LEVHEL HADİS…

LOKMAN SURESİ İLK AYETLER…***2,3. Bunlar, iyi davranan kimseler için rahmet ve doğru yol rehberi olan hikmetli Kitabın âyetleridir….***İşte hakim bir kitabın âyetleri. Hayata hakim olan bir Allah’ın hakim bir kitabının âyetleri. Hikmet sahibi, ilim sahibi bir Allah’ın mahza hikmet olan bir kitabının âyetleri. Hikmet, bilgi kendisinden olan ve o bilgisinden, hikmetinden yeryüzüne indiren, sizi bilgi ve hik-metiyle şereflendiren Allah’ın âyetleridir bunlar. İşte Hakîm olan bir Allah’ın yine Hakim bir kitabının âyetleriyle karşı karşıyasınız. Rab-binizin hikmetine muttali oluyorsunuz. Hikmet doğru bilgi, doğru hüküm, Allah bilgisi ve bu hikmete ulaşma yolu da kitap ve Resûlünün sünnetidir…

Evet biz Müslümanlar hikmet sahibi olan, hikmetin kaynağı olan Allah’tan gelmiş bu kitapla hikmete ulaşacağız ve hayata hakim olacağız. Kesinlikle Kur’anı kerimi okuyan, bu kitabı tanıyan, bu kitapla beraber olan, hayatında bu kitabı hareket noktası kabul eden ve yaptıklarını bu kitaba dayandırarak yapan kimse hikmet sahibi kimsedir. Hikmet bilgiyle amelin, bilgiyle hayatın uyuşmasıdır. Hikmet bilginin yaşanması, bilginin amele dönüşmesi ve bilginin yerinde kullanılmasıdır. Bilgiye göre hayatın şekillenmesidir. Allah bilgisine, kitap bilgisine dayanarak insanın sözlerinin şekillenmesi, düşüncesinin, bakışının ve inanışının şekillenmesidir.

Mü’minler Kur’anı kerim sayesinde hikmete ulaşacaklardır. Bu kitapla beraberlikleri sayesinde hikmet sahibi olacaklar, İsâbetli kararlar verecekler, tüm problemlerini Allahu teâlanın mutlak doğrularıyla çözümleyecekler ve hayatta yanılmazlık özelliğine ulaşacaklardır. Evet muhsinler için, Allahı görüyor muşçasına O’na kulluk edenler için bu kitap rahmettir, hidâyettir, yol göstericidir. Sürekli Allahu teâlanın kontrolünde, murakabesinde olduklarının bilinci içinde, Allaha kul olamaya çalışan mü’minler için bir hidâyettir, bir rahmet kapısıdır Kur’anı kerim…

Kur’anı kerim, mü’minler için rahmet’tir, Mü’minler için rahmet kapısıdır, Muhsinler için muttakiler için, özel, ayrıcalık sahibi, güzel insanların ışığıdır, nurudur, Her türlü muamelelerinde Kur’anı düstur edinen insanlar için cennet vaadi ile müjdeleyen mukaddes kitabımız, Lokman suresi ayet 4. te mü’minlerin en belirğin özelliklerini mealen şöyle belirliyor:***O kimseler namazı kılarlar, zekâtı verirler; âhirete de yakînen inanırlar…***

Onlar o kimseler ki namazı ikame ederler. Namazı ayağa kaldırırlar onlar. Namaz egemenliğinde bir hayat yaşarlar. Namazı hayatlarına hakim kılarlar. Evlerinde, mahallelerinde, şehirlerinde, toplumlarında namaz ortamı hazırlamak için çırpınırlar. Namazın önündeki engelleri kaldırmanın kavgasını verirler. Toplumlarının namazla şekillenmesi için çalışırlar. Namaza endeksli bir hayat yaşarlar. Namazda aldıkları Allah mesajını hayatlarında görüntülerler. Bir saatlerini, bir günlerini ve gecelerini namazla düzenlerler. Namazı muhafaza ederler. Namazı korurlar. Namazda okudukları âyetleri hafızalarında canlı tutarlar.

Güzel hasletlerin sahibi olan bu mü’minler, Allahu teâlaya ve kullarına verdikleri sözlere sadık davranırlar. Allah emanetine, kullar emanetine asla hıyanet etmezler. Irz ve namuslarını Allah’ın istediği gibi muhafaza ederler. Hayatlarını Allah için ve Allah’ın belirlediği kural, kaide, kanun ve yasalarla yaşarlar. Kendinden başkalarını da düşünür Zekâtlarını da verirler. Mallarının Allah’a ait olduğunu bilirler. Namaz vasıtasıyla Allah’la kurdukları diyalogla öğrenmişlerdir ki malları sadece kendilerine harcanmak üzere verilmemiştir. Bilirler ki o malı kendilerine veren onda fakirlerin de hakkı vardır buyurmaktadır.

Bilirler ki hayat Allah için yaşanacak, mal Allah için fedâ edilecektir. Bilirler ki hayat kendilerince yaşanmaz. Bilirler ki Allah kendilerinden özveride bulunmalarını istemektedir. Bilirler ki kendilerine verilen her nîmet Müslüman kardeşleriyle ortaklaşa kullanılacaktır. Bunun kuralını, kaidesini, kanununu, yasasını da Allahu teâla koymuştur. Allah yolunda verme ve Asllah yolunda temizlenme ameliyesine inanırlar. Mü’minler yâkin bir bilgi olarak ahiret hayatına inanırlar ve o günün azametiyle tir tir titrerler. Yakîn bilgi yüzde yüzden de kesin bilgidir. Mü’minler kendi varlıklarına, bu dünyanın varlığına inandıklarından daha kesin âhiretin varlığına inanırlar.

Çünkü bu dünyanın varlığını, kendi varlıklarını kendi duyularıyla, kendi tecrübeleriyle bilmişler, anlamışlar ama âhiretin varlığını Allah bilgisiyle, vahiy bilgisiyle bilmişlerdir. Allah’la bilinen bilgi başka kaynaklardan elde edilen bilgiden her zaman üstündür. Onun içindir ki yüzde yüzden daha kesin inandıkları âhiret konusunda tir tir titrerler. Âhireti, âhiretin hesabını iki kaşlarının arasında bilirler. Âhiret inancını hafızalarında hep diri tutarlar.

Mü’minlerin korkusu, endişesi boş değildir. Ya o gün rezil olursam? Ya o gün kaybedenlerden olursam? Ya o gün Rabbim yaşadığım bu hayatı beğenmeyip beni cehennemine gönderirse? Ya cenneti kaybedersem endişesi her zaman ağır basar. Mü’minler gözleriyle görüyor muşçasına âhirete îman eder, Âhiret inancı inananların hayatına yön verir. Dünyayı bu îmanla değerlendirirler. Ya o gün, günahlarım ağır basar da kaybedenlerden olursam? Ya o gün kaybedersem? Ya o gün Rabbim rahmetiyle değil de gazabıyla muamele ederse? diye hep bir korku, endişe içinde hayatı değerlendirirler… Mü’minlerin bu vasfı bir müjde ile neticelenmektedir…

Lokman suresi ayet. 5. mealen şöyle:***İşte onlar Rablerinin yolunda olanlardır, işte onlar saadete erenlerdir…***İşte böyle inananlar, böyle yaşayanlar Rablerinden bir nûr, bir hidâyet üzeredirler ve işte felaha erenler, kurtuluşa erenler de bunlardır. Dünyada da âhirette de umduklarına nail olanlar, korktuklarından emin olanlar bunlardır. Dünyada başarıya ulaşanlar, âhirette de başarıyı kucaklayanlar bunlar olacaktır. İşte dünyada da âhirette de kazanmanın, başarıya ulaşmanın yolu böyle bir Müslümanlıktan geçmektedir. Bunun dışında insanı başarıya götürecek hiç bir yol yoktur. Başka hiçbir yolun kazanç şansı yoktur…

Zira bu yolu bize Rabbimiz göstermiştir. Rabbimizin gösterdiği bu yola girer, namazı Allah’ın istediği gibi ikame eder, zekâtı verir, gözlerimizle görüyormuş gibi âhirete îman eder, tüm hayatımızı bu îman ile bina ederek yaşayabilirsek kesinlikle bilelim ki hem dünya hem de âhirette başaranlardan, kurtulanlardan, ebedi saadete, mutluluğa erenlerden olacağız inşallah…

Ömer Nasuhi Bilmen merhum bu hususta diyor ki: *Rabbimizin kendilerine olan ilâhi yardımı sayesindedir ki, Allah’ın dinine kavuşarak selâmet ve saadete aday bulunmuşlardır, ve işte felaha erenler de onlardır yani: Korku ve endişeden kurtulmuş, muratlarına ermiş, ebedî saadete lâyık olmuş zatlar, öyle samimi ünvanını hakkıyla elde eden zâtlardan ibarettir. Binaenaleyh kurtuluşa selâmet ve saadete kavuşmak isteyen her insan, daha dünyada iken hayatını boş yere gafil bir hâlde zayi etmemelidir, üzerine düşen ve pek makbul ve değerli olan o gibi dinî görevlerini yerine getirmeye çalışmalıdır, Allah yolunda malî ve bedenî fedakârlıkta bulunmalıdır. İnsani yücelikler bu sayede ortaya çıkar kurtuluş ve mutluluğa ermek bu vesile ile sağlanmış olur…*

Bu gün üzerinde en fazla durmak istediğim konu Malayani işlerle uğraşan insanların söz, fiil ve hareketlerini karşılayan levhel hadis meselesidir. Abesle iştiğal edenler zümresi diyebileceğimiz bu topluluk, bayağı, adi, kıymeti harbiyesi olmayan, mal’a ve davar’a faydası dokunmayan, boş işlerle uğraşan öyle insanlar vardır ki, bilgisi, eğitimi, öğrenimi, tahsili, işe yarar her hangi bir yeteneği olmamasına rağmen fütursuzca, ukala tavırlarla her konuda âhkam kesmeye adeta bayılır.

Kendisi gibi dar kapasiteli İnsanları şaşırtmak, aldatmak, saptırmak ve hayasızca eğlendirmek adına edebi konuşmaya, kibar tavır sergilemeye, nezaket kalıplarına girmeye okumuş aydın pozlarında görünmeye çalışır. Mutlaka kendisi gibi şahısları zehirlemeyi de bir şekilde başarırlar. Yalan, yanlış, hatalı, kusurlu, muhatabını aşağılayıcı, rencide edici tavırlardan, sözlerden kesinlikle kaçınmaz…lafını ortaya söyler, dedikodu, gıybet, iftira onun nazarında olağan bir davranış şeklini almıştır, arlanma, utanma, sıkılma gibi meziyetleri aslında çoktan unutmuştur.

Tek hedefi girmiş olduğu toplum bünyesinde; dakika, saat ve günü kurtarma çabasıdır. Abesle iştiğal meşguliyeti onun vaz geçilmezi hâline gelmiştir…Rabbimiz Lokman suresi ayet.6. da mealen şöyle buyurmaktadır:***İnsanlar arasında, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlere değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir… Boş sözlerin, boş işlerin, takır takır boş elemanları,  Sözün, iş’in, uygulamanın, muamelenin her zaman heva ve heves tarafına, eğlencesine yönelirler.

Allahın kitabından, Rasulününün sünneti seniyyesinden konuşacakları yerde, Allah’ın âyetlerini gündemlerine alıp konuşacakları yerde boş lafların içine dalarlar. Hayatı kitap ve sünnetle değerlendirecekleri yerde kitabı ve peygamberi bir kenara alıp kendi kendilerine bir değerlendirmenin içine girerler. Hayatını boş işlere adayan yani *abesle iştiğal* eden insanlar, hayatı kitap ve sünneti seniyye ile değerlendirecekleri yerde Kur’anı kerimi ve Sünneti  seniyyeyi Allah korusun bir kenara fırlatıp kendi kendilerine bir değerlendirmenin, ne tür mesele önlerine gelirse gelsin, kendi akıl süzgecinden geçirip çoğunlukla saçma sapan öngörülerinin esiri olmuşlardır.

Böyleleri kendilerine uyan bazan geniş toplumları, kitle’leri, cemaat, cemiyet, teşkilat ya da sivil toplum kuruluşlarını Allah yolundan saptırmak için yeni yeni kutsallar icat ederler, mesela heykel dikmek gibi… Bilgisizce, cahilce insanların Allahu teâlaya kulluğunu sorgulayıp, sorgulatıp tapınma amaçlı, *taştan, betondan, tunçtan taze ilahlar üretirler, uydururlar* İlkokul çağındaki çocukları o ilaha secde ettirirler. Aslında kendileri secde edecekler ama basamak basamak ilerlemeyi yeğlerler. Daha çok körpe beyinlerin zihnine vesvese aşılayıp, Allahu teâlaya teslimiyetini bitirme çabası güderler. Boş işlerin boş kalfası diyebileceğimiz bu insanlar kaybedenler safının taraftarı olacak nasipsizlerdir…

Boş, bayağı, malayani ve fayda getirmeyen uğraşlarımız için kullandığımız*Abesle iştiğal* kavramı genelde, yapana veya başkasına dünya ve ahirette maddî ya da manevî bir fayda, yarar sağlamayan söz, iş, ve davranış bütünlüğü manâsında kullanılır. Ebedi hayat mektebimiz, Kur’anı Kerim’de *Abes* Terimi iki ayette ifadesini bulur. *Abesle iştiğal* tabir caiz ise lüzumsuz ve bayağı kişilerin mesnetsiz, dayanaksız söz ve davranışlarının alelâde sergilenişidir. Hayatını sadece midesine yöneltmiş olan kişiler İnsanların beyinlerini ve diğer duyu organlarını boş, faydasız, lüzumsuz şeylerle doldurarak, asıl unutulmaması gerekeni unutturan ikinci, üçüncü, dördüncü planlara fırlatıp atan, aslı astarı olmayan lâkin süslü, saçma sapan kelimeleri cilalayıp muhatabının en verimli zamanının hırsızı işte bu abesle iştiğal  eden duyarsız insanlardır…Günümüzde levhel hadis yani boş işlerle uğraşanlar daha da azmış, her hangi bir bağlayıcı engel tanımayan, özellikle fanatizmi bayraklaştıran, mukaddes değerlere yabancı, Müslüman olduğunu söylediği hâlde islami eğitim ve öğretimden yoksun yetiştirildiği için edebe, ahlâki değerlere yabancı tam tersine yabancıları daha iyi tanıyarak büyüyen bir acayip nesil yetişmektedir.  şarkı, türkü, oyun, eğlence, film, asılsız hikaye, masal, sanal, suni mala davara faydası olmayan garip işlerle uğraşan, adeta zaman öldüren insanlar dduvara yaslanmış ağaç kütüğü gibi hayat sürmektedirler…

Lehvel hadis, yani malayani boş işler hususunda alimlerimiz genel itibariıyla musiki üzerinde durmuşlardır Örneğin bu konuda Vehbe Zuhayli tefirinde diyor ki:* İbni Mes’ud, İbni Abbas ve başka zatlar ayette geçen *lehvel hadis: sözlerin eğlencelisi“ ifadesini çalgı âletlerinin dinlenilmemesi, nağmeler ve eğ­lence aletleriyle musikî icra edilmemesine delil olarak kabul etmektedirler. Bu ayet âlimlerin musikîyi mekruh olarak kabul etmeleri ve onu red­detmelerine delil olarak kabul ettikleri üç ayetten biridir. Bu konudaki ikinci ayet: „Siz eğleniyorsunuz“ mealindeki (Necm, 16/61) ayettir.

İbni Abbas diyor ki: Sâmidûn kelimesi Hımyerî dilinde mu­sikî manasmdadır. İsmedî lenâ: şarkı söyle, demektir. Üçüncü ayet ise: „Sen sesinle gücünün yettiğini yerinden oynat.“ (İsra 17/64) Mücahid diyor ki: Bunun manası musikî ve musikî aletleridir. Tirmizî ve başka muhaddisler Enes ve başka sahabîlerden Peygambe­rimizin (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: İki mel’un ve gü­nahkâr ses vardır ki bu iki sesten nehyediyorum: Biri musikî âleti sesi, nağ­me ve sevinç anındaki şeytanî terennüm; diğeri bir musibet anındaki ya­naklara vurma ve cepleri yırtma esnasındaki ağıttır.“

Ebu Talip el Giylanî Hz. Ali (r.a.)’den Peygamberimizin (sav) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor: „Ben musikî âletlerini ve trampetleri kırmak üzere gönderildim.“İbni Mübarek Enes b. Malik (r.a.)’den Peygamberimiz (s.a.)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: „Kim bir şarkıyı dinlemek üzere oturursa, kı­yamet günü kulağına kurşun dökülür.“ Buna binaen âlimler musikînin genellikle haram olduğu kanaatine varmışlardır. Fıkıh âlimlerine göre musikînin hükmü: İçlerinde dört mezhep âlimlerinin de bulunduğu fıkıh âlimlerinin gü­venilir görüşlerine göre musikînin hükmü şöyledir…

Haram olan musikî: İçinde kadınların zikredilmesi ve güzellikleri­nin tavsif edilmesi, içki ve diğer haramların anlatılması suretiyle eğlence meclislerini hatırlatan sözlerle gönülleri harekete geçiren, şehvete, kadına ve taşkınlığa sebep olan musikîdir. Çünkü bu çeşit musikî ittifakla zemme­dilen musikî ve eğlence şeklidir. Bu caiz olmadığına göre bundan alınan üc­ret de caiz değildir.

Mubah olan musikî: Yukarıda belirtilen hususlardan uzak olan mu­sikî şeklidir. Düğün ve bayram gibi sevinç vakitlerinde, Medine etrafında hendek kazılması zamanında olduğu gibi meşakkatli işlerde gayreti artır­mak için ve Enceşe’nin nağmelerinde olduğu gibi uzun yolculuklarda bu çeşit musikînin azı mubahtır. Bugün bazı sufilerin icad ettiği gibi keman, saz ve benzeri musikî aletleriyle icra edilen musikî meclisleri ise haramdır. Çobanın kavalında tereddüt vardır. Def ise mubahtır…

Savaş trampeti ve davuluna gelince bunda hiçbir mahzur yoktur. Zira savaş davulu gönüllere coşku, düşmana korku vermektedir. Peygam­berimiz (sav) Medine’ye girdiği gün huzurunda davul çalınmış, Hz. Ebubekir (r.a.) menetmeye teşebbüs etmişti. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav) „Onları serbest bırak ya Ebabekir!

Böylece Yahudiler bizim dinimizin hoşgörülü olduğunu öğrensinler.“ demişti. Cariyeler o sırada davula vuru­yorlar, şöyle diyorlardı: Bizler cariyeleriyiz Neccar oğullarının Muhammed en güzelidir komşuların… Düğün merasimlerinde def kullanılmasında ve aynı şekilde evliliği ilân eden, içinde hayasızlık bulunmayan güzel sözlerle türküler söylenen aletlerin kullanılmasında beis yoktur. Mahrem olmayan kadının şarkılarını dinlemek erkekler için caiz de­ğildir. Devamlı bir şekilde musikî ile meşguliyet kadın ve erkek için  dü­şüklük olup böyle bir kimsenin şahitliği reddedilir. Devamlı meşgul olmu­yorsa, şahitliği reddedilmez.

İmam Ebu Hanife, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel’den musikînin „mek­ruh“ olduğu görüşü nakledilmektedir. Taberî ise şöyle demektedir: Bütün fıkıh âlimleri musikînin mekruh olduğu ve menedilmesi hususunda icmâ etmişlerdir. Kur’an’ın âdeti aradaki farkı açıklamak, teşvik ile uyarıyı birarada takdim etmek için her şeyi zıddıyla birlikte karşılıklı olarak zikretmek mukabele şeklindedir. Kur’an kâfirlerin azabını zikrettikten sonra mü­minlerin nimet içinde olacaklarını zikretmiştir.

Bu da şer’an emredilen salih amelleri işleyen müminlere içinde daimî kalacakları cennet nimetleri vardır. Allah bunu onlara asla dönüşü olmayan gerçek bir vaad olarak va-ad etmiştir. Bu, yenilgiye uğramayan, hiçbir şeyin kendisini aciz bırakama­yacağı sonsuz üstünlüğe sahip „Aziz“ olan, meydana getirdiği ve yaptıkla­rında sonsuz hikmete sahip Hakîm olan Allah’ın vaadidir.(Vehbe Zuhayli,Tefsiri Münir)

Kurtubi tefsirinde diyor ki:* Denildiğine göre; âyet-i kerîme en-Nadr b. el-Hâris hakkında nazil olmuş­tur. Çünkü o Rüstem ve İsfendiyar gibi kimselere ait Acem yani İranlı ların kitablannı satın almıştı. en-Nadr, Mekke’de oturur, Kureyşliler: Muhammed böyle dedi, dediler mi, o da buna güler ve kendilerine Pers hükümdarlarının ba­şından geçen olayları anlatır ve şöyle dermiş: Benim bu anlattıklarım Muhammed’in sözlerinden daha güzeldir. Bunları el-Ferra, Kelbî ve başkaları nak­letmiştir.

Bir diğer açıklamaya göre; en-Nadr şarkıcı cariyeler satın alır ve müslüman olmak isteyen bir kişiyi buldu mu mutlaka bu şarkıcı cariye ile birlik­te o kimsenin yanına gider ve ona: Yedirir, içirir ve şarkı söyle derdi. Sonra da şunları söylerdi: İşte bu Muhammed’in seni kendisine davet ettiği namazdan, oruçtan ve onun önünde fedakarlık edip çarpışmandan daha iyidir, Bu ve bi­rinci görüşe göre satın almanın mahiyeti açıkça anlaşılmaktadır.

Bir başka kesim de şöyle demektedir: Bu âyeti kerîmede satın almak bir istiaredir. Kureyşlilerin sohbetlerindeki konuşmaları İslâm ile oyalanmaları, söze dalmaları ve kendilerini batıla kaptırıp, gitmeleridir. İbn Atiyye dedi ki: Buna göre yapılması gereken işi terkedip, bu münkerleri işlemek, onları satın almak demek olur. Yüce Allah’ın: „İşte onlar hida­yet karşılığında sapıklığı satın almış olanlardır“ (el-Bakara, 2/16) buyru­ğunda olduğu gibi.

Yani onlar imanı verip, karşılığında küfrü satın almışlar. Bu da onların imanı küfre değiştirmelerini ve küfre tercih etmelerini ifade eder. Mutarrif dedi ki: Boş sözün satın alınması, onun çağrısının kabul edil­mesi demektir. Katade: Belki de bu hususta herhangi bir mal harcamaz; fa­kat onu dinlemek, onu satın almak demektir, diye açıklamıştır. Derim ki: Birinci görüş bu hususta yapılmış açıklamaların en uygun ola­nıdır. Çünkü bu hususta hem merfu bir hadis vardır, hem de aynı konuda ashab ile tabiinden gelmiş görüşler bulunmaktadır…*(Kurtubi) 

Levhel hadis yani malayani boş meşğaleler insanları meşgul edip onları Kur’an ve sünneti seniyyeye sarılmaktan alıkoyan çalışmaların tümüdür. İnsanların beyinlerini, kulaklarını bütün benliğini bu tür boş şeylerle doldurarak orada kitap ve sünnete yer bırakmamaya çalışan hâl, hareket, söz ve fiillerin hepsidir. Bu tür boş meşğaleler, günümüzde olduğu gibi, İnsanların gündemlerini değiştirirler herkes ekonomi konuşur, toplumun kâhir ekseriyeti günün neredeyse 24. saati politika yalanlarıyla uğraşır. Bilen bilmeyen ülke kalkınmasını kendine dert edinir. Uzman olmadığı hâlde teknolojik gelişmeler hakkında saatlarca zırvalar.

Bütün bu hadiseler insanları Allaha kul olma düşünce ve inancından ayırır, insanları kulluk endişelerinden uzaklaştırırlar. Dini değerlere savaş açan, İslami kurallara açıktan ya da örtülü, iğneleyici, irdeleyici emel mahsulü ne olduğu meçhül O kadar abesle iştiğal eden kendini beğenmiş, ukala tipler vardır ki, saymakla bitmeyecek kadar sürüleri kalabalıktır. Bu tür âdap, erkan yoksunlarının en belirğin özelliği; eğlenmek, zaman öldürmek, boşyere ve amacı olmadan oyalanmak, fikirleri tedavülden kalkmış devirici, yıkıcı, devrimci ağa babalarının heykellerini yapıp,

Kuzey Kore’liler gibi taş, beton, demir, tunç ve bakırdan suretlerin huzurunda eğilmek, tâzim durmak, hülasa Allahu Tealanın emrettiği ve Rasulullahın (sav) yapmalarını istemediği din ve mukaddesat ölçüleriyle bağdaşmayan, İslam dininin kınadığı, yapmayın dediği, Kur’anı Kerim diliyle *Levhel hadis* olan boş işler bataklığına dalmışlardır. Halbuki Müslüman olarak bizim her saniyemiz çok değerlidir. Boşa geçirecek zamanımız yoktur. Söz, fiil ve her türlü hareketlerimizin hesabını vereceğimiz bir an mutlaka gelecektir. Boş işlerle, bizlere yabancı kavramlarla vakit öldüren insanlar; Abesle iştiğal eden beyinsizlerdir…

Allahım sana inandık, iman ettik… Bizleri levhel hadis olan boş işlerle uğraşanlardan eyleme. Bizleri Kur’anı kerim ve Sünneti seniyyenin nurundan ayırma. Bizleri sıratı müstakimde sabit olanlardan eyle. Bizleri ehli sünnet vel cemaatta duranlardan eyle…Bizleri razı olduğun kulların zümresine dahil eyle… Sen her şeylere kadirsin Allahım…

Sermedkadir… KYS… 23.11.2024… 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert