İSLAM  ŞERİATINDA  HAKİMİYET  KAVRAMI…

Hayat  mektebimiz Kur’anı  kerimi okuyacak  olursak  görürüzki bütün  Peygamberler öncelikle  kendi  toplumu ve  kavimleri  içerisinde  Allaha  kulluk  bilincini  yerleştirmeye  ğayret  etmişler  bu  uğurda  çalışmışlar  bütün  ömürlerini  Allaha  kulluk  davasında mücadele  ederek  geçirmişlerdir. Asıl  söylenecek  söz  bu  bilgiler  ışıgında  odur ki: *İnsan  için asıl  olan KAYITSIZ  ŞARTSIZ  ALLAHA  KULLUK bilincinin,  şuurunun  yerleşmesidir…* Tabir  caizse Müslüman  kulluk  bilincini  inandıgı  dinin gösterdigi  şekilde hayata  aksettirirse  işte  o  zaman görevini  yapma  hususunda  çaba  sarfediyor  düşüncesine  varabiliriz.

 

Burada  özellikle  durmamız  gereken  husus Rabbimize  kulluk  bilincimizin gelişmesine  özen  göstermemizin bizim  için  mecburi  hâl almasıdır. Her  zaman  ne  diyoruz: İYYA KE NABUDU  VE  İYYA  KE  NESTÂİN* Yâni Rabbimiz, yalnız  sana  kulluk yaparız ve ancak yardımı senden bekleriz diyoruz. İnanıyoruzki  Kulluğu  yalnız  Rabbimize  tahsis  edersek  özgürlügün  tadına  varırız. İnancımızı,  itikadımızı, benligimizi  ancak  o  şekilde  ifade  edebiliriz. Hürriyetimizi,  özgürlügümüzü, istiklalimizi  ancak  Rabbimize  kullugumuzu  devam  ettiririrsek  yerine  getirebiliriz inşaallah. Allah kendi yolunu, dosdoğru yolunu kitabında ortaya koymuştur.

 

Öyleyse bütün mesele Allah’ın kitabına uymak ve kitaba göre yaşamaktır. Kuranı  kerimle  ve  Sünneti  seniyye  ile  yol bulmak  esastır. Yolunu kitaba ve sünneti  seniyyeye  göre  sorarak  hayat  yaşayanlar  inanıyoruzki  ebedi  saaadete  ulaşacaklardır. Takva da budur işte. Takva, Kuran  ve  Sünneti  seniyye  esaslarına  göre hayat yaşamaktır. Rabbimizin, kitabında an­lattığı bu emir ve yasaklara riâyettir takva. Rabbimiz bizim muttaki ol­mamız için, bizim böylece bir hayat yaşayarak cennete ulaşmamız için, yollarını göstermiştir.

 

Kitabın ve sünnetin dışında takva yolu da yoktur inancını taşıyoruz. Kim ki kitap ve sünneti bırakır da başka şeylerin, başka yolla­rın peşine takılırsa,o mutlaka sapmak zorunda kalacaktır. Tabiidirki İslam mukaddes bir sistemdir, bütün  düzen ve nizamlardan  apayrı kendine  özgü  ve özel bir sistemi İçermektedir İslam şeriatı. Düşünce ve itikad yönünden farklı,hayatın çevreyle irtibatını sağlayan  nizam yönünden ayrı. Ahlak, edeb, yaşantı,  kural  ve kaideleriyle  kendine özel,siyasi,ekonomik,içtimai prensipleri bulunan bir güzel sistemin adıdır İslam şeriatı.

 

Bizler  Rabbimizden  öncelikle Sıratı  müstakim  üzere  bir  hayat  yaşamayı  arzu  ediyoruz Evet, Rabbimizden sıratı müstakim istiyoruz. Çünkü sırat-ı müstakim, nîmetlerin  en güzelidir. Sıratı müstakim  büyük  bir  niğmettir. Nîmetlerin en büyüğüdür. En önde istenmesi gereken nîmettir. Çünkü unutmaya­lım ki, herhangi bir nîmetin yoluna, usulüne, kanununa nail olmak, o nîmete sadece bir kere değil, sürekli nail olmak demektir. Meselâ birisinden birşeyler  istemek  yerine o  istenilen  şeye  ulaşmanın yollarını  ve  usulünü öğrenmeyi  istemek  daha  da  güzel  bir  kazanımdır.

