Hayat mektebimiz Kur’anı kerimi okuyacak olursak görürüzki bütün Peygamberler öncelikle kendi toplumu ve kavimleri içerisinde Allaha kulluk bilincini yerleştirmeye ğayret etmişler bu uğurda çalışmışlar bütün ömürlerini Allaha kulluk davasında mücadele ederek geçirmişlerdir. Asıl söylenecek söz bu bilgiler ışıgında odur ki: *İnsan için asıl olan KAYITSIZ ŞARTSIZ ALLAHA KULLUK bilincinin, şuurunun yerleşmesidir…* Tabir caizse Müslüman kulluk bilincini inandıgı dinin gösterdigi şekilde hayata aksettirirse işte o zaman görevini yapma hususunda çaba sarfediyor düşüncesine varabiliriz.
Burada özellikle durmamız gereken husus Rabbimize kulluk bilincimizin gelişmesine özen göstermemizin bizim için mecburi hâl almasıdır. Her zaman ne diyoruz: İYYA KE NABUDU VE İYYA KE NESTÂİN* Yâni Rabbimiz, yalnız sana kulluk yaparız ve ancak yardımı senden bekleriz diyoruz. İnanıyoruzki Kulluğu yalnız Rabbimize tahsis edersek özgürlügün tadına varırız. İnancımızı, itikadımızı, benligimizi ancak o şekilde ifade edebiliriz. Hürriyetimizi, özgürlügümüzü, istiklalimizi ancak Rabbimize kullugumuzu devam ettiririrsek yerine getirebiliriz inşaallah. Allah kendi yolunu, dosdoğru yolunu kitabında ortaya koymuştur.
Öyleyse bütün mesele Allah’ın kitabına uymak ve kitaba göre yaşamaktır. Kuranı kerimle ve Sünneti seniyye ile yol bulmak esastır. Yolunu kitaba ve sünneti seniyyeye göre sorarak hayat yaşayanlar inanıyoruzki ebedi saaadete ulaşacaklardır. Takva da budur işte. Takva, Kuran ve Sünneti seniyye esaslarına göre hayat yaşamaktır. Rabbimizin, kitabında anlattığı bu emir ve yasaklara riâyettir takva. Rabbimiz bizim muttaki olmamız için, bizim böylece bir hayat yaşayarak cennete ulaşmamız için, yollarını göstermiştir.
Kitabın ve sünnetin dışında takva yolu da yoktur inancını taşıyoruz. Kim ki kitap ve sünneti bırakır da başka şeylerin, başka yolların peşine takılırsa,o mutlaka sapmak zorunda kalacaktır. Tabiidirki İslam mukaddes bir sistemdir, bütün düzen ve nizamlardan apayrı kendine özgü ve özel bir sistemi İçermektedir İslam şeriatı. Düşünce ve itikad yönünden farklı,hayatın çevreyle irtibatını sağlayan nizam yönünden ayrı. Ahlak, edeb, yaşantı, kural ve kaideleriyle kendine özel,siyasi,ekonomik,içtimai prensipleri bulunan bir güzel sistemin adıdır İslam şeriatı.
Bizler Rabbimizden öncelikle Sıratı müstakim üzere bir hayat yaşamayı arzu ediyoruz Evet, Rabbimizden sıratı müstakim istiyoruz. Çünkü sırat-ı müstakim, nîmetlerin en güzelidir. Sıratı müstakim büyük bir niğmettir. Nîmetlerin en büyüğüdür. En önde istenmesi gereken nîmettir. Çünkü unutmayalım ki, herhangi bir nîmetin yoluna, usulüne, kanununa nail olmak, o nîmete sadece bir kere değil, sürekli nail olmak demektir. Meselâ birisinden birşeyler istemek yerine o istenilen şeye ulaşmanın yollarını ve usulünü öğrenmeyi istemek daha da güzel bir kazanımdır.
