İstikamet, Doğru Yol

İstikamet: lügatte, egriligin zıddıdır diye tarif edilmiştir. Dini mana olarakta İstikamet: Bir tarafa sapmadandosdogru gitmektir. İstikamet: Kulun hiç bir şeyi Allah rızasına tercih etmemesidir. İstikamet Allaha itaat etmekten ayrılmamaktır. İstikamet, Hakka uymak, adaletli olmak, Allah tarafından emredilen hususları tam yapmak, Yasaklanan bütün günahlardan sakınmaktır.İstikamet: Herkesin bulundugu yerde; Dini hükümler, kanun ve Nizamların gösterdigi yolda yani Şeriat ilkeleri dogrultusunda ilerlemek ve İnsanların hukukunu muhafaza etme halidir…

Rabbimiz Enam suresi. Ayet.153.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Şüphesizki bu benim dosdogru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara tabii olmayın…*** Elhamdulillah müslümanız ve inancımızın geregi olarak yaptıgımız her amelimizde dogru, dürüst, İstikamet üzere olmamız esastır. Müslümanlar olarak en zor görevlerimizden birisi kendimizin istikamet üzere yaşantımızı devam etmemiz oldugu gibi, aynı zamanda dogru yoldan gidecek şahsiyetler yetiştirmek te sorumlulugumuz dahilindedir. Başıboşluk ve sorumsuzluk, vurdumduymazlık kesinlikle Müslümanın tavrı olamaz diye inanıyoruz…

Cenabı Hak Degişmez hayat Rehberimiz Kuranı Kerimde, Nisa suresi Ayet.78.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Nerede olursanız olun, saglam kaleler içinde olsanız bile, ölüm size ulaşır. Onlara bir iyilik gelse: Bu Allah katındandır derler. Onlara bir kötülük gelse: Bu senin yüzündendir derler. De ki: hepsi Allah katındandır. Bunlara ne oluyorki, neredeyse hiç bir şeyi anlamıyorlar…***

Bütün kalbimizle inanıyoruz ki; Sıratı Müstakim üzere olan ve Hakka taraftar konumunda bulunan her zaman kazanacaktır. Zamanın fırtınaları ne yandan eserse essin, Hak yolda olanlar yüzlerini hak ve hakikatten çevirmezler. Hadiselerin degişikligi ve şiddeti yüzünden şüpheye düşüp de hakkın ve hakkikatin taraftarlıgında tereddüt ve şüphe göstermezler. İstikametini kaybedenler ise, Tabir caizse güneş altında kalan buz kalıpları gibi erimeye mahkümdurlar. Bu zihniyette olanlar başkalarına degil ancak kendilerine zarar verirler. İslam Dininin, Şeriatın izzet ve vakarını muhafaza için her türlü fırtınaya karşı gögüs gererek İstikameti muhafaza edenleri zaman elbetteki haklı çıkaracak ve onlar inanıyoruz ki mutlaka mükafatlarını göreceklerdir…

Dünyada altı milyardan fazla insan yaşamaktadır. Bu insanların hepsinin yaratılış özelliginde * Kul olma * duygusu vardır. Binlerce kez şükürler olsun, Biz Müslümanlar bu duygularımızı Allah’a ibadet ederek yerine getiririz , başkaları ateşe, güneşe, ineğe, kendileri gibi bir adama kul olarak yerine getirmekten kaçınmazlar ne yazıkki…

Büyük İslam mütefekkiri Mevlâna Celaleddini Rumi : * Ben kul oldum, ben kul oldum, ben kul oldum. Köle hür olunca sevinir, bense sana kul olunca sevinirim * der.

Bizler Müslüman olarak Yaratıcıya kul olmanın mutluluğuyla yaşarız. Başka inançta olan diger insanlar gibi Yeryüzünde yürürken yürüyüşleri alımlı, çalımlı, şımarık, şarlatan, kibirli yukarıdan bakan, yürüyüşle değil, Alçakgönüllü, tevazu ile yürür ve her şeye ibret nazarıyla bakmayı fazilet kabul ederiz.

