Muhabbet, Sevgi ve Merhamet

Gönülden samimiyetle inanıyorum ki; Her kim olursa olsun birey olarak bizim dışımızdaki insanların kalplerini, gönüllerini fethetmek için en kestirme ama en saglam yol sevgi ve muhabbet yoludur. Sevgi ve muhabbet yolunda yürüyenlerin hiç bir zaman kapılar yüzlerine kapatılmaz. Farz edelim ki bir kapı kapansa inanıyoruzki binlerce kapı açık tutulacaktır. Samimiyetle inanıyoruz ki seven ve sevgi ile, muhabbetle yaklaşanlar için Yüce Rabbimiz kullarının kalplerini açmış, onları digerlerine karşı sevimli ve sevgili kılmıştır…

Sevgi ve muhabbetle girilen gönülden, çıkarılmak gayet zordur, çıkmak zordur. Mesela yüzyıllarca evvelinden, Bin sene evvelinden yaşamış nice inanan insanlar, Mü’minler vardır ki bizler onların isimleri anıldıgında hayır dualar ederiz, O degerli şahsiyetleri överiz. Ve pek tabiidirki muhabbetle severiz. Nedenini araştırmaya koyuldugumuzda sonuç şudur O insanları Rabbimiz bizlere sevdirmiştir de ondan sever ondan dolayı o muhterem insanlara muhabbet duyarız…

Ne mutlu bizlere ki Elhamdulillah Müslümanız. Sevgi ve muhabbetimizin İnancımızla, Akidemizle bire bir ilişkili olduguna kanaat getiriyoruz. Aslında İslam Dini; Ögrenip bilmeyi, bildigini sevmeyi, sevdigimiz şeyleri de hayatına tatbik etmeyi ve sevilen şeyleri başkalarına duyurmayı da beraberinde getirir. Bu manada baktıgımızda Mü’min kişi sadece inanan insan degil, aynı zamanda seven ve muhabbetle yaklaşan bir karakterin sahibidir. Güzellikleri paylaşma istegi ile çevresine yaymak, anlatmak, İyilikleri çogaltmak ve bunun neticesinde Hakkı hayata hakim kılmak Müslüman olarak, Mü’min olarak bizim asli vazgeçilmez görevlerimizdendir…

Mutlaka muhabbetin ve sevginin temelinde bilmek ve bunun yanında bildigini tanımak vardır. Nitekim insanlar bilmedigini tanımazlar ve sevemezler. Seven ve Muhabbet duyan ise sevdigine İTAAT eder, Muhabbet ettigi hususa teslim olur. Allahı seviyorum diyenler mutlaka Allaha kayıtsız ve şartsız TESLİM olan Mü’minlerdir. Bu muhabbet ve sevgi aynı zamanda Müslümanlara bir mesuliyet yüklemiştir o da; Allahın davasını yer yüzünde hakim kılma hususu ve anlama, anlatma, yaşama, yaşatma, teblig ve duyuru görevleridir…

Samimi, İhlaslı bir çalışmayı ve gayreti gerektiren Bütün bu çabalar ancak sevgi ile ve Muhabbetle olur diye inanıyoruz. Müslüman inancının bir göstergesi olarak Hak sözü hem ögrenecek, hem ögretecek, hem yaşayacak, hem nakledecek, bazı an gelecekki konuşarak, anlatarak, yeri geldiginde de Bu mukaddes bildigi dava yolunda canı pahasına da olsa o güzellikleri insanlara ulaştıracaktır. Müslümanın gayeleri içinde Allahın sevgisini kazanma duygusu olacaktır. Allahın rızasına nail olma çabası istegi ve aşkı olacaktır. Allahın Şeriatını, hükümlerini muhafaza etme adına hayatını yaşayanlar inanıyoruzki muhterem ve saygıdeger insanlardır…

Müslümanın, İnanan insanların Yüce Rabbını muhabbetle sevmesi Celal ve izzet sahibi olan yaratıcı Sevgilinin, sevdiklerine kadar ulaştırdıgı yüce bir duygudur. Bundan dolayı Müslümanlar Peygamber Efendimizi (sav) severler. Çünkü O Rabbimizin sevdigi insan, İnsanlara gönderdigi Peygamberdir, Rasuldür, İslam Dininin en büyük tebligcisidir, ögretenidir, belletenidir, örnek ve önder insandır. Bundan başka Müslümanlar Kuranı, İslami esasları muhabbetle benimser sever. İnancımız o durki; Kim Allah için sever, kim Allah için bugz eder ve kim Allah için dostluk ya da kim Allah için düşmanlık beslerse, o kimse bu yaptıkları sayesinde gerçekten Allahın dostluguna erişir EVLİYA yani Allah dostu olur…

