerinde ve kaldıramayacagı kadar agır ve kıymetli kıyafeti ve hayat tarzına zorlamak ancak zulüm olur…*
Elbise sadece bedenin bazı uzuvlarını örtmeye yarayan harici bir araç ve vücudu hava şartlarından koruyan bir şey degil, bilakis bunun ötesinde Milletlerin varlıklarına, Medeniyet, uygarlık, örf – adet ve diger sosyal müesseselerine kök salmış bir nesnedir. Evet KIYAFET gerçekte bir Milletin bedenine – cesedine şekil veren bir RUHUN teahürü- göstergesi , Milletine tercüman olan LİSANI, ve o Milletin sosyal varlıgını dünyaya tanıtan bir görüntüsüdür.
Her Nesil örf ve adetleri dogrultusunda Kendinden önceki nesillerden hususi bir yaşama tarzı ve kıyafet devraldıgı bir realite- gerçektir. İnsanlar kendinden önceki yaşamış olan toplumlardan devraldıkları bu hayat tarzlarına bazı degişiklikler yaparak kendinden sonraki gelecek nesillere bırakırlar. Bu devamlılık bir Milletin geleceginin kefili, ve onun Milli varlıgının devamı mahiyetndedir. Bunun için her Milletin Kılık – Kıyafet ve dış görünüşü, hayat tarzı her Millet tarafından aziz, muteber ve degerli kabul edilir.
Bunun yanında birde Fıtri zevk her Millette farklı şekillerde gelişmiş bunun neticesi olarakta her Milletin tercih edecegi ölçü ayrı ayrı olmuştur. Her hangi bir Milletin hayat tarzı, Üslubu, içinde bulundugu cografi durum, iktisadi- ekonomik, medeni, fikri ve manevi şartlarda kıyafetler degişmiş, içerisinde bulundugu umumi geçim imkanları İŞ, sanat, zenginlik, fakirlik gibi içerisinde bulundugu şartlarda kıyafeti etkileyici sebeplerden sayılmıştır.
Ayrıca toplumlara göre degişen RENK sembolü oldugunu da unutmamak lâzımdır. Yani kısaca Elbise Toplumların üzerindeki önemli bir işarettir. Ve bu işaretimiz muhatabınıza- karşımızdaki kişiye hangi gruba ait oldugumuzun görüntülü MESAJINI verir. Kıyafetimiz , evimiz- barkımızla birlikte bizlerin ait oldugu grubu açıkça ortaya koyar. Mesela bir KIZILDERİLİ çadırları önünde uzun tüylü başlıkları , dar paçalı pantolonları ile bagdaş kurmuş oturur halini başka toplumlarda görmemiz düşünülemez.
Eskimoların buzdan evleri önünde ve parkalarıyla durmaları, veya zengin ve kibar sınıfa mensup bir Çinli erkek, şişman tepesinde bir tek perçem halinde bırakılmış saçımavi, mor veya siyah elbisesi ile ÇİN tarihinin canlı şahitleri olarak boy gösterebilir. Bir Arabın, Bir Japonun, ya da bir Hintlinin , bir afrikalının, Bir Meksikalının, Foter şapkalı bir Yahudinin giyim ve kuşam şekilleri tabiidirki; birbirinden farklı ve Kendi milliyetlerini ve inanç şekillerini simgeleyen belirtilerle doludur. Misaller etnik guruplarda çogaltılabilir…
Dogudan, batıya Avrupa, Hint, Roma, Yunan, Rönesans, Asya ırklarında çok degişik ama kendine özgü giyimler hayatiyetini günümüze kadar devam ettirmişlerdir. İslam Dininin giyim kuşam konusunda emrolunan esasları ile batılı giyim iki ayrı kültür, iki ayrı inanç ve iki ayrı anlayış çerçevesinde düşünmek gerekir. Felsefe profesörü Ümit Meriç in dedigi gibi: * GÖKLE YER ARASINDAKİ UZAKLIKTAN DAHA FAZLADIR.*
İslam Dininde Kadının dünyası ile Erkegin dünyası birbirinden kesinlikle ayrıdır. Her cinsiyetin kendine göre ayrı bir degeri vardır. Erkek erkekligini bilmelidir, kadın da kadınlıgını. Erkeklerin giyebileckleri renkler bellidir. Beyaz, yeşil siyah gibi… İpek ve ipekli kumaşlar Erkekler tarafndan giyilemez.