 

Eğer  bizler  dosdoğru  yolu  ve  o  Sıratı  müstakimi Rabbimizin  buyurduğu  , Peygamber  efendimizin  izah  ve  ifade  ettiği  şekilde  anlar  ve  yaşantımızı  o  mutlak  dogrular  üzerine  bina  edersek  hiç  bir  ideolji ve  felsefi  akım  bizlere zarar  veremeyecektir  inşaallah. Rabbimiz  dosdogru  yolu  uyalım,  riayet  edelim  diye önümüze  sermiştir. Bizleri  huzura  mutluluğa  ve  sonuçta  kazananların  safının  bulundugu  yere ulaştırıcı  reçeteyi  Şanlı  Rasulü (sav)  aracılığıyla  bildirmiştir.  Kendi  yolunun  dışında  sayısız  yolların  olduğunu ve  kesinlikle  bu  yollara  sapılmamasını  emir  buyurmuştur…

 

Rabbimiz  Zuhruf  Suresi  ayet.43.te  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın…*** Kardeşlerim, yeri  ve  zamanı  geldiginde  ifade  etigimiz  bir  kelime  var  *SIRATI MÜSTAKİM*  İşte  bizler  bu  sözü  bu  ayeti  kerimeden  alıyoruz. Eğer  bizler Sıratı  müstakim  üzerinde  olursak Cenabı  hakkın  vahyettigi  kitabına  sımsıkı  sarılırsak, vahiylerle  bir  ve  beraber  olursak hiç  bir  sapık  ideoloji  ve  felsefi  akım  bizlere  zarar  veremiyecektir  inşaallah.

 

Eğer  bizim  hareket  noktamız  vahiy  olursa sağcılık,  solculuk, komunizm,  faşizm, liberalizm, laik  sistem, artık  adları  her  ne  ise bizim  ilgi  alanımızın  dışında  olur bakış  açımız  ayet  ve  sünneti seniyye istikametinde olursa sıratı  müstakim  yani  dosdogru  yolun üzerinde  olacagız  inşaallah. Selim  akıl  sahibi  olan, müslümanca  düşünen  ve  İslamca  hayatına  çeki  düzen  veren  birisi Allahın  emir  ve  yasakları  dogrultusunda yaşantısını  sürdürüyor  ve  Allahın  Rasulününün (sav) söz  fiil ve onayı olan sünneti seniyyesine sımsıkı sarılıyorsa yolu sıratı  müstakimdir  inşaallah.

 

Maide Suresi Ayet.8.de Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey İnananlar Allah için adaleti ayakta tutan gözcüler olun. Bir topluluga olan kızgınlıgınız size adaletsizlik suçu işletmesin. Adaletli olun; bu Allah’tan sakınmaya daha yakındır. Allahtan sakının. Allah yaptıklarınızdan haberdardır…***  Bilindiği gibi Türkiye’de sistemin yabancılaşmayı, yani Batılılaşmayı devlet baskısıyla yürürlüğe koyduğu, cebir ve şiddetle uygulamaya başladığı günden beri, başta genel idare, hükümet, siyaset, eğitim, yargı, basın yayın ve fikir dünyasında tartışmadan düşmeyen sorular oluştu: Bu sorulara  kısaca bakacak  olursak;

 

“Dinin bireysel ve toplumsal hayatta bir değeri var mıdır? Din fert ve cemiyet için vazgeçilmez bir kurum mudur? Dinin kaynağı ve amacı nedir ve buna ulaştığı olmuş mudur? Batıda dinin aleyhine olarak üç asırdır devlet ve ilmî kurumlar büyük mücadele verdiler fakat neden başarısız oldular? Bu kadar verilen mücadeleye rağmen halkın giderek dindarlaşmasının altında yatan sebepler nelerdir? Din ile savaşanlar neden hala mağlup oldukları bu kavgayı bırakmıyorlar? Dinler kendileri için insanları savaştırır mı? Bütün bu açılardan bakıldığında İslam dininin konumu nedir? ” Bunlar elbette can alıcı sorulardır.

 

Artık devlet ve bütün kurumları, eğitim ocakları, siyasetçiler, hukukçular, Ekonomi sözcüleri, yazarlar, çizerler, adı  her  ne  ise  sivil toplum  öncüleri, düşünürler bunu konuşmak ve bu meseleyi çözmek zorundadırlar. Siyasi idarenin toplumun  sorunlarına dertlerine deva olabilmesi de toplum  ile  barışık  olmasına, toplumu anlamasına içinde  yaşadığı  ülke  insanını her  yönden  tanımasına  ihtiyaç  vardır. Çare, İnsanların  tümünün destek ve katılımını sağlamaktan geçiyorsa, bu aynı zamanda din ile barışmaktan da geçiyor demek değil midir?