Bir kimse de bu saydıgımız olumlu tavırların karşısında yani bu sayılan nitelikleri, güzellikleri taşımadıgı sürece, ne kadar çok Namaz kılıp Oruç tutsada, ne kadar çok ibadet ve taat işlese de İmanın hazzına ve tadına erişememiş demektir. Muhabbet, sevgi, merhamet, diger insanları düşünerek yaşama sadece yaratılmışların en şereflisi olan İnsanogluna verilmiş bir yüksek, faziletli bir duygudur ve inanıyoruz ki bu duygunun kaynagı da sevgi ve muhabbettir…

Tarih şahittirki; Günahkar, kibirli, kendini begenmiş olanlar ve insanları yanlış şeylerle avutanlar batılla ve iki yüzlülükle yönetmeye, idare etmeye çalışanlar hiç bir zaman kalpleri, gönülleri kazanamayacaklardır. Bunun yanında insanları dogrulukla, samimiyetle ve iyi amellerle dogru yola çagıranlar, ilk başlarda düşüncesiz insanların düşmanlıgı ile ilgisizligi ile karşılaşsalarda sonunda onların da kalplerini kazanmayı başaracaklardır Allahın izniyle.Tabiidirki kafirlerin de Mü’minleri sevmeleri ve Müslümanlara ilgi duymaları Mü’minlerin lehine olan bir olaydır. Çünkü Mü’minlerin kafirlerce sevilmemeleri, Mü’minlerin onlardan olmadıgını, onları sevmediklerini gösterir…

Asrı saadet dönemine birazcık uzanacak olursak sevginin ve muhabbetin en samimisini en içtenini en duygusal olanını görürüz. Bir tabloya bakalım mesela: Azgın ve hırçın kafirler Mau Reci gazvesinden sonra Hz. Hubeyb isimli genç sahabeyi yakalamışlar ve idam sehpasına çıkarmışlardı. Hakaret ve işkencelerin yanında alay ediyorlar ve şöyle diyorlardı. Ey Hubeyb, şu anda senin yerine Muhammedin idam edilmesini istermiydin ? Hz. Hubeyb kendisini irkilten bu soruya karşılık hiç düşünmeden şöyle cevap vermişti. Hayır. Vallahi benim yerime onun idam edilmesini istemek şöyle dursun, Onun ayaklarının altına bir diken batmasına bile gönlüm razı olmaz…

Daha sonra ellerini açarak Allaha son müracaatını yapan Hubeyb: Ya Rabbi buraya gelirken senin Habibine veda edemeden geldim. Benim selamımı ona ulaştır. Diye niyaz eder. Medinede, Mescidi Nebevide Sahabeleriyle sohbet eden Peygamber Efendimiz birden dogrulur ve – Selam sana ey Hubeyb- der. Yanındaki Sahabiler hayrete düşerler. Ve meseleyi Peygamber Efendimiz (sav) açıklar. Müşrikler Hubeybi şehit ettiler. Son anında bana selam gönderdi ve bende selamını aldım…buyurur.

Üzerinde yorum ve izah yapılamayacak kadar açık ve seçik olan bu sevgi ve muhabbet tablolarına, bu sevgi vesikalarına, ancak bu gün bizler kaynak olarak kavuşuyor, lakin aynı sevgi ve muhabbeti yaşayamamanın, duyamamanın, hissedememenin üzüntüsünü, ızdırabını ve buruklugunu yaşıyoruz. Sevginin ve muhabbetin sadece sözünü edip, bir türlü kalbimize, gönüllerimize indiremedigimiz bu hallerimizin buruklugu içerisindeyiz. Ama başka bir yönümüz, başka bakacak bir merkezimiz yok yine Rabbimizden O saadet devri insanlarının yürüdügü yolların izine kavuşma ve hasretimiz içimizi yakıyor, taa benligimizi o sevgi ısıtıyor. Allah (cc) o sevgiyi, o muhabbeti elimizden, dilimizden, kalbimizden, gönüllerimizden almasın…