Eğer bizler dosdoğru yolu ve o Sıratı müstakimi Rabbimizin buyurduğu , Peygamber efendimizin izah ve ifade ettiği şekilde anlar ve yaşantımızı o mutlak dogrular üzerine bina edersek hiç bir ideolji ve felsefi akım bizlere zarar veremeyecektir inşaallah. Rabbimiz dosdogru yolu uyalım, riayet edelim diye önümüze sermiştir. Bizleri huzura mutluluğa ve sonuçta kazananların safının bulundugu yere ulaştırıcı reçeteyi Şanlı Rasulü (sav) aracılığıyla bildirmiştir. Kendi yolunun dışında sayısız yolların olduğunu ve kesinlikle bu yollara sapılmamasını emir buyurmuştur…
Rabbimiz Zuhruf Suresi ayet.43.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın…*** Kardeşlerim, yeri ve zamanı geldiginde ifade etigimiz bir kelime var *SIRATI MÜSTAKİM* İşte bizler bu sözü bu ayeti kerimeden alıyoruz. Eğer bizler Sıratı müstakim üzerinde olursak Cenabı hakkın vahyettigi kitabına sımsıkı sarılırsak, vahiylerle bir ve beraber olursak hiç bir sapık ideoloji ve felsefi akım bizlere zarar veremiyecektir inşaallah.
Eğer bizim hareket noktamız vahiy olursa sağcılık, solculuk, komunizm, faşizm, liberalizm, laik sistem, artık adları her ne ise bizim ilgi alanımızın dışında olur bakış açımız ayet ve sünneti seniyye istikametinde olursa sıratı müstakim yani dosdogru yolun üzerinde olacagız inşaallah. Selim akıl sahibi olan, müslümanca düşünen ve İslamca hayatına çeki düzen veren birisi Allahın emir ve yasakları dogrultusunda yaşantısını sürdürüyor ve Allahın Rasulününün (sav) söz fiil ve onayı olan sünneti seniyyesine sımsıkı sarılıyorsa yolu sıratı müstakimdir inşaallah.
Maide Suresi Ayet.8.de Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey İnananlar Allah için adaleti ayakta tutan gözcüler olun. Bir topluluga olan kızgınlıgınız size adaletsizlik suçu işletmesin. Adaletli olun; bu Allah’tan sakınmaya daha yakındır. Allahtan sakının. Allah yaptıklarınızdan haberdardır…*** Bilindiği gibi Türkiye’de sistemin yabancılaşmayı, yani Batılılaşmayı devlet baskısıyla yürürlüğe koyduğu, cebir ve şiddetle uygulamaya başladığı günden beri, başta genel idare, hükümet, siyaset, eğitim, yargı, basın yayın ve fikir dünyasında tartışmadan düşmeyen sorular oluştu: Bu sorulara kısaca bakacak olursak;
“Dinin bireysel ve toplumsal hayatta bir değeri var mıdır? Din fert ve cemiyet için vazgeçilmez bir kurum mudur? Dinin kaynağı ve amacı nedir ve buna ulaştığı olmuş mudur? Batıda dinin aleyhine olarak üç asırdır devlet ve ilmî kurumlar büyük mücadele verdiler fakat neden başarısız oldular? Bu kadar verilen mücadeleye rağmen halkın giderek dindarlaşmasının altında yatan sebepler nelerdir? Din ile savaşanlar neden hala mağlup oldukları bu kavgayı bırakmıyorlar? Dinler kendileri için insanları savaştırır mı? Bütün bu açılardan bakıldığında İslam dininin konumu nedir? ” Bunlar elbette can alıcı sorulardır.
Artık devlet ve bütün kurumları, eğitim ocakları, siyasetçiler, hukukçular, Ekonomi sözcüleri, yazarlar, çizerler, adı her ne ise sivil toplum öncüleri, düşünürler bunu konuşmak ve bu meseleyi çözmek zorundadırlar. Siyasi idarenin toplumun sorunlarına dertlerine deva olabilmesi de toplum ile barışık olmasına, toplumu anlamasına içinde yaşadığı ülke insanını her yönden tanımasına ihtiyaç vardır. Çare, İnsanların tümünün destek ve katılımını sağlamaktan geçiyorsa, bu aynı zamanda din ile barışmaktan da geçiyor demek değil midir?
