Herhangi bir hukukî ceza davamızda ilk irtibat kuracağımız kişi avukatlar olacaktır. Ya da bir inşaat işiyle meşgul olmamız gerektiğinde yardımı mimar’dan almaya ğayret ederiz. Herhangi bir yerimizde büyük acı hissettiğmizde doktorlara koşarız. Liyakatına güvendiğimiz insanlarla meselemizi istişare etme ğayretini güderiz. İlmi ehliyete önem veren herkes de aynı şeyleri yapması gerekir diye düşünürüz. Ama bütün bunlar neticede dünyevi işlerdir. Ahirette Allah’ın huzuruna gideceğimize göre elbette âhirette yargılanacağımız hükümleri bilen kişiye başvurmamız elzemdir. İşte ahirette yargılanacağımız hükümleri bilen kişi de, allahın rasulleri, elçileridir, peygamberlerdir. Onun için örnek ve önderimiz diye söz, fiil ve onayını esas alıp ne verdiyse alıyor, her neden sakkındırdıysa o nesneye uzak duruyoruz…Allahın yeryüzündeki elçisi beraber, aynı çağda yaşadığı insanlara her ne konuda olursa olsun mutlaka doğruyu, iyi olanı ve güzellikleri önermiş, tavsiye etmiş, yapılmasını sünnetine uyulmasını emretmiştir… Bizim için çıkar yol, Allah rasulünün söz, fiil ve onayını tâkip etmek olacaktır…
Peygamberlerin sözleri de iki çeşittir. Birisi zaruratı diniyye dediğimiz açık hükümler bir diğeri de herkesin hemen anlamayacağı ihtimallere açık beyânlardır. Rabbimiz bu ihtimallere açık beyânlarla da bizi imtihan etmektedir. İşte bu noktada yollar ikiye ayrılıyor. Ya mezhep imamı dediğimiz, müctehid âlimlere tâbî olur meselelerimizi o alimin kur’an ve sünneti seniyyeden çıkardığı hükümlere tâbi oluruz ve ya şahsi kanaatlerini din haline getiren şarlatanlara kendimizi kaptırır dünya ve ahiretimizi kendimize ebediyyen zindan ederiz. Mükellef olma yaşına akıl baliğ olma durumu diyoruz. İşte bu andan itibaren dini sorumluluklar, mesuliyetler, ibadetler, yapacağımız ve yapamayacağımız muamele türleri karşımıza çıkıyor. Her mükellef önüne gelen mevzuyu bildiğini iddia edemez her konunun kendine özgü ilmi vardır. Dini meseleler de ilimsiz, eğitim almadan, kendi kendine olacak bir husus değildir. Her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allahu teâladır. Peygamberler de bu bilgiye en yakın olanlardır. Daha sonra sahabe, tabiin ve onları tâkip eden mezhep imamları gelir. Bizler Ehli sünnet olarak bu manâ da mukallidiz Hanefi, Maliki, Şafii, ya da hanbeli fıkhına göre meselelerimizi çözmeye ğayret ederiz…
İnsanlar ne kadar uğraşırsa uğraşsın, mutlak hakikate ancak Allahın peygamberleri vasıtasıyla ulaşırlar. Örneğin bitkinin yetişme nedenini su’ya bağlayan ilim adamı izahlarında sadece tabiat kanunu ile neticelendiriyorsa bu bilgi kıt, eksik ve nakıs’tır. Zira belli bir yaşa gelmiş bir bitki ya da fidan her neyse …ne kadar su versekte yeşermesini çok bekleriz ama su ile yeşermediğine şahid oluruz. İlmi, bilgiyi zamanımızda putlaştıran nice yazılar ve teoriler okuyoruz. Allah var ama peygamberlere inanmıyorum diyen deistler zuhur ediyor. İlim adamı olduğunu söyleyen insanlar peygamberlere imanı reddettikçe, sözlerine inatla karşı koydukça, söz, fiil ve onaylarına *bu çağda böyle bir şey olurmu* inkârına sarıldıkça cehaletleri, aptallıkları, inkârcılıklar gün yüzüne çıktıkça halâ güneşi balçıkla sıvama ğayretini sürdürmeye devam ediyorlar. Ama o akıl nimetini nass’larla, nakil’lerle, ayet’lerle taçlandırdıkça ancak Allahu teâlanın gerçekten çok güçlü olduğunu, hikmet sahibi olduğunu ve yeğane yaratıcı olduğu sonucunu zikretmekle şeref buluyorlar…Bir o ilmi haysiyeti anlıyabilseler…
Kardeşlerim, en iyi idare şeklinin demokrasi olduğu vurğusunu yapanlar, ne dinden yana ne dine karşı gibi ucube izahlı laisizmi savunanlar, örneğin aynı parti politikasında bile onlarca fraksiyonlara ayrılabiliyorken, mezhep de neymiş, meşrep te neymiş diye mangal da kül bırakmayanlar yapmış oldukları şahsi izahlarıyla bir mezhep daha ortaya koyduklarının kesinlikle farkına bile varamıyan şarlatanlardır. Aksi olsa ağızlarından çıkan lafı kulakları duyar…Ben sadece kur’ana bakarım diyenler eğer önlerine her hangi bir zekat işlemi gelse Peygamber efendimizin (sav) izahlarına bakmadan mezhep imamlarının kur’an ve sünneti seniyyeden süzdükleri hükümler olmasa altın, gümüş, deve, sığır, manda, koyun, madenlerden ne şekilde zekat verecekler şaşarız. Aklımıza gelen gelmeyen bütün ibadetler de aynı çetin güçlüğü yine müctehid mezhep imamları çözmüştür. Zamanımıdan, bin üç yüz, bin ikiyüz sene önce bu hükümleri ortaya koyan imamlarımız unutmayalım ki, Peygamber efendimize (sav) daha yakın, kur’anı kerime daha da vakıf, din ilminin her şubesinden, 1440. sene uzağında kalmış olan bizlerden çok daha iç içe idiler…Ağzımızdan din hususunda her hangi bir lakırdı çıkmadan önce ilmi edebe sarılalım istiyoruz…
Sermedkadir…