Saadet devri insanları sevgilerinde, muhabbetlerinde sadık ve samimi idiler. Birbirlerine karşı sevgi ve muhabbetlerini söylemeden evvel gönül dünyalarının muvafakatını, olurunu alırlardı. Yüzeysel bir sevgi ve muhabbet yoktu onlarda. Şanlı Allah Rasulünün (sav) emri geregince sevdikleri şahıslara sevgilerini açıklarlardı. Lakin – Seni Allah için seviyorum – diyebilmek için karşısındakinin acısını, tasasını, elemini, kederini, sevincini kalbinde, gönlünde yaşayıp yaşamadıgını hesap ederek söylerlerdi…

Saadet devrinin nurlu Sahabeleri Mü’min kardeşleri ile olan kalb muamelelerinde çok hassas davranırlardı. Sevmedikleri birine seviyorum demeyi NİFAK alameti sayarlardı çünkü Mü’min seven ve sevilecek insan demekti. Seven ve sevilecek bir varlıktı. Yaşayışında, görüntüsünde ve hareketlerinde Hz. Allahın emirleri, talimatları görülen o nurlu cemaat niçin birbirlerini sevmesinlerdi ? Aslında sevilen şey, etten ve kemikten olan yönleri degildi. Azaların, uzuvların evet dedigi ve ugrunda enerji tükettigi salih amelleriydi. Onların hayatlarında her şey sevimliydi, her şey güzeldi, şakaları, savaşları, uykuları, rüyaları, Namaz kılmaları, dua etmeleri sevimliydi, güzeldi. Tabir caiz ise o nurlu cemaat topluca sevgiyi iktidara getirmişlerdi. Onlar Allah rızasına dayanan sevginin ve muhabbetin sanki gölgesi altına girmişlerdi…

O nurlu saadet devri insanları öncelikle şu hususa inanmışlardı ki, Yüce Allah (cc) Dinine hizmet ettirecegi insanlara önce sevgisini verir, önce muhabbetini verir. Daha sonra onlarda Allahı sever. Sonra da sevilen bu Müslüman cemaat, birbirlerine karşı şefkatli olurlar. Mütevazi ve alçakgönüllü yaşarlar. Bütün şiddetlerini, hiddetlerini, düşmanlıklarını ise kafirlere ayırırlar. Yeri geldiginde Allah yolunda Cihad ederler, Allahın dini ugrunda mücadele ederler. Yaşarlarken kesinlikle kınayanların kınamasından korkmaz ve çekinmezler. Onlar hayatlarının her anını Kuran hükümlerine göre şekillendirirler ve öylece yaşarlar çünkü: Müslümanların temel vasıfları Kuranı Kerimde böylece anlatılmıştır…

Allahın şanlı Rasulüne layık gördügü sıfat –Habib- dir. Kainatın en sevdigi varlık Rasulüdür ve onu sevgili olarak anmaktadır. Yaratılmışların dilindeki sevgili ler hep ondan kinayedir. Demekki varlık ve oluşun Anayasası SEVGİ dir, Muhabbettir. Allahın Rasulünün Rabbına karşı içinde kayboldugu hadise yine aynı duygudur. Öyleyse diyebilirizki, varlık ve oluş sevgi kaidesine oturmuş, Muhabbet kaidesine kurulmuştur. Allah kullarını sevdigi için Cehennemi yaratmıştır.

Ama ne yaratış. Kullarınki gibi içine yuvarlamak, içine düşürmek için bir tuzak degil, kulların kurtuluşa ermesi için kötülüklerden, şerlerden ve bilinen her türlü kir ve pisliklerden caydırıcı bir unsur olarak Kurtulmazsan Cehennem var gibi büyük bir tehdit olarak karşımızdadır Cehennem… Allah (cc) Kullarını sevdigi için Cenneti de yaratmıştır. Cehennemden kurtulursan sana müjde var, sana ödül var, sana büyük bir armagan var, sana hediyelerin en kalıcı olanı var, sana mükafatların anlayamayacagın kadar iyi ve güzel olanı var…

İnanan insanları CENNET gibi bir saadet ve selam yurdu olarak iyilik yollarının sonunda yüce bir makam beklemektedir Mü’minleri Cennet. Ama denilebilirki Cennet dogal bir sonuçtur. Esas Mü’minin hedefi sebeptir Cennete götüren sebep. Yani Allahın sevgisine kavuşmak, Yüce yaratıcının muhabbetine ulaşmak. Tabiidirki dilimiz ne Cehennemin korkunçlugunu ne de Cennetin güzelliklerini anlatmaya yeterli kelime haznesine sahip degildir. Çünkü bu dünyadaki aklımızla Ahiretteki olacak olanları kavramamız yeterli degildir. Bizlere neler ne kadar açıklandıysa o kadar Mizandan, o kadar sırattan, o kadar arasattan, Cennetten ve Cehennemden anlayışımız olur yani sınırlı bir bilgi birikimimiz var. Yani bu kantar bu sıkleti çekmez demişler…