İpek ve ipekli kumaşlar Hanımlara mahsustur. Altın gibi takılar da öyle… Mesela SAKAL İslam erkegine mahsus önemli bir ziynettir, erkegin süsü olarak kabul edilmiştir. Sakal Müslüman erkegin sembolüdür. Örtü de –TESETTÜR de Müslüman Kadının sembolü. Ama bir incelik vardır burada ÖRTÜ kadının kadınlıgını gizlemek içindir.
Sakal ise tersine dikkati çekme ve bir manada Erkekligi sergilemek için. Yani geleneksel İslam toplumunda SAKAL Erkekligin alameti olarak kabul edilmiştir. İslam da sakalın biçimi şekli nasıl olması gerektigine kadar detayları belli edilmiştir. Hatta Önceden bir İnsanın toplum içindeki içtimai durumu Sakalından da anlaşılırdı. Mesela Kâdı ların , Müderrislerin ve İmamların sakalı beyaz ve UZUN olurdu. İşçilerin ve her hangi bir meslege mensup olmayanların sakalı çok kısa olurdu. Askerlerin sakalı orta uzunlukta ve Siyah olurdu.
İslam Dininde bir HAYA vasıtası olan kıyafet vücudu gizlemeli ve aynı zamanda Dünya daki Kadın – Erkek farklılıgını aksettirmelidir. Bu görev Kadın kıyafetinde BAŞÖRTÜSÜNE verilmiştir. Başörtüsünün görevi sadece fayda degil, Onu taşıyan kadının safiyetinin bir devamı oldugunu gösterme , Onun hem Kadın ve aynı zamanda Müslüman oldugunun belirtisidir. Bu durumu biz Müslümanlar Gayri müslim ülkeleri olan avrupada daha iyi anlıyor ve ayırt edebiliyoruz.
Hepimiz bilirizki; İslam inancı İnsanı dogumla ölüm arasında maddi arzularla sınırlı ve ölümünden sonra yok olacak iki ayaklı bir Hayvan olarak degil, Önünde uzun bir yol bulunan ve ölüm hadisesi kendisi için SADECE BİR GEÇİT olan bir varlık olarak degerlendirilir. Allah (cc) karşısında İNSAN sorumlu bir varlıktır. Yeri geldiginde bedenini de kullanır. Fakat her istedigi yerde ve şekilde her istedigi ile başıboş bırakılmamıştır.
İslam Dininde İNSAN kendisini birilerine sergilemek için giyinmez. Aslında bedenini örtmek için giyinir. İnsanların giyim kuşamları arzuyu uyandırmak, şehveti kendisine yönlendirmek olmamalıdır. Tam tersine bir Müslüman giyimini şehvetleri ayaga kaldırmak için degil, Şehvetleri, arzuları engellemek amacını da düşünerek giyinmeyi gaye edinir…
Meselenin sosyal yanı bir yana , bir de olayın Dini boyutuna bakacak olursak burada karşımıza çıkacak en önemli husus MÜSLÜMAN KİŞİNİN VASFI ortaya çıkar. Ve hemen derizki; Müslümanın temel vasfı öncelikle Allaha kul olmasıyla kendini gösterir. Müslümanın Allaha kul olma vasfı her sahada koruma altına alınmıştır. Giyim kuşamla alakalı emirler ve tavsiyeler ve bu hususlardaki kısıtlamalar da hep bu Allaha kul olma vasfının gerektirdigi şekil, boyut ve tabiiki olayın muhtevasını tayin eder.
