Hediye ve Hediyeleşme Meselesi

Rabbimiz Tegabun Suresi Ayet.16.da mealen şöyle buyurmaktadır. *** Allaha gücünüzün yettigi kadar saygılı olun, buyruklarını dinleyin, itaat edin, kendinizin iyiligine olarak mallarınızdan sarfedin; Nefsinin cimriliginden korunan kimseler, işte onlar mutluluga erenlerdir…***

Hediye mana olarak: Bagış, armagan, insanlar arasında sevgi, muhabbet, ülfet ve yakınlaşmaya vesile olan, herhangi bir karşılık beklemeden birisine ikram edilen maldır, degerdir. Her hangi bir sebeple bir başkasına ikram olarak götürülen ya da gönderilen mala da HEDİYE denir. Türkçemizde Armagan sözcügü de genel manada Hediye kelimesinin karşılıgı olarak kullanılmaktadır…

Hediye, Sadaka ve Hibe arasında bir şeydir de denilmiştir. Bilindigi gibi Sadaka ve Hibe de de karşılık bekleme hadisesi yoktur. Aynı husus Hediye için de söz konusudur. Ancak Hediye ye karşılık verilmez diye bir kural olmadıgından Hediye ye Hediye olarak karşılık vermemizde bir sakınca yoktur. Aksine dostlukları, sevgiyi ve muhabbeti artırıcı bir durum oldugundan karşılıklı gönül alma hareketlerimizden en güzeli Hediyeleşmektir diyebiliyoruz…

Degerli Hadis Kitaplarımızdan Tirmizi de geçen bir rivayet mealen şöyledir: ** Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: „Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hediyeyi kabul eder, ona karşılıkta bulunurdu.“ **

Hediye insanlar arasında bir yakınlaşma ve yardımlaşma vasıtasıdır. Bilinmektedir ki; tarih boyunca insanlar ellerindeki çeşitli mal ve eşyaları birbirlerine karşılık beklemeden verip hediyeleşmişlerdir. Günümüze gelene kadar Toplumların Din, gelenek, görenek, örf, adet ve ekonomik durumlarına göre çeşitli mal ve eşya hediye unsuru olarak yerini almıştır…

Hediye verilen eşya arasında Mücevherden en degerli kumaşlara, taştan ya da topraktan yapılmış basit eşyalardan hayvanlara kadar hemen her çeşit mal HEDİYE olarak verilmiştir. Verilen hediyeler de zaman kavramı aslında fazlaca esas alınmamıştır yani her zaman Hediyeleşme yapılabilmiştir. Ancak bazı özel günlerde mesela Bayram günlerinde, Bir Dügün merasiminde ya da herhangi bir kişinin almış oldugu başarı dan dolayı vesile edilerek Hediye vermeler daha bir canlılıgını korumuştur zamanımıza kadar…

İlahi Dinlerin hepsi insanlara birbirleriyle hediyeleşmelerini tavsiye etmiştir. İslam Dininde Hediyeleşmenin özel bir yeri vardır. Bilhassa Müslümanlar hediye hususun güzel bir örf ve adet şeklinde yaşatmayı bilmişlerdir. Ayrıca Müslümanların, birbirleriyle hediyeleşerek, aralarındaki muhabbet ve sevgi bagını kuvvetlendirmelerini emir ve tavsiyesi de hiç bir zaman göz ardı edilmemiştir…

Yine Tirmizi de geçen bir Hadisi şerif mealen şöyledir: ** Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: „Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

„Hediyeleşin, zira hediye, kalpteki kuşkuları giderir. Komşu kadın, komşusu kadından gelen (hediyeyi) hakir görmesin, bir koyun paçası olsa bile.“ **

Peygamber Efendimiz (sav) bir başka Hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Birbirinize HEDİYE veriniz ki, birbirinizi sevmeye vesile olur…***