 

Biz altını çizerek şunu söylüyoruz; Özelde, İslam dinine karşı yapılan bu kadar hücum onun dışında hangi kuruma yapılsaydı, yaşaması mümkün değildi. Çoktan yok olmuş gitmişti. Ama İslam hala dipdiri ve olanca etkisi ile toplumu sarmış kucaklamıştır. Bunu artık dost da görüyor, düşman da. Öyleyse ona saldıran Batılı barbarlar bu saldırganlıklarını bir daha sorgulamalı değil midir? Hak din İslam, insanın hem Yüce Yaratıcı ile, hem de diğer insan ve varlıklar ile münasebetlerini düzenleyen ve hayatına yön veren, onlarla ilgili davranışlarına esas olacak kanunlar ve kurallar bütününe verilen isimdir.

 

İnsanla beraber var olan, tarihin bütün devirlerinde ve bütün topluluklarında karşılaşılan din gerçeği, çeşitli şekillerde kendini göstermektedir. Üstelik din, iman ve ibadet olduğu kadar, aile, toplum ve devlet hayatını da düzenleyen, dünyaya bir düzen ve nizam veren bir kurumdur. Özellikle de İslam böyle bir dindir. İslam, yeryüzünde kendi kanunlarının hakimiyetini ister. Bu yüzden onu aile, toplum ve devletten kaldırıp atan, yerine insan düşüncesinin ürettiği kanunları koyan Batı düşüncesini ve onun laiklik adıyla devleti yapılandırmasın asla kabul etmez.

 

Laiklik bahanesiyle “İslam dinine” iman ettiği halde “İslam şeriatına” iman etmeme, onu beğenmeme ve çirkin göreme, bu asırda dinin hakkıyla bilinmemesinden kaynaklanan bir cahiliyyettir, bir saçmalıktır, açık bir sapıklık ve küfürdür. Bu ülkenin sorunu ve bizim de mücadele sorumluluğumuz buradadır. Çünkü devlet yönetiminde İslam Şeriatından başka bir hukuka bağlı olmak, İslam’dan başka bir dine bağlı olmak demektir. Zira her hukuk, bir şeriattır.

 

Bunu hukuk ile iştiğal edenler çok iyi bilirler. İslam da bir hukuku, hiç şüphesiz bünyesinde bir şeriatı barındırmaktadır. Bu yüzden biz diyoruz ki: Müslümanların İslam Şeriatına sımsıkı  bağlanmadan yaptığı  ve  yapacağı  her uygulama  eksik  kalacaktır. Mâna itibariyle Hakimiyet: Güç, en büyük otorite, hakim oluş, Amirlik, Üstünlük ve üstün olma hali, müdahale ve rakibi kabul etmemek hali gibi manaları taşır. Siyaset biliminde bu terim; En yüksek iktidar ve mutlak iktidar anlamında kullanılır. Her hangi bir kimse ya da toplulugun HAKİMİYETİ elinde tutmasından maksat şudur:  Onun her hükmü kanun mahiyetini taşır ve kanun olur.

 

Böyle bir kimse ülkesinde yaşayan fertlerin üzerinde hükümlerini yürütür. Ve sınırsız tercih ve yetkilerin  sahibi olur. İdare edilenlerde böyle bir kimseye kayıtsız şartsız itaat etmeye mecburdurlar. Onun yetki ve tercihlerini kendi iradesi altında hiç bir şey sınırlandırmaz ve kısamaz. Fertlere verilmiş her hangi bir hak var ise, bu hak ta ancak onun tarafından  verilmiş olur. Diger taraftan HAKİMİYETİ elinde bulundurması  sebebiyle her hangi bir kanun  baglamadıgı için böyle birisi tam manasıyla kadiri mutlaktır. Bundan daha az KUDRET ve imkana HAKİMİYET denemez…(Mevdudi. İslamda hükümet.)*

 