Biz altını çizerek şunu söylüyoruz; Özelde, İslam dinine karşı yapılan bu kadar hücum onun dışında hangi kuruma yapılsaydı, yaşaması mümkün değildi. Çoktan yok olmuş gitmişti. Ama İslam hala dipdiri ve olanca etkisi ile toplumu sarmış kucaklamıştır. Bunu artık dost da görüyor, düşman da. Öyleyse ona saldıran Batılı barbarlar bu saldırganlıklarını bir daha sorgulamalı değil midir? Hak din İslam, insanın hem Yüce Yaratıcı ile, hem de diğer insan ve varlıklar ile münasebetlerini düzenleyen ve hayatına yön veren, onlarla ilgili davranışlarına esas olacak kanunlar ve kurallar bütününe verilen isimdir.
İnsanla beraber var olan, tarihin bütün devirlerinde ve bütün topluluklarında karşılaşılan din gerçeği, çeşitli şekillerde kendini göstermektedir. Üstelik din, iman ve ibadet olduğu kadar, aile, toplum ve devlet hayatını da düzenleyen, dünyaya bir düzen ve nizam veren bir kurumdur. Özellikle de İslam böyle bir dindir. İslam, yeryüzünde kendi kanunlarının hakimiyetini ister. Bu yüzden onu aile, toplum ve devletten kaldırıp atan, yerine insan düşüncesinin ürettiği kanunları koyan Batı düşüncesini ve onun laiklik adıyla devleti yapılandırmasın asla kabul etmez.
Laiklik bahanesiyle “İslam dinine” iman ettiği halde “İslam şeriatına” iman etmeme, onu beğenmeme ve çirkin göreme, bu asırda dinin hakkıyla bilinmemesinden kaynaklanan bir cahiliyyettir, bir saçmalıktır, açık bir sapıklık ve küfürdür. Bu ülkenin sorunu ve bizim de mücadele sorumluluğumuz buradadır. Çünkü devlet yönetiminde İslam Şeriatından başka bir hukuka bağlı olmak, İslam’dan başka bir dine bağlı olmak demektir. Zira her hukuk, bir şeriattır.
Bunu hukuk ile iştiğal edenler çok iyi bilirler. İslam da bir hukuku, hiç şüphesiz bünyesinde bir şeriatı barındırmaktadır. Bu yüzden biz diyoruz ki: Müslümanların İslam Şeriatına sımsıkı bağlanmadan yaptığı ve yapacağı her uygulama eksik kalacaktır. Mâna itibariyle Hakimiyet: Güç, en büyük otorite, hakim oluş, Amirlik, Üstünlük ve üstün olma hali, müdahale ve rakibi kabul etmemek hali gibi manaları taşır. Siyaset biliminde bu terim; En yüksek iktidar ve mutlak iktidar anlamında kullanılır. Her hangi bir kimse ya da toplulugun HAKİMİYETİ elinde tutmasından maksat şudur: Onun her hükmü kanun mahiyetini taşır ve kanun olur.
Böyle bir kimse ülkesinde yaşayan fertlerin üzerinde hükümlerini yürütür. Ve sınırsız tercih ve yetkilerin sahibi olur. İdare edilenlerde böyle bir kimseye kayıtsız şartsız itaat etmeye mecburdurlar. Onun yetki ve tercihlerini kendi iradesi altında hiç bir şey sınırlandırmaz ve kısamaz. Fertlere verilmiş her hangi bir hak var ise, bu hak ta ancak onun tarafından verilmiş olur. Diger taraftan HAKİMİYETİ elinde bulundurması sebebiyle her hangi bir kanun baglamadıgı için böyle birisi tam manasıyla kadiri mutlaktır. Bundan daha az KUDRET ve imkana HAKİMİYET denemez…(Mevdudi. İslamda hükümet.)*
Allah Celle celaluhu Bütün varlıkları yaratan, yaratmakta zorluk çekmeyen, herşeyi belli bir düzene göre yapan, her şeyi bilen ve gören, kayıtsız ve şartsız HAKİM ve yegane kanun ve nizam koyucusudur. Sonsuz ve baki olan bir Hakimiyete sahiptir. Allah her şeye hakimdir. Çünkü her şeyi Allah yarattı. Allahtan başka hayatımıza hüküm edecek bir hakimiyet sahibi yoktur. Konumuzla alakalı olarak İbni Kesir (Rh.a) şu izahı getirmektedir: * Cenabı Allah, her türlü hayrı kapsayan ve her türlü şerden uzak tutan Allahın sapasaglam hükmünü bırakıp onun dışında kalan ve şahıslar tarafından Allahın ŞERİATINA dayanmaksızın konulmuş görüş, heva ve ıstılahlara yönelen kimselerin bu davranışını reddetmektedir.
Nitekim cahiliye dönemi insanları da böyle yapıyor, kendi görüş ve hevalarından hareketle ortaya attıkları dalalet – sapıklık ve cehaletlerle hüküm veriyorlardı. Mogol’ların da yaptıkları bu idi. Onlar kendilerine yasak yasa, kanun koyan kralları Cengiz Hanın hükümlerine göre yönetiyorlardı. Bu Yasagı ise Cengiz, Yahudi ve Hristiyan şeriatlarından, İslam dininden ve başka dinlerden yararlanarak meydana getirmişti. Orada sırf kendi görüşü olan ve hevasından kaynaklanan hükümlerde vardı. İşte onun bu yasagı soyundan gelenler arasında uyulan bir şeriat olmuştu. Onlar Allahın kitabı ve Rasulünün Sünneti ile hükmetmeyi bir kenara bırakıp ‘’ Cengiz Yasaları ‘’ ile hükmediyorlardı. Her kim böyle yaparsa o Kafirdir.
Allahın ve Rasulünün hükmüne geri dönüp, az ya da çok hiç bir konuda onların dışında hiç bir şeyle hükmetmemek çizgisine gelinceye kadar onunla savaşmak farzdır…(İbni kesir Tefsiri)* Kardeşlerim, Şurası bir gerçektirki; Allahın HAKİMİYET gücü dışındaki hakim oldugunu sanan güçlere boyun egenler hüsrandadırlar. Allahı (cc) emir vermek ve yasak koymak hakkına sahip tek HAKİM kabul etmedikçe İSLAM DİNİNDE TEVHİD ESASI anlaşılmış olmaz kanaatındayız.Tevhid düzenine ulaşanlar sadece Allahın kanunlarına, koyduğu hüküm ve YASA’LARINA uyan, riayet eden İTAATLA TESLİM olanlardıor inancındayız…
Zaten bu kimseler LA İLAHE İLLALLAH demekle beraber Allahın nizamı dışında kalan tüm kanunları, gelenek ve görenekleri tepelemiş olmaktadırlar. Hz. Ömer efendimizin dediği gibi “Adalet mülkün (devletin-iktidarın) temelidir” Kur’an-ı Kerim’de, El hacc suresi ayet .41. yeryüzünde iktidarla imtihan edilen mü’minlerin, bariz vasıfları haber verilmiştir mealen şöyle: “Onlar (o müminler) ki; eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler. İyilikleri emrederler ve kötülüklerden nehyederler” Siyaset, yönetim tekniğiyle ilgili olan ve insanlığa hizmeti ifade eden bir kavramdır.
Şurası unutulmamalıdır ki; Bir devletin kurulması ve sürekliliğinin sağlanması siyasetle mümkündür. Kısaca siyaset, ülke, devlet ve insan yönetimidir. Zalim politikacıların, dini değerleri istismar etmeleri yeni bir hadise değildir. Bu hakikat Ayetlerle bildirilmiştir. Bakara suresi ayet.204-205.mealen: “İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, onun dünya hayatına ait sözü hoşunuza gider. Ve o kimse, kalbinde olana Allah’ı şahid tutar.
Hâlbuki o düşmanların en amansızıdır. O iktidara geldiğinde, yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesilleri helâk etmeye koşar. Allah ise fesadı sevmez” buyurulmaktadır. Zalim siyaset; şüphelere, adaleti inkâra, nesil emniyetini tahribe ve iktisadi hayatı zaafa uğratmak için işlenen çirkin fiillere dayanır. Türkiye’de zalim politikanın gündemde olduğunu; vatandaşların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerinin tahrip edildiğini görmezlikten gelmek mümkün değildir.
