İbadet Önderleri

Cenabi Hak Kuranı Kerimde. Tevbe Suresi Ayet. 9-12.de mealen şöyle buyuruyor: *** Ey Muhammed, Allah’a tevbe eden, ibâdete düşkün (âbidleri), ona hamdeden, onun, yolunda (dinini yaymak için seyahat eden)… Müminleri müjdele. ***

Abid: İbâdete düşkün, çok ibâdet eden kimse manasında kullanılmıştır. Şu hususa kesinlikle inanıyorumki ALİMLER her yüzyılda, her asırda, her devirde o yaşadıgı çagın tabir caizse kandilleri – IŞIKLARI olmuşlardır. Onlar her zaman ilmin gereklerini yaşamışlar, İlimden, inançtan, itikattan ve o İMAN huzurundan daha tatlı bir şeyin olmadıgını zamanının insanlarına aktarmaya çalışmışlardır.

İslam Alimleri İhlas, İlim ve Âmelleriyle kendi zamanındaki yaşayan insanlara örnek oldukları gibi sonraki zamanlarda gelecek olan insanlara da örnek olmuşlardır. Alimlerin degerini ortaya koymak gayesiyle denilmiştirki: İnsanların üç BABASI vardır. Asıl babası, kayın babası, HOCASI. Asıl babası kişinin dünyaya gelmesine sebep olmuştur. Ama HOCASI da CENNETE gitmesine sebep olur. Cennetin yolu da İLİM ile açılır diye inanıyoruz.

İlmin başı. Rabbimizi tanımaktır. Bizleri yaratanı tabiiki Onu tanımaya vesile olanlardan İLİM alarak tanıyoruz. Bunlarda; Peygamber Efendimiz (sav) başta olmak üzere; Sahabe, Tabiin, Etbai Tabiin ve zamanımıza kadar O dogru İLMİ bizlere taşıyan İslam Alimleridir. Yoksa, kuru kuruya bir nakilcilik degil.

İslam Tarihlerinde hepimiz okuyoruz; Ebu Cehilin adı, önceleri Ebul Hakem idi. Mekkenin en bilginlerindendi. Ebu Cehil kanunları en iyi bilenlerdendi ama İslam Dinine karşı çıkınca, Peygamber Efendimizle mücadeleye girişince hali, berbat oldu. Bilgin bir kişi cahillerin cahili oldu. Adı her zaman lanetle anılan Şeytanın yoldaşı oldu.

Müslümanlar için, İnananlar için esas olan öncelikle Allahın davasını iyi bilmektir. Zira Allah (cc) bir kulun hayrını diledimi, o kulunu dinde anlayış sahibi kılar O kuluna ilmi ve ahlakı, ihlası, edebi hasılı dinde güzel görülen bütün FAZİLETLERİ verir…

Hepimiz biliyoruzki; İlk insan, İlk Peygamber olan Adem (as), Meleklerin bile bilemedigi ilimlere vakıftır. Ve Allahın seçilmiş kulu ve NEBİSİDİR. Adem (as) Tevhid mücadelesinin başlatıcısı ve Şeytana karşı ilk BAYRAGI açan bir Peygamber olarak bizlerin de İlayı kelimetullah davasında örnek alacagımız, mücadelesini göz önünde bulunduracagımız Allahın seçilmiş kuludur.

Adem Aleyhiselamın bu durumu düşünülürse, Bu Hak davada İLMİN önemi – Ehemmiyeti anlaşılmış olur. Bütün Peygamberlerde: ** RABBİM İLMİMİ ARTIR ** diyerek DUA etmişlerdir. Aslında İslam Dininin ilk emrinin *** OKU *** olması, İLMİN faziletine delil olarak yeter diye düşünüyoruz…

Şuna canı gönülden inannarak söylüyoruzki; Müslümanlar ilim ve HAKKA hizmet davasında her zaman Babalarından ileri ama evlatlarından geride olmalıdırlar. Yani Müslüman sürekli bir ilerlemenin, sürekli bir atılımın içinde olup, İslamı HAKİM kılma noktasında canla başla çalışmalıdır.

Yine hepimiz Hadisi Şeriflerden ve İslam Alimlerinin VAAZ ve NASİHATLRİNDEN ögreniyoruzki; Peygamberlerin mirası İLİMDİR. Yoksa onlar miras bırakmazlar. Sadaka bırakırlar. Bunun için Alimler Peygamberlerin varisleridir. O şerefi taşıyabilene ne mut..

