İslamdan önceki cahiliye döneminde kehanet uğraşıyla meşgul olan sahtekârlar, lafın, sözün en güzelini seçer, konuşma üslubuna gizemli, karanlık ve karışık çoğu zamanda anlaşılmayan ifadeler katar, sır ve gizemli dillerini ahenkli şiirlerle süsler, şimdiki burçlarla ilgili laf ebeliğini hemen her gün medya da büyük bir iştahla sunan acayip giyimli kadın erkek tarot’çular gibi kendilerini dinletirlerdi. Astroloji hemen her devirde insanların ilgisini çekmiştir. Güneş, ay, yıldızlar, galaksiler, ışık ya da zifiri karanlık ortamları kâhinler için her zaman geniş anlatımlı melzemeyi teşkil etmiştir. Bu uğurda şahıs, kabile, devlet idarecisi hemen herkes kâhin tuzağına bir şekilde düşmüştür. Hatta bazı kralların, idareci emirlerin özel kâhinlerinin olduğunu bazı tarihi eserlerden ve mukaddes kitabımızdan okuyoruz. Kâhin diye bilinen kişiye yaklaşmayı reddeden dinimiz kâhin ve Sihirbazları her yönüyle reddetmektedir… Muhammed suresi ayet. 23. mealen şöyledir:*** İşte bunlar, Allah’ın kendilerini lânetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir…***Daha ne kadar açık beyân buyurulur ki ???
Kehanet içerisinde bocalayan ve kendisine bir şekilde insanları inandıran kâkin tayfası gayb hakkındaki bilgilerini sırlarla dolu cümleler sarfeder, kendisine gelen ilhamı insanlarla paylaştığını iddia eder. Her türlü gaybi bilinmezlikleri meçhul ifadelerle anlatır, gizli olayları, hadiseleri gerçekmiş gibi anlatırlardı. Aslında kam, sihirbaz, büyücü, kâhin, fal bakıcıları… aynı yolun yolcularıdır. Ğayb âlemiyle uğraşmak iman açısından çok tehlikeli bir iştir. Kur’anı kerime baktığımızda anlarız ki; ğayb bilginin konusu değil imanın konusudur. Zira insana çok az bir ilim verilmiştir. Rabbimiz dünyayı ve kâinatı yaratırken bir kısım kanunlar koymuştur. Koyduğu bu kanunların bir kısmını anlayarak onlardan istifade edebilmesi için insana sınırlı bir idrâk ve ilim gücü vermiştir. Ama ğayb yine ğayb olarak kalacaktır. Bu konuda ısrarcı olanlar en sonunda imanlarını dahi kaybedebilirler…Ebu Davud’un zamanımıza ulaştırdığı hadis mealen şöyledir:**Kim bir kâhine gider de dediklerini tasdik ederse, şüphesiz Muhammede indirilmiş olanı inkar etmiş olur…**Fal, taror, kâhin, sihir, büyü işleriyle uğraşanlara giderken iyi düşünün…
Müslüman olmadan önce Türkler, şamanist bir inancın sahibi idiler. Her hangi bir konuda başvurdukları mercii:*kam* diye bilinen kişiydi. Kam aynı zamanda gelecek zamanda vuku bulacak olayları anlatan, haber veren kâhin idi. İnanç konularında kam denilen şahıs bütün gizli sırları bildiğini söyler, insanları söz, fiil ve hareketleriyle iknâ ederdi. İslam dini nâzil olmadan önce Arap toplumu içerisinde de her şeyi bildiklerini, keşif yaptıklarını, gizli sırlara vakıf olduklarını iddia eden çok sayıda*kâhin*vardı. Bu tür gizli, ğaybi, bilinmezlikleri araştırıp kendi yöntemleriyle insanları inandıran kehanet iddiacıları, emirleri altında cin tayfasını bulundurduklarını, cinlerin vasıtasıyla her türlü bilgiye ulaştıklarını, ilhâm yöntemleriyle ğaybi, bilinmezlik konularını bildiklerini ifade ederlerdi. Şurası bir gerçektir ki; ğaybın anahtarları Allahu teâlanın elindedir. Bunun aksine kim ne zırvalıyorsa yanlıştır, yalandır…Rabbimiz En’am suresi ayet. 59. da mealen şöyle buyurmaktadır:***Evet ğaybın anahtarları Allah katındadır. Ğaybın anahtarlarını Allah eline almıştır. Allah onu kimseye vermemiş, kimseyi ona muttali kılmamış, kimseye ğaybını ezdirip bozdurmamıştır…*** Allahuekber…
Kardeşlerim, Peygamber efendimize (sav) ayetler inmeye başlamasından itibaren Allah rasulünün tebliğine inanmayan müşriklerin ilk söylediği kara çalma ifadeleri kâhin diyelim, sihirbaz diyelim, şair diyelim, arraf diyelim, ya da büyücü diyelim gibi tutarsızlıklar sergilemişlerdir. Çünkü o devirde şair, kâhin, sihirbaz, medyum, arraf, kam, büyücü…adı ne olursa olsun bu sahtekârlar toplumu çok derinden etkiliyorlardı. Öyle ki, toplum içinde hakim onlardı, danışman onlardı, müsteşar onlardı, rüya tabiri yapan onlardı, İnsanların kaybolan eşyasını bulma iddiasını yapan onlardı, hırsızların kim olduğunu, kimin kiminle zina fiilini yaptığını iddia eden de onlardı. Velhasılı her önemli işin uygulayıcısı kehânet işiyle meşgul olan şahıslardı. Neredyse toplum düzeni kâhin, sihirbaz, ve medyumlardan sorulur hâle gelmişti. İslam dini nâzil olunca şükürler olsun ki hepsinin gerçek yüzü gün ışığına çıktı…Ebu Davud’un bizlere ulaştırdığı hadis mealen şöyle:**İnsanların kâlbini çelmek için konuşma sanatını öğrenen kimsenin, Allah ne farzını ve ne de nafilesini kabul eder…**
Sermedkadir…