Kardeşlerim, Bilhassa siyaset mevzuu müslümanlar için geri plana atılamayacak kadar önemli bir husustur çünkü siyaset insanı idare etme sanatıdır diye inanıyoruz. Bizler islami siyasetten ve islami hareketten adalet ve hak hukuktan ne anladıgımızı ifade etmek istersek kısaca diyebilirizki: Allahın indirdigi hükümlere ihlasla teslim olan, insanlara iyilikleri emreden ve onları kötülüklerden alıkoymaya gayret eden müslümanların, hakikate uygun olan fiileridir. İslami siyaset. Kelimeyi şehadeti kalben tasdik eden bir kimse; kayıtsız ve şartsız olarak, Allahın indirdigi hükümlere teslim oldugunu bildirmiş bulunmaktadır.
Hakimiyet kayıtsız ve şartsız olarak sadece Allahu tealaya mahsustur. Bizler İslamın tamamının adalet, hikmet, rahmet, maslahat, iyilik ve güzellik oldugu gerçegine inanıyoruz. Müslüman hiç bir sözünü öyle mesnetsiz delilsiz ortaya koymaz. İslam fıkhında yer alan siyasi, hukuki, ve iktisadi yani ekonomik modelin temel ilkeleri, Kuranı kerim ve mütevatir sünnetle sabit olan hakikatleri ortaya koymaktadır ve bu ilkeler, bir anlamda * dinde inanılması zaruri olan hükümlerin*de ifadesidir. İşte adil siyaset kavramını ortaya koyan gerçek budur inancındayız…
Devlet düzeninin İslama teslim olması, İslama göre tanzim ve tasdik edilmesi Tevhidi hareket için degişmez hedeflerden olması gerekir. Esasen TEVHİDİ hareketin yapısı da İslam Şeri düzenini zorunlu kılar. Tevhidi hareketin yapısı; Müslüman fert, Müslüman aile ve Müslüman toplumun bekası için İslam şeriatına dayalı İslami devlet şartı esastır. Devlet, her bakımdan İslami bir hayat için kendisinden vaz geçilmez bir kurumdur. Bu elbette İslamın özünden gelen bir uygulamadır. Devleti İslamsız, İslamı devletsiz kabul etmek, islama teslimiyeti bozar.
Zaten İslam Şeriatının getirmiş oldugu güzelliklerde bu inanç ve idare sanatında açıkça kendisini belli etmektedir. İslam devleti; Din, can, mal, akıl ve nesil emniyetlerini tahrip eden sosyal ve siyasal bütün yapıların karşısındadır ve bu ifade edilen hususları korumak için vardır. İslama göre şekillenmeyen ve gücünü İSLAMDAN almayan bir devlet, Teröristlerin, İsyankarların, eşkıyaların bir sosyal ve siyasal bütün müessese ve kurumlarıyla birlikte örgütlenmesidir. Tevhidi Hareketin vazifelerinden biriside, İslama teslim olmuş, Müslüman devlete kavuşuncaya kadar mücadele etmek zaruridir.
İslam cografyasının her bölgesinde İslam devletinin kurulması farzdır. Rabbimiz Yusuf Suresi ayet. 40.da mealeen şöyle buyurmaktadır:***Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir.Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir; kendisinden başkasına değil, O’na tapmanızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir, fakat insanların çoğu bilmezler…*** Defalarca tekrarını ifade etsekte önemli bir hakikattirki; Hüküm ancak Allah’a aittir. Hâkimiyet sadece ve yalnız Allah’a aittir. Allah’tan başka hiç kimsenin hüküm koyma hakkı, hâkimiyet yetkisi yoktur.
Bu dünyada kullarının hayat programlarını belirleme hakkı, kullarına yasa belirleme hakkı sadece Allah’a aittir. Yaşanan bu hayatın kanunlarını, değer yargılarını belirleme hakkı sadece Allah’a aittir. Tek olan, Kahhâr olan, kullarının tümüne egemen olan Odur. Hayata Hakîm olan Odur. Ne yazıkki zamanımızda İnsanlar daha dogrusu Müslümanım diyenler farklı farklı sistemlerin kıskacında kıvrandıkları halde sadece akli teorilerle islam dışı sistemleri hayata hakim kılma çabasını sergiliyorlar. Onun için diyoruz ki. Cenabı hak bizleri demokrasinin şerrinden muhafaza buyursun.
Komunizmin, faşizmin, laik düzensizliğin, ideolojik sapıklıkların hepsinden, akla gelen gelmeyen bütün felsefi saplantıların şerrinden Rabbimiz müslümanları muhafaza buyursun. Açık ve net olarak ifade edelimki; Kuranı kerim ve Sünneti seniyyeden beslenen bizler bugünkü Partiler sistemini İslam devletinin ve Şeriatın önünde çok büyük bir engel olarak görüyoruz. Müslüman fertlere, Müslüman ailelere ve müslüman toplumlara başka çıkar yol yokmuş gibi Demokratik laik devletin yolunu gösteren, demokratik laik devletin çizdiği çerçeve içerisinde erimeye çalışan bir oluşumla birlikte hareket etmek müslüman için zillettir.
Bilindiği gibi TEVHİD akidesi, çağlara, zaman ve mekanlara göre değişiklik arzetmez. Tevhid akidesi her yerde ve her zaman hem saadetin ve hemde insan olma erdeminin ve tabiidirki şehadetin kaynağıdır. Sahte ilahların, tağutların, isyankarların iktidar olma şehvetlerinin bulaşmadığı İslami hayatın hem başlangıcı ve hem de sonudur.Biz Müslümanlar:La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah diyerek bu hakikati hayatın başından sonuna kadar zikredeceğiz inşaallah.
Partiler sistemine iman eden laik, demokratların ve aynı zamanda Müslüman oldugunu söyleyenlerin biricik savunması: bizler bu parlamenter sistem içerisinde olmazsak Yahudilerin idaresini peşinen kabul etmiş oluruz şeklinde tek çıkar yolun şimdiki demokratik sistem oldugunu beyanı ve uygulamasıdır. Bu düşünce şekli İslami degil, tağuti bir görüş ve düşünce şeklidir şöyleki: Hilafetin ilgasının üzerinden Bir asıra yakın zaman geçmiş o günden bu günümüze kadar Müslümanları hala batıya ve batıla kul ve köle yapma ğayretleri siyasi sistemle yürütülmektedir…
Müslümanlara bu süre içerisinde Tevhidi hareket anlatılmamıştır. Din ve devlet sözde ayrı ayrı gösterilmiş uygulamada devlete bağlı dini hayat sistemi hayata hakim kılınmıştır. Dini değerleri ara sıra gündeme getiren Müslümanlar, kitaplarıyla beraber hapislerde çürütülmeye azmedilmiş, İslam dininin hüküm veren her emri dışlanmış ve görmezden gelinmiştir. İnanıyoruzki; Gücünü İslamdan almayan ve İslama göre şekillenmeyen bir devlet yapısı adı ne olursa olsun her Müslüman tarafından reddedilmelidir.
Mutlak dogru olarak inandıgımız bir husus vardırki; Allahın (cc) Hakimiyeti kesinlikle HAK ve ADALET üzerinedir. Cenabı Allah Hak ve Adalet ile diledigini aziz eder yükseltir. Diledigini zelil eder yerlerde süründürür. Her halükarda onun yaptıgı şeylerin hepsi gerçek ve hepsi hayırlıdır.Onun hükmünün dışında kalanların cümlesi ise tek kelime ile YALAN ve sahte’dir.Eninde sonunda helak olmaya mahkümdur. İslam Dinine göre mutlak ve sınırlandırılamaz HAKİMİYET yalnızca Allahındır. Bu konuda bütün Müslümanlar arasında tam bir fikir birligi vardır. Hüküm koymak tabiidirki yalnızca Allaha has bir yetkidir.
Başka düzenlerin, başka nizamların ve iktidar gücünü belli zamanlarda kendisinde sanan gafillerin Hakimiyet hususunda her hangi bir ortaklıgının bulunması Şirk kavramıyla izah edilir. İslam Dininde Hakkın ve Adaletin ölçüsü ve yegane hak, Allahın Kitabı ve Rasulünün Sünneti seniyesi oldugundan, Müslümanım diyen ve bu Dine inandım diye ikrar veren kişilerin bu hususu benimsemesi zaruridir,gereklidir ve şarttır.Allah ve Rasulü her hangi bir konuda hüküm vermiş ise,hiç bir Mü’minin o konuda istedigini söyleme yetkisinin olmadığı bilinen bir hakikattir.
Allahın Rasulüne (sav) indirdiginden başkası ile hüküm vermek caiz degildir. Çünkü HAK yalnız odur. Onun dışında kalan bütün hükümler ise zulüm ve haksızlık olarak ifade edilmiştir. Kısacası anlaşmazlık konuları Allahın ve Rasulünün hükümlerine havale edilmedikçe ve hükümleri çerçevesine havale edilmedikçe ve bu hükümlere razı olunup tam bir teslimiyetle uyulmadıkça, İmanın varlıgından söz edilmeyeceğiğ İslam alimlerinin zamanımıza kadar ifade ettikleri gerçeklerdir. Adem aleyhiselam’dan itibaren insanların bir bakıma Allahın Hakimiyetini kabul etmek üzere davet oldukları, Kuranın bize bildirdigi gerçeklerdendir.
Ancak insanların zaman zaman birtakım tagutların cahili egemenlikleri altında yaşadıkları, onların hükümlerine isteyerek ya da istemeyerek itaat ettikleri de bir gerçektir. Aynı vakıa ile insanlık, günümüz de de karşı karşıya bulunmaktadır. Hakimiyet Allahın olmayınca, hükümlerde Adalet ve deger yargılarında isabet olmayacagı yani SIRATI MÜSTAKİM üzere gitmeye imkan bulunmayacagı gibi; İnsanlıgın şeref ve haysiyetine yakışmayan, insanı alçaltan bir çok durum da söz konusu olacaktır. Hakimiyet Allahın olmayınca, egemenler ilahlik ve Rablık konumunda, egemenlik altında bulunanlar ise kulluk konumunda olurlar.
Allah adına hükmetmeyenler, egemenlikleri altındakileri çeşitli gruplara böler; onları zaafa düşürür; yeryüzünde fesat çıkartır, bozgunculuk yaparlar. Cahili hükümlerle hükmeden tagutlar; egemenlikleri altında bulunan kimselerin olayları saglıklı bir şekilde degerlendirmelerine imkan bırakmayacak şartlar oluştururlar; gerçekleştirdikleri kültür yapısı ve egitim ortamı ile insanları saglam ve gerçekçi yargılarda bulunmak imkanından mahrum bırakırlar.
Allahın HAKİMİYETİNİ, dolayısıyla uluhuyet ve Rububiyetini reddedenler; egemenliklerini kaybetmek korkusuyla gerçeklerin anlaşılmaması, uluhuyetlerin sahteliginin ortaya çıkmaması için özellikle çaba harcarlar. İrade sahibi ve tercih yetkisine sahip olan İNSAN, kainatın Allahın hükmüne boyun egmekte oldugunu da görmektedir. Bu kainat içerisinde böyle bir yetki yalnızca insan için söz konusudur. İnsan, diger yaratıklardan ayrı olarak Allahın deger yargıları ile hukuki ve siyasal alandaki HAKİMİYETİNİ kabul etmekle de yükümlüdür.
Allahın bu alandaki Hakimiyeti karşısında Mü’minin tavrı, Kuranı Kerimde şu şekilde belirlenmiştir. *** Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdigi zaman iman etmiş her bir erkek ve kadına, o işte kendi isteklerini tercih etmek yetkisi yoktur. El ahzab suresi.Ayet.33-36.*** Bu ayetten de anlıyor ve tefsir ulemasından okuyoruz ki; Mü’minler kendi aralarındaki anlaşmazlıkları Allahın ve Rasulünün hükmüne başvurarak çözüme ulaştırmak yükümlülügünde oldukları gibi; Onların hükmüne de tam bir teslimiyetle boyun egmek zorundadırlar…
Rabbimiz El Kasas suresi. Ayet.71-72.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** De ki: Düşündünüzmü hiç; eger Allah üzerinize geceyi taa Kıyamet gününe kadar aralıksız sürdürse Allahtan başka size ışık getirecek bir başka İLAH var mıdır ? Hala işitmeyecekmisiniz ? De ki: Düşündünüzmü hiç, eger Allah gündüzü üzerinizde Kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, içinizde dinleneceginiz geceyi Allahtan başka getirecek bir başka İLAH varmıdır ?…***
İnanıyoruzki; yeryüzünde Allah celle şanuhunun hakimiyetine hizmet edebilmek ve Tağuti hakimiyetlere karşı da mücadele etmek için kulluk şuur ve bilincini şart, gerekli ve zaruri oldugu bir gerçektir. Daha önce oldugu gibi günümüzdede müstevli kafirler başta ingiltere olmak üzere, Amerika, Rusya, Fransa ve kuyruğuna takılan diğer ülkeler Suriyede, ırakta, afganistanda, yemende, filistinde, Halkı Müslüman olan diger beldelerde yiyecek giyecek ve silah yağdırıyorlar. Maksat müslüman ölsün de nasıl ölürse ölsün.
Tağuti güçler için bu durumdan daha güzel ne olabilirki, örneğin İsrail gibi bir çıban başının tehlike arz eden bir konuma geldiginde anında birleşmiş milletleri toplayıp müdahale ediyorlar. Müslümanlar Halifesiz, Müslümanlar başsız, müslümanlar sahipsiz, müslümanlar mazlum, Müslümanlar çoğu yerde çaresiz tesbih taneleri gibi dağılmış vaziyetteler ne yazıkki. Cenabı hak Müslümanlara TEVHİD bayrağı altında toplanma şuuru ihsan eylesin. Eğemenliğin, Hakimiyetin insanda olmadıgı, yalnız ve yalnız Allah celle şanuhuda oldugu gerçegini anlama izan ve şuurunu Rabbimiz cümlemize nasib eylesin.
Beş vakit NAMAZINI kılan Müslümanlar ibadet şuuruyla DUA ve Niyaz eylesinler. İnanıyoruzki; Helal olana, meşru olana, haram ve mekruh yollardan gidilemiyecegi gün gibi aşikârdır. Allah celle celaluhu yar ve yardımcımız olsun. Kardeşlerim, Sonuç olarak diyoruzki; Mutlak HAKİMİYET Allahındır…
Allahın Hakimiyeti insanlıga kâfidir. Başka sahte Hakimiyet türlerine, çeşitlerine ve Hakimiyeti yanlış yerlerde arayanlara ihtiyaç yoktur. Kainatın kanunlarına, varlık alemindeki bu düzenin işleyişine Allahtan başka hiç bir güç, hiç bir otorite ve hiç bir iktidar müdahalede bulunamaz. Hiç bir zaman Allahın iradesine aykırı hareket gerçekleştirilemez. Cenabı hak bizleri adaletten, hak ve hukuktan, sıratı müstakimden ayırmasın. Zalim siyaset ehlinin, laik demokratların, her türlü ideolojık felsefi akımların, ateistlerin, ataistlerin, İsyankar ideoloji sapıklarının şerinden muhafaza eylesin.
Görsel ve yazılı medyada akademisyen ünvanıyla ahkam kesen, bilgi kirliliği yayan, Müslümanların itikadını bozma yarışı içine giren ifsad ehlinin şerrlerinden Rabbim bizleri muhafaza eylesin. İkbal peşinde koşan bel’am bin bahura torunlarının şerrinden sana sıgınıyoruz Allahım… Bizleri Sıratı müstakimden ayırma…Amin…
Sermedkadir…LU…08.02.2020…