Hz. Ali Efendimiz ögüt ve Nasihatleriyle bizleri şöyle bilgilendiriyor: * Ey Allahın kulları, hedefe götürecek azık ve sıgındıgınızda sizi kurtaracak bir sıgınak olan Takvaya sarılmayı tavsiye ediyorum. Dünyanın bir yokluk yurdu olması zamanın yayını ok’una takmış, oglunu vurmaya hazırlanan birisine benzemesinden dolayıdır. O Ok’un sivri ucu hedefini şaşmaz, yarası da tedavi edilmez. Diriyi ölü yapar. Saglamı sakat, başı selamette olanı da derde sokar. Yiyen doymaz, içen kanmaz…

Dünya bir sıkıntı yeridir. Zira; insanlar yemeyecegi malı yıgar, oturmayacagı evleri yapar. Sonra da gider Allahın huzuruna çıkar. Ne yanında taşıdıgı malları vardır ne oturdugu binaları. Dünya aldatıcıdır zira acınılacak kimseye gıbta edersin, gıpta edilecek kimse ye de acırsın. Dünya da nimetler çabucak kaybolur, sıkıntılar birden bire bastırır. Dünyanın kederlendiremedigi bir kişi, Emelinin peşine düşer de ömrünün huzurunu kaçırır. Ne emeline kavuşur ne de hayal etmeyi terk eder. Sevginin zirvesi takva yani Allah korkusu Takva Allahın dostlarını O’nun koymuş oldugu sınırları çignemekten alıkoyar…*

Asrı saadet insanlarının hangisine kulak verirsek verelim bizleri sevgiye, muhabbete ve güzelliklere davet ediyorlar. Çünkü Onların kaynagı tertemiz, terütaze, billur gibi, berrak tabiiki bu güzel kaynaktan yudumlayan hayır ve hasenat, güzellik ve iyilik ögüt ve Nasihatlerin en muteberini ulaştıracaktır. O Nurlu asır insanlarından İnşaallah bir de müjdeli bir haberi zikredelim: Günlerin birinde o güzide topluluktan Peygamber Efendimizin en yakınında olma şerefini taşıyanlardan Hz. Sevban Rasuli Ekreme(sav) bakarken tatlı tatlı aglıyordu. O derece ulvi bir tablo teşkil ediyordu ki Allahın Rasuli dönüp sordu Ya Sevban niçin aglıyorsun ? Bir anlık bir duraklamadan sonra Yüce Sahabi şöyle cevap verdi:

Ey Allahın Rasulü düşünüyorum da bu dünya da biz senden bir anlık ayrılıga bile tahammül edemiyor işimizi hemen bitirip dönmenin yollarına bakıyoruz ve hamdolsun seninle bir arada olmanın izzetini yaşıyoruz. Fakat yarın Ruzi Mahşerde senin yerin ve makamın şüphesiz ap ayrı olacak, Peygamberlerle ve sadıklarla bir arada olacaksın. Anam babam sana feda olsun. Bu dünyada biz senden ayrılıga dayanamazken ya öbür dünyada nasıl ayrı kalacagız ? Bunu düşündükçe bir tuhaf oluyorum ve kendimi kaybedecek hale geliyorum.

Baştan başa İHLAS, Muhabbet ve ciddiyet kaynagı olan bu güzide, seçkin davranış karşısında Peygamber Efendimiz (sav) sahabesini teskin ederek şöyle cevap veriyordu: ** Üzülme ya Sevban kişi sevdigi ile beraberdir…** Allahın Nuru, Allahın Selamı, Allahın Rahmeti, Allahın Bereketi, Fazileti yine Allah yolunda birbirlerini seven ve Allah rızası için birbirlerine muhabbet duyanların ve Allah rızası adına mücadele edenlerin üzerinden eksik olmasın…

Netice olarak diyoruz ki; Mü’minler, Müslümanım diyen her kim olursa olsun İnsanlar İlahi Nizama, İlahi ölçüye, Şeriata inanan kimselerdir diyoruz. Hayatları için kabul ettikleri ölçü ve nizamlarda hakiki ve tek yetki sahibi ise Allah ve Onun şanlı Rasulüdür (sav). Biz inananlar olarak sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz, Allah ve Rasulünün sevdikleri ve sevmedikleridir kısaca. Bizlerin bu husustaki tavrımız kesindir ve ebedidir. Sevmediklerimiz ancak sevilecek olanların yoluna girer hidayete tabii olursa bizlerde onları severiz.

