Necip Fazıl KISAKÜREK: Kendi ifadesiyle Çemberlitaşta, Sultanahmedde dogru inen sokaklardan birinde , kocaman bir konakta, 26.Mayıs.1904.yılında dogmuş, Babası Fazıl bey, Dedesi istanbul cinayet mahkemesi reisligi yapmış, Sultan ikinci Abdulhamid hana atılan bomba hadisesinin tarihi mahkemesini yapmış, Maraş lı Kısakürek zade Hilmi efendi. Büyük annesi; Eski haleb valisi, Hariciye müsteşarı ve Zaptiye nazırı (içişleri bakanı) Salim paşa nın kızı Zafer hanım.
Annesinden kısaca bahsedişi Akdeniz kıyılarında İstanbula hicret etmiş bir ailenin kızı. Anne annesini anlatırken de, kullandıgı ifade şöyle: Burnunun ucuna kadar kapalı, Bütün ömrünce Allahı, Rasulünü ve emirlerini anıp aglamaktan başka işi olmayan ve dört yanı hep ahiret kardeşleriyle çevrili yaşayan dul ve ümmi Anne annem…
Necip Fazıl yaşadıgı çocukluk hayatında zamanın en varlıklı ailesinin bir üyesi olarak hep el üzerinde tutulmuştur.Bunda Büyük babasının etkisi çok fazladır. İlk ve orta ögrenimini amerikan ve fransız kolejlerinde tamamlayan Necip Fazıl daha sonra Heybeliada numune(saglık koleji) mektebini bitirdikten sonra, Bahriye (denizcilik) mektebine birinci dünya savaşının sonlarında talebe oldugunu anlatırkende o zamanın ütopyasına (hayaline) göre harp kazanıldıktan sonra bize geçecek olan Fransız donanmasının zırhlılarında vazife görmege ve preslerin ellerinden öpmege namzet (aday) zabitler (subaylar) yetiştirildigimiz, bu şartlara göre seçilip alındıgımız, herkes saman ekmegi yerken, nefis sofralara oturdugumuz, Müzikle yemek yedigimiz, Saraylara mahsus muaşeret edepleri içinde yoguruldugumuz, böyleyken disiplinlerin en yakıcısı ile kavruldugumuz, Memleketin en namlı hocalarına malik bulundugumuz ve tatile üç ayda bir çıktıgımız, Bahriye (denizcilik okulu) mektebi. Şairligim işte orada başladı.
Hocalarım Tarihte: Yahya Kemal Beyatlı, Edebiyatta: Hamdullah Suphi Tanrıöver, Felsefede: İbrahim Aşki ve Din dersleri hocamız Akskili Ahmet Hamdi efendiydi. Demokrat Parti döneminde Diyanet işleri reisliginde bulunan ve makamıyla vicdanı arasındaki muhasebe neticesinde kalbi çatlayıp ölen Ahmed Hamdi Aksekili…Diyanet işleri reisliginde oldukça sık temasta bulundugum merhum, talebesine o zaman biçtigi kıymeti Allahın gerçekleştirmiş oldugunu söylerdi, diyor.
Devam ettigi, Bahriye mektebi (askeri deniz lisesi) O zamana kadar üç yıl iken, Necip Fazıl diploma beklerken dört yıla çıkan süreyi hazmedemez ve Bahriye mektebini bitirmeden ayrılır. Bahriye mektebinden çıkınca birden bire kendimi sokaklarda elvan elvan, biçim biçim, İngiliz, fransız,italyan askerleri, gittikçe açılan tango çarşaflı kadınlar, İstanbulun içine birer fuhuş şeytanı halinde düşen Ruslar, nereye gideceklerini ve ne yapacaklarını bilmeyen şaşırmış beyaz sarıklı hocalar, yere egik astıragan zabit kalpakları ve fes ler; Hummasız ve meselesiz kafalar üzerinde kırmızı fes ler.Hiçlige dogru ugul ugul akan bir cemiyet içinde buldum elveda Bahriye mektebi…
1921.lerde ben 17.yaşlarındayım ve Bahriye mektebinde oldugu gibi Darulfünuna (Üniversiteye) kayıt yaptırmış en küçük talebeyim. Şiirlerim devamlı yayınlanmakta. Arkadaşım ise Hasan Ali Yücel. İlk şiirlerimi ona okuyorum ve o bayılıyor. Kadroda Ahmet Haşim, Fevzi Lütfi, Yakup Kadri, Yahya Kemal, Halide edip, Refik Halid, Ahmed Refik, Köprülüzade Fuad ve benzerleri var işte o zamanki ne yazdıgından habersiz farkında olmayan bir Necip Fazıl ve bir şiiri:
Bir benligi bir secde ye versen,
Vermek yine benden, yine benden…
O zamanlardan başka bir şiiri:
Sevgilime kul oldum. Vücut ruha ağ gibi.
