ALLAH’IN    ADI   İLE…

Yüce Rabbimiz İhlas Suresinde mealen şöyle buyuruyor: *** De ki: O Allah bir tek’tir. Allah her şeyden müstagni (Kimseye ihtiyacı olmayan)  ve her şey ona muhtaçtır. O dogurmamış ve dogmamıştır. Hiç bir şey ona denk degildir…*** Kardeşlerim, Hz.Adem Aleyhiselamdan beri DÜNYA yüzüne ne kadar Peygamber gelmiş ise  hepsi de ÜMMETİNE Allahın varlıgını  ve birligini söylemişlerdir. Peygamberlerin sözüne hiç şüphe etmeden inanmak lâzımdır. Çünkü onlar Allahın emrine uymaya mecburdurlar. Katiyyen yalan ve yanlış söz söylemezler. Bütün SEMAVİ kitaplar ve tabiiki dört büyük KİTAP Allahın varlıgını isbat etmeya kâfi birer delildirler.  Allahın varlıgını ve birligini bildirmişlerdir.

 

Musa Aleyhiselam TEVRATI kendisinin yazdıgını söylememiştir.  ON EMİR levhalara yazılı olarak alınmıştır. Ve Hz. Musa (AS)  bu emirleri ÜMMETİNE göstermiştir. İNCİL’İ İsa Aleyhiselam yazmamıştır. Allahtan gelen emirleri Havari’rilerine – Arkadaşlarına ve Halka teblig etmiştir. Hz.Muhammed (sav) Kuranı Kerimi yazdıgını hiç bir zaman iddia etmemiştir.  Allah tarafından Ayet ayet ve Sure sure geldigini bildirmiştir. Peygamber Efendimiz (sav), Allah kelamı ile kendi sözleri olan HADİS’LERİN birbirinden ayrılmaları için büyük ğayret göstermiştir. 

 

İlk İnsan ve İlk Peygamber olan Adem aleyhiselamdan beri  İnsanlara dogru yolu göstermek için bir çok Peygamberler gelmiştir.  Bunların bir kısmına KİTAP gönderilmiş bir kısmı da kendinden evvel gelen Kitaplarla ÂMEL etmişlerdir. Ademden Aleyhiselamdan beri gelen bütün Peygamberler MEKKE ve KUDÜS arasındaki sahada yaşamışlardır. Bütün Peygamberlerin bu bölgeden gelmiş olmasının bir kaç sebebi vardır. Bir defa ilk insanlar bu cografyada çogalmışlardır.  İkincisi: bozulan Dinler  kuruldukları yerde düzeltilmek istenmiştir. Allahu alem…

 

Araf Suresi Ayet.158.de Rabbimiz mealen şöyle buyuruyor: *** Ey İnsanlar Muhakakki ben göklerde, yerin saltanatına sahip olan, Ondan başka tapacak bulunmayan, yaşatan ve öldüren Allahın hepinize gönderdigi Peygamberim. Sizde Allaha ve Allahın sözlerine  inanın. Ümmi Peygambere inanınki hidayete eresiniz…*** Peygamber Efendimiz (sav) özellikleriyle ilgili olarak Buhari ve Muslimin sahihlerinde yer alan bir Hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur : ** Benden önce her bir Peygamber özel olarak kendi kavmine gönderildi. Bense bütün insanlıga  Peygamber olarak gönderildim.** Şüphesiz ben, tam mülk sahibi Allahın Rasulüyüm. 

 

 (cc)’ın koymuş olduğu sınırı aşmamak ve Hak yoldan şaşmamaktır. Ubudiyet. Allah (cc)’a kulluk öO, göklerde, göklerin âlemlerinde  ve yerlerde yetki ve tasarruf sahibidir.  Göklerle yerler ve bu ikisindeki âlemler, her şeyi yaratan sanatkarın birligine, kudretinin eksiksizligine, ilim ve hikmetinin kemaline tanıklık eder. Kardeşlerim  işte  bu  noktada  bizler öncelikle Kuranı  kerim  ayetleri  ve  Peygamber  efendimizin  hadisi  şerifleri  ışığnda İslami  Tabirle  UBUDİYET, ULUHUYET  ve  RUBUBİYET  kavramlarını  çok  iyi  tahlil  etmeliyiz. Ubudiyet  deyince: Kısaca  İBADET  etmeyi  anlıyoruz. Ubudiyet Allaha  kulluk  etmektir.

 

Her yönüyle “Allah(cc)’ın emirlerine ittiba, baglılık, teslimiyet  ve  itaat  etmektir. Ubudiyet Allahın  nehiylerinden de ictinab etmek yani emirleri yapmak, yasaklardan kaçınmak demektir. Kulluk ifadesi sadece namaz, oruç, zekat ve hacc ibadetini içine  almaz. Mükellefin kul ile, Allah(cc) ile ve toplum ile olan münasebetlerini de içine alır. Tırnak kesiminden devlet idaresine kadar her şeyi içine alır. Kulluk; aşığın maşuğa sarıldığı gibi Allah(cc)’ın emirlerine sarılmak; vebadan kaçar gibi de yasak olan her şeyden kaçmaktır. Kulluk, Allahlüme kadar devamlılık arz eder.