Biz müslümanlar şükürler olsunki; En değerli organımız olan başımızı kimsenin önünde eğmeyiz. Ancak ve ancak rüku ve secdede Rabbimizin huzurunda eğerek başımızı yücelerden yüce olanın huzurunda eger, Onun huzurunda ayakta dururuz. Biz Müslümanlar inancımızın geregi olarak: Allahtan başka ilahlara yalvarıp yakarmayız. Haksız yere adam öldürmeyiz. Zina etmekten, Yalancı şahitlik yapmaktan, Boş ve malayani lakırdılarla vaktini heba etmekten kaçınırız. Allah’ın ayetleri okunduğunda körü körüne boyun eğmez, tefekkürle, düşünerek, bilerek, anlayarak şuurlu bir şekilde, gönülden inanarak boyun eğeriz…

Şükürler olsunki biz Müslümanlar; Ailemiz üzerinde hassasiyetle titreriz. Eşimizi ve çocuklarımızı, iki dünyalarında kendilerini sevindirecek, yüzlerini güldürecek, gözlerini aydın edecek şekilde yetiştirmek için çalışır bu yolda Rabbimize hayır DUA ederiz. Nesillerimizden her birinin TAKVA ehli, diger insanlara önder olabilecek kapasitede olması için çaba ve gayret sarfederiz…

Şükürler olsunki biz Müslümanlar olarak Kainattaki, alemlerdeki tüm varlıkların Allahtan geldigine ve yine sonunda Allaha döneceklerine inanıyoruz. Ve inanıyoruz ki Yolların kavşak noktası insanlara gösterilmiş, insanlarda kendi tercihleriyle başbaşa bırakılmışlar Cuzi iradelerinin ellerinde oldugu insanlarda tabir caizse deniz önlerinde österildikten sonra paçalarını sıvamak ya da sıvamamak kendi seçimlerine bırakılmıştır. Ama hangi durumda olursa olsun insanlar eninde sonunda Allaha döneceklerdir. Bu dönüş ya nimetler mükafatlar yurdu olan Cennet ya da azap ve çile yurdu olan Cehennem olacaktır…

Yani biz düşünen beyin sahibi insanlar olarak gösterilen iki yoldan birisini tercih etmek durumundayız. Bu iki yolun sonucunda tercihini yapan insanlar için ise hiç bir mazeret olmayacagını biliyoruz. İnsanlar için yeryüzünde gidilecek yol ikidir. Bu yüzden İnsanlar seçimini ister Allah için, isterlerse şeytan için yapabilirler. Yani insanlar bir bakıma cuzi iradeleriyle başbaşa bırakılmışlardır diyebiliriz…

Yolların en güzeli inanıyoruzki; Yaratılmışlarrın en şereflisi olan insanın önüne serilmiştir. Onun için denilmiştir ki; İnsanların Dünyadaki, yeryüzündeki hayatı Sırattır. Bu dünya hayatını yaşamak ta Sırattan geçmektir. Yani bir bakıma biz İnsanlar bir bakıma Dünyadaki hayatımızda yürüyoruz bu Sıratı, bu yolu, bu imtihana burada çekiliyoruz aslında. Onun için dualarımızın sonunda ve İbadetlerimizin fevki olan Namazlarımızda günde kırk defa her Namazda Sıratı Müstakim üzere olmayı istiyoruz. Onun için yalvarıp yakarıyoruz ve DUA ediyoruz…

Cenabı Hak Araf suresi ayet.85.te mealen şöyle buyuruyor: *** İşte benim dosdogru yolum-sıratım ona uyun; diger yollara uymayın ki, sizi onun yolundan ayırmasın…*** müstakim olan bu sırat, Yüce Rabbimizin kitabı, Peygamber Efendimizin Sünneti seniyyesiyle açık ve seçik tesbit ve tayin edilmiş olup, çok hassas bir yoldur. İnancımıza göre bu yol Kıldan ince kılıçtan keskindir. Allahın ilahi yardımı olmazsa ve İnsanlara Rabbimizin yardımı ulaşmazsa bu yolda ayaklarımızın sabit olması zor ve imkansızdır. Zira her adım başında ayaklarımızı bu hassas yoldan kaydırmaya çalışan şeytani tuzaklar kurulmuş olup, Şeytan ve şeytanın askerleri İnananları bu yoldan saptırmak için fırsat kollamaktadırlar. Allah şeytanın şerrinden hepimizi muhafaza buyursun…