İmamı Azam Ebu Hanife derki: * Alimlerden ve onların güzel yönlerinden kıssalar nakletmek, bana FIKHIN bir çogundan daha hoş gelir. Çünkü bu kıssalar o zatların EDEPLERİ ile doludur. Bunun dogrulayıcısıda şu Ayeti kerimedir: *** Onlar Allahın hidayet ettigi kimselerdir. Onların yoluna uy.(Enam suresi.ayet.90) Ribat.s.10***

Zamanımıza ışık tutan ve bir adım önde yürüyen İlim önderlerine kısaca bakacak olursak Aklımıza gelen bir kaç tane örneksunmaya çalışalım inşaallah: Bediüzzaman Saidi Nursi (Rh.a) Tabir caizse Namazıyla kelepçeleri kıran bu büyük İslam Alimi Ömrü boyunca baskı, işkence, sürgün hayatı yaşamaya mahkum edildi. Suçu ise, insanları özelliklede yöneticileri Dine uygun hareket etmeye çagırmaktı şüphesiz.

Risaleyi Nur külliyatının büyük bir bölümünü Barla sürgününde kaleme aldı. Eserleri meyve vermeye başlayınca, yeni mahkemeler, sürgünler, zehirlemeler, tutuklamalar, birbirini izledi. Burdur, Isparta, Denizli, Kastamonu, Eskişehir, Afy6on yollarında zindan duvarları çıktı karşısına. Risaleyi Nur vefatıyla tamamlanmış oldu. Eserleri müslümanların ellerinden hiç düşmedi ve düşmeyecek inşaallah…

Hasan el Benna (Rh.a) Gayemiz Allah, önderimiz Rasulullah, Düsturumuz Kuran, Yolumuz cihad, En büyük emelimiz Allah yolunda şehadettir. Cümlesiyle yola çıkan Hasan el Benna Müslüman Kardeşler teşkilatını kurarak Müslüman bir Milletin, Ümmetin yetişmesini hedeflemişti. Risaleleri ile önce Mısır sonra bütün dünyadaki Müslüman gençliginin yetişmesinde çok büyük rol oynadı. Çalışmaları yerli ve yabancı Din düşmanlarının işine gelmediginden Şehid edildi Eserleriyle hala günümüze ışık tutan ender şahsiyetlerdendir. Allah kendisinden razı olsun…

Ramazanoglu Mahmud Sami (Rh.a) 1930.lu yıllardan 1980.lere kadar Adana, Kayseri, Şam, İstanbul ve daha pek çok şehirde İrşad ve vaaz hizmetlerini hakkıyla yürüttü. Sohbet ve vaazlarından toplumun her kesiminden Müslümanlar faydalandı. Daha geniş bir kitleye ulaştırılmak için, sohbetleri bir dizi halinde yayınlandı. Medine de vefat ederek Cennetül Bakii mezarlıgına gömülmeyi ümid eden Mahmud Sami efendi 1984.yılında bu arzusuna nail oldu. Müslümanlara da güzel ahlakı, edebi, sohbetleri ve Müslümanca yaşantısı yadigar kaldı Allah kendisinden razı olsun…

Abdullah Yusuf Azzam (Rh.a) Alim ve Mücahid bir Babanın evladı olarak Filistinde dogdu. Mısır, Ürdün, suudi Arabistan ve Pakistanın çeşitli Üniversitelerinde ögretim görevlisi olarak çalıştı. Afganistan Cihadına yakın olmak için Pakistana gelen Abdullah azzam sonradan 1984.yılında afganistana geçip orada Mücahidlere hizmet teşkilatını kurdu. Dünya cografyasında mazlum ve Müstazaf konumunda olan İslam Ümmetinin fiili Cihadla beraber ayaga kalkabilecegini söyleyen Abdullah Azzam, çıkardıgı EL CİHAD dergisinde; İslam Cografyasının neresinde fiili CİHAD varsa Mü’minlerin oraya koşması gerektigini vurguladı. Abdullah Azzam bir Cuma vaktinde arabasına konulan bombanın patlaması üzerine ruhunu teslim etti; Şehidler kervanına iki ogluyla beraber katıldı. Bilhassa Cihad ibadeti üzerindeki çaışmalarıyla Müslümanlara örnek oldu. Eserleri ve Yaşadıgı Müslüman şahsiyetiyle, kişiligiyle hizmet ve çalışmalarıyla Müslümanlara hala bir şeyler söylemeye devam ediyor. Allah kendisinden razı olsun…

Şehid SeyyidKutub (Rh.a) Mısırlı mütefekkir yazar Seyyid Kutub Kuranın gölgesinde yaşadı. Amerika dönüşünde Hasan el Benna çizgisini takip için Müslüman Kardeşler safına katıldı. Yoldaki işaretler kitabı yüzünden tutuklandı. Hayatını Cihada adayan Seyyid Kutub, devrin Devlet başkanı Cemal Abdunnasıra karşı geldigi gerekçesiyle İdama mahkum edildi. Son sözlerini 29.Agustos.1966.yılında şöyle haykırıyordu: Eger Allahın hukuku ile idama mahkum edilmiş isem, ben Hakkın hükmüna razıyım, itiraz edemem. Yok, batılın hükmü ile idama mahkum edilmiş isem, ondan çok daha üstün ve şerefli bir düşünceye sahip oldugum için, batıldan ve münafıklardan af dileyecek kadar alçalamam… ve şehid edildi. Allah kendisinden razı olsun…

Ebedi hayat mektebimiz Kuranı Kerimde, İman ile Âmel devamlı olarak birlikte zikredilmişlerdir. Bu hususun mana ve mahiyeti düşünüldügünde görülecektirki, SALİH AMEL İmanın bir büyük semeresidir, kazancıdır, mükafatıdır. Zira İmansız âmelin hiç bir degeri yoktur diye inanmaktayız…

Hadisi Şeriflerde ilimsiz ibâdet düşkünlüğü ile ahlâkî olgunluğa ulaşmamış bir âbidliğin değerinin olmadığı anlatılır: ** Alim kişinin, (âlim olmayan) âbid üzerine üstünlüğü, ayın yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Ya da benim, sahâbilerimden en aşağı seviyede bulunana üstünlüğüm gibidir.“ (Ebû Dâvud,Tirmizî,İbn Mâce, İbn Hanbel)

Bir başka Hadisi Şerifte ise mealen şöyle buyurulmaktadır: ** Cömerd fakat câhil olan kişi, âbid fakat cimri olan kimseye nazaran Allah nezdinde daha makbûldur.(Tirmizi )** Dilimizle istedigimiz kadar Kelimeyi Tevhid söylesek, Gönlümüz, görüşümüz, itikadımız, imanımız o dogrultuda olmadıkça bu söyledigimiz sözün bizlere hiç bir faydası dokunmayacaktır.

Müslüman: İmanıyla, inancıyla, kalbiyle ve de kalıbıyla hayatını HAKKA uydurmak mecburiyetindedir. Hayatımızın her anında ve her noktasında İmanımızın gereklerini yaşamak hayır yarışında koşturmak ve ömrümüzün sonuna kadar Salih âmel işlemek en güzel vasıflarımızdan olamalıdır. Ameller hususunda da aslolan devamlılktır diye inanıyoruz.

Bizler Müslümanlar olaral lüzumsuz, malayani işleri ve İmana zıt hareketleri terk ederek Âmellerin en güzelleriyle meşgul olup zamanımızı en iyi şekilde geçirmemiz icap etmektedir diye inananlardanız. İslam Dinini öncelikle gögüslerimizde, kalplerimizde hakim kılmalıyız. Şu bir gerçektirki Alimin kalbi, İLMİYLE âmel ederse dirilir ve o dirilikle avamıda diriltmeye yönlenir.

Kuranı Kerimde Beni İsrail in Alimleri üzerinde çok durulmaktadır. Bu konunun sebebini araştıran İslam uleması derki; Onlar öncelikle insanlara iyiligi emrediyorlar, kendileri yapmıyorlardı. Hediye ve yardımlardan mahrum kalmamak için DİNİ kendi keyif ve görüşlerine göre tevil ediyorlerdı. Yapılan her türlü kötülüklere karşı çıktıkları halde o kötülükleri işleyenlerden ayrılmıyorlardı. Ve böylece içlerinden nice nice BEL’AM lar çıkmış, nice ilmiyle âmelini bütünleştiremeyen sapıklar türemiştir.

Bir gerçegi daha ifade edecek olursak; Alimlerin en şerlileri, İLMİYLE Âmel etmeyip, KÖTÜ ÖRNEK olanlardır. Alimlerimizden sapanlar Beni İsraile, Abidlerimizden sapanlar ise Hıristiyanlara benzetilmişlerdir. Alimler toplumun kalbi durumundadırlar. Kalp arızalı olursa insan nasıl yaşayamazsa, Alimleri sapık, bozuk toplumların hayatıda düzensizlik içerisine girer. O toplumda; Anarşi ve kargaşa ortaya çıkar.

O toplumun cahilleri topluma hükmetmeye başlarlar ve hayata böylelikle Fitne hakim olur. İlim, kendisiyle eger amel edilirse, Cennete götürücü güzel bir vasıta oldugu gibi amelleri bozuk olana ya da hiç amel etmeyenede büyük bir yük olur. Kuranı Kerimdeki ifadesi ile: *** Kitap yüklü merkepler (cuma.5)** durumuna düşerler.

Hz. Peygamber ve hulefâ-i râşidin* devrinden sonra İslâm devletinin sınırlarının genişleyerek müslümanların büyük bir servete sahip olması, devlet idarecileriyle halkın zenginlerinden bir kısmının dünya malına fazlaca rağbet etmeleri, samimi müslümanların tepkisini doğurdu. Hz. Peygamber ve ashâbının sade ve gösterişsiz, yaşantısına özlem duyan bazı insanlar, dünyaya değer vermeden, halkın arasından uzaklaşarak kendilerini Hakk’a ibâdete verdiler.