 

Rabbimiz Hicr  suresi  ayet.99.da mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et…*** İnanıyoruzki;  İnsan gerek fiziki ve gerekse ruhi yapı bakımından mevcudat aleminin en şerefli varlığı olarak yaratılmıştır. Yaratılanların  en şereflisi olan insan iman ve kulluk macunuyla  yoğrulursa meleklerden daha şerefli olur. Ama aynı insan küfür ve isyan macunuyla yoğrulursa hayvanlardan daha aşağıda bir konuma düşer.

 

 

Rabbimizin bize vermiş olduğu tertemiz ruh sayfamızı ona isyan ederek kirletmeyelim. Ruh sayfamızı nefsin, şeytanın ve gizli-açık düşmanlarımızın eline karalama kağıdı olarak teslim etmeyelim. Aksine o tertemiz ruh sayfamızı Allah(cc) ve Resulünün emri  doğrultusunda kullanalım. Ruh sayfamızın kirletilmesine müsaade etmeyelim…Ubudiyete yani  İbadet  etmeye  devam  edelim…

 

ULUHİYET’TEN  anladıgımız  ise: Kısaca „İLAHLIK’TIR“. Kendisine kulluk edilen, himaye eden, kendisine ibadet edilen varlık, mabud anlamında Kur’ânî ve İslâmî bir terimdir  uluhiyet. İslâm inancının temeli olan „La ilâhe illallah“ cümlesi Allah’ın dışında hiçbir ilah kabul etmez; Tüm ibadetleri kullardan herhangi birisine değil, yalnızca Allah’a ait kılmalı ve yaratılmışlardan hiçbirisine Allah’ın hakkı olan bir şeyi ve sıfatlarından olan bir sıfatı tahsis etmemeliyiz.

 

Mümin yani  İnanan  insan ancak Allah’a ibadet eder. Allah’dan başkası için ne namaz kılar, ne de Allah’dan başkasına secde eder. Allah’dan başkasıyla yemin etmez. Allah’dan başkası için adakta bulunmaz ve Allah’dan başkasına tevekkül etmez. Göklerde ve yerde tüm yetki ve otorite sahibi Allah celle  celaluhudur. Yaratma O’na hastır, nimetler O’ndandır, hüküm O’nundur, güç ve kuvvet kesinlikle O’nun elindedir. Her varlık isteyerek veya istemeyerek O’na boyun eğmektedir.

 

O’nun dışında kimsenin ne bir otoritesi vardır, ne hükmü geçer, ne yaratma, yönetme ve düzenlemenin sırrına vakıftır ne de zerre miktarında da olsa O’nun dışında hiçbir ilah yoktur. Bizler bütün ibadet çeşitlerinin yalnızca yüce Allah’a yapılması, yaratılmış hiçbir varlığa yaratıcının hak ve özelliklerinden hiçbirisinin verilmemesi inancı  ve  imanıyla  İlahımız  Allah  Celle  celaluhudur  diyoruz. Şüphesiz uluhiyyet yani  ilahlık  kavramı  dogrultusunda ibadetin yalnızca yüce Allah’a yapılmasının gerekliliğine  inanıyoruz.

 

 

Bizler yapmış  oldugumuz  ibadetin yüce Allah’ın ve Rasûlünün emrettiğine uygun olmalıdır inancını  taşıyoruz. İbadet ise ya kalb ile dilin bir sözü yahut ta kalb ile organların bir amelidir. Rabbimiz bu  hususu beyan  olarak Enam  suresi  ayet, 162-163.de  mealen  şöyle  buyurmaktadır: *** De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim…***

 

RUBUBİYET  deyince: RABB  Yüce Allah’in güzel isimlerinden biridir. Sözlükte „Rabb“ kelimesi; mâlik, yaratıcı, sâhip, bir şeyi islâh eden, terbiye eden, efendi anlamlarını ifade etmektedir. Terbiye etmek, büyütmek ve yetiştirmek manalarını ihtiva eden „Rabb“ kelimesinin asıl manası; her şeyi derece derece yükselterek, gayesi olan en mükemmele erişinceye kadar terbiye edendir. Rabb, Allahu Teâlâ demektir. O, her şeyin rabbi, mâliki, sâhibi, efendisi, islâh edeni, varlıkların ihtiyaçlarını görüp gözeteni, ihtiyaçlarını karşılayanıdır.

 

İşte bu anlamlarda „Rabb“, Allah Teâlâ’dan başkası için kullanılmaz. Rab, sadece terbiye eden anlamında olmayıp, yardım etmek, yol göstermek, tasarruf etmek, korumak, her şeye hâkim olmak, emretmek ve yasaklamak, sakındırmak gibi terbiyenin bütün gereklerine sahip olabilmeyi de ifade etmektedir. Bunun için rab denilince, sadece terbiye ve mâlik olma durumları değil; her şeye sahip olan ebedi ve sonsuz kudret sahibi Allah anlaşılmalıdır.