Hediye aslında ne güzel bir harekettir. Kendisinde iyilikte, ikramda ve İhsanda bulunulan kimsenin kalbinde, insan tabiatının bir icabı olarak iyilik sahibine karşı bir yakınlık ve sevgi, muhabbet oluşur. Bu durum tabiidirki öncelikle fertler arasında ve genişledikçe toplumda insanların birbirine yakınlaşmasını , aralarındaki kin, husumet, hased, çekememezlik, düşmanlık, ve nefret gibi kötülüklerinde ortadan kalkmasında en belirleyici etken olur hediye…

Hediye o kadar önemli bir harekettir ki veren ve alan için mutlaka dostlugun da bir sembolü olmayı beraberinde getirir. Bu durum fert bazında, toplum bazında böyle oldugu gibi Devletler bazında da böyledir. Önceden Padişahlar, şahlar ve Devlet başkanları birbirlerine çok agır hediyeler gönderirlermiş…

Hediye ne kadar degerli olursa Devletinin büyüklügünü bir bakıma gönderdigi hediye ile de belirtmek isterlermiş. Mesela bu durumu Tarihin bilhassa her döneminde Osmanlı Padişahı ile İran Şahının hediyeleşmelerinde görüyoruz. Osmanlı Padişahı bir hediye gönderdiyse, Mutlaka İran Şahı ondan çok daha degerli bir hediye ile karşılık veriyormuş. Bu durumu şimdiki hazinelerle izah etmek mümkün olur sanıyorum…

Devletler arasında gönderilen hediyeler aynı zamanda bir güç göstergesi mahiyetinde de oluyordu. Müslüman olarak bütün meselelerde oldugu gibi Örnek ve Önderimiz Peygamber Efendimizdir (sav) Bizlere bu konudaki tavrımızın nasıl olması gerektigini de en güzel surette örnek olan yaşantısıyla göstererek ögretmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) en basit diye tanımlıyacagımız iyilikleri dahi karşılksız bırakmazdı…

Peygamber Efendimiz (sav) Her türlü Hediyelerin ve kendisine yapılan iyilikleri mutlaka karşılıgını en güzel bir biçimde yerine getirmiştir. Aynı zamanda bu örnek tavrı asrı saadette kendi arkadaşlarına, yakınlarına Yani Sahabesine de ögütlemiştir. Aynı zamanda, Peygamber Efendimiz (sav) bütün Müslümanlar için en büyük örnektir. Allah Rasulü hediyeyi karşılıksız bırakmamıştır…

İnanıyoruz ki; o zaman bu hareket nasıl örnek idiyse şimdi zamanımızda da Müslümana yakışan en güzel hareket tarzı budur. Hediyeye karşılık verilmesi bu hareketin zorunlu olmasından dolayı degil, İnsanlar arasında Sevginin, Saygının artmasına sebep olmasındandır diye düşünüyoruz…

Tirmizi Menakıb bölümünde şu rivayeti mealen zamanımıza taşıyor: ** Hazreti Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: „Bir bedevî Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a genç bir deve hediye etti. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ona mukabil altı genç deve verdi. Bedevî, memnun kalmadı. Bu hal, Aleyhissalâtu vesselâm’a ulaştı.

Allah’a hamd ü senadan sonra: „Falan kimse bana bir deve hediye etti. Ben ona mukabil altı deve verdim. Buna rağmen memnun olmamış. (Allah’a) yemin olsun, (Şu günden sonra muhacirler), Kureyşliler, Ensârîler, Sakîtliler veya Devsliler dışında kimseden hediye almamaya azmettim“ buyurdular.“**

Yine Tırmizinin siyer bölümünde rivayet edilen bir Hadisi şerif mealen şöyledir: ** Hazreti Ali radıyallahu anh anlatıyor: „Kisra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a bazı şeyler hediye etti, Aleyhissalâtu vesselâm ondan bu hediyeleri kabul etti. Diğer krallar da ona hediyede bulundular, o da onlardan bunu kabul etti.“ **