Halkın büyük bir bölümünün lüks ve refah peşinde koştuğu bir dönemde böyle bir hayatı tercih ederek kendilerini ibâdete verenlere bir ayrıcalık olmak üzere „âbid“, „zâhid“ * ve „nâsik“ gibi adlar verildi. İlk Âbidler diyebileceğimiz bu kişilerin çoğu, ilim ve amelle meşgul kimselerdi.

Şu kadar var ki, âbid kelimesi tasavvuf literatüründe pek kullanılmamış ve tasavvuf lügatlerine girmemiştir. Tasavvufta âbid yerine daha çok ârif ve âşık terimleri benimsenmiştir. İlk mutasavvıflardan Bâyezid-i Bistâmî „Abîd hâl ile ibâdet eden, vâsıl-ârif ise içinde bulunduğu hâl ibâdet olan kimsedir“ der. İbnu’l-Cellâ, „Zâhid; övme ve yerme, nazarında eşit olana, âbid; farzları ilk vaktinde kılana, muvahhid; her şeyi Allah’tan bilene denir“ diyerek âbid, zâhid ve muvahhid arasındaki nüansı ifâde etmektedir.

Şurası bir gerçektirki; İster Âbid olsun, İster Alim olsun ve isterse muvahhid olsun, İslamın hakim durumda olmadıgı zamanımızda İslam önderlerine çok iş düşmektedir. İslam önderlerinin sorumluluk ve mesuliyetleri çok büyüktür. Çünkü onlar toplumun her zaman bir adım önünde gitmesi gereken insanlardır.

Halkın, cemiyetin önünde birer uyarıcı ve birer mürşiddirler onlar. İrşad edicilik görevi tabiidirki Alimlere yükletilmiştir. Halkı İRŞAD edici makamında bulunması gereken Alimler eger bildikleriyle kendileri amel etmezlerse, toplum içerisinde hiç kimse böyle birilerinin arkasına düşmez.

Zira bildikleriyle ÂMEL etmeyenler ve inandıgı gibi yaşamayanlar, tabiidirki İLME ihanet eden hain konumuna düşerler. Zaten öyle insanlarında ne sözüne ne de işine birileri güvenmez ve arkalarına da takılmaz diye inanıyoruz. Müslüman ilim adamları DİNLERİNE ihlas ile sarılırlarsa o zaman deger ve kıymetleri artar. İslam Alimleri Hayır işlerinde anahtar, Şerli işlerde ise ise kilit durumunda olmaları lazımdır. Allahın yüce davasını yer yüzüne hakim kılma amacı taşıyan Alimler mümkün oldugunca çok çalışmak mecburiyetindedirler.

Bilinmelidirki; Bardagın içerisinde ne varsa, dış tarafındanda o görünür. Dökünce içerisinde ne varsa o çıkar. Amelleriyle de kul, kalbinin ve imanının durumunu ortaya koymuş olur. Kalbi pâk ve temiz olanlardan hep hayırlı işler dogar. Fasit ve bozuk ameller ise İmanı kemale erememiş olanlardadır. Denilmiştirki; Sirke küpünden sirke, Bal küpünden bal sızar…

İmamı Gazali (Rh.a) şu güzel tesbitleri gündeme taşıyor: *İlim; tohum, âmel de onu ekmektir. Ekinin suyu ise ihlastır…(İhyau Ulümiddin.) İslam dinine ihlasla hizmet eden kimselerin imtihanı kazanan kişiler olacaklarına itikadımız tamdır. Bizlerde İLİM, ÂMEL ve İHLAS bütünlügünü hayatımızın hiç bir devresinde aklımızdan çıkarmadıgımız müddetçe kazananlardan olacagız İNŞAALLAH…

Allah’ım. İbâdetlerimizde bizi ihlâstan ayırma, sadâkatten ayırma, istikâmetten ayırma, yalnız Senin için amel yapma niyetinden ayırma, yalnız Senin rızânı kazanma kastından ve kararlılığından ayırma. Bizi dinde İHLAS sahibi eyle. Bizi inançlarımızda, ibâdetlerimizde sadâkatli kıl.

Bizi salih amellerde devamlı olan kullarından eyle. Bizi düşünce ve fikirlerimizde selâmetli kıl. Bizi davranışlarımızda dalâletten uzak eyle. Bizi gösterişten, riyâdan, Kendini begenme hastalıgından, gururdan, kibirden kurtar. Bizi şeytan ve İBLİSLERİN şerlerinden muhafaza eyle. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…
Sermed Kadir… 12.01.1992

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.