 

Bu özelliğinden dolayı rab kelimesi, Allah’tan başka varlıklar için, bir şeye izâfe edilmeden tek olarak kullanılamaz. Âlemlerin devamını sağlayan yüce Allah, bütün  alemlerin Rabbi’dir. Allah’ın her türlü eksiklikten münezzeh olan Rubûbiyeti ve O’nun neticesi olan terbiyesi, besleyip büyütmesi olmasaydı, kâinatta ne varlıktan, ne de tekâmül’den hiçbir eser bulunmazdı. Eğer bir kemâlimiz, bir terbiyemiz, ölçülü bir şekilde doğmamız, büyümemiz, yaşamamız ve ölmemiz varsa bunlarda yüce Allah’ın Rab sıfatının yansımasını görmemek mümkün değildir. Bu âlemde görülen ve bilinen her şeyde yüce Allah’ın sıfatlarının belirtisi vardır inancını  taşıyoruz…

 

 

Kur’an-ı Kerim’de „Allah (cc)“ lafzından sonra; sıfatî isimlerin en mühimi olan „Rabb“ ismi şerifi gelir. Bu da Kur’an-ı Kerim’de 960 yerde geçmektedir. Daha sonra en çok „Rahman„, „Rahim“ ve „Mâlik“ ismi şerifleri yer alır. Fatihâ Sûresi’nde „Allah“ has isminden sonra sıra ile zikredilen: „Rabb, Rahman, Rahim ve Malik“ ism-i şeriflerine; Allahû Teâla (cc)’nın „Rububiyyet Sıfatları“ adı da verilmektedir. Rububiyette hiçbir anlamda, hiçbir yaratığın Allah’tan başka hiç kimsenin en ufak payı yoktur. Kainat nizamı tek bir ilahın yaratmış olduğu kamil, külli bir nizamdır. Yine bu nizam üzerinde bir tek ilahın hakimiyeti vardır.

 

Bu nizamda bütün yetki ve güçlerin sahibi de yine o bir tek ilahtır. Bu nizamın yaratılmasında başka bir varlığın herhangi bir şekilde herhangi bir katkısı söz konusu değildir. Bu nizamın yönetim ve idaresinde herhangi bir kimsenin rolü yoktur ve O’nun hakimiyeti mutlaktır, ortaksızdır. Tek bir ilah olan yüce Allah, yegane mabudumuzdur. O’dur secde ve rüku edilecek olan. O’dur duaların ulaşacağı hedef. O’dur tevekkül ve itimadın destekçisi. Kanun koyucu da O’dur, emretme ve nehyetme,yasaklama yetkisine sahip olan da Rabbimizdir. O, Allahtır.  Varlık alanında Ondan başka hakiki bir tapınılacak – ibadet edecek yoktur. 

 

Onun dışındaki şeyler vehimdir, hayaldir, hurafedir, akıllı kimselere lâyık degildir.  Çünkü her canlıya hayat veren, her ölüyü öldürmüş olan O’dur. Hayat ve ölüm Allahın elindedir. Bütün emir O’na aittir.  Noksanlıklardan münezzeh ve yücedir. Cenabı Allah, kendi zatını üç şeyle nitelemiştir: Malik O’dur. Alemlerde tasarrufta bulunan O’dur. Varlık alanında hakiki mabud O’dur. Hayatın ve ölümün yartatıcısı O’dur. Kardeşlerim  Müslüman  öncelikle  Tevhid  ehli olmalıdır. Tevhid; Allah’ı zatında, sıfatlarında ve fiillerinde birleyip, bütün ibadetleri O’na yapmaktır.

 

Tevhid; Allah’ın birliğine, hükümlerine hiçbir benzer ve ortak koşmaksızın katıksız olarak iman etmektir. Allah’ı tek yaratıcı, hakim ve hüküm koyucu, rızık verici, terbiye edici bilmek ve tasdik etmektir. Kullukta Allah’tan başka hiçbir gücü, hiçbir şahsı, hiçbir kurum ve nesneyi pay sahibi kılmamaktır. Tevhid; Allah’ın varlığını, birliğini, tüm yetkin nitelikleri kendisinde toplandığını, eşi ve benzeri bulunmadığını bilmek ve buna inanmaktır. Bu bilgi ve inanç en özlü biçimde „Lâ İlâhe İllallah“ (Allah’tan başka ilah yoktur) cümlesiyle ifade edilir. Bu sebeble bu cümleye tevhid kelimesi (Kelime-i Tevhid) denir.

 

Tevhid inancına sahip olan Allah’ın vahdaniyetine şeksiz şüphesiz iman eden ve bu inancı şirkin her türlü pisliğinden uzak tutan kimseye de muvahhid denir. Dolayısıyla bir kimsenin mü’min ve muvahhid sayılabilmesi için, Allah’a iman etmesi ve tüm içtenliğiyle O’na teslim olması gerekir. Allah birdir, O’ndan başka ilâh yoktur. O hiçbir şeye muhtaç değildir; her şey O’na muhtaçtır. O’na benzer bir şey yoktur. O, bir ortağı olmaktan münezzehtir. O birdir, O’nun ne oğulları, ne de kızları vardır. O, doğurulmamıştır, doğurmamıştır. Allah, mutlak güç sahibidir.

 

Her şeyin dönüşü, O’nadır. O, yaratıcıdır, yaratma sürecini başlatan ve dilediği gibi yaratandır. Allah âlemlerin rabbidir, gizlilerin de rabbidir. O’nun gücü her şeye yeter; göklerin ve yerin tüm güçleri O’na aittir. O Allah’tır. Zâtında tüm yücelikleri toplayandır. Kendisine kulluk yapılacak, itaat edilecek, sözü dinlenecek, çektiği yere gidilecek tek varlıktır. Kendisinden başka kendi özelliklerine sahip başka hiçbir İlâh olmayan Allah’tır. Dışındaki tüm varlıkların tamamının boynundaki kulluk iplerinin ucu elinde olan, tüm varlıkların kendisinin kulu olduğu varlık O’dur. Her varlığın kendisine mahsus bir kulluk programı vardır. Tüm varlıklar için böyle olduğu gibi, insan için de böyle olmalıdır.

 

İnsan sadece Allah’a kul olmalı, sadece Allah’ı dinlemelidir. Allah’tan başkalarına boyun bükmemeli, Allah’tan başkalarına itaat etmemelidir. Çünkü Allah tek İlâhtır. Kendisinden başka İlâh olmayandır. İnsan sadece O’nu İlâh bilecek, sadece O’nun arzularını gerçekleştirecek, itirazsız ve gönül rahatlığı içinde sadece O’nun isteklerini yerine getirecek, sadece O’nun uğrunda, O’nun yolunda can ve mal feda edecek, sadece O’nun için hayat yaşayacak, sadece O’nun hayat programını uygulayacak, hâsılı boynundaki kulluk ipinin ucunu sadece O’nun eline verecektir. Çünkü göklerde ve yerde tek İlâh, tek Velî Allah’tır.

Tüm varlıklar adına, tüm kulları adına onlara sormadan onlar adına karar verme makamında olan tek varlık Allah’tır. Tüm varlıklar adına kanun koymaya, onlara din ve şerîat belirlemeye, onlara hayat programı çizmeye yetkili tek varlık Allah’tır. Çünkü onları yaratan O’dur. Onların sahip oldukları her şeylerini onlara lütfeden O’dur; sonunda onları öldürecek ve hesaba çekecek olan da O’dur. O’nun dışında hiçbir kimsenin bu konuda tek kelime bile söz söylemeye hakkı yoktur. Allahtan başka hiçbir kimsenin kanun yapmaya, Allah’tan başka hiçbir kimsenin din belirlemeye, hayat tarzı koymaya, hayat programı belirlemeye hakkı yoktur.

 

Din koyucusu sadece Allah’tır. Hayat programını belirleyici sadece O’dur. Çünkü tüm varlıklar O’nundur, herkes ve her şey O’nun kuludur, O’nun mülküdür ve mülkünde söz hakkı da O’na aittir. Bizler böylece inanarak ve Allah’tan başka İlâh olmadığına şahadette bulunarak imanlarımızı ortaya koymak zorundayız. Gaybı bilen de Allah’tır. Bilinen, bilinmeyen, görünen, görülmeyen âlemleri bilen sadece Allah’tır. Gayb bilgisi sadece Allah’a aittir. Gaybının anahtarları sadece O’nun elindedir. Rabbimiz bu bilgisinden melekleri vasıtasıyla peygamberlerine bir şeyler aktarmıştır. Öyleyse anlıyoruz ki bizim insan olarak şu görünen, bilinen âlemle alakalı bilgilerimiz de eksiklik  ve  yanlışlık  vardır.

 

Onların en doğrusunu bilen de Allah’tır. Onun içindir ki bu dünya hayatında insanlar sürekli değişik nazariyeler ortaya atmaktadırlar. Bir sonraki bilgileri, bir sonraki düşünceleri bir öncekine nazaran farklıdır. Herkes ayrı şeyler düşünmektedir. Yasalar, yönetmelikler, fikirler, düşünceler değişmektedir. Yine Allah Rahmân ve Rahîmdir. Kullarına karşı son derece merhamet sahibidir. Rabbimizin genel rahmeti altında olmayan, O’-nun genel rahmetinden istifade etmeyen bir tek varlık yoktur. Özel rahmetine ise yarın cennete sadece mü’minler lâyık olacaklardır. İşte kullarına karşı bu rahmeti gereği Rabbimiz bize bilgilerini açmakta, biz kullarına kitap göndermektedir.

 

Rahmeti gereği kullarını yaratmakta, yaşatmakta, doyurmakta, beslemektedir. Rahmeti gereği kullarının dönüşünü kabul etmektedir. Rahmeti gereği kullarının seyyiatlarını hasenata çevirir. Her an kullarına rahmet kapıları açar. Allah yalnız yaratıcı değil, aynı zamanda rahimdir, rızk verendir, koruyandır, yardımcıdır, hidayet verendir ve tüm yaratıkların darda kalmışlarına yardım ulaştırandır. Allah dünyayı oyun ve eğlence olsun diye yaratmamıştır. Dünya, belirlenmiş bir süreye göre, bir amaçla ve bir plan doğrultusunda yaratılmıştır. O kanunlar çıkarır, rehberlik eder, her şeyi bir ölçü ve takdire göre düzenler, yaratır, yol gösterir. O, her şeyi bilendir. Her şeyi görendir. O RAHMÂN’DIR: Allah’ın pek merhametli, çok rahmet sahibi olması anlamlarına gelen bir sıfat ismi de  RAHMANDIR.

 

Sıfat ismi olmakla beraber, bu ismin Allah’tan başkasına verilmesi uygun görülmez. „Çok rahmet sahibi, gâyet merhametli ve sonsuz rahmeti bulunan“ diye tefsir edilip açıklanabilirse de, yalnız yüce Allah’ın özel bir ismi olduğundan dolayı tam anlamıyla tercüme edilemez. Dilimizde onun tam karşılığı olan bir kelime yoktur. „Esirgeyici“ olarak tercüme edilmesi de doğru değildir. Dolayısıyla bu anlam Rahmân isminin tercümesi olamaz. „Acıyan“ diye tercüme edilmesi de onun tam anlamını vermekten uzaktır. Çünkü kuru bir acıma merhamet değildir. Bilindiği gibi, merhamet acıyı giderip yerine sevinç ve iyiliği getirmektir. Bu itibarla merhametli sözcüğünden anladığımız anlamı, diğerlerinden anlayamayız.

 

Rahmân, „pek merhametli“ şeklinde eksik olarak tefsir edilebilirse de tercüme edilemez. Yüce Allah’ın rahmeti, sadece bir iyilik duygusundan ibâret değildir. O’nun rahmeti, insanlara iyilik dilemesi ve sayılamayacak kadar nimetler vermesidir. O halde „Rahmân“ ismini böylece bilmek ve anlamak gerekir. Her gün karşılaştığımız ve içinde bulunduğumuz nimetler, aslında bize Rahmân’ın en güzel açıklamasıdır. O RAHÎM’DİR: RAHİM: „Çok merhamet edici‘ anlamında bir isimdir. Rahîm sıfatı Allah’ın emirleri doğrultusunda çalışanlara, çalıştıklarının karşılığını vermek anlamına gelmektedir. Rahmân sıfatı; ümitsizliğe, karamsarlığa imkan bırakmayan kesin bir ümit ve ezelî bir yardım ifâde eder. Rahîm sıfatı ise, yaptığımız işlerimizin Allah tarafından mükâfatlandırılacağını ifâde etmektedir.

 

 

Bu nedenle Rahmân sıfatının ifâde ettiği mânâda mü’min ve kâfir eşit tutulup ayırım yapılmamış; Rahîm sıfatının belirttiği mânâda ise, mü’min ve kâfir açık bir farkla ayrılmışlardır. O MELİK’TİR: Yüce Allah Melik’tir. Yani mülk sahibi, bütün eşyanın ve yaratılanların tek mâlikidir. Bütün varlıklar üzerinde emretme, istediği gibi tasarruf etme, hiçbir şarta bağlı olmaksızın sahip olma O’na mahsustur. Yarattıklarına emretme, sakındırma, cezalandırma, istediğini zelil, dilediğini de aziz etme kudretine sahip olan yalnız yüce Allah’tır. O yarattığı mülkünde ve orada olanların hepsinde yegâne hükümdardır. Allah Meliktir, Mâliktir. Her şeyin sahibi ve Mâliki O’dur.

 

Mülkün sahibi O’dur. Göklerde ve yerde ne varsa sadece O’na aittir. Mülk elinde olan ve onu kullarından dilediğine verendir. İşte geçici olarak o mülkünü insanlara vermiştir. Tabii kâfirlere de vermiştir Rabbimiz. Mülk O’nun olunca da mülkü konusunda söz sahibi de O olacaktır. Mülkünde yasa belirleme, mülkü konusunda hayat programı tespit etme konusunda söz hakkı sadece O’na aittir. Sonsuz kudretiyle onları idaresi altında tutan tek varlık Allah Celle  celaluhudur. O  el-KUDDÛSTÜR: Her türlü hata, gaflet ve âcizlikten uzak, eksiklikten beri, mutlak kemâl sahibidir. Allah, sonradan olma ve hiçbir tasvir kayıtlarına sığmayan, hakkında hiçbir eksiklik düşünülemeyen en mukaddes olan en yüce varlıktır…

 

Allah. Mübarektir. Tertemizdir, kusursuzdur, mükemmeldir, ayıbı, lekesi, kusuru yoktur. Zâtı temiz olduğu gibi, mülkü de temizdir. İnsanlar müdahale edip bozmadıkları sürece tüm mülkü temizdir Rabbimizin. Kulları adına belirlediği hayat programı da, dini de temizdir. Yarattığı her şeyde bir hikmet, temizlik ve güzellik vardır. O es-SELÂM’DIR: Allah  Celle  celaluhu, her türlü eminliğin, salimliğin aslı olup, ayıptan kusurdan ve her çeşit eksikliklerden uzak olan yüce yaratıcı anlamındadır. Allah, yok olmaktan ve hatıra gelen her türlü eksikliklerden uzaktır. Allah Selâmdır. Kullarına selâmet verendir. Kullarına selâmet, esenlik verendir. Allah selâmdır, kullarını selâmet yurdu olan cennete çağırmakta, cennet yollarını göstermektedir.

 

Cennet yollarını açmak için insanların önlerine kitap koymuş, peygamberler koymuştur. Evet, Allah’ın selâm diye bir adının olduğunu biliyoruz. Allah celle  şanuhu selâmdır. Hem teslimiyet dini olan İslâm’ı ortaya koyandır, hem kendisine teslim olunması gerekendir, hem esenlik verendir, hem esenlik yurdu olan cennetin sahibidir, hem sadece onunla selâmete ulaşılan, o selâmda tutarsa, o selâmete erdirirse ancak o zaman selâmette olunur. Selâm; esenlik demektir. Selâm; gamsız, dertsiz, kasavetsiz, çilesiz, sıkıntısız, üzüntüsüz, yâni her tür olumsuzluktan uzak bir ortam demektir. Bu anlamıyla selâm; ancak cennetteki hayatın adıdır. İşte Kur’an bize cenneti, belki de o sebeple; “dâru’s selâm” diye tanıtır.

 

 

Selâm yurdu, selâmet yurdu. Selâm  mana  itibariyle selâmette olmaktır. Rahat ve huzur içinde bulunmaktır. Gamsız kedersiz olabilmek, üzüntüden uzak bulunmak demektir. İşte ondan dolayı bir müslüman bir müslümana selâm verir. Sadece müslüman, müslümanla selâmlaşır. Böylece der ki; “Allah sana selâm versin, Allah seni selâmda kılsın, ya da Allah seni dâru’s selâmda, yâni cennette kılsın” Bu  yüzden  bizler bu  selam  duasını  yalnız  Müslüman için söyler müslümanlar  için  niyaz  ederiz. Aynı  zamanda düşünürüzki, Namazdan sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz; “Allahümme entes selâm ve minkes selâm” dememizi ister. Namazlarımızda yine  Selâm veriyoruz namazda, “esselâmü aleyküm ve rahmetullah” diyoruz.

 

 

Dönüp bir de sol tarafımıza selâm veriyoruz. namazdayken insan aslında Allah’ın selâm sıfatını canlı bir eylem olarak hatırlıyor, bunu da sözlü olarak ifade ediyor arkasından. “Allah’ım, sen selâmsın, selâmet de sendendir” diyerek. Gerşek ve  hakikat bir  daha  ifade  edilmektedir. Buna göre dünyadan ve âhiretten emin olmak isteyenleri ve kurtuluşa,ferahlıga,  selamete,  huzura  ermek dileğinde bulunanları, kurtuluşa erdirecek olan da yalnız Allah celle  şanuhudur… Allah  MÜ’MİN’DİR: Allah imanı ortaya koyandır, imanı gösterendir, imana sevk eden, imana çağırandır. Allah emindir, emniyeti ortaya koyandır, kullarına emniyet verendir, kullarını emniyete ve güvene sevk edendir. Kalpleri emniyete, güvene kavuşturan O’dur. Kalplerden korkuyu atan O’dur. Allah’ın iman ve güven veren her türlü şüphe ve tereddütleri kaldıran anlamında bir ismidir El  Mümin.

 

 

Allah, korku içinde olanlara emniyet ve güven verendir. Bu bakımdan her türlü korkudan emin olmak için Allah’a iltica eder  ve  sadece  Allaha  sıgınırız…  O MÜHEYMİN’DİR: Rabbimiz  her  şeyi  görüp  gözetendir. Her şeyi denetleyen, her şeyi kontrol eden, her şeyi murakabesi altında tutandır. O’nun denetiminden, O’-nun gözetiminden uzak kalabilecek hiçbir varlık yoktur. Hiçbir zerre yoktur ki O’nun bilgisi ve murakabesi altında olmasın.  Bütün  alemler Rabbimizin koruması  altındadır. Allah  celle  şanuhu  her  şeylere  şahittir.  Ve  her  şeyi muhâfaza edip saklayandır  Allah  celle  celaluhu…

 

 

AZİZ’DİR: Allah celle  celaluhu hiçbir yönden mağlup edilemeyen,  Allah Azîzdir, yenilmezdir. Allah, izzet ve şeref sahibidir. her işinde mutlak gâlip gelen, son derece izzetli ve yüce olan  Rabbimizdir. Hiçbir yönden benzeri olmayan dilediğini yapan ve buna güç yetiren, yüce varlığını ve kudretini hiçbir gücün mağlup edemediği tek yaratıcı Allah’tır. O CEBBAR’DIR: Allah’ın, yarattığı tüm varlıklarının ihtiyaçlarını karşılayandır, her konuda çok güçlü ve kudretlidir. Ayrıca Allah’ın yarattıklarının tümünü kendi iradesine mecbur eden, dilediğini de zorla yaptırmaya gücü yeten, kesin hükmüne karşı gelinemeyen yaratıcıdır. Kullarına istediğini, dilediğini yaptırandır. Kullarına hükmedendir.

 

O’nun iradesinin, O’nun emrinin önüne geçebilecek hiçbir varlık yoktur. Kimse O’nun iradesini engelleyemez. Kimse O’nun hükmünü sınırlayamaz. Cebbâr’dır Allah. Yaraları saran, gönülleri dindiren, dertlere şifa verendir. Gönüllere huzur ve sükûnet veren O’dur. Yüce Allah’ın „Cebbâr“ sıfatı sebebiyle insanların, işlerine kendi iradeleri ve serbestlikleri olmadığı sanılmamalıdır. Çünkü Allah, bildirdiği emir ve yasaklarına uyup uymama konusunda insanları kendi iradelerinde serbest bırakmıştır. Şüphesiz insanların, Allah tarafından akıllı ve iradeli yaratılmalarının bir anlamı vardır. Allah, insanı O’nun hükümlerini tanıyıp bilmesi için akıllı, kendi irade ve istekleri ile O’nun emrine uymaları ve gösterdiği bu yolda yürümeleri için de serbest iradeli yaratmıştır.

 

Ancak Allah’ın, insanlara işlerinde serbestlik tanımış olması, onların bütün isteklerini yerine getirmeye mecbur olduğu anlamına gelmez. Örneğin Allah’ın emirlerini dinlemeyip O’na karşı gelen asiler, günahkârlar cezaya yanaşmak istemeseler de vakti gelince cezalarını çekmeye mecbur olacaklardır. Allah’ın mutlak iradesi ve kudreti altına girmeyen hiçbir varlık düşünülemez. Allah MÜTEKEBBİR’DİR: Allah Celle  şanuhu her hususta çok büyük ve azamet sahibi ulu bir yaratıcıdır. Büyüklük O’nun hakkıdır. Yaratılmışların hiçbirinin böyle bir hakkı yoktur. Allah, zatında sıfatlarında ve işlerinde, mutlak mânâda büyüklüğün tek sahibidir. Hiçbir insan için bu mânâda bir büyüklükten söz edilemez.

 

Kendilerini büyük sanan nicelerinin, Allah’ın sonsuz kudreti ve büyüklüğü karşısında ne kadar küçüldükleri bir gerçektir. Allah. Büyüktür. Büyüklenmek hakkına sahip olandır. Çünkü tüm yüce isimler, tüm yüce sıfatlar sadece O’na mahsustur. Bizler O’na karşı küçüldükçe küçüleceğiz, mütevazı davranacağız. Peygamber  efendimiz  (sav) bir  hadisinde  mealen  şöyle  buyurmaktadır:**Kalbinde hardal tanesi kadar iman olan hiç bir kimse cehenneme girmez; kalbinde hardal tanesi kadar tekebbür bulunan hiç bir kimse de cennete giremez…Buhari** Büyüklük sevdasına kapılanların yok olmalarına, bazen küçücük bir olay hattâ çok küçük bir yaratık, bir mikrop bile yetmiştir. Bu gerçek karşısında insanlar hangi büyüklükten söz edebilirler…

 

Allah haktır, Allah’ın hak dedikleri haktır, Kur’an haktır, din haktır, peygamber haktır, Allah’tan gelenlerin tamamı haktır. Kendini, kendi bilgisini, kendi anlayışını Allah’tan gelen bu haklara tercih eden kişi kibirlidir. Allah’ın hakla gönderdiği, hak olarak gönderdiği, haklı olarak gönderdiğini hak olarak kabul etmeyen ve onların dışında hak arayan kişi asla cennete giremeyecektir. Bir tek âyetin, bir tek hükmün bile haksızlığına hükmeden kişi cennete giremez denilmiştir. Yine kendisini insanlardan üstün gören, insanlara tepeden bakan kişi de kibir sahibidir.

Allah celle  şanuhu  bizi dünyadaki  her  halimizle imtihan ediyor. Kimisine vererek, kimisinden de alarak imtihan ediyor. Kimisine mevkii,  makam ve-rerek, kimisine de vermeyerek, kimisine mal vererek, kimisine de vermeyerek insanları  imtihan  etmektedir. Bu, Allah’ın takdiridir. Verilen kendisi bulmuş olmadığı gibi, verilmeyen de kendisi kaybetmiş değildir. Bir insanın kendisine verilenleri bir imtihan sonucu, bir imtihan vesilesi değil de, bir üstünlük sebebi kabul ederek kendisini diğer insanlardan üstün görmesi ve de Allah’a karşı kendisini garanti konumunda hissetmesi kibirlenmesinin alâmetidir, göstergesidir.

 

Büyüklenmek, büyüklük taslamak, ululuk iddia etmek. Kendini başkalarından yüksek görerek onları aşağılamak. Şeytan’a ait bir ö-zelliktir  ve  şeytanın  Adem Aleyhiselama  secde etmesini engellemiştir. Bu  açı’dan  baktıgımızda Küfür ve inkârın en önemli sebebi kibirdir. Bunu Adem Aleyhiselamın kıssasında görmek mümkündür. Nitekim şeytan’ın kibrinden dolayı isyanından sonra, inkâr ve isyan edenlerin çoğu kibir nedeniyle isyan etmişlerdir. Musa Aleyhiselamın apaçık delilleri karşısında Firavun inkâr etmişti.  Rabbimiz  ayrıca Yunus  suresi  ayet.75.te  mealen  şöyle  buyurmaktadır…*** Sonra da Musa’yı ve Harun’u, firavun ve topluluğuna mu-cizelerimizle gönderdik. fakat onlar, kibirlendiler ve suçlu bir kavim oldular…***

 

Bizler  inanıyoruzki  kibirli  oldukça  kaybeden Mütevazi olmayı  sürdürdükçe kazananlardan  olacagız  inşaallah… RABBİMİZ  HÂLİKDİR: Yaratıcı  olan  Allah Celle  celaluhudur. Yaratmak ise bir şeyi var etmek, hiç benzeri olmayan bir şeyi meydana getirmek demektir. Bu mânâda Allah’tan başka hiçbir yaratıcı yoktur. Herşeyi yaratan O’dur. İnsanların ortaya koydukları şeyler yaratma değildir; var olanlardan yeni bir şey elde etmektir. Allah, yaratandır; O’nun dışındaki tüm varlıklar ise yaratılmıştır. Allah yaratıcıdır. Düzgün olarak yaratandır. Yarattığı varlıkların tümünü güzel yaratmış, planını, projesini güzel yapmıştır. İnsanı da en güzel bir sûret üzere, ahsen-i takvim üzere yaratmıştır. Her şeyi en iyi bilen Rabbimiz zerreden kürelere varıncaya kadar yarattığı varlıklarda hiçbir yaratış değişikliği, proje değişikliği yapmamıştır.

 

Ama bakıyoruz insanlar yine Allah’ın kendilerine lütfettiği akıl, fikir ve imkânlarla yaptıkları bir projede yüzlerce değişiklik yapmak zorunda kalıyorlar.O MEVLA’MIZDIR: Allah  Celle  şanuhu  bizim sahibimiz  ve  efendimizdir. Yardımcımız  ve koruyucumuzdur. Bu  ifadeleri  Rabbimizin Enfal  suresi ayet.40.mealinden  anlıyoruz  mealen:  *** Eğer (imandan) yüz çevirirlerse, bilin ki Allah sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır…*** İnanan insanlar  olarak Allah celle  şanuhunun en  büyük  yardımcımız  ve destekçimiz  oldugu  inancını  taşıyoruz. Bizler Allahın yardımına ve dostluğunu  en  ön  plana  almak  durumundayız  diye inanıyoruz.

 

Yalnız Rabbimize  güvenecegiz Allahın  dostlugunu  her  şeyin  üzerinde  görecegiz. Çünkü yine  inanıyoruzki Mevlamız, dost edindiği kimseyi yardımsız bırakmaz. O, bizim için en güzel yardımcıdır. Şüphesiz, Allah’ın yardım ettiği kimse mağlup olmaz. Kardeşlerim Bu vasıflara sahib olan,  delil ve bürhanlarla teyid edilmiş Peygamberler gönderen bir varlıga İMAN etmemiz zaruridir diye  inanıyoruz. Çünkü  biz  Müslüman  yani  teslim  olanlardanız…Allah Celle  celaluhu mutlak  manada kahredici bir güce sahiptir. Bütün kemal sıfatlarla muttasıf, bütün eksikliklerden münezzeh  olan RAB’DIR. Onun gönderdigi Peygamberlerine de İMAN ediyoruz.

 

Çünkü bütün deliller O Peygamberlerin  ve  Peygamber  efendimizin (sav) dogrulugunu kanıtlamıştır…Bütün varlıgımızla tekrar ediyoruz ki; Bizler nasıl varsak ve bizim varlıgımız nasıl bir hakikatse, Allahın varlıgı milyon kere milyon daha da hakikidir. Ateistler ve diger Din, Felsefe ve inanç mensupları inanmasalarda; Hz. Muhammed (sav) HAK bir Peygamberdir.  KURANI KERİM HAK BİR KİTAP VE ALLAH KELAMIDIR…

 

Allah’ım. Şeksiz ve şüphesiz inanıyoruz ki; Varsın, Haksın, BİRSİN, TEKSİN, Bizi hakkı hak bilip hakka ittiba eden – baglanan kulların zümresine dahil eyle. Batılı bâtıl bilip bâtıldan içtinap eden – kaçınan kulların arasına dahil eyle. Bizi Sıratı müstakimden ayırma. Bizi Sünnet ve cemaat ehli olan O Saadet asrı mutlu insanların yolundan ayırma. Bizi Peygamber Efendimiz’in (sav) yolundan, sözünden, tarzından, tavsiyelerinden, Sünnetinden ayırma. Bize hidâyet verdikten sonra kalplerimizi dalâlete meylettirme. Yüce katından bize her zaman verdigin Rahmetinle bizleri şereflendir. Hata, kusur ve günahlarımızı yüce merhametinle affeyle. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin… 

 

Sermedkadir…Lu…05.11.2015…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.