Karun ve Kapitalizm Belası

Cenabı hak Mü’min suresi ayet 23-24.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Andolsun Musayı ayetlerimizle ve açık bir delil ile Firavuna, Hamana ve Karun a gönderdik te onlar: ‚’ Bu bir sihirbaz, bir yalancıdır dediler…*** Bu ayette de belirtildigi gibi Musa aleyhiselamın kendilerine gönderildigi üç önemli kişiden birisi de KARUN dur. Şurası bir gerçektir ki; Firavun siyasi zulüm ve baskı da alem yani belli bir sembol oldugu gibi, Karun da mal, mülk, para yani mali hususlarda baskı ve vurgunculukta sembol olmuş bir şahsiyyettir.

Karun hikayesi de ihtikarcı, vurguncu bir kapitalist kıssası olarak zamanımıza kadar mahiyetini devam ettirmiş bir çarpık sisitemin öncülügünü anlatmaktadır. Karun Musa aleyhiselamın kavminden bir kişi idi. Bize kadar ulaşan Kaynakların ifadesinie bakıldıgında Musa aleyhiselamın akrabası oluyordu. Karun aynı zamanda, israilogulları içerisinde Tevratı en çok okuyanlardan birisiydi. Hatta Tevrat tamamiyle Karunun ezberinde idi. (Ömer Nasuhi Bilmen tefsiri)

Karun, Rivayetlere baktıgımızda degişik dallarda geniş bir ilme sahipti. Kimya ilmi ile meşgul oldugunu da söyleyenler olmuştur. Karun kavmine karşı büyüklendigininden dolayı elbisesini bir karış uzun tuttugu ifade edilmektedir. Yaşadıgı toplum içerisinde, Yüzü yani simasının güzelliginden dolayı kendisine Nur ve münevver adı da verilmiştir.

Karun deyince aklımıza ilk gelen husus öncelikle büyük bir zenginlik timsali gelmektedir. Karun o kadar zengin birisiymişki bu zenginliginden dolayı içinde bulundugu toplumun deger yargılarını hiçe sayar olmuş, hiç bir güzel söze aldırış etmezmiş, vaaz ve nasihatler, ögütler kendisinde en küçük bir tesir bırakmazmış, herkese karşı böbürlenen, kibirli büyüklük taslayan bir yapının sahibiymiş Karun…

Karun başlangıçta Musa aleyhiselama ve getirdiklerine İman etmiş olan bir kişiydi. Ancak bu imanı münafık olanların imanı neviindendi. Musa aleyhiselamın ve Harun aleyhiselamın Peygamber olmasından dolayı onlara haset ediyor, onlara içten içe kinleniyor ve kendisine neden böyle bir şeref verilmediginden dolayı içi içini kemiriyordu. Bu husus aynı Velid bin Mugire kafirinin Peygamber efendimize haset edipte ona düşmanlık beslemesine benziyor.

Hani velid bin Mugire ne diyordu ? Ben mekke ile Medine arasında kimsenin sahip olamayacagı kadar arazinin sahibiyim benden zengin birisi yok. En çok evlat sahibi benim, içinizde en çok okuyanınız, edebiyatı sanatı şiiri en iyi bileniniz benim böyle oldugu halde Peygamberlikmakamı neden bana degilde Ebu Talibin yetimine verildi diye kibir ve büyüklenmesiyle etrafına her türlü baskı unsurunu yayıyordu lakin sonu pislik içerisinde berbat bir şekilde kimsenin ilgilenmedigi bir leş gibi mezbelelige- çöplüge atıldı da Peygamber efendimizin emriyle sonunda bir çukur nasibi oldu…

Aynı hesap onun fikir dedelerinden olan Karun da yavaş yavaş düşüncelerini açıga vermeye başladı Münafıklıgını beyan etti. Zaman içerisinde Musa aleyhiselamın göstermiş oldugu mucizelere sihir diyerek o mübarek Peygambere eziyet verenlerin safında yerini almıştır. Evet Karun sonunda kendi kavmine de ihanet etmiş bulundukları yerden israilogullarını sürmeye niyetli olan düşman güçlere destek vermiştir.