Aslında Sıratı Müstakim; dosdogru yoldur. Her türlü egrilikten, her türlü sapıklıktan, virajdan, dereden, tepeden, tümsekten, alçaklıktan ve seviyesizlikten uzak olan dümdüz yoldur. Seviyelerin en güzelidir. Yalnız Şeytan ve onun askerleri, veya kendileri Allahın yolundan sapan insanlar, başkalarını da İslami yolda, Müslümanca yaşama azminden alıkoymak isteyenler o seviyeli, dümdüz yolu tehlikeli virajlar haline getirirler. İnsanların hak yolda tehlikesizce yürümesini istemeyenler Tarih boyunca ellerinden geldigince bu yolu bozmaya, üzerinde yürünmez hale getirmeye çalışmışlardır. Halada onun için ugraşlarını devam ettiriyorlar. Yani Hak ve Batıl mücadelesi devam ediyor ve kıyamet gününe kadar da devam edecek…

Allahın emir ve Yasaklar bütünü olan Sıratı Müstakim yolundan saptırmaya çalışan Dine şaş bakan tabaka içinde bulundugu toplumu bozucu çalışmaların hepsini gayretle yapmayı kendisine vazife edinmiştir. Topluma hak yolda yürünemeyecegini empoze etmeye çalışanlar öncelikle bu zamanda da böylesi olurmu diyerek başladıkları hikmeti kendisinden menkul olan sözlerini muhatapları üzerine kurşun gibi yagdırırlar. Öncelikle korku vermeye çalışırlar mesela yoksulluk korkusunu, Hapishane korkusunu, Ailesinden ayrılma kadın çoluk, çocuk ve Malının elinden alınma korkusunu işlemeye özen gösterirler…

O da olmadı ölüm korkusunu verirler. Ve her türlü Dini degerlerden ve Mukaddes bilinen degerlerimizden koparmak için her türlü tehlikeleri bir bir sıralarlar. Lakin Müslümanlar da gayretle ve büyük bir çaba ile inandıkları dogrulardan asla taviz vermeden Yollarına devam edeceklerdir. Allahın izniyle bizler Sıratı Müstakime sımsıkı sarılarak hayatiyetimizi Kuran Nuru ile Sünneti Seniyye ışıgı ile devam ettirecegiz başı sonu ne idigi belli olmayan yol ve izlerden kaçınacagız inşaallah…

Biz Müslümanlar olarak inanırız ki; yegâne kurtuluş ve saadet yolu olduğuna inandığımız İslam DİNİNİN emir, yasak ve tavsiyelerine uyup, izlemekte titizlik gösteririz. Şayet böyle davranmazsak, hem bu dünyada hem de Ahirette zarar görüp, sıkıntı çekecegimizden endişe duyarız.

Şükürler olsun İnancımızda; İslâm’a göre kazançlar, yiyecekler, gelirler, elde edilen şeyler helâl veya haram olarak ikiye ayrılır. Dinin, Şeriatın meşru, mubah, caiz gördüğü kazançlar helâldir: caiz görmediği, yasaklamış olduğu kazançlar haramdır. Bu hususu gününü gün etmekten yana olan digerleri anlayamaz. Onların akıllarının bir boyutu eksik kalmıştır. Onlar parayı, menfaati, geliri haram veya helâl diye ayıracak feraset ve basiretten mahrum kalmışlardır. Bu tip insanların yaşantısında bu günü nasıl kurtarırım endişesi vardır…

Müslümanlar, helâl malı, haramlara tercih eden kimselerdir. Çünkü çok iyi bilirlerki, haram yüz milyar lira ateştir, ayıptır, felakettir. Helâl az para ise bereketlidir, hayırlıdır, yakmaz. Bir Müslüman hırsızlık yaparak, faize bulaşarak, başka birilerinin hakkını gasp ederek, haksız kazanç saglayarak hayatını sürdürmekten utanç duyar, yüzleri kızarır. İşledigi haramların utancını ve ayıbını her an yüreginde hisseder. Bu tür uygunsuz davranışlar En şerefli yaratımış olan insanın şerefini zedeler, Namusunu ve dürüstlügünü kirletir ve yaşayışında dik duruşunu engeller. Bu tür olumsuzlıklara, bataga batmamak için Akıl nimetini en iyi bir şekilde kullanmasının gerektigine inanan insan İmanıyla, inancıyla, vicdanıyla, aklıyla hareket eder Sözlerin en güzel,ine uyar, işlerin en muteber olanını yapar. Kötülükleri de Ruhundan bedeninden ve gönlünden söküp atar…

Başka hiçbir varlığa verilmeyen paha-deger biçilmez, mükemmel organ, duygu ve yeteneklerle donatılmıştır insan. Aklı, ruhu, kalbi ve hisleri itibariyle bir harikadır. Hayvandan yüz kere, bin kere, milyon kere daha üstün yaratılmıştır. Bu üstünlük kuşkusuz daha üstün, mükemmel bir yaşayışı gerektirir. İnsan olma şerefini her zaman en üstün konumda tutmasını bilmesi icap eden İnsan; kendisindeki O yüce degerlere ters işler yapmamalı ve İnsanlık şerefini kesinlikle ayaklar altına almamalıdır…

Hayvanlara göre çok daha üstün yetenek, zengin organ ve duygularla süslenen-bezetilen insandaki bu sermaye de bir hayvan gibi sırf dünya hayatını kazanmak, zevk ve lezzetlerini tatmak için verilmiş olamaz. İnsana verilen süreye dikkat edildiginde bir hesap günü şuurunun olması gerektigi bilinmelidir. Ömür sermayemiz bizim tarafımızdan tesbit edilen bir süre olmadıgından Dünyada yaşadıgımız her saniye, dakika,saat, gün, hafta, ay ve yılların bizim için bir İMTİHAN unsuru oldugunu anlamamızda aslında bizim için büyük bir nimettir…

Nimetler tadımlıktır, doyumluk değildir. Tadılıp asıllarına müşteri olunacaktır. İnsan öylesine yüce, büyük, üstün bir vazife şuurunun sahibidir ki dağların, taşların, yerlerin, göklerin taşımaktan kaçındığı büyük emaneti, sorumlulukları yüklenmiştir omuzlarına. Üzerine yüklenen görevleri yerine getirerek bunun sonucunda insana yakışır bir tarzda hayat sürerek ölümsüz bir hayatın mükafatını kazanacak, sonsuz bir mutluluğu yudumlayacaktır…

İşte o bakımdan belirlenmiş bir süre içerisinde, aklımızın alamayacagı kadar geniş bir zamanı kazanmak; Bu Dünyada ki yaşayacagımız hayata baglıdır. Ebedi mutluluk, Sonsuz bir saadet, sınırsız bir güzellik, İnananlara tanınan anlatılamayacak ve anlayamayacagımız, kavrayamayacagımız kadar farklı bir özellik. Dünya nimetlerine ölçemiyecegimiz bir saaaet kazanımı insanların dünya hayatındaki yaşayışlarının saniye saniye tahlilleri sonucu ortaya çıkacak İLAHİ ADALETİN tecellisi…

Yaratılmışların en şereflisi olan insanı bir çekirdeğe benzetecek olursak; Nasıl çekirdek taşıdığı program gereği toprak altında kabuğunu çatlatıp filiz veriyor, Allahın iradesi ve izniyla yeteneklerini koca bir ağaç hâlinde büyüyüp, gözle görünür hale geliyorsa, insan da çekirdek mahiyetindeki kabiliyetlerini geliştirmek; onları İslâmiyet suyuyla sulamak, imanın ışıgıyla, İslamın nuruyla aydınlatmak, Yaratana kulluk toprağı içinde büyütmekle başbaşadır. Yani ne yaparsak yapalım üzerimizdeki O mesuliyet duygusundan kaçmanın, Cenabı Rabbulalemiynin vermiş oldugu o İlahi sorumluluk bilincinden uzaklaşmanın imkan ve ihtimali yoktur diye düşünüyoruz ve öylece inanıyoruz…