Sevme ve muhabbet duyma hadisesi Silah zoru ile, dayakla, eza cefa vererek, yıldırmalarla, baskılarla, tehdit ve korkutmalarla olacak bir şey degildir. Çünkü sevmek ve Muhabbet etmek bir fiili, ameli olaydır. Bizlerde İtikadi dünyamızla yüz akı olacagımız bir fiil, bir amel, bir tavır, bir karardır bu bizim kararımızdır ve bu olayın yadırganacak bir tarafıda yoktur.

Müslümanların güzel ve etkili, Sünneti seniyyeye uygun saglam bir Cemaat olmaları için sevgi, muhabbet ve uhuvvet şuurunun zirvesinde olmaları icabeder. Müslüman kardeşlerimizden beklentimiz o durki; İslam Cemaatının dinamigi, enerji kaynagı olan muhabbet ve sevgi hususunda mümkün oldugunca yardımlaşılmalı, birbirimizi anlamaya çalışmalıyız. Bu hususu zedeleyecek, yaralayacak her türlü olumsuz davranışlardan da kaçınmak hepimizin vazifeleri arasındadır diye düşünüyoruz…

Sevgi ve Muhabbet Kaynagı Yüce Rabbimiz Ali imran Suresi Ayet.103.te mealen şöyle buyuruyor: *** Topluca Allahın ipine tutunun ve ayrılmayın. Allahın size olan nimetini anın. Sizler düşmandınız, Allah gönüllerinizi uzlaştırdı ve onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Ateş çukurunun kıyısında idiniz, sizi oradan kurtardı. Dogru yola girersiniz diye Allah ayetlerini size böyle açıklıyor…***

Cenabı Hak Kuranı Kerimde, Ali imran suresi. Ayet.134.te mealen şöyle buyuruyor: *** Bunlar, bollukta ve darlıkta verirler, öfkelerini kontrol ederler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyi davrananları sever…***

Sevgi ve Muhabbete en yakın kavram inanıyorum ki Merhamet duygusudur Merhamet duygusuna gelince: Mana olarak acıma, koruma, esirgeme, yardım etme ve sevgi gösterme manalarını taşır. Merhamet, İnsanları başkalarına iyilik ve yardım etmeye yönlendiren acıma duygusudur. Tüm yaratılmışlara sevgi ve şefkat ile yaklaşma, mümkün oldugunca bütün insanlıgı kötülüklerden koruma ve yardım isteyene yardım elini uzatıp her hangi bir müşkülü olanı içinde bulundugu durumdan kurtarma, zor durumda olanlara yardım etme insanların en güzel hareketlerindendir.

Aslında merhamet fıtri bir duygudur diyebiliriz. Yani her şeyin oldugu gibi Merhametin de kaynagı yaratıcımızdır. Birilerinin muhtaç bir duruma düştügünü görsek aman bana ne deyip savuşmaz, gereken yardımı, bagışı yapmaya çalışırız. Bir suçundan dolayı kimileri özür beyan ettiginde duyarsız davranamayız affederiz. Velhasılı insanların yaratılıştan gelen özellik ve güzelliklerinden birisi de MERHAMET duygusudur…

Müslümanların merhametli olması, Kuran ve Sünnetin de emrettigi bir husustur. Allaha iman eden ve Ahiret gününü düşünen Mü’minler olarak bizler her toplumdan daha çok merhametli, iyiliksever olmak zorundayız. Çünkü Rabbimiz, bizim Merhametli olmamızı istiyor. Müslümanlar özelde her insanın Cehennem ateşinden kurtulup, Allahu tealanın rızasına kavuşması için gayret sarf etmesi gereken bir iman ve inanca sahip olan kimselerdir…

Müslümanlar İtikadı ve İmanı geregi; kendisi için sevdigi bir şeyi başkaları için de seven bir kültürün insanıdırlar. Özelde biz kendimiz için en fazla arzu duydugumuz husus şüphesizki; İMAN ve HİDAYET sahibi olmaktır. Onun için biz Müslümanlar toplumun her kesiminin İman ve Hidayet bulması için çalışması gerektigini bilen yapıya sahibiz. Bizim için asıl gaye: Gayelerin en üstünü İL’AYI KELİMETULLAHTIR. Yani Allahın hükmünün her yerde hakim olması için gayret ve çaba harcamaktır.