Allah Celle  celaluhu Bütün varlıkları yaratan, yaratmakta zorluk çekmeyen, herşeyi belli bir düzene göre yapan, her şeyi bilen ve gören, kayıtsız ve şartsız HAKİM  ve yegane kanun ve nizam koyucusudur. Sonsuz ve baki olan bir Hakimiyete sahiptir. Allah her şeye hakimdir. Çünkü her şeyi Allah yarattı.  Allahtan başka hayatımıza hüküm edecek bir hakimiyet sahibi yoktur. Konumuzla alakalı olarak İbni Kesir (Rh.a) şu izahı getirmektedir: *  Cenabı Allah, her türlü hayrı kapsayan ve her türlü şerden uzak tutan Allahın sapasaglam hükmünü bırakıp onun dışında kalan ve şahıslar tarafından Allahın ŞERİATINA dayanmaksızın konulmuş görüş, heva ve ıstılahlara yönelen kimselerin bu davranışını reddetmektedir. 

 

Nitekim cahiliye dönemi insanları da böyle yapıyor,  kendi görüş ve hevalarından hareketle  ortaya attıkları dalalet – sapıklık  ve cehaletlerle hüküm veriyorlardı. Mogol’ların da yaptıkları bu idi. Onlar kendilerine yasak yasa,  kanun koyan kralları Cengiz Hanın hükümlerine göre yönetiyorlardı. Bu Yasagı ise Cengiz, Yahudi ve Hristiyan şeriatlarından, İslam dininden ve başka dinlerden yararlanarak meydana getirmişti. Orada sırf kendi görüşü olan ve hevasından kaynaklanan  hükümlerde vardı. İşte onun bu yasagı soyundan gelenler arasında uyulan bir şeriat olmuştu. Onlar Allahın kitabı ve Rasulünün Sünneti ile hükmetmeyi bir kenara bırakıp ‘’ Cengiz Yasaları ‘’ ile hükmediyorlardı.  Her kim böyle yaparsa o Kafirdir. 

 

Allahın ve Rasulünün hükmüne geri dönüp, az ya da çok hiç bir konuda onların dışında hiç bir şeyle hükmetmemek çizgisine gelinceye kadar onunla savaşmak farzdır…(İbni kesir Tefsiri)*  Kardeşlerim, Şurası bir gerçektirki; Allahın HAKİMİYET gücü dışındaki hakim oldugunu sanan güçlere boyun egenler hüsrandadırlar. Allahı (cc) emir vermek ve yasak koymak hakkına sahip tek HAKİM kabul etmedikçe İSLAM DİNİNDE TEVHİD ESASI anlaşılmış olmaz kanaatındayız.Tevhid düzenine ulaşanlar sadece Allahın kanunlarına, koyduğu hüküm  ve  YASA’LARINA uyan,  riayet eden İTAATLA  TESLİM  olanlardıor  inancındayız…

 

Zaten bu kimseler LA İLAHE İLLALLAH  demekle beraber  Allahın nizamı dışında kalan tüm kanunları, gelenek ve görenekleri tepelemiş olmaktadırlar. Hz. Ömer efendimizin dediği gibi “Adalet mülkün (devletin-iktidarın) temelidir” Kur’an-ı Kerim’de, El hacc suresi ayet .41. yeryüzünde iktidarla imtihan edilen mü’minlerin, bariz vasıfları haber verilmiştir mealen şöyle: “Onlar (o müminler) ki; eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler. İyilikleri emrederler ve kötülüklerden nehyederler” Siyaset, yönetim tekniğiyle ilgili olan ve insanlığa hizmeti ifade eden bir kavramdır.

 

Şurası  unutulmamalıdır ki; Bir devletin kurulması ve sürekliliğinin sağlanması siyasetle mümkündür. Kısaca siyaset, ülke, devlet ve insan yönetimidir. Zalim politikacıların, dini değerleri istismar etmeleri yeni bir hadise değildir. Bu hakikat Ayetlerle  bildirilmiştir. Bakara suresi ayet.204-205.mealen: “İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, onun dünya hayatına ait sözü hoşunuza gider. Ve o kimse, kalbinde olana Allah’ı şahid tutar.

Hâlbuki o düşmanların en amansızıdır. O iktidara geldiğinde, yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesilleri helâk etmeye koşar. Allah ise fesadı sevmez” buyurulmaktadır. Zalim siyaset; şüphelere, adaleti inkâra, nesil emniyetini tahribe ve iktisadi hayatı zaafa uğratmak için işlenen çirkin fiillere dayanır. Türkiye’de zalim politikanın gündemde olduğunu; vatandaşların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerinin tahrip edildiğini görmezlikten gelmek mümkün değildir.