Hepimiz biliyor ve idrak ediyoruz ki; Zaten insanlar her şeyi kendi başınayken yapar iyilikleri, kötülükleri, haramlara el atarken kötü bir yolda oldugunu bilen insan, Helallarla iç içe oldugu zamanda büyük bir huzurun taa zerrelerine kadar işledigini hisseder, bilir. Komşusunun malına zarar verirken o hasetlik duygusunun altında ezilen ruhu, Bir fakire, yoksula, çaresize sadece Allah rızasını hesab ederek, düşünerek yaptıgı iyiligin, neşenin, sevincin ve huzurun iliklerine kadar işledigine şahit olur…

Bazı köprü altlarında ya da yol kenarlarında ve ya soguk bir günde kaldırıma oturmuş, yanında yarı dolu içki şişeleriyle hırpani ve serseri kılıklı insanları görürüz. Dikkat edelim; ne yazıkki ertesi gün hatta bir sonraki hafta yini o insanları o hâl içerisinde öylesi yerlerde sürünür vaziyette hayatını sürdürdügüne acıyarak bakarız. Bizler kat kat giydigimiz koruyucu elbiselerimiz içinde dışarıda belli bir süreyi ancak sabırla doldururken az sonra Sıcak evimize varacagımızı düşünürüz. İnanıyorum ki bu dogru olan bir düşünce şeklidir…

Ancak buz gibi havada, soguk zemin üzerine bagdaş kurmuş sadece yeme ve içme düşüncesiyle beynlerini programlamış olan bu şahısları, İnsan olmanın vermiş oldugu Akli melekelerimizle bu kimselerin durumlarını anlamakta zorluk çekeriz. Böyle bir hayat olmaz olsun deriz. Mesuliyetten uzak, sorumluluk duygusundan habersiz. Aile saadetinden, çocuk sevgisinden, huzur ve mutluluk ortamlarından uzaklaşmış bir insan modeli karşımızda durur ve bu olumsuz fotografı kesinlikle içimize sindiremeyiz…

Sorumluluk duygusu olmayan bireylerin nasıl rahat yaşadıkları biliniyor. Onlar; vurdumduymaz, yaşantının bilincinden uzak amiyane tabirle hayatın gırgırındadırlar. Belki de canalıcı bir noktadan vurulmadıkları için böyle yaparlar. Ya da gerçekten böyle bir yapıları vardır. Ama sonuçta bu, bir sorumsuzluk duygusudur. Eger bizler insan olarak yaşadıgımız her anı ciddiye almazsak bizim insan olma ve sorumluluk taşıma karakterimizi nereye oturtacagız. Hayatı ciddiye almayan insan aslında kendi kendini adam yerine koymuyor diye düşünüyorum…

Bizden önce İmtihan içinde olup o hayatı öyle ya da böyle bir şekilde dolduran toplumların biyografilerini okudugumda aklıma daima bir nükte gelir; işte yedegi olmayan bir husus İnsan ömrü. Lakin yedegi olmayan bu yaşantının sorumluluguyla birlikte Rabbine kavuşan insanlara İmtihan neticesini yine Yaratan bildirecektir.

Öncekilerin hayatını gözden geçirmemiz eger ibret nazarıyla olaylara bakacaksak bizlere bir fayda saglayacaktır. Akıl nimetiyle donanımlı olan En şerefli yaratılmış varlıklar olarak bizler bu ibreti alamıyorsak kaybedenler safını tercih ediyoruz demektir ki; İşte bizden beklenen çabanın, gayretin ve sorumluluk duygusunun bu olmadıgını anlamamız imdadımıza yetişecektir. Dogru düşünce aklımızı başımıza getirecektir…

Tarihte sorumlulukları olan insanlar sadece kendileriyle, kendilerini sınırlı tutmuyorlar. Yani zararları ya da faydaları sadece kendilerine olmuyor beraberinde kendisini bir şekilde izleyen insanlarıda gittigi yere sürüklüyorlar. Bu hususun iyi ve kötü tarafları var tabiiki : İyi tarafları eger İnsanlık onuruyla, faziletiyle, insan olmanın verdigi sorumluluk duygusuyla insan gibi hayatını yaşadıysa ; inanıyorumki inşaallah Ahirette de kazananlardan olacaktır. Kendisini takip edenlerde kazanacagından dolayı Mükafatı bir degil milyonlarla çarpılacak en güzel CENNET nimetlerine hak kazanacaktır inşaallah. Cenabı Allah bizleri böylece hayırda yarışanlardan eylesin inşaallah…

Kötü taraflarına gelince ; Şayet gününü gün etme çabasıyla insan gibi degilde hayvanlar gibi hayatını sürdürdüyse, silik, şahsiyetsiz, Onun bunun ırzında, namusunda dolanan, Haram helal tanımayan, hiç bir ideali olmayan ve zamanını mide şehveti, cinsel şehvetve tembellikler içerisinde, ömrünü ne olursa olsun, nasıl olursa olsun yiyip içmekle tüketen aynı zamanda haramlarla tamamlayan; kendisiyle birlikte takip edenleride ne yazıkki; Cehennemin gayya kuyusuna sürükleyip götürmüştür bilerek ya da bilmeyerek…

Bu insan makamı ve mevkiisi ne olursa olsun, en tepedekilerden en alttakilere kadar olan ve sorumluluk makamında bulunanlar kendi tavır, hareket söz ve davranışlarıyla kendilerini yer bitirirler. Bu, tarihimiz boyunca böyledir. Büyüklerimizin güzel bir sözü vardır : * İnsan ne yaparsa kendisine yapar * derler. Burada bir önemli nokta daha ortaya çıkıyor şöyleki :

Cahiliyet belirli bir zamana belirli bir vakte mahsus degildir. Cahiliyet, bilgisizlik, başıboşluk, sorumsuzluk bir durum ve vaziyettirki ; dün oldugu gibi, bu günde, yarın da olabilecek bir vaziyettir. Cahiliyet aslında insanın insana hükmetme hadisesidir. Cahiliyet Allahın kullugundan kurtulma çabasıdır. Cahiliyet kulların kullara kullugu hadisesidir. Aslında atalarımız engin zekasıyla insanların anlayacagı lisanı konuşmuşlardır ya tabiiki ibret alanlara mesela demişlerki: İnsana dayanma ölür, agaca dayanma çürür, duvara dayanma yıkılır Allaha dayan, Allaha baglan…diye.

Allahı bırakıp önce kendi nefsini ön plana alanlar sonrada içinden çıkamayacakları kadar şeytanlıkların esiri olurlar. Battıkça batan, hareket ettikçe dahada çukurlara gömülen ve sonunda pisi pisine, bir hiç ugruna ömrü heba etme hadisesidir cahiliyet. Akıl nimetiyle donatılan insanlar aklını başına devşirip en kısa yoldan içinde bulundukları hali degiştirmezlerse. Feci bir sonla karşı karşıya gelecekleri aşikardır…

Yaşadığımız dünya, İnsan, Melek ve Hayvan düzleminde bulunuyor. Hayvanların sorumlulukları yoktur. Yerler, içerler, çiftleşirler. Onlar insanlık için sadece bir hizmet aracıdırlar. Onlar her hangi bir kayıt altında tutulmazlar akibetleride toprak olup gideceklerdir. Melekler görev ehlidirler, onlar da görevlerini yerine getirirler. İnsan her ikisinden de farklıdır. Sorumluluk makamındadır. Bilinç makamındadır…

İnsanlık olarak öyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ki; her türlü kavram kargaşasının yaşandıgı bu zamanda, Acı çekiyoruz, yoruluyoruz, yıpranıyoruz, doğru işler yaptıgımız gibi, yanlış olan fiillerlede muhatap oluyoruz. Ne yazıkki; Kirli bir zaman düzleminde bulunuyoruz. İnsanlığın yaşadığı her mekânda bu böyledir, ama bu yüzyıl, hele hele son zamanlarda kirlilikler iyice artı. İnsanlığın ellerine kirler bulaşıyor, katmanlaşıyor. Bu kadar acının yaşandığı bir zamanda acı çekmemek, sorumluluk duymamak imkanı varmı bilmiyoruz…

Her zaman oldugu gibi bu zaman diliminde de temiz kalmak, arı ve duru yaşamak mecburiyetindeyiz. temiz yaşamak zorundayız. Kirliliklere bulaşmamak ve kirlerden uzak durmak zorundayız. Bulaşıyorsak ondan arınmak zorundayız. Herkesin dogrusu benmiyim ya da tek dogru benmi kaldım deyipte pisliklere bulaşmaya fırsat aramamalıyız. Ellerimizi yıkamak zorundayız, gönüllerimizi,sinelerimizi ve kalbimizi maneviyatımızı temiz tutmak zorundayız…

Biz Müslümanlar yaşama biçimlerimizle dünyada tek de kalsak; Allahın insanlar için gönderdigi DİNİ hayatı benimseyip örnek şahsiyet olma özelligimizi korumak mecburiyetindeyiz. Bu sorumluluğu, sorumluluk bilincini gözümüzü hayata kapatana kadar diri tutmak zorundayız. Günde beş vakit NAMAZ için ABDEST alışımız boşuna degildir. Ellerimizi günde beş kez olabilecek kirlerden arındırmanın hazzını, huzurunu, sevincini ve özelligini bedenimizde taşıyabilmeliyiz. Bedenlerimizi ve ruhlarımızı Allahın emir ve yasaklarına uyarak arındırmak zorundayız…

İnsan ruhunun kirlendiği bu zaman sürecinde ruhların arındırılması bir bilinç gerektiriyor. Ruhların kirlerden arınması, yıkanması gerekmekte. Bunu salt somut şeylerle tanımlamak gerekmiyor. Yani pek fazla izaha gerk yok. Yaşadıgımız hayat, dışa yansıttıgımız imaj ve tarzımız bizi istesekte istemesekte bir biçimde ele veriyor. Yaşama biçimimizi kirletmeden arı, duru ve sadece yaratıcı nasıl istiyorsak teslimiyeti öylece yerine getirmemiz bir kulluk borcumuzdur…

Hiç yoktan kendini süper güç ilan eden zorba ülkelerin zayıf memleketlere savaş açıp milyonlarca insanı katlettigine her gün şahit olmaktayız. İnsanların bu kadar kolay öldürülebildiği bir zaman diliminde, bu kadar kolay gözden çıkarıldığı bir zamanda tamamiyle ümitsiz ve çaresiz zorba güçlere teslim bayragını çeken bir yapı içine girmekte, zalimlerle aynı kategoriyi, aynı safı paylaşmak manasına geleceginden, biz Müslümanlar darlık ve genişlik zamanlarımızda tek dayanagımızın Allah inancımız olmalıdır diye düşünüyorum…

Yani en zorda kalacagımız anlarda dahi hiç bir olay Allaha inancımızı sarsmamalı bilakis bizleri daha da kuvvetli bir İmana yönlendirmeli, sevk etmeli diye düşünüyorum. Çok duyarlı bir İMANİ yapımız, her olabilecek hadiseye karşı çok hassas bir yapımız ve ruhumuz olmalı. Bu saglam İmani yapımız bizleri hiç bir zaman ümitsizlige sevk etmemeli. Hayır ve Şerrin Rabbimizden geldigi inancını, İtikadını, Amentüsünü taşıyan inançlı insanlar olarak her halukarda Rabbimize baglılıgımızı ve teslimiyetimizi diri ve canlı tutmalı pısırıklıktan ve zoru gördügünde zorbalara kolay teslimiyetçilikten kaçınmamız gerektigine inanıyorum…

Cenabı Hak biz Müslümanlardan güzel duygularımızı, hissiyatımızı almasın. Müslümanlar her olay karşısında hassasiyetini korumasını bilmelidir. Müslümanlar bir sanatçı duyarlığında, en küçük acıya ağlayabilen, en küçük bir ayıp karşısında yüzleri kızarabilen insanlar olmak durumundayız. Kaşarlanmışlık, nemelazımcılık, vurdum duymazlık bizim alanımızın dışındadır. Biz sorumluluk duyarız, bunun acısını en içden duyan bir yapıya sahibiz. Seviniriz, üzülürüz insan olma vasfından da uzaklaşamayız. Acımasız tavırlar Müslümana yakışmaz. Müslüman merhamet duygusundan kopamaz inancındayız…

Bizler etten ve kemikten yaratılmış insanlar olarak insani duygularla dolmak durumundayız. İnsan da ruh, kalp, akıl, hatta hayal gibi yeteneklerini yaratılışına uygun olarak, İlâhî kılavuz Kur’ân’ın gösterdiği program çerçevesinde kullanmakla yükümlü oldugumuzun bilincini taşımaktan kıvanç duyarız..

Şayet sadece fanî, geçici zevk ve lezzetleri arkasına düşecegimiz gaye, maksat olarak görüyorsak bunun yanlışlıgı hemen ortada sırıtır. Eğer insan sırf bunlar için yaşasa, bunların peşinde koşsa, gayet dar bir daire içinde boğulup gider. Kendine verilen bütün organ, duygu ve kabiliyetler de ondan şikâyet ederek Mahşerde onun aleyhinde şahitlik eder ve dâvâcı olurlar inancını taşıyoruz…

Müslümanlar eğer kendilerni şu geçici dünya hayatında misafir bilseler, misafir oldukları ve her şeyin kendilerine hizmet etmekte yarıştıgı ikramı bol mekanda, Yaratan Rabbinin izni dairesinde ömür sermayesini kullansa geniş bir daire içinde sonsuz bir hayat için güzelce çalışır, teneffüs edip istirahat eder; sonra yücelerin yücesine çıkabilir. O zaman insana verilen bütün azaları, ondan memnun olarak Ahirette lehinde şahitlik ederler.

Evet yaratılışımızdaki her türlü azamızın her yönüyle hayrete düşürücü görme, işitme, hissetme, koklama duyularıyla her türlü bedeni yapımızın, bu önemsiz dünya hayatı için değil, belki çok daha önemli baki, ebedi, hiç tükenmeyecek olan hayatı kazanmak için verildigine inanıyorum. Onun için İnsan bedeni yaşarken nasıl dokunulmaz ve şerefli ise, öldükten sonra da öyle dokunulmaz ve şereflidir…

Peygamber Efendimiz Tirmizi de kayıtlı bir Hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Allah, sizin nasıl davranacağınıza bakmak, dünyada emir ve yasaklarına uymanız için Kendine halife yaptı…** Ne kadar büyük bir rütbe, ne kadar yüce bir makam ne kadar ulaşılmaz bir meziyyet, Ne kadar nurlu bir güzellik ve Fazilet…

Allahım sana binlerce şükürler olsunki bizi en mükemmel olarak gönderdigin DİNİ İSLAMLA şereflendirdin. Bizleri bu dini mübinin yolundan ayırma. Bizleri SIRATI MÜSTAKİMDEN ayırma. Bizleri Ehli Sünnet ve Cemaat yolundan ayırma. Bizlere bu DİNİ daha iyi anlama, kavrama azmi, gayreti ve çabasını nasib eyle. Bizler yalnız senin huzurunda durur, yalnız senin huzurunda egilir ve secdeye kapanırız. Bizler yalnız sana kulluk ederiz. Bizlerden bu şuuru, bu bilinci eksik etme. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…

Sermed Kadir… 10.01.2005

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.