İslam Fıkhında Hediye genelde Hibe başlıgı altında düzenlenmiştir. Hibe ise mana itibariyle bagışlamak anlamını taşır. Mecelle de: Hediye, bir kimseye ikram olarak götürülen veya gönderilen maldır. Şeklinde tarif edilmiştir. Muhtaç olan kimselere verilen mala Sadaka denir. Yani hiç bir karşılık beklemeksizin zengin, fakir kimselere verilen hediye, Sevap kazanmak için muhtaçlara verilen Sadaka olur…(Rehber Ans)

Muteber Fıkıh kitaplarımızdan Fetevayı hindiyye de Hediye hakkında bazı hükümler ifadesini bulmuştur. Bazı hükümler şöyledir: Bir adam, digerine hediye vermek veya davet etmek istediginde, şayet bu şahsın malının ekserisi – çogunlugu helal olur ve hediye edilen zat – kişi de bunu böyle bilirse; Onun hediyesini almasında ve davetini kabul etmesinde bir beis – sakınca yoktur…

Eger bu şahıs, O şahsın malının HARAM oldugunu biliyorsa, kabul eylemez. Eger çogu haram ise, uygun olanı, hediyesini kabul etmemek yemegini yememektir. Ancak, HELAL oldugunu haber verir veya miras oldugunu yahut borç aldıgını söylerse; Yine hediyesini almasında ve yemegini yemesinde bir sakınca yoktur. Zalim amirlerin – idarecilerin hediyelerini kabul etmek caiz olmaz. Çünkü, onların malı ekseriyetle – çogunlukla HARAM olur…

İnsanların, zalimlerin yemegini yememesi her ne kadar helal olsa bile onun yaptıgı işlerin kötülügünü bildirmek ve irtikap eyledigi – Yapmış oldugu suçları boykot etmek için uygun olur. Ebu Bekir den soruldu: Helal olmayan SADAKA alınırmı ? Şöyle buyurdu: Sadaka almak, hükümdarın caizesini kabul etmekten daha efdaldir – iyidir. Böylece, bunların aralarını tefrik etmiş yani ayırmış oldu. Ve Alınmaz buyurdu…

Ona denildi ki: Hükümdarın atiyyesini – hediyesini, İshak bin Ahmed ve İsmail kabul eylediler. O şu cevabı verdi: Onlara verilen atiyye – Hediye degil; babalarından intikal eden yani onlara geçen miras idi. Yine ona denildi: Alan fakir ise ve aynı zamanda da, Hükümdar o verecegi şeyi zulmen almışsa ne olur ? Şahsın alması helal olur mu ?

Şöyle buyurdu: Eger verilecek Atiyyeler – hediyeler, başka paralara yani helal olanlara katılmışsa, Onu fakirlerin almasında bir beis – sakınca yoktur. Şayet bizzat zulmen alınmış olan paradan verilirse, onu almak caiz olmaz. Semerkant fetvalarında şöyle denilmiştir.

Bir adam, Padişahın yanına gittiginde Padişah ona, yenilecek bir şey ikram ederse, bunu ister kendi parasıyla satın alsın , isterse almasın, adam, bunun gasbedilmiş bir şey oldugunu bilmiyorsa onu yemesi helal olur. Sahih olan, Bu şahsın Hükümdarın haline bakarak hükmetmesidir. Yani, O bir zalimm mi ? yoksa Allahtan korkan birisi mi ? bakmalıdır Zahiriye de de böyledir… (fetevayı Hindiyye.Cilt.12.sayfa. 78-80)

Kitaplarımızda Hediye meseleleri ile Davetler aynı kategori içerisinde işlenmiştir. Müslümanlar nasılki Hediye verme hususunda hassas davrandılarsa, Yemek yedirme, davetler hususunda da o kadar hassas davranmışlardır. Biz bu konu da da Önemli bazı FIKHİ meseleleri Yine Fetevayı Hindiyyeden aktarmayı uygun görüyoruz şöyleki:

Borçlu şahsın daveti hususunda İmam Muhammed Rahmetullahi aleyh şöyle buyurmuştur: Bir kimsenin , alacagı bulunan bir şahsın davetine gitmesinde bir sakınca yoktur. Şemsül Eimme Halvani diyorki: Şayet adam, Haramdan ve borçlanmadan korkan bir kimse olur ve önce de aynı şekilde davet ederdiyse, davete icabet edilmesinde bir sakınca yoktur…

Borçlanmadan önce, yirmi günde bir davet ediyor; borçlandıktan sonra, on günde bir davet ediyor ve borçlanmadan önce sofrasında az yemek çeşidi bulunuyor da borçlandıktan sonra çok çeşit bulunuyorsa, bu haramdan kaçınma olmaz. Bu davet borcun hatırı için yapılıyor olur. Ve davete icabet etmek mekruh olur. Muhiytte de böyledir…

Davete icabet hususuna gelince bu konuda görüş ayrılıkları vardır. Bazı alimler Davete icabet vaciptir; terkine ruhsat – izin yoktur. Demişlerdir. Alimlerin ekserisi – çogunlugu ise: Davete icabet SÜNNETTİR; Efdal olan icabettir. Şayet davet bir velime yani Dügün, Nikah yemegi ise bu böyledir; degilse, davet edenin kalbine sürur vermek vardır yani davet eden şahıs sevindirilmiş olur, gönlü hoş olmuş olur buyurmuşlardır. Timurtaşi de de böyledir…

Günah işlenen yere davet hususunda ise şöyle deniliyor: Bir kimse davet edildigi zaman, bu davete icabet etmesi – uyması gerekir. Ve davete icabet etmesi davet eden kimse için – eger davet edilen yerde günah işlenmiyor ve orada Bidat bulunmuyorsa, – bir vecibe olur yani davet edilen yere gidilmesi gerekir. Şayet, böyle bir davete gidilmez ise, günah olur…

Bu zamanda çok dikkatli olmak gerekir: Kişi ancak bir sakınca olmadıgını bilirse, davete icabet eder. Masiyet yani Günah veya Bidat – Yani dinde sonradan çıkarılmış her türlü sapıklıklar- varsa oraya gitmez. Şeyhul İmam Alauddin, şöyle demiştir: Ben, Semerkant bilginlerinin çaresini biliyorum:

Onlar, bir davetle karşılaştıklarında onun Haramlıgında şüpheleri varsa, Davet sahibine: Sen bu mala fakirler için sahip oldun. Fakirin malını yemek te ondan faydalanmakta mekruhtur – çirkindir. Derler ve daveti kabul etmezlerdi. Cevahirul Feteva da da böyledir… Fasık olan şahısların Yani Günah olan hususları alenen işleyen kişilerin – Davetine gelince:

Fasık olan şahısların davetine onun fıskına yani günahkarlıgına razı olmadıgını bildirmek için gidilmez. Keza malının çogu HARAM olan bir şahsın davetine de – Onun helal oldugu haber verilmedikçe – gidilmez; Daveti, kabul edilmez. Timurtaşi de de böyledir…

Faiz yiyen ve Haram yollardan kazanan kimselerin davetine gelince: Faiz yiyen, Haram kazanan bir adam, bir kimseyi davet eder veya ona bir HEDİYE verirse, O şahsın malının çogunun HARAM olması halinde hediyesi kabul edilmez; Davetine de icabet edilmez. Ancak, BU MALIN ASLI HELALDIR veya Mirastandır yahut Borç aldım. Denilirse bu durumda davete icabet edilir; Hediyesi de kabul edilir…

Şayet, Helali Haramdan çok olursa, o zaman da hediyeyi kabul ve davete icabette bir sakınca yoktur. Umum davetlere gelince: Dügün, Sünnet ve benzerleri gibi umumi davetlere gitmemek uygun degildir. Bie kimse, davete icabet eyledigi zaman, yemesin de veya yememesinde bir sakınca yoktur. Şayet davet edilen şahıs Oruçlu degilse, yememesinden, yemesi daha efdaldir güzeldir, Hulasa da da böyledir…