 

Kardeşlerim, Bilhassa siyaset mevzuu müslümanlar için geri plana atılamayacak kadar önemli bir husustur çünkü siyaset insanı idare etme sanatıdır diye inanıyoruz. Bizler islami siyasetten ve islami hareketten adalet ve hak hukuktan ne anladıgımızı ifade etmek istersek kısaca diyebilirizki: Allahın indirdigi hükümlere ihlasla teslim olan, insanlara iyilikleri emreden ve onları kötülüklerden alıkoymaya gayret eden müslümanların, hakikate uygun olan fiileridir. İslami siyaset. Kelimeyi şehadeti kalben tasdik eden bir kimse; kayıtsız ve şartsız olarak, Allahın indirdigi hükümlere teslim oldugunu bildirmiş bulunmaktadır.

 

Hakimiyet  kayıtsız ve şartsız olarak sadece Allahu tealaya mahsustur. Bizler İslamın tamamının adalet, hikmet, rahmet, maslahat, iyilik ve güzellik oldugu gerçegine inanıyoruz. Müslüman hiç bir sözünü öyle mesnetsiz delilsiz ortaya koymaz. İslam fıkhında yer alan siyasi, hukuki, ve iktisadi yani ekonomik  modelin temel ilkeleri, Kuranı kerim ve mütevatir sünnetle sabit olan hakikatleri ortaya koymaktadır ve bu ilkeler, bir anlamda * dinde inanılması zaruri olan hükümlerin*de  ifadesidir. İşte adil siyaset kavramını ortaya koyan gerçek budur inancındayız… 

 

Devlet düzeninin İslama teslim olması, İslama göre tanzim ve tasdik edilmesi Tevhidi hareket için degişmez hedeflerden olması  gerekir. Esasen TEVHİDİ hareketin yapısı da İslam  Şeri  düzenini zorunlu kılar. Tevhidi hareketin yapısı; Müslüman fert, Müslüman aile ve Müslüman toplumun bekası için İslam  şeriatına dayalı İslami devlet şartı  esastır. Devlet, her bakımdan İslami bir hayat için kendisinden vaz geçilmez bir kurumdur. Bu elbette İslamın özünden gelen bir  uygulamadır. Devleti İslamsız, İslamı devletsiz kabul etmek, islama teslimiyeti bozar.

 

 

Zaten  İslam  Şeriatının  getirmiş  oldugu  güzelliklerde  bu  inanç  ve  idare  sanatında  açıkça  kendisini  belli  etmektedir. İslam devleti; Din, can, mal, akıl ve nesil emniyetlerini tahrip eden sosyal ve siyasal bütün  yapıların  karşısındadır  ve  bu ifade  edilen  hususları  korumak  için  vardır. İslama göre şekillenmeyen ve gücünü İSLAMDAN almayan bir devlet, Teröristlerin,  İsyankarların, eşkıyaların bir sosyal ve siyasal bütün  müessese  ve  kurumlarıyla  birlikte  örgütlenmesidir. Tevhidi Hareketin vazifelerinden biriside, İslama teslim olmuş, Müslüman devlete kavuşuncaya kadar mücadele  etmek  zaruridir.

 

İslam cografyasının her bölgesinde İslam devletinin kurulması farzdır. Rabbimiz  Yusuf  Suresi  ayet. 40.da mealeen  şöyle  buyurmaktadır:***Allah’ı bırakıp taptığınız, sizin ve babalarınızın adlandırdığı putlardan başka bir şey değildir.Allah onların doğru olduğuna dair bir delil indirmemiştir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir; kendisinden başkasına değil, O’na tapmanızı emretmiştir. Bu, dosdoğru dindir, fakat insanların çoğu bilmezler…*** Defalarca  tekrarını  ifade  etsekte  önemli  bir  hakikattirki; Hüküm ancak Allah’a aittir. Hâkimiyet  sadece  ve  yalnız  Allah’a aittir. Allah’tan başka hiç kimsenin hüküm koyma hakkı, hâkimiyet yetkisi yoktur.

 

Bu dünyada kullarının hayat programlarını belirleme hakkı, kullarına yasa belirleme hakkı sadece Allah’a aittir. Yaşanan bu hayatın kanunlarını, değer yargılarını belirleme hakkı sadece Allah’a aittir. Tek olan, Kahhâr olan, kullarının tümüne egemen olan Odur. Hayata Hakîm olan Odur. Ne  yazıkki  zamanımızda  İnsanlar  daha  dogrusu  Müslümanım  diyenler farklı  farklı  sistemlerin  kıskacında  kıvrandıkları  halde sadece  akli teorilerle islam  dışı  sistemleri hayata  hakim  kılma  çabasını  sergiliyorlar. Onun  için  diyoruz ki. Cenabı  hak  bizleri  demokrasinin şerrinden muhafaza  buyursun.

 

Komunizmin, faşizmin, laik düzensizliğin, ideolojik sapıklıkların hepsinden, akla gelen  gelmeyen bütün felsefi saplantıların  şerrinden  Rabbimiz  müslümanları  muhafaza  buyursun. Açık  ve  net  olarak  ifade  edelimki; Kuranı  kerim  ve  Sünneti  seniyyeden  beslenen bizler  bugünkü  Partiler  sistemini  İslam  devletinin ve Şeriatın  önünde  çok büyük  bir  engel  olarak  görüyoruz. Müslüman  fertlere, Müslüman  ailelere ve müslüman  toplumlara başka  çıkar  yol  yokmuş gibi Demokratik  laik devletin  yolunu  gösteren, demokratik  laik devletin  çizdiği çerçeve içerisinde  erimeye çalışan bir oluşumla  birlikte hareket etmek müslüman için  zillettir.

 

Bilindiği  gibi  TEVHİD  akidesi,  çağlara,  zaman  ve  mekanlara göre  değişiklik  arzetmez. Tevhid  akidesi her  yerde  ve  her  zaman hem  saadetin  ve  hemde  insan  olma  erdeminin  ve  tabiidirki  şehadetin  kaynağıdır. Sahte ilahların, tağutların, isyankarların iktidar  olma  şehvetlerinin bulaşmadığı İslami hayatın hem  başlangıcı ve hem de sonudur.Biz Müslümanlar:La ilahe  illallah  Muhammedün  Rasulullah  diyerek  bu  hakikati  hayatın  başından sonuna  kadar zikredeceğiz  inşaallah.

 

Partiler sistemine iman eden laik, demokratların ve  aynı zamanda  Müslüman oldugunu  söyleyenlerin biricik savunması: bizler bu parlamenter sistem içerisinde  olmazsak  Yahudilerin idaresini peşinen kabul etmiş  oluruz şeklinde  tek  çıkar  yolun şimdiki  demokratik  sistem  oldugunu  beyanı  ve  uygulamasıdır. Bu  düşünce  şekli  İslami  degil,  tağuti  bir  görüş ve  düşünce  şeklidir  şöyleki: Hilafetin  ilgasının  üzerinden Bir  asıra  yakın  zaman geçmiş o  günden  bu  günümüze  kadar  Müslümanları  hala  batıya  ve  batıla  kul  ve  köle  yapma  ğayretleri  siyasi  sistemle  yürütülmektedir…

  

Müslümanlara bu  süre  içerisinde Tevhidi  hareket  anlatılmamıştır. Din  ve  devlet sözde  ayrı  ayrı gösterilmiş  uygulamada devlete  bağlı  dini  hayat  sistemi  hayata  hakim  kılınmıştır. Dini  değerleri ara sıra gündeme getiren Müslümanlar, kitaplarıyla  beraber hapislerde  çürütülmeye  azmedilmiş, İslam  dininin  hüküm veren her  emri dışlanmış  ve  görmezden  gelinmiştir. İnanıyoruzki; Gücünü  İslamdan  almayan ve  İslama  göre  şekillenmeyen bir  devlet  yapısı adı  ne  olursa  olsun her  Müslüman  tarafından  reddedilmelidir.

 

Mutlak dogru olarak inandıgımız bir husus vardırki; Allahın (cc) Hakimiyeti kesinlikle HAK ve ADALET üzerinedir. Cenabı Allah Hak ve Adalet ile diledigini aziz eder yükseltir. Diledigini zelil eder yerlerde süründürür. Her halükarda onun yaptıgı şeylerin hepsi gerçek ve hepsi hayırlıdır.Onun hükmünün dışında kalanların cümlesi ise tek kelime ile YALAN ve sahte’dir.Eninde sonunda helak olmaya mahkümdur. İslam Dinine göre mutlak ve sınırlandırılamaz HAKİMİYET yalnızca Allahındır. Bu konuda bütün Müslümanlar arasında  tam bir fikir birligi vardır. Hüküm koymak tabiidirki yalnızca Allaha has bir yetkidir.

 

Başka düzenlerin, başka nizamların ve iktidar gücünü belli zamanlarda kendisinde sanan gafillerin Hakimiyet hususunda her hangi bir ortaklıgının bulunması Şirk kavramıyla izah  edilir. İslam Dininde Hakkın ve Adaletin ölçüsü ve yegane hak, Allahın Kitabı ve Rasulünün Sünneti seniyesi oldugundan, Müslümanım diyen ve bu Dine inandım diye ikrar veren kişilerin bu hususu benimsemesi zaruridir,gereklidir ve şarttır.Allah ve Rasulü her hangi bir konuda hüküm vermiş ise,hiç bir Mü’minin o konuda istedigini söyleme yetkisinin olmadığı bilinen bir  hakikattir.

 

Allahın Rasulüne (sav) indirdiginden başkası ile hüküm vermek caiz degildir. Çünkü HAK yalnız odur. Onun dışında kalan bütün hükümler ise zulüm ve haksızlık olarak  ifade  edilmiştir. Kısacası anlaşmazlık konuları Allahın ve Rasulünün hükümlerine havale edilmedikçe ve hükümleri çerçevesine havale edilmedikçe  ve bu hükümlere razı olunup tam bir teslimiyetle uyulmadıkça, İmanın varlıgından söz edilmeyeceğiğ  İslam  alimlerinin zamanımıza  kadar  ifade  ettikleri  gerçeklerdir. Adem  aleyhiselam’dan  itibaren insanların bir bakıma Allahın Hakimiyetini kabul etmek üzere davet oldukları, Kuranın bize bildirdigi gerçeklerdendir.

 

Ancak insanların zaman zaman birtakım tagutların cahili egemenlikleri altında yaşadıkları, onların hükümlerine isteyerek ya da istemeyerek itaat ettikleri  de bir gerçektir. Aynı vakıa ile insanlık, günümüz de de karşı karşıya  bulunmaktadır. Hakimiyet Allahın olmayınca, hükümlerde Adalet ve deger yargılarında isabet olmayacagı yani SIRATI MÜSTAKİM üzere gitmeye imkan bulunmayacagı gibi; İnsanlıgın şeref ve haysiyetine yakışmayan, insanı alçaltan bir çok durum da söz konusu olacaktır. Hakimiyet Allahın olmayınca, egemenler ilahlik ve Rablık konumunda, egemenlik altında bulunanlar ise kulluk konumunda olurlar.

 

 

Allah adına hükmetmeyenler, egemenlikleri altındakileri çeşitli gruplara böler; onları zaafa düşürür; yeryüzünde fesat çıkartır, bozgunculuk yaparlar. Cahili hükümlerle hükmeden tagutlar; egemenlikleri altında bulunan kimselerin olayları saglıklı bir şekilde degerlendirmelerine imkan bırakmayacak şartlar oluştururlar; gerçekleştirdikleri kültür yapısı  ve egitim ortamı ile insanları saglam ve gerçekçi yargılarda bulunmak imkanından mahrum bırakırlar.

 

Allahın HAKİMİYETİNİ, dolayısıyla uluhuyet ve Rububiyetini reddedenler; egemenliklerini kaybetmek korkusuyla gerçeklerin anlaşılmaması, uluhuyetlerin sahteliginin ortaya çıkmaması için özellikle çaba harcarlar. İrade sahibi ve tercih yetkisine sahip olan İNSAN, kainatın Allahın  hükmüne boyun egmekte oldugunu  da görmektedir.  Bu kainat içerisinde böyle bir yetki yalnızca  insan için söz konusudur. İnsan, diger yaratıklardan ayrı olarak Allahın deger yargıları ile hukuki ve siyasal alandaki  HAKİMİYETİNİ kabul etmekle de yükümlüdür.

 

 

Allahın bu alandaki Hakimiyeti karşısında Mü’minin tavrı, Kuranı Kerimde  şu şekilde belirlenmiştir. *** Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdigi zaman iman etmiş her bir erkek ve kadına, o işte kendi isteklerini tercih etmek yetkisi yoktur. El ahzab suresi.Ayet.33-36.*** Bu  ayetten de anlıyor ve tefsir ulemasından  okuyoruz ki; Mü’minler kendi aralarındaki  anlaşmazlıkları Allahın ve Rasulünün hükmüne başvurarak çözüme ulaştırmak yükümlülügünde oldukları gibi; Onların hükmüne de tam bir teslimiyetle  boyun egmek zorundadırlar…

 

 

Rabbimiz El Kasas suresi. Ayet.71-72.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** De ki: Düşündünüzmü hiç; eger Allah üzerinize geceyi taa Kıyamet gününe kadar aralıksız sürdürse Allahtan başka size ışık getirecek bir başka İLAH  var mıdır ?  Hala işitmeyecekmisiniz ? De ki: Düşündünüzmü hiç, eger Allah gündüzü üzerinizde Kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, içinizde dinleneceginiz geceyi Allahtan başka getirecek bir başka İLAH  varmıdır ?…***

 

 

İnanıyoruzki; yeryüzünde Allah  celle  şanuhunun hakimiyetine hizmet  edebilmek ve Tağuti hakimiyetlere  karşı da mücadele  etmek için kulluk  şuur  ve  bilincini  şart, gerekli  ve  zaruri  oldugu  bir  gerçektir. Daha  önce  oldugu  gibi  günümüzdede müstevli  kafirler  başta  ingiltere  olmak  üzere, Amerika, Rusya, Fransa  ve  kuyruğuna  takılan diğer  ülkeler Suriyede, ırakta,  afganistanda, yemende, filistinde, Halkı  Müslüman  olan  diger  beldelerde yiyecek  giyecek  ve  silah  yağdırıyorlar. Maksat   müslüman  ölsün de  nasıl  ölürse  ölsün.

 

Tağuti  güçler  için  bu  durumdan  daha güzel  ne  olabilirki, örneğin  İsrail  gibi  bir  çıban  başının  tehlike  arz  eden  bir  konuma  geldiginde   anında  birleşmiş  milletleri  toplayıp  müdahale  ediyorlar. Müslümanlar Halifesiz, Müslümanlar başsız,  müslümanlar  sahipsiz,  müslümanlar  mazlum, Müslümanlar  çoğu  yerde  çaresiz tesbih  taneleri  gibi  dağılmış vaziyetteler  ne  yazıkki. Cenabı  hak Müslümanlara TEVHİD  bayrağı altında  toplanma  şuuru  ihsan  eylesin. Eğemenliğin,  Hakimiyetin insanda  olmadıgı, yalnız  ve  yalnız  Allah  celle  şanuhuda  oldugu  gerçegini  anlama  izan ve  şuurunu  Rabbimiz  cümlemize nasib  eylesin.

 

Beş  vakit  NAMAZINI  kılan  Müslümanlar ibadet şuuruyla  DUA  ve Niyaz eylesinler. İnanıyoruzki; Helal  olana,  meşru  olana, haram  ve  mekruh yollardan gidilemiyecegi  gün  gibi  aşikârdır. Allah  celle  celaluhu  yar  ve  yardımcımız  olsun. Kardeşlerim, Sonuç olarak diyoruzki; Mutlak HAKİMİYET Allahındır…

 

 

Allahın Hakimiyeti insanlıga kâfidir. Başka sahte Hakimiyet türlerine, çeşitlerine ve Hakimiyeti yanlış yerlerde arayanlara ihtiyaç yoktur. Kainatın kanunlarına, varlık alemindeki bu düzenin işleyişine Allahtan başka hiç bir güç, hiç bir otorite ve hiç bir iktidar müdahalede bulunamaz.  Hiç bir zaman Allahın iradesine aykırı  hareket gerçekleştirilemez. Cenabı hak bizleri adaletten, hak ve hukuktan, sıratı müstakimden ayırmasın. Zalim siyaset ehlinin, laik demokratların, her türlü ideolojık felsefi akımların, ateistlerin, ataistlerin, İsyankar  ideoloji  sapıklarının şerinden muhafaza eylesin.

 

Görsel  ve  yazılı  medyada  akademisyen  ünvanıyla  ahkam  kesen, bilgi  kirliliği  yayan, Müslümanların  itikadını  bozma  yarışı  içine  giren ifsad  ehlinin  şerrlerinden  Rabbim  bizleri  muhafaza  eylesin. İkbal  peşinde  koşan bel’am bin  bahura  torunlarının  şerrinden  sana  sıgınıyoruz  Allahım… Bizleri  Sıratı  müstakimden ayırma…Amin…

 

 

Sermedkadir…LU…08.02.2020…

 

 

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.