İslam Dini İnsanını yetiştirmek ve örnek olarak göstermek Sünnetin baş hedef lerindendir. Örtünme – Tesettür, SETRİ AVRET vecibesinden kaynaklanmaktadır. Aslında insan için giyinmek tabii bir ihtiyaçtır. Erkek ve Kadın için Avretin sınırları degişik olması dolayısıyla farklı boyutlarda ele alınmaktadır. Bu hususlarda esas alacagımız yine KURANI KERİM, Peygamber efendimizin Sünneti seniyyesi, Hayatlarını bu düstur üzerine devam ettiren İslam Alimlerinin gösterdigi o MÜBAREK yol bizlere tabiiki bir IŞIK ve örnek alacagımız yolun ışıgını teşkil etmiştir.
Öncelikle şunu ifade etmek gerekirki; İslam Dini kendine has bir kıyafet sistemini beraberinde getirmiştir. Bir Müslüman fiilen, yani kendi kıyafetiyle bu duruma muhalefet etse- karşı koysa, Giyim ve kuşamını İslami sisteme uydurmasa günahkâr olur. Fakat küfre girmez denilmiştir. Burada kişinin sözlü direnişi yani karşı çıkma fiilini inceleyecek olursak, İslam Dininin Kıyafet ve örtünme sahasında bazı prensipler vaaz ettigini, Bu konuda kendisine has bir sistem getirdigini kabul etmeyen kimse, MÜNKİR- İnkarcı durumuna düşer.
Söz konusu kimse, Kıyafet ve Tesettür Ayetlerindeki emir ve yasakların vücub- zorunluluk ifade etmedigini bunların bir tavsiyeden ibaret oldugunu, zaman ve zemine göre bu tavsiyelere uyup uymamakta kişinin serbest bırakıldıgını söyliyecek olursa bu görüş te İLMİ olmaktan tamamen yoksundur deriz. Çünkü Kıyafet ve Tesettüre dair Ayetlerdeki emir ve yasaklar çok kesin olup birbirini tamamlar ve başka ihtimalleri bertaraf eder mahiyettedir.
Şu konuyu da hemen ifade etmeden geçemeyiz: Yeni Müslüman olmuş bulunan, İslam cemiyeti ve İslam kültürü ile yeni temas etme durumunda olan bir insan için CEHALET şüphe yokki bir mazeret teşkil eder. Ama İslami bir cemiyette , Müslüman bir ailenin çocugu olarak dogup büyüyen kimsenin durumuna gelince, Alimlerin bir kısmı Cehaleti yani bilmemeyi böyleleri için mazeret saymamıştır.
Bu konuda İmam GAZALİ (Rh.a) geniş teferruata girmiş meseleyi detaylı bir şekilde ele almıştır. Ancak şunu da kabul etmeliyizki, içinde yaşadıgımız cemiyet HAK ile BATILIN alabildigine birbirine karıştırıldıgı ender zamanlarda yaşanılan bir cemiyettir.
Neslimizin büyük bir çogunlugu KELİMEYİ TEVHİDİ söylemekten bile acizdir. Günümüzde Dini konularda hem derin hem de yaygın bir CEHALET vardır, Bilgisizlik hüküm sürmektedir. Bize düşen vazife samimiyet ve gayretle İslami gerçekleri anlatmak, yaşamak ve yaşatmaktır. Hidayet ise Rahman ve Rahim olan Allah tan (cc) dır.
Allahım. Bizleri yediren, içiren, en güzel elbiseleri giydiren sensin. Eger sen bizlere bu geniş ve bu sonsuz nimetleri vermeseydin, bizler aciz varlıgımızla ne yapacagımızı bilemezdik. Akıl nimetini vermeseydin, biz düşünceden de aciz kalırdık. Her şey için sana binlerce şükürler olsun. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…
Sermed Kadir… 28.02.1997