Nasılki bir Anne çocuguna şefkatinden dolayı, onun daima tehlikelerden uzakta kalmasını ister ve bu ugurda elinden gelen her fedakarlıgı yapar. Ateşle oynamak isteyen bir çocuk, ateşin tehlikeli oldugunu bilemez. Ama annesi o tehlikeyi bildigi için hemen çocugunu ateşten geri çekerek onun yanmasını önlemeye çalışır.

Halbuki tehlikelerin en büyügü Allaha karşı İSYAN içerisinde olmak ve günah olarak bilinen fiilleri işlemektir. Aynen bu misalde oldugu gibi biz Müslümanlar Annenin çocuguna olan şefkat ve MERHAMETİNDEN daha derin bir şefkatle yolunu şaşırmış olanlar varsa o kimseleri helak olup gitmeden, tamamiyle elden avuçtan çıkmadan gücümüz yettigince kurtuluşu için çalışırız.

Çocuk nasılki bir Annenin bir uzvu, bir parçası mesabesinde ise biz Müslümanlarda bir bedenin uzvu gibi bütün Müslümanları öyle görerek, koruyup kollamak zorunlulugunu içimizde hissederiz. Bu duygu ve İman bizlere Cenabı hakkın vermiş oldugu güzel bir haslettir. Eşi bulunmaz bir melekedir…

Peygamber efendimizde (sav) güler yüz, İnsanlara karşı müsamaha ve MERHAMET O kadar engin ve yüce idi ki hiç bir kimseye bagırıp çagırdıgı ve kötü sözler söyledigi vaki degildir. Enes ibni Malik (ra) bu konuda şu Rivayeti zamanımıza taşıyor: * Hz. Peygambere (sav) On sene hizmet ettim, bir kere bana canı sıkılıp of demedi. Yaptıgım bir iş için ‘’ Niçin böyle yaptın veya şöyle yapsaydın da demedi.’’ (Buhari.edep.) *

Yine bir gün Peygamber Efendimiz (sav) Hz.Alinin (KV) oglu, Peygamber efendimizin torunu Hasanı (ra) öpüp okşadıgı sırada orada bulunan Akra bin Habis: ‘’ Benim on çocugum var, bunlardan hiç birini öpmüş degilim dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) ona hayretle bakarak: ** Merhamet etmeyen kimseye MERHAMET olunmaz. ** buyurmuştur…

Bir başka Hadisinde Peygamber Efendimiz (sav) Allahın MERHAMETİNİN büyüklügünü ve İnsanlardaki merhametin kaynagı oldugunu dile getirirken şöyle buyuruyor. ** Allah merhametini yüz parçaya ayırdı, doksan dokuz parçasını kendi yanında tuttu, bir parçasını yer yüzüne indirdi. İşte bu bir parça RAHMET sebebiyle yaratıklar birbirine merhamet eder. Hatta yavrulu hayvan, bir tarafını incitir endişesiyle ayagını yavrusundan sakınır. (Buhari,edep. Muslim, Tevbe bölümü.) **

İslam dininin öngördügü MERHAMET tabiidirki bütün canlıları içine alacak kadar geniş kapsamlıdır. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yetimler, kimsesizler, hastalar ve yoksullar başta olmak üzere tüm İnsanlara MERHAMET göstermenin yanında hayvanlara karşı da merhametin en ince ve hassas bir şekilde titizlikle uyuldugu gelen rivayetlerde bize ulaşmıştır… Bir Hadisi Şerifte Kötü yola düşmüş bir kadının susuzluktan ölmek üzere bulunan bir Köpege su verdigii için Allah tarafından bagışlandıgını (Buhari.Şürb)

Diger bir Hadisinde de Kedisini açlıktan ölmeye mahküm eden Merhametsiz bir kadının, bu davranışı nedeniyle Cehenneme atılmayı hakettigini (Muslim.Fezail) belirterek Merhametin sadece İnsanlarla sınırlı olmadıgını dile getirir. Hayvanlara iyi bakılıp beslenmeleri, Hayvanları zevk için dövüştürülmemeleri, Hayvanların nişan alınan bir hedefler yerine konmamaları ve zevk için Hayvanların öldürülmemeleri gerektigini buyuran Hadisi şeriflerle Peygamber Efendimiz (sav) İnsanlıga bu konuda da yol göstermiştir. Her meselede oldugu gibi…

Anlatıldıgına göre, Ebud Derda (ra) zaman zaman çocukların peşinden gider ve sırf merhamet duygularından dolayı, onların yakalamış oldukları Serçe kuşlarını kendilerinden satın alarak salıverir, bu sırada da şöyle derdi: – Haydi gidin yaşayın…

İyilik, Merhamet ve müsamaha yönünden Peygamber Efendimiyin hayatı eşsiz örneklerle doludur. Bir keresinde İslamiyete daha iyice ısınamamış bir Bedevi Peygamber Efendimizin (sav) huzuruna gelerek Ondan bir şeyler istedi. Peygamberimiz de o fakir adama yardımda bulundu. Adam kalkıp gidecegi sırada Hz. Peygamber (sav) ona ** Seni memnun edebildimmi ? ** dedi adam ‘’ Hayır memnun degilim, bunlar da bir şeymi sanki’’ diye söylendi. Adamın bu nezaket dışı davranışına karşı Ashabı kiramdan orada bulunanlar son derece kızdılar ve onun üzerine yürümek istediler.

Peygamber Efendimiz (sav) onlara durmalarını işaret ederek evine gidip bu adama başka şeyler daha getirip verdi. Tekrar ona: ** Şimdi seni memnun edebildimmi ? ** diye sordu adam: ‘’ Evet yardımda bulundun, Allah ehline ve Aşiretine hayırlar versin ‘’ dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz (sav) o adama : ** Öyleyse gel deminki darılttıklarına bu memnuniyetini açıkla da sana olan düşmanlıklarını gider. ** buyurdu. Adam içeriye girip Müslümanların huzurunda Hz. Peygamberden memnun oldugunu belirtti.

Ondan sonra Hz. Peygamber (sav) şu misali verdi: ** bu adamla benim durumum, devesini kaçıran adamın durumuna benzer. Halk devesini yakalaya bilmek için peşine düşerler. Deve de bu kalabalıktan ürküp daha da uzaklara kaçar. Sonunda deve sahibi ‘’ Ben devemin huyunu daha iyi bilirim, siz devemle benim aramdan çekilin’’ der. Sonra eline aldıgı bir tutam yeşil ot la onu yakalayıp yükünü yükler ve üzerine oturur. Eger bu adam ilk sözünü söylediginde sizi bıraksaydım, onu öldürmüş olurdunuz, o da Cehenneme giderdi. (İbni Kesir Tefsirinden alınmıştır.) **

Peygamber Efendimiz (sav) bir Hadisinde mealen şöyle buyuruyor: ** Cennete sadece merhametliler girecektir…)** Yanında bulunan Sahabeyi Kiram – Ya Rasulullah biz hepimiz merhametliyiz- derler. Peygamber efendimiz (sav) Onlara şöyle cevap verir: ** Sırf nefsini esirgeyen-koruyan kimse merhametli degildir; merhametli kimse hem kendini hemde başkasını esirgeyendir- koruyandır…**

İmamı Gazali (Rh.a) diyorki: İnsanın kendisine karşı merhametli olması; kendini Allahın azabından esirgemesi-koruması, yasaklarını işlemekten, emirlerini yapmaktan sakınmasıdır. Bu da günah işlemekten vaz geçerek, işlenmiş günahlardan tevbe ederek, ibadet ederek ve ibadet ederken sırf- yalnız allah rızasını gözeterek olur. Başkasına karşı merhametli olmak da, İslamın tesbit ettigi kul haklarına riayet ederk ve canlılara hürmet ederek hiç kimseye zarar vermemektir…Bizlere düşen, Sahabilerin Allah onlardan razı olsun yolundan ayrılmamaktır. Allah onları * Birbirlerine karşı merhametli* diye övmüştür. Onlar hem Müslümanlara, hem de bütün canlılara karşı, hatta Müslüman olmayan azınlıklara karşı merhametli idiler…

Malik bin Enes’den (Ra) rivayet edildigine göre, Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:** Ya Enes, şu dört şey Müslümanların senin üzerindeki haklarındandır: İyilerini destekleyeceksin, Günahkarları için Allahtan af dileyeceksin. Hastalarını ziyaret edeceksin. Tevbekarlarına sevgi göstereceksin…** (İmamı Gazali. Mukaşefetül kulüb.s.113-115.)

Fazl oglu Muhammedin naklettigine göre, Abdullah şöyle der: Müslüman kardeşinizin bir musibete düçar oldugunu – ugradıgını gördügünüz vakit – Allahıından bulsun- ya da – Şeytanından bulsun- gibi sözlerle onu lanetlemeyiniz bilakis şöyle deyiniz: * Allahım ona Merhamet et, acı. Allahım onun günahlarını affet…*

Şa’binin anlattıgına göre, bir defasında Beşir oglu Numan Minbere çıktı. Önce Allaha hamdu senada bulundu. Sonra da dediki: * Ben Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dedigini işittim: Müslümanlar kendi aralarında birbirlerine daima nasihat etmeli, hakkı ve dogruyu rtavsiye etmelidir. Yine Müslümanlar kendi aralarında birbirlerine merhametlilikle tıpkı bedenin uzuvları gibi olmalı; nasılki bedenin herhangi bir uzvu rahatsızlandıgında bütün diger uzuvlarda perişan oluyor ve hasta uzuv iyileşinceye kadar rahat edemiyorlarsa, aynen bunun gibi, Müslümanlardan birinin bir derdi oldugu zaman o bundan kurtuluncaya kadar diger Müslümanlarda rahatsızlık duymalıdır…*(Semerkandi. Gafletten kurtuluş.s.553-557.)

Peygamber Efendimizi (sav) daima örnek alan ashabı da, Kendinden sonra gelen bütün Müslümanlara ve her türlü mahlukata – yaratılmış canlılara MERHAMETLİ idiler. Hatta İslam Devletinin idare sistemini kabul eden Gayri müslimlere (Ehli zimmete) karşı bile merhametin en güzel göstergesiyle hareket etmişlerdir. Onlara bu duyguyu veren tabiiki başta onların İMANI ve İTİKADI idi. Nerde kaldıki Din kardeşini, Karındaşından daha üstün gören bir inancın sahipleri olan Müslümana merhametli olmasınlar bu mümkün degildi…

Bir defasında Mü’minlerin Halifesi Hz. Ömer (ra) kapı kapı dolaşarak dilenmekte olan ihtiyar bir Gayri müslimi görünce ona şöyle dedi: * Sana hiç insaf etmemişiz. Gençliginde senden cizye (dinimize göre,ödemekle yalnız gayrimüslimlerin sorumlu tutuldugu bir vergi) almışız. İhtiyarlayınca da seni kendi hâline terk etmişiz.* Ve Mü’minlerin Halifesi o büyük Hz. Ömer (ra), Bu gayrimüslime, geçimine yetecek kadar maaş baglanmasını hazine görevlilerine emretmiştir. İşte bir İnsanlık ve Merhamet örnegi…

İmam Şa’binin (Rh.a) anlattıgına göre Hz. Ömer (R.a) şöyle der: * Allah MERHAMET etmeyene merhamet etmez. Affetmeyeni affetmez. Mazeret kabul etmeyenin mazeretini kabul etmez. *

Ömer bin Abdulaziz (Rh.a) Şu güzel nasihatleri bizlere ulaştırıyor: * Allah katında sevimli hasletler üç tür. 1.) Gücü yettigi takdirde affetmek. 2.) Hiddet- öfke anında itidalini muhafaza etmek. 3.) Allahın kullarına şefkatle muamele etmek. Zira kim ki Allahın kullarına şefkat ve MERHAMET le muamele ederse kendisi de Allahın Merhametine mutlaka mazhar olur.*

Rabbimiz Hucurat Suresi Ayet.10.da mealen şöyle buyuruyor: *** İnananlar kardeştirler; öyleyse dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltin; Allahı sayın ki, size merhamet etsin…***

Peygamber Efendimizin bir Hadisi mealen şöyledir: ** İNSANLARA MERHAMET ETMEYENE ALLAH MERHAMET ETMEZ.**

Allah’ım. Bizi daima İmâna yönlendir. Bizi her zaman İnkârdan, dalaletten ve sapık yollara düşmekten uzaklaştır. Bizi mümkün oldugunca iyilige, güzellige ve hayır yapmaya yönlendir. Bizleri şerden kötülüklerden ve insanlıgın zararına olan hususlardan uzak tut. Bizi hayırlı duâya yönlendir. Biz yalnız senin RIZANA ulaşma gayreti içindeyiz; Bizleri o engin rızâna yönlendir.

Bizi sadece sana kul olmaya yönlendir. Bizi sadece sana teslim olmaya yönlendir. Bizi kanaat etmeye yönlendir. Bizi ebedî saadete yönlendir. Bizi ebedi saadet yurdu olan Cennete yönlendir. Bizleri Cehennem ateşinden muhafaza eyle. Bizleri Kabir azabından muhafaza eyle. Allahım bizim içimizi, dışımızı senin sevgin, muhabbetinle doldur. İçimizden Merhamet duygusunu esirgeme. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…
Sermed Kadir… 23.04.1996

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert