Kitap ve Hikmet Bütünlüğü

Rabbimiz Bakara suresi ayet 151.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Nitekim kendi içinizden size, Ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size KİTABI, HİKMETİ ve daha önce bilmediginiz bir çok şeyi ögreten bir Peygamber gönderdik…***

Peygamber Efendimiz bir Hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Güzel bir yol açana onun sevabı ve kıyamete bu yoldan gidenlerin sevabı vardır. Kim de kötü bir yol açarsa, bu yolun sorumlulugu ve Kıyamete kadar bu yoldan gidenlerin sorumlulugu ona aittir… (Muslim, İbni Mace) **

Şehid Seyyid Kutub (Rh.a) Bu ayeti kerime hakkındaki izahında diyorki; * Müslümanlara kendi aralarından Peygamber gönderilmesinin ve onların MÜSLÜMAN olarak var olmalarının, Ataları Hz. İbrahimin Duası ile Peygamberimiz dönemindeki İslami hareket arasında kurulan ilişki çok derin ve düşündürücü anlamlar içerir. Bununla Müslümanlara anlatılmak isteniyor ki; var oluşları ve hareketleri sonradan ortaya çıkma bir şey degil, tersine eskiye dayalı ve köklü bir olaydır…

Yani Peygamberlik misyonunun sizin toplumunuza sunulması, son Peygamberin sizin aranızdan seçilmesi, yüce Allahın size yönelik onurlandırıcı bir bagışıdır. Buna göre O size ne okuyorsa HAKTIR, GERÇEKTİR. Bu cümlenin bize düşündürdügü diger bir incelik, yüce Allahın kullara kendi kelamı ile, bu kelamın onlara Peygamberi tarafından okunması sureti ile hitap etmesinin ne büyük bir bagış olduguna dolaylı biçimde deginilmiş olmaktadır.

Eger Yüce Allah bagışlayıcı olmasaydı, eger bu bagışlayıcılık sürekli olmasaydı, eger bu bagışlayıcılık sürekli akan bir nehir gibi kesintisiz olmasaydı ve eger Allah, başlangıçta onların yaratılış hamuruna ruhundan bir soluk üfleyerek kendilerini bu nimete yetenekli, bu bagışa kucak açan bir oluşumla donatmamış olsaydı bu insanlar kim ve neci olabilirlerdi ki..?

Eger Allahın RAHMETİ olmasaydı, bu insannların bir teki bile kötülüklerden arınamaz, temizlenemez ve yücelemezlerdi. Fakat yüce Allahın gönderdigi Peygamber bu insanları temizliyor. Bu Peygamber onların ruhlarını Allaha ortak koşma lekesinden, cahiliye pisliginden, insan ruhunu baskısı altında ezen, onu çürüten sakat düşüncelerin KİRİNDEN ARINDIRIYOR…

Bu Peygamber, insanları aşırı arzuların, doyumsuz ihtirasların ve içgüdülerin igrençliklerinden kurtarıyor da bu sayede ruhların yaratılış mayalarını oluşturan çamura geri dönmüyor. Dünyanın neresinde ve tarihin hangi döneminde yaşarlarsa yaşasınlar, İslam tarafından RUHLARI ARINDIRILMAMIŞ olan insanlar, tümü ile doyumsuz ihtirasların ve iç güdülerin, kokuşmuş, insanın insanlıgı ile alay eden ve doguştan aşagılıga mahküm olan hayvanlardan daha aşagı bir durumda oldukları halde leş bataklıgına dogru yuvarlanırlar. Hayvan bile İmansız insanın yuvarlandıgı bu kokuşmuş bataklıktan daha temiz bir düzeydedir…

Öte yandan bu Peygamber, insanların oluşturdugu toplumu Faizden, Haramlardan, Hileli kazançtan Soygunculuktan ve yagmacılıktan arındırıyor. Bu saydıklarımızın hepsi RUHLARI ve DUYGULARI KİRLETEN, toplumu ve sosyal hayatı lekelendiren birer pisliktir. Bu Peygamber insanların hayatını zulümden, haksızlıktan arındırarak insanlar arasında pırıl pırıl ve BERRAK ADALETİ YAYIYOR.

O Adalet ki, insanlık ondan, İslam hakimiyeti ve himayesi altında, İslami bir toplum düzeni içinde yararlandıgı kadar hiç bir düzende ve ortamda yararlanmış degildir. Yine bu Peygamber insanları çevrelerindeki her yörede ve İslam ruhu, temiz, pak İslam düzeni ile arınmamış her toplumda egemen olan cahiliyenin yüzünü karartan diger bütün pisliklerden ve igreçliklerden temizliyor…

Bu gerçek Müslüman CEMAATIN hayatında fiilen gerçekleşmiş bir olgudur. İslam, bu Cemaatı, sadece ÇÖLDE GEÇEN KABİLE HAYATINA elverişli ya da çölün uzak köşelerinde DÜNYADAN KOPUK OLARAK varlıgını sürdüren küçük yerleşim merkezlerine yaraşan, dagınık bilgi kırıntılarından başka hiç bir şeyin bilinmedigi bir ortamda devşirerek, onu, bütün insanlıgı HİKMETLE, BECERİ İLE, BASİRETLE VE BİLGİ İLE yöneten bir düzeye çıkarmıştı…

Bu Kuran Peygamber Efendmizin ondan kaynaklanan direktifleri ile birlikte bu egitim ve yönlendirme sürecinin ana maddesini oluşturmuştu. İçinde Kuranı Kerim ile birlikte Peygamber Efendimizin yine bu Kuranı Kerimden kaynaklanan direktiflerinin, emirlerinin okunup anlatıldıgı Peygamber MESCİDİ, bütün insanlıgı maharetli ve başarılı biçimde yöneltmiş olan ilk Müslüman kuşagı egitip mezun eden BÜYÜK BİR ÜNİVERSİTE İDİ…

O yönetim ki, İnsanlık tarihi bunun bir benzerini uzun tarihinin ne geçmiş ve ne de daha sonraki hiç bir döneminde görmüş degildi. Sözünü ettigimiz kuşagı – ASRI SAADET KUŞAGINI- ve O yönetici kadroyu yetiştirip mezun etmiş olan bu sistem, her zaman için böyle kuşaklar ve yönetim kadroları yetiştirip mezun etmeye sürekli olarak hazırdır. Yalnız bunun için, Müslüman Ümmetin bu kaynaga dönmesi, Kuranı Kerime gerçek anlamı ile inanması, onu kulaga hoş gelen müzikal kelime yıgını olarak degil de uygulanacak bir hayat düzeni olarak algılaması şarttır…

Bu Ayetlerin sonunda Müslümanları kendisine şükretmeye çagıran ve nankör olmaktan sakındıran yüce Allah onlara başka bir bagış sunuyor. Bu bagış eger onlar kendisini hatırlarsa O’nunda onları hatırlayacagı garantisidir. Müşfik ve yüce Rabbimizin sundugu ne büyük bir bagış bu. Düşünelim ki Yüce Allah bu kulları hatırlamasını, onların küçücük dünyalarında kendisini anmasına denk sayıyor. Kullar, Rablerini anarken O’nu bu küçücük yeryüzünde anıyorlar. Onların kendileri ise üzerinde yaşadıkları bu küçücük yer yüzünden çok daha küçücük. Oysa Allah onları anarken şu kocaman EVREN’DE anıyor…

Üstelik O, Yüce ve büyük olan Allahtır. Ne büyük bir bagış, ne büyük bir lütuf, ne engin bir cömertlik ve özveri. Bu öyle bir bagış ki, onu sadece yüce Allah sunabilir. O Allahki, O’nun hazinelerinin ne bekçisi ve ne de bagışlarının muhasebecisi vardır. Bu bagış, sebepsiz ve gerekçesiz olarak sırf kendi zatından kaynaklanıyor. Bu bagışın tek sebebi, biricik gerekçesi, O’nun bu şekilde bagışlayıcı ve bol ihsan sahibi olmasıdır…

Nitekim Sahihi muslim de geçen Kutsi bir Hadise göre Yüce Allah mealen şöyle buyuruyor: ** Kim beni içinden anarsa, ben de onu içimden anarım. Kim beni bir topluluk içinde zikrederse, ben de onu ondan daha hayırlı bir topluluk içinde zikrederim…**

Yine Muslimde yer alan bir başka Kutsi Hadise göre de Peygamber Efendimiz mealen şöyle buyuruyor: ** Yüce Allah diyorki: ‚’Ey Ademoglu, eger sen beni içinden anarsan, ben de seni içimden anarım. Eger sen beni bir topluluk içinde anarsan ben de seni bir MELEK toplulugu ya da ondan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. Eger sen bana bir karış yaklaşırsan ben de sana bir direk boyu yaklaşırım. Eger sen bana bir direk boyu yaklaşırsan ben de sana bir arşın yaklaşırım. Eger sen bana yürüyerek gelirsen ben sana koşarak gelirim…**

Bu bagış hiç bir sözün anlatamayacagı ve kalbin SECDEYE varmasından başka hiç bir şekilde şükrünün ifade edilemeyecegi bir bagıştır. Öte yandan Allahı zikretmek-anmak sadece O’nun adını dile getirmek degildir. Allahı zikretmek; O’NUN varlıgının bilincine varmak ve bu bilincin etkisi ile asgari derecede O’na ortak koşmaksızın kulluk etmek, azami derecede ise O’nu görmektir. Yüce Allahın vuslat bagışladıgı, buluşma hazzı tattırdıgı kimse için bunun dışında kalan her şey anlamsızdır ve boştur. İslam Alimleri onun için devamlı DUALARNDA Cennette cemalini görmeyi ümit ederek yalvarmışlardır…

Şehid Seyyid Kutub (Rh.a) diyorki: * Yüce Allaha şükretmenin bir çok dereceleri vardır. Bu eylem, Allahın bagışlarını itiraf ve ona karşı gelmekten utanmakla başlar ve insanın varlıgını sırf O’na şükretmeye adaması, bedenin her hareketinde, dilin her dönüşünde, KALBİN HER ÇARPIŞINDA ve duyguların her titreşiminde O’na şükretmenin amaç edinilmesi ile son noktasına varılır, doruguna ulaşılır…

Müslüman Ümmetin yüce Allahın kendisini hatırlaması, O’nu unutmaması için bu gerçekleri hatırında tutması, aklından hiç çıkarmaması gerekir. Kim Allahı anarsa Allah ta kendisini anar, şu uçsuz bucaksız evrende onun varlıgını ve adını yüceltir. Müslümanlar, bir zamanlar, Allahı andıkları, O’nu zikrettikleri için Allah ta onları andı, ad’larını yüceltti, kendilerine başarılı bir insanlık ÖNDER’LİGİ nasip etti. Sonra onnlar Allahı unutunca Allah ta onları unuttu. Bunun üzerine başı boş bir hiç, herkes tarafından hor görülen bir sünepe bir kuyruk oldular… (Fi Zilalil Kuran.C.1s.210-215.) *

Said Havva (Rh.a) Diyorki: * Yüce Allah bütün Ümmetler arasında böyle bir nimeti kendilerine tahsis ettikten ve onlara da bunun diger Ümmetlere teblig etmek mükellefiyetini verdikten sonra, Allahın Dinini terk edecek olurlarsa onlardan degersiz kim olabilir. Allahın Ayetlerinden kasıt O’nun Kitabıdır.

Yani sizleri düşük ahlaktan, nefislerin pisliklerinden, cahili fiillerden kurtarıp tertemiz ediyor, karanlıkllardan aydınlıga çıkarıyor. Rasul bu KURANI onlara hem okuyor, hem ögretiyor. Çünkü ögretmekte okumaktan ayrı özellik vardır. Bu bakımdan yalnızca Kuranın okunması ve aynı şekilde Kuranın ögretilmeside ayrı ayrı zikredilmiştir. Bu sebeple bizler Kuran okumayı ve TEVHİDİ ögretmekle yükümlü oldugumuz gibi, Kuranın açıklanmasını ve yorumlanmasını da ögretmekle yükümlüyüz.

Buradaki HİKMETTEN kasıt, da SÜNNET VE FIKIHTIR. Araplar cahiliye döneminde bilgisiz idiler. O’nun Risaletinin bereketiyle, elçiliginin lütfuyla, Allahın dostlarının, Alimlerin karakterlerine sahip oldular İnsanlar arasında en derin bilgiye, en iyi kalbe, en az yapmacıga ve en dogru sözlülük noktasına ulaştılar…(EL esas fit Tefsir.C.1.s.356-358.) *

Burada bir Tarihi meseleyi Mustafa Asım Köksal Hocaefendinin (Rh.a) İslam Tarihinden okuyup O güzide Ashabı hatırlayalım İnşaallah. Habeş ülkesine ikinci Hicrette Muhacirleri kabul eden oranın Hükümdarı Necaşi soruyor: * Siz ne benim Dinime, ne de şu Milletlerden hiç birinin Dinine girmediginize göre, sizin kavimlerinizden ayrılarak tutmuş oldugunuz bu Din nasıl bir DİNDİR ?

Bu soruya Muhacirler adına Cafer bin Ebi Talib cevap veriyor:* Ey Hükümdar. Biz Cahiliye halkından bir kavim idik. Putlara tapardık. Ölmüş hayvan eti yerdik. Bütün kötülükleri yapardık. Akrabalarımızla ilgilerimizi keser, akraba hakkı gözetmezdik. Komşularımızı unutur, komşuluk vazifelerini yerine getirmezdik. İçimizden güçlü olan, güçsüz zayıf olanı yerdi.

Yüce Allah bize kendimizden, soyunu sopunu, dogrulugunu, eminligini, iffet ve nezahetini bildigimiz Resulü gönderinceye kadar, biz hep bu kötü durum ve tutumda idik. O Peygamber bizi, bizim ve babalarımızın Allahtan başka tapa geldigimiz, taştan, agaçtan, altın ve gümüşten yapılmış PUTLARI bırakarak Allahın birligine inanmaya ve yalnız O’na ibadet etmeye davet etti.

Yine O Peygamber: Dogru söylemeyi, Emaneti sahibine vermeyi, Akraba haklarını gözetmeyi, komşulara iyi davranmayı, haramlardan uzak, kan dökmekten geri durmamızı bize emretti. Yine O, bizi her türlü çirkin, yüz kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten, İffetli kadınlara dil uzatmak ve iftira etmekten de men ve nehy etti.

Ayrıca: Hiç bir şeyi kendisine eş ve ortak tutmaksızın, yalnız Allaha ibadet etmemizi, Namaz kılmamızı, Zekat vermemizi Oruç tutmamızı da bize emretti. Biz ONU dogruladık ve ona İMAN ETTİK. Allah tarafından getirdigi şeylere göre, Ona tabii olduk. BİR TEK OLAN ALLAHA ibadet ettik. O’NA hiç bir şeyi şirk koşmadık. O’nun bize Haram kıldıgını haram, helal kıldıgını helal olarak kabul ettik.

Bunun üzerine kavmimiz bize düşman kesildi. Bizi Dinimizden döndürmek, Yüce Allaha ibadetten vaz geçirip putlara taptırmak, öteden beri helalleştirip serbestçe işleyegeldigimiz kötülükleri tekrar işletmek için, bizi işkenceden işkenceye ugrattılar. Onlar bize böylece galebe çalıp zulmettikleri, bizimle DİNİMİZ arasına gerildikleri ve tazyiklerini artırdıkları zaman, biz senin ülkene çıkmak, sıgınmak zorunda kaldık…(İslam Tarihic.2.s.40-41.)*

Bu güzide Sahabeyi yetiştiren, egiten, bilinçli ve şuurlu hale getiren Peygamber Efendimize de sorumlulugu Cenabı Allah veriyordu. Bakara suresi Ayet.151.de mealen şöyle buyuruluyor: *** Öyle ki size, kendinizden, size Ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik…***

Ayrıca Ali İmran Suresi Ayet.164.e bakacak olursak mealen şöyle buyurulur: *** Andolsun ki Allah, müminlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler…***

Ve yine Enfal Suresi Ayet. 24.te mealen şöyle buyuruluyor: *** Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Resûlü’ne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekten O’na götürülüp toplanacaksınız… ***

İşte KİTAP ve HİKMET bütünlügü, işte Müslümanın, inanan insanın en degerli tutunacak, baglanacak yüce dayanakları. Bu İLAHİ kaynaktan beslendigi için; Peygamber Efendimizin (sav) çağrı ve öğütleri herhangi bir insanın çağrısı gibi değildir. Bu çağrılara uymak, insanın dünyada ve ahirette kurtuluşu demektir. Peygamberimizin (sav) her çağrısında insanı kötülüklerden, zulümden, karamsarlıktan, azaptan kurtaracak hikmetler vardır…

Peygamberimiz (sav)’in her öğüdünde Allah’ın ilhamı ve koruması olduğu için, samimi bir Müslüman bu öğütlere Peygamber Efendimiz, kendisine Kur’an vahyedildikten itibaren hayatı boyunca insanları Allah’ın dinine çağırmış, onlara doğru yolu göstererek rehberlik etmiştir. Kur’an’ın bir ayetinde Peygamberimiz (sav)’in şöyle hitap etmesi bildirilir: *** De ki: „Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah’a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah’ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.“ (Yusuf Suresi, Ayet.108) ***

Kuranı Kerimdeki açık Ayetlerden anlaşıldığı üzere Peygamberimiz (sav) insanları uyarıp korkuturken ve onlara Kuranı Kerimi, güzel ahlakı ve HİKMETİ öğretirken birçok zorluklarla karşılaşmıştır. Herkes hidayet ehli olmadığı için, kıskançlığından, kininden, öfkesinden dolayı Peygamber Efendimize (sav) zorluk çıkaranlar, söylediği sözü kavrayamayanlar, anladığı halde ağırdan alanlar, Peygamberimizin (sav) söylediklerine inandım dediği halde gerçekte inanmayıp iki yüzlü davrananlar ve benzeri kötü ahlak gösterenler olmuştur.

Peygamberimiz (sav) bunlara rağmen hiçbir zaman yılmadan dini anlatmaya büyük bir kararlılıkla devam etmiştir. Bu kişilerin tavırları bir ayette şöyle açıklanır: ***… Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında „inandık“ derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: „Kin ve öfkenizle ölün.“ Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Al-i İmran Suresi, 119) ***

Münafıkların bu iki yüzlü tavırlarına rağmen Peygamberimiz (sav) onlara öğüt vermiş, onların vicdanlarını etkileyerek, doğruyu görmelerini sağlayacak şekilde onlarla konuşmuştur. Onlara en güzel şekilde hâl, tavır, hareket ve sözleriyle hakkı ve HİKMETİ anlatmıştır. Kendisine düşman olan insanlara öğüt vermek, hatalarını açıkça söyleyerek onları doğru yola çağırmak elbette ki güç bir sorumluluktur.

Peygamberimiz (sav)’in günümüze ulaşan sözlerinde onun Müminlere verdiği güzel öğütler de bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi Sahabesi Muaza (r.a) verdiği öğüttür. Ona şöyle söylediği aktarılır: ** Muaz. Sana Allah’tan korkmanı, sözün doğrusunu söylemeni, sözünde durmanı, emaneti yerine getirmeni, hıyanetten uzak kalmanı, komşu hakkını korumanı, yetime acımanı, tatlı sözlülüğü, bol bol selam vermeni, işin iyisini yapmanı, az tamahkarlığı, imana sarılmanı, Kur’an’ı derinliğine anlamanı, Ahiret sevgisini, hesaptan korkmanı, tevazu kanatlarını indirmeni tavsiye ederim. **

Allahım. Bizlere İman Nimetini sevdirdigin için sana milyonlarca kez şükürler olsun. Bizlere Kuranı ve Hikmeti sevdirdigin içiz sana Milyonlarca defa şükürler osun. Bizi bu inanç ve Amel bütünlügünden ayırma Allahım. Bizi salih amel işlemeye muktedir kıldıgın için sana hamdediyoruz. Bizi ihlâsa ve istikamete muvaffak kıldıgından dolayı sana şükrediiyoruz.

Bizleri haram kazançtan, her türlü haram amellerden muhafaza eyle. Bizi her türlü Haram davranışlardan, Haram mal sevgisinden koru. Bize her zaman HELAL kazanç nasip eyle. Bizlere daima Salih Amel nasip eyle. Davranışlarımızda Senin koyduğun sınırı aşmamayı nasip eyle. Hatalarımızı, Kusurlarımızı ve Günahlarımızı bağışla affeyle. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin.
Sermed Kadir… 27.02.2005

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.