Çalgılı yerlerdeki davet hususuna gelince: Bir kimse VELİME – DÜGÜN yemegine davet edilip gittiginde orada, oyun veya şarkı- Türkü bulursa, oraya oturup yemek yemesinde bir sakınca yoktur. Şayet gücü yeterse onu yani o olayı men eder – yasaklar. Eger gücü yetmezse, sabreder. Bu, Davet edilen şahıs, kendisine uyulan bir kimse ( İmam – Müezzin, Hakim, Müftü,, Vaiz, Müderris gibi degil ise, böyledir. Muktada bih – Yani kendisine uyulan ise, Men etmeye yani yasak koymaya gücü yetmeyince, oturmaz; Oradan hemen çıkar gider…

Eger bunlar yemek zamanı olursa, oturmak uygun olmaz, davetli şahıs, her ne kadar Muktada bih yani kendisine uyulan bir kimse olmasa bile, bu böyledir. Bunların hepsi, davetli vardıktan sonra çalgı – Oyun gibi şeyler olursa böyledir. Fakat, gitmeden önce durumu bilirse, – Davet edilen dügüne – hiç gitmez. Çünkü böyle bir davete icabet gerekmez. Siracul Vehhac da da böyledir…

Eger kendisine uyulan zat, durumu içeriye girmeden önce bilir ve kendisi de hatırı sayılan birisi olup, içeriye girince, o kötü haller bırakılacak olursa, o zaman girmesi gerekir; degilse – Çalgı çalınan ve oyun oynanan yere – girmez. Timurtaşi de de böyledir…

Bir adam, akrabaları için veya Velime – Dügün yemegi için ziyafet hazırlar veya fesad ehli için sofra kurar ve – Dinine baglı Allahtan korkan – SALİH bir kimseyi de davet ederse; Bu Salih zat oraya gidince, orda olacak kötülüklere mani – engel olacagını ve oradakilerin kendisine uyacaklarını bilirse, gitmesi bir zaruret olur. Çünkü oradaki münkeratı – kötülügü men – yasak edecektir…

Şayet adam böyle biri degilse ve kendisi gitmeyince münkerat – kötülükler, çirkinlikler , haramlar kalkmayacaksa, yine de gidip onlara günahlarını hatırlatması uygun olur. Çünkü, davete icabet vaciptir ve ya menduptur – güzel görülmüştür. Ona İkram eden masiyetten – günahlardan dolayı, davete icabetten imtina yani kaçınma iyi olmaz…

Zira dügün yemegi SÜNNETTİR ve onda büyük sevap vardır. Bir erkekle bir kadın, bir yuva kuracaklardır. Akrabalarını, dostlarını davet etmeleri çok uygundur. Hayvan keser; yemek yapar; Onları çagırırlarsa, ve bu dügünde günah işlenmeyecekse, onların, bu davete icabet etmeleri gerekir…

Peygamber Efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmaktadır: ** Her kim davete icabet eylemez ise, gerçekten o, Allaha ve Rasulüne isyan etmiş olur. Oruçlu olsa bile, İcabet eder ve DUADA bulunur. Eger Oruçlu degilse, yer ve DUA eder. Eger özürsüz yemez ise günahkar olur ve cefa etmiş bulunur. Huzanetül Müftin de de böyledir…(Fetevayı Hindiyye.c.12.s.80-83)

İnanan insanlar olarak mutlaka ölçülü hareket etmek mecburiyetindeyiz. Müminler için de esas olan ölçü Allah celle celaluhunun Kitabı ve Peygamber Efendimizin (sav) Sünneti seniyyesidir. İnsanların en şereflisi olan Örnek ve Önderimiz Peygamber Efendimiz bu Dini nasıl yaşamamız ve nasıl yaşatmamız gerektigini bizlere EMANET olarak vermiştir…

Veda hutbesinde bu konuyu daha açık ve net bir surette görmemiz mümkündür. Allahın şanlı Rasulü mealen şöyle buyuruyordu: ** Ey insanlar; sizlere iki şey EMANET ediyorum. Bu iki şeye sarıldıgınız zaman yolunuzu hiç şaşırmayacaksınız. Bu iki şey Allahın Kuranı ve onun elçisinin Sünnetidir…**

Öyleyse biz inanan insanlar önümüze hangi mesele gelirse gelsin, hangi hususla karşılaşırsak karşılaşalım gerçek bir Mümin, gerçek bir Müslüman olarak, hayatımızı bu iki ölçüye göre düzenlememiz ve şekillendirmemiz gerekmektedir. Yani her konuda baz alacagımız asıl nokta Kuran ve Sünnet düsturları olmalıdır…

Ne kadar sevinsek ne kadar şükretsek azdır çünkü Allah celle şanuhu ve onun şanlı Rasulü biz müslümanları EMİN birer insan bilerek, Emaneti bize tevdi etmişlerdir. Öyleya biz Müslümanlar, Müşriklerin dahi gıpta ettikleri, zaman zaman kıymetli eşyalarını Ona EMANET ettikleri MUHAMMEDÜL EMİN Ümmetiyiz…

Rabbimiz Muminun Suresi. Ayet.8.de mealen şöyle buyuruyor: *** O Müminler ki, Emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler…*** Kuranı Kerimde Yüce Rabbimiz Emanete riayet edenleri Mümin olarak vasıflandırırken, dünya ve Ahiret yurdundaki önderimiz Peygamber Efendimiz de (sav) emanete riayet etmiyenleri Münafık olarak vasıflandırıyor…

Gönlümüzü, İlmimizi, Ufkumuzu aydınlatan, İmanımızı nurlandıran, İnsanlıgın kurtarıcısı şerefli örnek ve Önderimiz, Malımızın, Canımızın, Eşimizin, Evlatlarımızın, Dinimizin dahası bu fani olan Dünyanın bizler için bir EMANET konumunda oldugunu bildiriyor. Bu Emanetler yeri ve zamanı gelince teker teker veya hepsi birden bizden alınacaktır…

Bu Emanetler mutlaka bir gün gerçek sahibine ulaştırılacaktır. Her yaşayan insandan mutlaka hesap sorulacaktır. Bu şuurda olan Müslümanlar Hesap gününe hazırlanmanın mutlaka en güzel yollarını aramak ve Allahın Kitabına, Onun şanlı Rasulünün Sünneti seniyyesine itaat etmek mecburiyetindedirler. Aldıgımız hediyelerin bu dogrultuda hesabının görülecegi güne yaklaşıyoruz. Verecegimiz hediyelerin hesabının görülecegi günlerin uzak olmadıgı inancındayız…

Kimin davetine gidiyoruz, davetlerde ne yiyip ne içiyoruz, neleri dinleyip nelerle gönül eglendiriyoruz, Haram – Helal hudutlarına ne derece riayet ediyoruz. Zengine nasıl muamele ediyoruz, Fakiri görünce neler yapıyoruz kısacası yaşadıgımız her an saniye saniye ilahi bir kayıtla kayıt ediliyor. Onun için yaşadıgımız müddetçe hiç bir şey geç degil diyoruz…

Nasuh bir TEVBE ile Tevbe ederek sadece Allaha kul olmanın ve Peygamber Efendimize ÜMMET olmanın yollarını arayıp itaatle teslim olalım. Yani Müslüman kimligine sahip çıkalım en büyük servetimiz inanıyorum ki İMANIMIZDIR. Allah celle şanuhu bu İmanımızı elimizden almasın. Bizleri Emanete sahip çıkan kulları zümresine dahil eylesin…

Allahım bizleri Haramlara karşı hassas olan kulların zümresine dahil eyle. Allahım bizleri haramların alenen işlendigi mekanlardan uzak eyle. Allahım bizleri Rüşvetten, faiz belasından, haksız kazanç sahibi olmaktan uzak eyle. Allahım bizleri senin kitabına ve Şanlı Rasulüyün Sünnetine baglananlardan eyle. Senin kopmaz ipine sarılanlardan eyle. Senin boyanla boyanan kulların zümresine dahil eyle. Bizlerin her zaman Sıratı müstakim üzere olmamızı nasip eyle. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…

Sermed Kadir… 26.06.2007

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.