Kendi çıkarları dogrultusunda kendi halkına ihanet etmeyi bile göze alan Karun bu hareketlerinin mükafatını Firavundan almasını bilmiş makam ve mevkii düşkünlügünü Firavunla birleşerek ve onunla ortak hareket ederek elde etmiştir. Kuranı kerime baktıgımızda Rabbimiz bütün deger yargılarını bırakıp, Allahın nimetine sırt çevirip sadece mala, altına , gümüşe, paraya güvenmenin insanı ne hale getirdiginin sonuç olarak perişanlık ve zelilligi Rabbimiz ayetleriyle gözler önüne sermektedir.

Rabbimiz kasas suresi ayet 76-82.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Gerçekten Karun, Mûsâ’nın kavmindendi. Ama, onlara karşı azdı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, güçlü kuvvetli bir topluluğa ağır geliyordu. Hani, kavmi ona ‚Şımarma; çünkü, Allah şımaranları sevmez. Allah’ın sana verdiği şeyde âhiret yurdunu gözet, dünyadan da payını unutma.

Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk isteme; çünkü, Allah, bozguncuları sevmez‘ demişti de, O, ‚Bu servet bana, ancak, bende olan bilimle verilmiştir‘ diye cevap vermişti. Bilmez mi ki, Allah, önceleri, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok etmiştir. Suçlulardan suçları sorulmaz.

Derken debdebe içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler, ‚Nolurdu, Karun’a verilen gibi bizim de olsaydı; doğrusu, bu, büyük bir hazdır‘ demişlerdi. Bilgilendirilmiş olanlar da, ‚ Yazıklar olsun size; İnanan ve yararlı iş isleyen kimseye Allah’ın sevabı daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir‘ demişlerdi.

Derken, kendisini de, konağını da yerin dibine geçirdik. Şimdi, Allah’tan başka kendisine yardım edebilecek kimseler de yoktur. Kendini savunabilenlerden de olamamıştır. Daha dün onun durumuna imrenenler, „Vay, demek ki, Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletiyor da, daraltıyor da. Eğer bize lûtfetmemiş olsaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki, kâfirler gerçekten kurtuluşa erişmiyor‘ demeğe başladılar“ ***

Yine Ankebut suresindeayet .39.da Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır:*** Karunu, Firavunu ve hamanı da helak ettik. Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yer yüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki – azabımızı aşıp – geçebilecek degillerdi. ***

Tabiidirki Karun hakkındaki bu ifade edilen gerçegi her konuda oldugu gibi yine Kuranı kerimden böylece ögrenmiş oluyoruz. Evet Karun elinde bulundurdugu maddi şeylerden dolayı şımarmış, büyüklenmiş, böbürlenmiş ve zaman içerisinde bu hareketleri en son raddeye ulaşmış ve böylece haddi aşmıştır. İnanıyoruzki maddi ve manevi olarak hiç bir suç cezasız kalmayacaktır. İlahi adaletin tecelli edecegini imanımız tamdır. Karun hadisesinde de İlahi adalet daha dünya da iken tecelli etmiş; Karunun bu şımarıklıgının büyüklenmesinin cezası olarak Allahu teala onun evini, barkını, konagını, sarayını nesi var nesi yoksa yere batırıp helak etmiştir. Karun malı, mülkü, toplamış oldugu hizmetçileri ve etrafındaki yardakçıları maiyeti kendisine fayda vermemiştir.

Zaten kendisi de kendi kendine yardım edecek degildi acizliginden haberi olmayan kendisini tabir caizse dev aynasında görenler bir ibret alabilseler her şey, düzen, nizam ve intizam en iyi şekline gelecek lakin; bir insanoglu acizligini itiraf edip Allaha teslimiyete hazır olabilse, Allaha ve onun şanlı rasullerini yalanlamasa ona itaat etse geleceginin sadece ve yalnızca Allaha kullukta gizli oldugu şuuruna varsa…

Allaha iman etmeyenlerin ortak bir yanı vardır o da Şeytanın kul ve kölesi olmaları hadisesidir. Karun olayı da aynı şekli ile tecelli etmiştir şöyleki; Musa aleyhiselam Firavun ve Hamanla birlikte Karuna da gönderilmiş olduguna göre, demek ki bu üçünün azgınlıkta ve ve bozgunculukta ortak bir yanları vardır. Yani üçü de işbirligi içerisindedir.

Zaten hor ve hakir görülen, arada bir kıyıma ugratılan ve tam bir denetim altında tutulan Firavun dönemindeki İsrailogullarından her hangi birinin Firavun ve çevresiyle onların menfaatı yönündeki, işbirligi kurmamış olması halinde böylesi büyüklükte bir zenginlige kavuşması mümkün olmayacagına göre, açıktır ki Karun, kavmi olan İsrailogullarını da işbirligine çekmek için akıllarını çelmeye onları aldatmaya, kandırmaya ugraşmıştır.

Bu menfaat budalası, işbirlikçi ve kavmin diger kimselerini de aynı dogrultudaki işbirligine davet, Karun un azgınlıgının kural tanımazlıgının yalnızca bir yönünü teşkil etmekte. Diger taraftan bilgi, servet ve bunların getirmiş oldugu cahili cesaret şeklide diger yüzünü ortaya sermektedir. Aslında içerisinde bulundugu kavmi Karunu bildikleri şekilde uyarmışlardır şöyleki: Karunun servetinin Allah vergisi oldugunu hatırlatma gibi…

Karun bu tür uyarılara karşılık servetinin kendisinde bulunan bir bilgiden dolayı oldugunu öne sürerek hem Allah vergisi oldugunu inkar yoluna sapmış hem de servet ve bilgi arasında kendi mantıgıyla bir baglantı kurmuştur. Karun gerçekten de serveti bütünüyle kendi becerileri ve yetkinligi içinde görmüş, bütün kazanımlarını kendinde olan bir bilgi ye bagladıktan sonra, o servetini, kazanımlarını kullanımında da keyfilik içinde serbestçe hareket edecegi varsayımıyla gösteriş yapmış, şımarmış, kibirlenmiş ve büyüklenmiştir.

Karunun mantıgı, Bu sahip oldugu imkanları kendi becerilerine has kılma ve o imkanlara dayanarak yüce yaradanı hem başta ve hem de sonda dışlama haşa yok sayma olayıdır. Karun, servetiyle, mal ve mülküyle Yüce Allah karşısında büyüklenmiş ve büyüklendirici bu serveti de kendinde olan bir bilimden dolayı sayarak ve göstererek yüce Allahı bütün dışlamanın yollarını araştırarak kendisinin haklı oldugu mantıgına sarılmıştır.

Her zaman isyankarlık içerisinde ve olumsuzluklara gebe olan toplumlarda oldugu gibi bu ve buna benzer sorgulayıcı ve muhalif mantıga şeytan mantıgı diyoruz. Bu hususun gerçek ve hakiki bir bilgiyle ve ilimle alakasının olmadıgına inanıyor ve sadece kendi zannıyla hareket edenlerin er geç kaybedenlerden olacagı gerçegini ifade ediyoruz.

Ve inanıyoruz ki gerçek bilgi yok olana degil, yokluga degil, hiç lige degil VAR olana, varlıga bir olana, tek olana ileticidir. Nasıl ki; Karun bütün varlıgını, servetin, edinmiş oldugu herşeyi kendi bilgi, beceri ve kendinden olan hasletlerinden dolayı kendine malederek helak olup gittiyse, onun yolunda hareket edenlerin de sonları aynı Karun da oldugu gibi hüsranla neticelenecektir.

Serveti malı ve mülkü kendi bilgi ve becerilerinin eseri olarak görenler ve öyle sananlar için de büyük bir azap ve felaket uyarısı her zaman bakiidir. Bu baglamda, öyleyse diyecegiz, Karun kendisinde bilim oldugunu öne sürmekle birlikte, gerçek bilim den uzak, kendi zanlarını bilim sayan ve böylecede dogru yoldan sapan ve haliyle de saptırmak isteyen bir yalancıdır ve şarlatandır.

Tabiidirki böylelikle Karun un kurmuş oldugu sakat mantık ve çarpık ilişki de büyük bir yanlış aynı zamanda yalandır. Anlaşılmaktadır ki, Karunun malı, mülkü, servetiyle birlikte yerin dibine geçirilmek suretiyla helak olmasına yol açan sebeplerden biri, onun Şeytanla, Firavunla, Hamanla, dayanışmaya giren bir işbirlikçi ve bu dogrultuda azmış birisi, Yüce Allahın verdigi zenginligi, serveti ve maddeyi ilahlaştıran bir şarlatan oldugu gözler önüne serilmektedir.

Söz konusu kişi Karun olunca ister itemez konumuz ekonomiye ve Kapitalizme kaymaktadır. Kapitalizm kısaca ifade edecek olursak. Sermaye olarak kullanılan, malların özel ellerde veya şirketlerin mülkiyetinde bulunması, yatırımların devlet kontrolünden ziyade özel kararlarla tesbit edilmesi ve eşya üretiminin, fiyatının ve dagıtımının serbest pazara göre tayin edilmesi şeklinde işleyişi olan bir ekonomik sistemdir.

Ya da Kapitalizm; Aşırı faiz karına ve sınırsız ferdi mülkiyet ve hürriyete dayanan bir ekonomik ifade ve işleyiş biçimidir. İslam dini faizi haram kıldıgı, ferdi mülkiyet ve hürriyeti bir çok yönden sınırladıgı için Kapitalizmle bagdaşmaz. İslam dini, zamanımızda nerdeyse tamamen geçerliligini yitiren komunizmi ve Kapitalizmi aşırılıklarından dolayı şiddetle reddeder.

Her iki doktrinle dinimiz temelde uyuşmaz. Çünkü bu iki ideolojik yapı tamamiyle materyalist bir düşünce ve uygulama biçimidir. Kapitalizm maddeden başka bir şey düşünmez onun için öncelikle maddi kazanç ve menfaatlar ön planda gelir. Komunizm aslında Kapitalizmin gayrimeşru çocugudur. Komunizmi senelerdir insanlıgın başına bela edende zaten Kapitalizmdir. Bu yüzden Komunizm kadar kapitalizmde DİN e ve insanlıgın mutluluguna ve saadetine düşman bir ideolojidir. (Ramazan Nazlı. Faşizm, komunizm ve İslam.)

Bilindigi gibi zamanımızın her yönüyle en tehlikeli rejimi ve insanların hayatına her yönden giren Kapitalizm olmuştur. Kapitalist sistemlerin üretim ve tüketiminde bütün insanlıgın yanında Müslüman kimselerin de alet edilmesi iktisadi yani ekonomik hayatı felç etmiş yaşanmaz hale getirmiştir. Bilinmelidir ki; zengin ya da fakir kavramlarını, izahını, anlamlarını İslam dinine göre degil de diger sistem ve ideolojilere göre anlayan ve degerlendiren her kes bu hususta her zaman hata ve yanılgı içerisinde olacaktır. Dünyaya deger veren bir kalbin ve ruhun sahibi olan bir kişi Ahirete deger vermeyecektir. Dünyayı elinde tutacagı yerde, dünya sevgisini kalbine ve ruhuna sokan insan, bilinmelidirki ahiret yurdunu kaybetmekle yüz yüze kalacaktır. İslam Dininin fakirlik ve zenginlik meselesini ögrenmemiş insanların, yoksullara, fakirlere, yetimlere el uzatması mümkün degildir.

Günümüzde Ne Amerika ne avrupa birligi ülkeleri ne Rusya fakirlige ve sosyal dengesizlige çare olamamışlardır. Sadece Emekliler, köylüler, işçiler ve memurlar diye belli zamanlarda kendilerinin bile inanmadıkları laf edebiyatı yapmakta ve bu kesimler üzerinden seçim ve buna benzer zamanlarda bol bol konuşma yolunu tercih etmektedirler.

Özünde İslam dininin ferdi olarak degil, toplumsal bir kuvvet olarak yaşanabilir bir DİN oldugu her Müslümanın bildigi ve inandıgı bir husustur. Namazlarımızı, Hacc ve Kurbanlarımızı nasıl bir birlik ve kuvvet içerisinde, Cemaat kimligimizle yapıyorsak, ticari ve ekonomik hayatımızda da birlik ve toplumsal kuvvet ortaya koymamız tabiidir ve kaçınılmazdır.

İslam adına ve Allah için yapılacak bu ihlaslı çalışmalar Müslümanlara sadece dünya sevgisi vermeyecek, gönüller fakirleşmeyecek böyle oldugu takdirde; Ekonomik hayatta söz Müslümanlardanım diyenlerin olacaktır. Tarihi bir gerçektirki Müslümanlar hep veren el olmayı tercih etmişler ve yakın zamana kadar da bu husus böylece devam etmiştir.

Lakin ne acı bir gerçektir ki bugün Amerika ve avrupa veren el durumunda, Müslümanlar ise alan el haline gelmiş ya da getirilmiştir. Her Müslüman bilir ki; veren elin sahibini Peygamber efendimiz (sav) Müslüman biri olarak görmek istemiştir. Dini ve Mukaddes degerlere önem verildigi zamanlarda tabiiki Müslümanlar hep veriyorlardı. Şimdi devlet diye anılan çgu yerlere Osmanlı hep veriyordu. Bazan borcunu erteliyor, bazan borcunun yerine ne olursa mesela yumurta alıyordu.

Osmanlı aldıgı yumurtanın beyazını çimento olarak kullanıyor ve muhteşem camiilerimiz süleymaniyelere, selimiyelere harç yapıyordu. Fakat bunları yaparken hep veren el konumundaydı hep veriyordu. Ne zamanki Müslümanlar veren el olmaktan çıkıp, alan el durumuna düştü ve bir daha da dilencilikten kurtulamadı. Yardım aldıkça emir aldı, emir aldıkça yavaş yavaş degerlerinden kaybetmeye başladı ve bir baktık ki dilenciler efendi efendiler ise dilenci olarak yer degiştirmiş.

Bugün bir Müslüman Finanz kurumları olan bankalara güvendigi kadar müslüman kardeşine güvenemiyorsa hep kaybeden yine Müslüman görünen odur ki, kazananalarda hep para kaynaklarının baş köşelerini tutmuş olan Yahudiler olacaktır. Çareler hususunda örnek alacagımız olaylar yokmu tabiiki var. Örnek ve önderimiz Peygamber efendimiz (sav) gün gelmiş karnına taş baglamış amma ekonomik hayatta ashabını Yahudiye köle olmasına müsade etmemiştir.

Hicret anında, Medine pazarında söz sahibi olan Yahudi, zaman içerisinde tüketime mahkum edilmiştir. Ama bu husus ellerindeki malları alınarak gasp edilerek pazarlardan kovularak degil, Müslümanların ticari hayata el atmasıyla bu iş gerçekleşmiştir. Birazda olması gerekenlere deginecek olursak; İslamda zengin; tabir caizse bir ignenin dahi hesabının verilecegi bilincinde hareket ederek üzerine düşen vazifeyi kılı kırk yararcasına hayatını devam ettirmeye gayret sarfeden bir emanetçi konumundadır. Bu açıdan bakıldıgında Zengin olan müslümanın sorumlulugu, mükellefiyeti fakir olan Müslümandan kat kat fazladır.

Komşusu aç iken kendisinin tok yatmaması gerektigi bilincine varan zengin hangi malın nereye ne şekilde harcanacagının titizligini gösteren, fakir birileri hayat şartlarının zorlugu altında kıvranırken ve cefa çekerken gününü gün edip eglence yerlerinde sefa sürmeyen, zenginliginin hakkını verebilecek bi,r kabiliyet ve duyarlılıkta olması icap eden kişidir Müslüman zengin.

Mutlaka Müslüman zengin de olmalıdır ama Mal ile imtihan olma gerçegini de aklından çıkarmadan o malı sadece dünya eglencesi olarak degil, aynı zamanda Ahiret güvencesi olarak ta görebilmeli adımlarını ona göre atmalı, hesap gününü hiç bir zaman aklından çıkarmamalıdır. İslami düşüncede Fakirin durumu da başka bir tablo arzeder. Müslüman fakir de mutlaka çalışmalı, tevekkül etmeli, şükür etmeyi unutmamalı, İsyan her zaman şikayet, haset ve kin gibi olumsuz hareketlerden de kaçınmasını bilmelidir.

O hiç bir zaman zenginler gibi yaşamaya kendisini zorlamamalıdır. Müslüman bilirki, Zengin olan elindeki malın sadece hizmetçisidir. Zengin olan o mala hizmetçilik yaparak sevap ve mükafat elde ederken, fakir de başka yönlerden sevap elde etmeye gayret sarfeder. Zira Sahabilerin fakir olanları Peygamber efendimize gelerek. * Ya rasulullah zengin arkadaşlarımız Allah yolunda mallarından tasadduk ederek – sadaka vererek sevap yönünden bizi geçiyorlar.

Bizim malımız yokki verelim.* dediklerinde Peygamber efendimiz onlara: ** size, yaptıgınız takdirde zenginlerin mallarıyla aldıkları sevabı kazandıracak bir amel söyliyeyimmi ? ** Evet ya Rasulullah. ** Öyleyse her Namazınızın peşinden tesbihat yapınız.** buyurmuşlardır. Daha sonra fakir sahabilerin tesbihat yaptıgını gören –Sübhanallah- Elhamdulillah- Allahuekber- zikirleri- zengin sahabiler de tesbihat yapmaya başladılar…

Bir düşünürün para, mal, mülk yani zenginlik hususundaki sözü şöyle. Paraya sahip olursan çok iyi bir hizmetçidir, para sana sahip olursa çok kötü bir efendidir. Müslüman paraya sahip olmasını bilip onu kendisine hizmetçi yapmalı, kendiside Allah yolunun hizmetçisi olmalıdır. Yoksa paranın hizmetçisi olmamalıdır. Bilinmelidir ki maddi refah ve sermvet insanları şımartıyorsa, bu kimseler mallarına güvenip te Allahtan bile korkusuzca hareket ediyorlarsa bu insanlar bilmelidirlerki Tevhid akidesine karşı isyankar bu tutum ve davranışlarıyla Karunlaşıyorlar demektir.

Zamanımızda da kimi insanlar, fiilen tam bir materlalist hayatın içerisinde gününü gün gecesini ise kendilerine göre neşe ve zevk kaynagı, lakin gerçekte zindan etmektedirler. Cemiyet ve toplum genelinde düşündügümüzde zengin –fakir tabakaları arasında korkunç uçurumlar olmakta, zenginler haşa Allah yokmuş gibi düşünce ve yaşayışlarında sonsuz lüks ve sınırsız israf içerisinde yaşarlarken, fakirleri tamamiyle unutmaları sosyal boyutu çok feci olabilecek toplumsal patlamalara ve fesat yumagının artmasına sebep olacakları aşikardır.

İnsan her zaman insandır, sadece yaşanılan zaman içerisinde bazı eşya ve ihtiyaç maddelerinin renk ve biçimleri degişmektedir. Mesela Cahiliye döneminde asaslet, şeref ete ve kemige; altın ve gümüşe göre şekilleniyordu. İslam dini gelip hayata hakim olunca bütün bu cahili deger yargılarını reddetti, kökten silip attı. Allah korkusunu, insan varlıgını temel unsuru yaptı. Zira yaratıcı insan varlıgının sadece dış biçimlerine, para cüzdanlarının büyüklügüne, şişkinligine deger vermez. Ancak onların kalbindeki imana deger verir.

Bu iman ve inanç şeklinden yola çıkarak diyoruz ki: Kim ki insanları, altındaki arabasına, içinde oturdugu, saraylara, villaya, konaga, eve, kasalarında saklanana ya da bankada yatırdıgı paraya göre degerlendirirse iyi bilsinki böyle bir insan, adı müslüman bile olsa, adı hacı, hoca, şeyh bile olsa ruhu kararmış Karun vari hareket tarzını benimsemiş kaybedenlerdendir. İnsanları renk ve ırka, fakirlik ve zenginlige göre degerlendirmek cahiliye ölçüsüdür diyoruz.

Unutmayalım ki, asıl zenginlik iman zenginligi; asıl fakirlik ise, imansızlıktır. Müslümanlar olarak bizler diger din ve kültür izleyicilerinden farklıyız. Bizler Rabbimizin üzerimize yüklemiş oldugu kutsal emanetin bilincine varıp, maddi ve manevi benligimizi inandıgımızı söyledigimiz imanımız dogrultusunda ve o kalıba sokmak ve öylece hayatımızı şekillendirmek zorundayız. Bizim hayatımız, bizim ülkümüz, bizim gayemiz, bizim bu ugurdaki çabamız, bizim hayata bakış açımız mutlaka diger inanç ve kültür temsilcilerinden farklıdır.

Bizler farklıyız. Bizlerin Namazı, ibadeti, hayatı, ölümü, ancak ve ancak alemlerin rabbi olan Allah (cc) içindir. Gayemiz Allahın rızasını kazanıp sevgi ve güzellikler diyarında onunla ve onun sevdikleriyle beraber olmaktır. Bizler farklıyız dış görünümüyle, aile hayatıyla, ahlakıyla, usulüyle, metoduyla tamamen diger toplumlardan farklı olması gerektini bilenlerdeniz. Bizler Müslümanız teslim olanlardanız.

Bu itaatı boynumuza borç olarak biliyorsak ki öyledir; şahsiyetimizi, kişiligimizi her türlü hal ve hareketlerimizi inancımızın istedigi şekle büründürmeliyiz. Uhud savaşında şehid olanları ziyaret eden Peygamber efendimiz (sav) şöyle hitap etmişlerdi: ** Ben Allaha şirk koşmanızdan degil dünya malına aldanıp Ahireti unutmanızdan korkuyorum.**

Efendimiz (sav) Bir başka hadisi şerifinde ise mealen şöyle buyuruyor: ** Ben sizin fakir düşmenizden degil zenginleşip dünya malına aldanmanızdan ve helak olmanızdan korkuyorum.** Şurası bir gerçektirki Peygamber efendimiz (sav) ve onun güzide ashabı dünyaya ve dünya malına baglanmaktan şiddetle çekinmişler bu konuda çok titiz ve hassas davranmışlardır. Peygamber efendimiz (sav) yine bir hadisinde mealen: ** Hira dagı kadar altınım olsa üzerinden bir gün geçmeden hemen dagıtmak isterdim…** buyurmuşlardı.

Bunları ifade ederken şüphesiz bu ve bunun gibi rivayetler dünyadan kaçışın,kopuşun, dünya malına meyletmeyişin anlamı dünya hile hiç ugraşmamak, gayret göstermemek ve tabir caizse dünyadan el etegi çekmek olarak anlaşılmamalıdır. Müslüman tenhalarda ıp ıssız yerlerde degil toplum içinde, cemiyet ve cemaat içinde ve insanın çok oldugu yerlerde, şehir içerisinde İslamın şuuruna sahip olarak yaşayan insandır. Ama malı, mülkü, dünya nimetlerini, parayı, altını ve gümüşü her şeyden fazla seven konumuna da düşmemelidir. Müslüman dünya malına davası ve inancı ugrunda bir araç olarak bakan hiç bir zaman amaç kabul edip, ona kul köle olmayan şahsiyyettir.

Bunları ifade ederken birçoklarının zannettikleri gibi tarihin o dönemlerinde mal mülk ve yiyecek maddeleri az veya kıt tamamiyle eksik ve yok degildi fakat asrı saadetten itibaren bütün zamanlarını mal, mülk toplamakla geçirmediler ve kafalarındaki düşünce de yalnız mal ve mülke sahip olma arzusu yer etmiyordu. Daha sonralarda Yunus emrenin bir dörtlügünde bu düşünce şu şekilde dile getirilmiştir. * Ne varlıga sevinirim, Ne yokluga yerinirim, Aşkın ile övünürüm, Bana seni gerek seni…*

Evet bu dörtlükte de anlatıldıgı gibi, Müslüman zenginligin ve malın sarhoşu olmadıgı gibi, fakirligin de şikayetçisi ve kibirlisi degildir. Zira bilirki Cenabı hak zenginligi istedigine verir ilmi ise isteyene verir. Hülasa Kapitalist dünya görüşünün telkin ettigi ve yönlendirdigi gibi Müslümanın istek ve arzusu sonsuz degildir. Zira kendisi fani ve ölümlü birisinin arzusu sonsuz olamaz. Müslümanın arzuları ölçülü ve sınırlıdır.

Müslümana nimet olarak verilen mal mülk ve zenginlik bir emanettir. Mutlaka bir gün onun hesabı sorulacaktır. Kapitalizm gibi diger bütün ideolojiler korkunç bir ihtiras ve tutku halinde sadece bu dünya ve maddi yaşamaya bakarken Müslüman zengin hesabını veremeyecek maldan her an Allaha sıgınmanın sancısını taşıyacaktır. Aksi halde insanın hem dünyasını hem Ahiretini berbat eden korkunç virajlardan tepetaklak uçurumlara yuvarlanması içten bile degildir.

Müslüman Helal yoldan sırf inancı ve davası yolunda, Allah rızasını gözeterek sarfetmek için kazanabilen zengin elbette çok şerefli ve haysiyetli, saygınlıga, hürmete layık bir yerdedir ve kıyamet günü Peygamber Efendimiz ile (sav) birlikte haşredilecegi müjdesini alan insandır. Bu gün her zamandan fazla İslamı yaşayan insana ihtiyacımız oldugu bir devirde zenginimizin daha duyarlı ve şefkatli ve her zaman mütevazi, Fakirimizin de sabırlı ve şükreden bir kul olması DUA sıyla Allah tan (cc) Bütün Müslümanlara Dünya ve Ahiret saadeti niyaz ediyorum…

Allahım bizleri mal, mülk, para, altın, gümüş ve her türlü zenginligin getirdigi sapıklıktan muhafaza eyle. Hakkın sapkını şeytan, Gurur kibir ve büyüklenme sapkını Nemrut, Dogru yolun ve iktidarın sapkını Firavun, Para, mal, mülk ve zenginligin sapkını Karun, İlmin sapkını Belam idi, bu ve bunun gibi sapıklıklardan bizleri muhafaza eyle ya Rabbi.

Allahım bizlere öyle kuvvetli bir İMAN ihsan eyle ki, hiç bir şey onu sarsmasın ve hiç bir şekilde yılgınlık ve karamsarlık çekmeyelim, sapıkların torunlarının oyuncagı olmayalım. Bizleri hakkı hak bilip hakka ittiba eden baglanan, batılı batıl bilip batıldan ictinab eden kaçınan kulların zümresine dahil eyle sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…

Sermed Kadir… 13.12.2008

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.