Güzelligi seçeli. Bir dügümlü bağ gibi.
Varlıkta yoksul oldum. Muhabbet menba gibi.
Benliğimden geçeli. Kevserinden içeli…
Yine o zamanların yazar kadrosunda, Ziya Gökalp devşirmeleri: Yusuf ziya, Orhan Seyfi, Faruk Nafiz, gibi şairler ve birde Nazım Hikmet. Ahmet kutsi tecer ve Ahmet Hamdi Tanpınar üniversitede arkadaşlarım. Peyami Safa da içlerinde. Bunlar o zamanların dost çemberi Necip Fazıl etrafında ama nereye kadar ? Necip Fazılın ifadesi şöyle: Türkiyenin en büyük şairi bilinirken, Müslümanlıktan başka gaye tanımayışım meydana çıkınca benden teker teker el çeken bunlar…
Ben Cumhuriyetin ilk yıllarında Maarif vekaletinin (Milli egitim bakanlıgı) Lise ve Üniversite mezunlarından, avrupa Üniversitelerine gönderilmek üzere imtihan açıldı. imtihana girdim ve galiba en iyi derecelerden biriyle kazandım. Diye o günleri anlatan Necip Fazıl yanında Şeyhulislam Hayri efendinin oglu, Suat Hayri Ürgüplü, Kainatın efendisine felsefeci diyen Cemil Sena, Burhan Toprak, Namdar Rahmi gibi tiplerle ilk Cumhuriyet talebeleri olarak Fransaya gönderilir.
Ve Paris te geçirdigi talebelik günlerine fazla yer vermez. Bu hususta tamamiyle Dinden habersiz ya da Dinle fazla ilişkisi olmayan arkadaşlarının etkisi olmuştur. Rahmetli Necip Fazıl Paris hayatını bir cümle ile izah eder… Kâbus şehrindeki hayatımı anlatmaya hicabım ve İslami edebim manidir.* Der. Paris Sorbone üniversitesi Felsefe bölümünde okuyan Necip Fazıl, türkiye ye dönüşünde Anadolunun güney illerinde ve bilahare çok degişik vilayetlerde 1928.den 1934.e kadar en son İş Bankası nın Banka müfettişligi, Banka muhasebe müdürlügü görevlerinde bulunmuştur.
1934.Yılında ankara ya yerleşen ve Banka müfettişligi görevini yürüten Necip Fazıl önce bir Fransız okulunda, daha sonra Robert koejinde, bilahare güzel sanatlar akademisinde, ankara devlet konservatuarında, ankara üniversitesi, Dil Tarih Cografya fakültesinde ögretim görevlisi olarak bulunan, Necip Fazıl İşte ne olduysa, 1934. Yılının sonu ve 1935.Yıllarında;
Benim irşad edicim ve kurtarıcım diye ifade ettigi ABDULHAKİM ARVASİ hazretlerini tanır. İşte ne olduysa ondan sonra olur. Onu tanıyana kadar sadece küçücük bir şiir klitabı olan (1932. Ben ve ötesi) Necip Fazıl, Abdulhakim Arvasi hazretlerini tanıdıktan sonraYüzlerce esere imza atmış bir fikir adamı oldugunu söyler. Ve o zamana kadar geçmiş olan ömrünü degerlendirişini, sevgisinihürmetini, saygıyı ve bir Tasavvuf adamına bir muttaki Müslümana, ilim adamına baglılıgı Necip Fazılın kaleminden okuyalım:
*** Benim efendim. Benim efendim. Benim güzellerin güzeli efendim: Vaktiyle –Keşke bu kadar zeki olmasaydın- Buyurdugun adamın beynini, zerre zerre kıskaca alıp atom gibi çatlattikları bu hengamede, eminimki her dem beraberimde, her an baş ucumdasın.
Kaç milyon baba ve kaç milyon anne senin milyonda birin eder… sen benim böyle bir şeyimsin..! Babamla anneme Allahın bana tattırdıgı varlık şevkine vesile oldukları için baglıysam, sanada bu ölçünün ebedi hayat mikyasıyla perçinliyim… Düşünsünler farkı.
Yirmi dokuz yıl degil, iki bin dokuz yüz yıl degil sayılar boyunca devirler geçse, üzerinden zaman geçmeyecek velilerdensin sen, Ruhun gibi kalbinde mahfuz. Benim güzel efendim baş ucumdasını biliyorum, ama ben ne yapayım ki, dünya zindanı içinde ayrıca beş hassemin zindanında kapalıyım. Hayatta biricik gayem, yaşarken ölümü delmek ve öteye geçmek gayesinin; O anahtarın kapıyı açmak üzere senin elinden aldıgım gayenin, henüz anahtar hangi elle tutulur ve nereye yerleştirilir ? hakikatından bile uzak bir müflisiyim. Hakikatta müflis, sadakatte müflis, gayrette müflis, herşeyde müflis…
Bendeki sadece dagdan geçerken, tepesinde çadır kuran, şimşekleri arkadaşlarına anlatmaya yeltenici sümüklü bir mahalle çocugu agzı; O kadar… ama bu kapıya beni köpek diye yazan, bu gemiye paspas diye alan sen, kabul etmezmisinki ‚‘‘ O kapının köpegi‘‘ ve o ‚‘‘ geminin paspası‘‘ olmak rütbesinin üstünde bu dünyada paye yoktur. Kendimi fikirde, sanatta, şunda, bunda, dünyanın en büyük adamı görmek, bildirmek isterdim; Tek, o kapının köpegine mahsus derece belirsin diye… sana ve senden, Baglı oldugum o na devretmek için… Aç bana kapıyı aç: Allahtan izin iste ve ardına kadar aç ..! Ebediyyen köpegin olarak kendi köpekligimden çıkayım ve insan olayım…
Benim efendim: Çocuklugumda ve ilk gençligimde, masal gibi bir rüya ikliminden topladıgım karanlık ve karışık haberlerin, Apaydınlık ve dümdüz gerçegini bana sen verdin. Şimdi bırakacakmısın beni ? Bir solucan gibi toprak üzerinde sürünmeye…Bilipte cahil, anlayıpta unutkan, görüpte kör, duyupta hissizkalmanın felaketine düşmeyeyim. Çarklar işlemekten aşındı vadeler dolmaktan çatladı, akşam oluyor… Bir mızrak boyu kaldı. Benimde hayat güneşimin batmasına.
Ne olursam, bu bir mızrak boyu zaman içinde olacagım. Allahtan af istiyorum Allahın sevgilisinden ve bütün silsileden teker teker suçlarımınbagışlanmasını istiyorum… Benim avuçlarımdan süzülen işte o kaynaktan aldıgım su dur…Ve bu suyun eger bulanık bir tarafı varsa nefsime, Nurani özü de o na aittir… *** diyen Necip Fazıl On yıllık emeginin bulundugu İş bankasından istifa etmiş bir İstanbul gazetesinin birinci sayfasında fıkra yazarlıgına başlamış.
1943 yılına kadar. Haftalık olarak AGAÇ dergisini çıkarmaya başlamış. 1936.yılında başlayan mücadelede agaç dergisi, .sı Ankara. 11.i İstanbulda olmak üzere 17.sayı çıkarabilmiştir.Yine 1936. Yılında artık yöneticilerin begenmedigi İstiklal marşı yerine yarışmayla Akşam gazetesinde bir müsabaka yapılması düşünülşmüş . Bunu yazsa yazsa Necip Fazıl yazar demişler. Isteklerini Necip Fazıla iletmişler, müsabakayı kaldırın demiş Necip Fazıl BÜYÜK DOGU marşını yazmış. O marş ta geçen iki kıta şöyle:
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun;
Nur yolu izinden git, kılavuzun !..
O zamanlar diyor necip Fazıl kimse bana bu kılavuz kimdir diye sormamıştı. Sorsalardı Mücerret kılavuz… millet öncüsü diyecektim ve yalan olmayacaktı…Halbuki kılavuz benim kılavuzum zaman ve mekan boyunca tek rehber… Kainatın efendisi diyor. o zamanlar Büyük dogu marşını devlet reisinin hastalıgı dolayısıyla ona gösterememişler. Bilahare devlet reisi ölünce BÜYÜK DOGU marşı ismiyle beraber Necip Fazıla kalıyor.
İşte nelerden neler doguyor dedigi ‚‘‘büyük dogu‘‘ dergisini çogunlukla haftalık, bazı bazı aylık, bir müddet te günlük olarak 1. Eylül.1943. Yılında çıkarmaya başlayan Necip Fazıl muhteva olarak ilk zamanlar ilmi, fikri, edebi konuları içeren dergi daha sonra Siyasi kimligini ön plana çıkardı. Necip Fazıl renkli ve zengin bir kadroyu etrafına toplamayı da başarmakla birlikte dikkat çekici, vurucu yazıları adıyla veya müstear isimlerle kendisi yazdı. Yine 1943.te BÜYÜK DOGU fikir kulübü diye isim koydugu, Büyük dogu cemiyetini kurdu. Ondan sonra çileli hayatı, tutuklanmalar, hapisler, yargılanmalar, mahkumiyet dolu bir hayat başlamış oldu.
Cumhuriyet Halk Partisi ve Milli şef denilen İsmet Paşa ya karşı siddetli yazılarını, konferanslarını sürdürmesinin neticesinde açılan yüzlerce davada yüzlerce yıl hapis istendi. Sık sık Bakanlar kurulu kararlarıyla kapatılan ve çeşitli bahanelerle toplatılan Büyük Dogu dergisinin çıkmadıgı günlerde günlük fıkra ve çeşitli yazılarını, Son Posta, Babıalide Sabah, Bugün, Milli Gazete, Tercüman, gazetelerinde yayımladı.
Büyük Dogu da çıkan yazılarında kendi imzası dışında, Adıdegmez, Mürid, Ahmed Abdulbaki, müstear isimlerini kullandı. Necip Fazıl, Cinnet müstatili adlı eserinde Toptaşı cezaevi günlügünde o günlerin iç burkuntularını şöyle dile getiriyor:* Sabahın saat onu Hapishanenin önündeyim. İçinde unutulmuş insanların hayalleri gezen bir Ortaçag kalesi. Yanımda zevcem…
Ben, DİN propagandası yapmaktan hapse atılıyorumya. Çilekeş kadına sormak istiyorum: Söyle acaba içinden ‚‘‘ ŞU adamın zevcesi olacagıma, bir bakkalın, bir kunduracının karısı olsaydım.‘‘ Gibi bir duygu geçiyormu ? Söyle, hiç bir günü öbürüne uymayan bu belalı, bu netameli adam senden af dilemege muhtaçmı ? Fakat çilekeş kadının asaletini biliyorum. O bütün hayatı dalgalı bir ummanda ve Kaptan köprüsünde geçen kocasından, sahilde sessiz bir balıkçı kulübesine mahsus bir yaşayış istemez. Mazlum ve Mütevekkil kadıncagız çıkıp gittikten sonra onun arkasından o kadar gözyaşı zaptettimki, onları Toptaşı kasvet ocagının asırlık, şerha şerha süngere dönmüş duvarlarına verseydim içemezdi, yutamazdı. Alamazdı bu duvarlar. *
İbadetlerine getirilen engel hakkında ise Necip Fazıl Şöle yazıyor: ** Önümde madeni bir sürahi süğrahiyi çalkaladım. Acaba ne kadar su var diye. Sabaha yetiştirememek ten korkuyorum. Birdenbire, elindeki suyu günlerce idareye mecbur bir kaza zade haline geldim. Niçinmi bana Paşakapısı ceza evinde hususi bir oda verdiler ? Umumi avlu üzerinde basık bir mahzenden geçip bir kat çıktıktan sonra tek bir oda küçük bir holle geçilen gusul hanesi, abdesthanesi ve el yıkayacak yeri var… Fakat suyu yok. Müdür beyin sözüne göre borular tamir ediliyormuş, yakında açılacakmış… altındaki bodrum kapısınıda üstüme kapadılar. Kaldımmı susuz ? .. **
Bir başka günlügünde ise şöyle yazıyor: *** Bizi kolay kolay anlayamıyacaklar, anlasalarda asırlardan beri muhtaç oldukları şeyin de ne oldugunu anlarlar !.. Biz dördüncü buuttan bahs eden, sekizinci rengi arayan delilerin muamelesine ugruyoruz, zira kolayına, ucuzuna gitmiyoruz. Ne alemin en griftini ucuzlaştırmış sözde müminler ne de onu alemin en büyük ucuzu diye gören yeni zaman parakendicisi ibiş münkirler bizdendir. Soylu fikir adamı için bu kainatın mutlaka izahı lazımdır. O da Allah… Allah, izah edilemeyişinin tek izahıdır. Bu son izaha malik olmayansa hayvandan aşagı… ***
Necip Fazılın Hapishaneleri izah edişi ise şöyle: * Bizde hapishane, hiç bir suçun ızdırap ve intibah (uyanıklık) yatagı degilher suçun tam teşekkül ve tekemmül akademisidir. O bir yılan kuyudur ve bekçileri içine degil yalnız kapagına hakimdir. Herkes, her nevi adamı, kuyunun kapagını aralayıp buraya atarlar. Atılanın, ister tırtıl veya solucan olsun… Ya kuyunun dibinde yılanlaşacak, yahut yılanlara gıda olacaktır.*
Necip Fazıl; Böylesi yerlerde ilki, 1943. Olmak üzere, 1947.de Türklüge hakaret davasından, 1950.de Bir makalesinden dolayı. 1951.de beşinci sefer ve Ahmet Emin Yalman ın , Hüseyin Üzmez tarafından vurulması neticesinde Malatya davası ve 1962. Sonuna kadardefalarca tutuklanış ve mahkumiyet. Hatta bir defasında Atatürke hakaretten dolayı, Umumi af çıkmasına ragmen, hapishanede Türkiye çapında Necip Fazıl dan başka kimsenin kalmayışı gibi olaylarda yaşanmıştır. İşte o zamanları anlatan bir şiiri:
Somurtmuşki bıçak, nara ki tokat.
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat.
Yalnız SECCADEMİN yönünde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem.
Öp beni alnımdan sen öp SECCADEM…
*** Efendimden aldıgım nurla yepyeni bir gençlik yugurma merakı, bende 1942.de başladı. Dava Anadolulu gençlerden, her biri aşıyı taşıyıcı ve bulaştırıcı bir aşk kadrosuna maya tutturabilmekti. Ceplerde kaybedilen ve asırlardır dışarda aranılan güneşi bulup çıkaracak, yerine oturtacak, her şeyi ilk saffet ve asliyet vahidine irca edecek, hasis ferd kadrolarında eskitilmiş ve pörsütülmüş mutlak hakikat ölçüsüyle, aklın hakkını akla ve kalbin hakkını kalbe verecek, tarih boyunca bütün hesaplaşmaları yerine getirecek bir gençlik…
Vecdiyle,estetigiyle, Ahlakıyla, ideolojisiyle sımsıkı merkeze baglı, solmayan renk ve geçmeyen anın, ezel kadar eski oldugu gibi, ebed kadar yeni davanın gençligi, bu gençlik ilk çizgi üzerindeki on ları ve sırasıyla yüz leri, binleri, on binleri ve yüz binleriyle bugün maya tutmuş sayılabilir diyen Necip Fazıl, bu yurdun tam dört yüz yıllık alçalma ve çürüme, alçaltılma ve çürütülme tarihinde, devre devre gelen ve üst üstte binen tesirlerin, nihayet çocuk ninesini ve büyük baba torununu tanımaz hale gelecek derecede ruhlarda açtıgı yara, kendi kendine hiç bir istiklali olmayan ve temel gayenin, aslından nokta feda etmeksizin yeni zaman ve mekana tatbikinden ibaret olan BÜYÜK DOGU fikriyatı, işte bu gençlere mahsus bir kafa ve ruh planı olarak örgüleştirilir.*
Diye düşüncelerini ifade eden Necip Fazıl, 1949. Yılında ilk defa kurulan Büyük dogu cemiyeti ana dayanaklarını gösterir mahiyette kaleme alınıp, İç işleri bakanlıgına verilen şekliyle ana nizamname kamu oyuna açıklanmıştır. İsmi, şekli, gaye ve davası, vasıta ve usulü, vasfı, şartları, teşkilat ve selahiyeti, büyük divan ve vazifeleri, umumi reislik ve işlerligi, umumi idare heyeti, Merkez umumi heyeti, şubeler ve umumi heyetleri, şubeler idare heyetleri, Umumi haysiyet ve inzibat meclisi görev ve vazifeleri, muvakkat mümessillikler, iş ve faaliyetleri, prensip ve sistemli çalışmaları, Plan ve programı, tarih ve kuruluşu vermiş oldugumuz sadece ana başlıklardır. Bütün teferruatı ise RAPOR.2.de sayfa.207.den itibaren okunabilir.*
Necip Fazıl ve Politika:
*** Mebuslugu (milletvekilligi) senatörlügü, bakanlıgı şu veya bu makamı hakkın bana bahş ettigi bu günkü manevi makam yanında ancak küçülmek diye ele aldıgımın bilinmesini diler ve böylece tam bir hasbilik kürsüsünden haykırırımki; İslamı başına taç diye giyebilecek ve o tacın altındaki görevi sadece tac a hizmetçi bilecek ve 150. Yıllık sahte inkılaplar boyunca bu davanın en ince ve üstün stratejisini sürdürecek Partiye talibim.***
Bize gelince: Ben yalnız HAKTAN ve onun yoluna yol veren BÜYÜK DOGU dan yanayım. Hakkın bu ve öbür dünyada mizanına inanmış Müminlerin rahatlıgı içindeyim.
Bütün Emirleriyle Allah ve Rasulü gerisi topyekün batıl… İster arkamızda milyonlar olsun, ister tek başımıza kalalım yolumuz budur…Aynen Mürşidimin diliyle; O ki Allahtan mahrumdur, neye maliktir ? O ki Allaha maliktir, neden mahrumdur ?..
İçi alev alev Müslüman, dışı pırıl pırıl Türk ve içi dışına hakim dışı içine köle, Yeni Türk neslinin maya çanagı olmak ehliyeti hangi topluluktaysa ben oradayım…Tek partili MİLLİ ŞEF döneminde Büyük dogu mücadelesini başlatıp bir ömür boyusürdüren Necip Fazıl (Rh.a) elbetteki hayırla anılacak mümtaz bir şahsiyettir.Bir şiirnde:
Ey düşmanım, den benim güneşimsin hızımsın.
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın…
Diyen Necip Fazıl hakkında bakalım onu tanıyan insanlar ne diyor ? Önce Muzaffer dogan’ı dinleyelim: *** Necip Fazıl, verdigi mücadeleye, yazdıgı eserlerle, yetiştirdigi insanlarla aramızda yaşıyor ve yaşayacak. Üstad, mutlak ve pazarlıksız dünya görüşü olarak İslama yapıştıktan sonra, bütün bir ömrünü cephe de geçirmiş bir kahramandır. Sıradan bir insan bir köşeli ise, Üstad Necip Fazıl binbir köşeli bir insandı.
Türkçe’nin güzel sözlerinden birinde ‘‘ Şeytan taşlamaktan,Evliya alkışlamaya fırsat bulamamaktır.‘‘ Üstad Necip Fazıl hem şeytan taşladı, hem evliya alkışladı. Mücadeleye başladıgı yıllarda ŞEYTANIN DÜZENİ hakimdi. O olanca gücü ile; İmanıyla, aşkıyla, vecdiyle, sanatıyla, fikriyle, şiiriyle, hitabesiyle… Şeytana, şeytanlara ve şeytanın düzenine hücum etti. Hep taarruzdaydı. Hep taarruz ediyordu. Binlerce mahkemelerdeki savunmaları bile birer savunma degil taarruzdur. Adeta TEK KİŞLİK BİR ORDUYDU O… ***
Mütefekkir, yazar Salih MİRZABEYOGLU Üstad Necip Fazıl hakkında şu görüşlere yer veriyor: *** Necip Fazıl dogru yol demektir. İdeali aramayla, topraga baglanma arasındaki bir berzahta kıvranan insan oglunun oluş ıstırabını, hakikatin hakikatine nisbetle bayraklaştıran adam… İslama muhatap anlayışın, aşkınıi vecdini, diyalektigi ve estetigini örgütleştiren adam…
Büyük dogu İslam içinde ne yeni bir mezheb, nede yeni bir ictihat kapısı… Sadece ‘‘ SÜNNET VE CEMAAT EHLİ ‘‘ Tabirinin ifadelendirdigi mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyeti, 21.Asrın eşiginde eşya ve hadiselere tatbik etme işi; galiba işlerinde en degerli ve pahalısı…*** ‘‘ Genç adam bundan böyle senden bekledigim, Manevi babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklügündeki dava taşınıda gedigine koymandır. ‘‘ diyen Necip Fazıl hakkında Gazeteci yazar:
Ahmet KABAKLI’nın görüşleri özetle şöyle: *** Bana sorarsanız ben onun her devrini begendim. Necip Fazılı önce şair sonra da büyük şair olarak tanıdık. Ders kitaplarında şiirleri vardı. Zaten uzun zaman, 1945.lere kadar şair şahsiyetiyle tanınırdı. Azıcık hürriyetin ucu gösterildikten sonra dergi’yi de çıkardı. Düşüncelerini de söyledi. Ama öyle sert kanunlar vardıki… Hürriyet bir taraftan gösteriliyor diger taraftan insan ömürleri hapishanelerde…
Necip Fazıl Aksiyoner İslamın öncüsüdür. Bu büyük şöhretin İslama dönüşü muhaliflere kendilerinden birini kaybettikleri hissini verdi. Ondan daha bilgili ve mümin insanlar olabilir ama şair degillerdir. Mehmet Akif en büyük dindar degil memleketin en büyük Din şairidir. İşte beni ilgilendiren Necip Fazılın şairligidir…***
Tarihçi yazar Mustafa MÜFTÜOGLU şöyle yazıyor üstad hakkında: *** Dün ona alkış tutan eller onun huzuru ahireti için mutlaka açılmalı, Birer sadakayı cariye olduguna inandıgı eserlerini okuyanlar, üstadı FATİHA ile anmalı onun defteri amali Amel defteri) kapanmamalıdır… ***
Yeni Asya gazetesi sahibi ve baş yazarlarından Mehmet KUTLULAR ise: *** Necip Fazıl Ülkemizin şiir sanatında isim yapmış, İslami fikirleri aksiyon haline getirmeye gayret etmiş bir KÜLTÜR AKINCISIDIR. Artı ve eksi yönleriyle gerçekten kendisini kabul ettirmiş bir degerimizdir. Mevlası ile kendisi arasındaki hususi dünyası bir tarafa, yıllarca susturulmuş olan milletimizi uyandırma cehdi ve gayreti ile yaptıgı hizmet takdirle hatırlanacaktır…diyor.
Gazeteci yazar Abdurrahman Şen: *** Necip Fazıl, her yönüyle nevi şahsına münhasır bir kişilik. Gençliginde PRENS lakabı var. Sabık şair lakabı var. Ömrünün son demlerine dogru SULTANUSŞÜARA ünvanı da verildi. Ama bu gün adını bilmeyenler bulunabilse de ÜSTAD denilince onun murad edildigini görüyoruz. Zor begenir bir kişiligi var. Her konu da hakim begenisi var Döneminde lideri bulunmayan bir davada; Şiirde, hikayede, tiyatroda, meydanlarda, kürsülerde liderlik yaparak, kendi tabiriyle
Allah demenin zor oldugu günlerde, Allah, Allah diyerek, hor ve öksüz dava için ömrünü vermiş, halk da kendisine ÜSTAD lakabını uygun görmüş, isminin bile önüne geçirmiş, işte Üstad sanatı tarif ederken Allahı aramak olarak yorumlamış, geride kalanların durumunu da çelik, çomak oynamak olarak tarif etmiş bir şahsiyyettir…*** diye, Üstadı tanımamızda yardımcı oluyor.
Gazeteci yazar Hasan AKSAY diyorki: *** Üstad Necip Fazıl, zaaflarıyla, güçlü yanlarıyla büyük bir insandı. Putçuluga, putlaşmaya ve putlaştırmaya temelden karşı idi. Cenazesi için düşlediginin ne top arabası, ne başka bir gösteri degil yaknız ‘‘ DÖRT İNANMIŞ ADAM ‘‘ olması onun putçuluktan ne kadar uzak bir büyük oldugunu gösterir…***
En baglı talebelerinden Mustafa YAZGAN Hoca efendi Üstad hakkında: *** Necip Fazıl (Rh.a) Yakın tarihin yetiştirdigi ve ilahi kaderin ülkemize sundugu en müstesna şahsiyetlerden birisiydi. Onun bir ömür boyu ızdıraplarla, hapis hayatlarıyla, yokluklarla, ihanetlerle sıkıntılarla dolu fakatçok şerefli hayatının içinde savundugu bir ana fikir var. Onun fikriyatının ölmezligi o ana fikrin saglamlıgından geliyor. Bunu her kitabının ya özünde ya önsözünde ya da her hangi bir bölümünde görmek mümkündür. Dolayısıyla fikrin yok kabul edildigi günlerde düşünce çıgırı ile ortaya çıkan ÜSTAD yepyeni bir soluk getirmiştir. ***
İsmail ÇETİN Hocaefendi İslamda birleşmeyi tarif ederken şu görüşleri dile getiriyor: *** Bir araya gelmek farzdır. Cihad’da birleşmek farzdır; Halifeyi tayin etmek vacib tir. Ayet ve Hadisleri mealen degil , arabça olarak bileceksiniz. Mealen yazılmasından maksat bir fihrist gibi olsun, adam mahrum olmasın, manasındadır. Ahkam kesmek için degildir. Dedkten sonra şöyle devam ediyor. Evet itikatta ölçü BEDİÜZZAMAN, Hadiste Ahmed DAVUDOGLU, (Sahihi muslimi şerh etmiş büyük İslam alimi) Fikirde Necip FAZIL, Tasvvufi ahlak ve iman hususunda İmam GAZALİ’nin İHYASI. Cihad konusunda ise Said HAVVA’yı tavsiye ederim.*** diyor.
Araştırmamızı yine Necip Fazılın bir tesbiti ile ve bir şiiriyle noktalayalım. Yetişen bu gençlik karşısında uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım…
Rahminde cemiyetin, ben dogum sancısıyım.
Mukaddes emanetin , dönmez davacısıyım.
Zamanı kokutanlar, mürteci diyor bana.
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana…
Yeni çirkine mahkum, Eskisi güzellerin.
ALLAH kuluna hakim, kulları heykellerin !..
Allahın inayeti ve Rasulünün Ruhaniyeti bu yoldakilerin üzerine olsun. Necip Fazıl Kısakürekin Vefat tarihi 25.Mayıs.1983. İstanbul, EYÜB te defnedilmiştir. Allah (cc) gani gani Rahmet eylesin. Başlangıcından sonuna kadar bir Necip Fazıl sevdalısı olan ben kendimden hiç bir şey katmamaya özen gösterdigim çalışmayı yine Rahmetli Necip Fazılın sözleriyle bitirmek istiyorum.
SURDA BİR GEDİK AÇTIK MUKADDESMİ MUKADDES…
EY DELİ RÜZGAR ARTIK NE YANDAN ESERSEN ES…
Allahın selamı, Rahmeti ve BEREKETİ; Hakkı HAK bilip HAKKA ittiba (baglanan), Batılı batıl bilip batıldan içtinap eden (kaçınan) kulları üzerine olsun. Allahım bizleri Sıratı müstakimden ayırma o dosdogru yoldur. Ehli Sünnet yolunun yolcularından eyle Sana kul Rasulüne Ümmet olma şerefi her şeylerin üzerindedir. Şeytanın şerrinden, ve şeytanın askerlerinin şerrinden sana sıgınırız. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…
Sermed Kadir… .. 25.05.2001