Adalet Üzerine

Rabbimiz Nisa suresi ayet.135.te mealen şöyle buyurmaktadır:*** Ey iman edenler Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut sâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.***

Adalet:Düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamlarındadır. Geniş kapsamlı bir kavram olan adâletin zıttı zulüm, hıyanet ve insafsızlıktır.Adalet, sadece devlete ve yöneticilere has bir olgu değildir. Adalet, hukuki, içtimai-sosyal ve ahlakı alanların hepsini kapsar.

Bu sebepledirki; adalet öncelikle bireyin kendine sonra ailesine ve de çevresinde yer alan herhese, toplumlara hatta Tabiata ve hayvanlara karşı görevlerini ve haklarını yerine getirmesidir. Peygamber efendimiz (s.a.) bir hadislerinde mealen şöyle buyurmaktadır:**Mükmünde, ailesine karşı ve velayeti altında olanlar hakkında adil davrananlar, kıyamet gününde nurdan minberler üzerindedirler…Müslim**

Şuna kesinlikleinanıyoruzki; Ahlak ve hukukun en temel kavramı adalettir.Adaletin söz konusu oldugu yer, birebir insan insan, insan toplum ve bütünüyle toplum toplum ilişkileridir. Adalet çok genel olarak haklıya hakkını, suçluya ise cezasını vermek olarak tanımlanabilir. Adaleti, her bireysel ilişkide görmek ve uygulamak, insanın bilgi birikimine ve deger duygusunun gücüne yani vicdanına kalmıştır. Bu nedenle, Kuranı kerim sadece adil olmayı tavsiye etmiş, fakat onu derinlemesine tanımlamamış, bunun yerine pratik örneklerini vermiştir…

Rabbimiz Araf suresi ayet.29.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** De ki: „Rabbim bana adaleti emretti. Her mescidde yüzünüzü O’na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O’na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi yine O’na döneceksiniz…***

Yine Nahl suresi ayet.90.da rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** Şüphesiz ki Allah, size adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder; hayasızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir…***

Adalet, kişinin görevlerini yerine getirmesi ve haklarını alması hadisesidir. Bu itibarla kişi hem kendine karşı hem de aile bireylerine karşı, ayrıca yöneticiler emri altında olan memur, işçi ve halklara karşı görevlerini adil ve dengeli bir şekilde yerine getirmek zorundadırlar. Aksi takdirde kendisine emanet edilen “nefsi, ailesi ve emri altında bulunanlara” zulmetmiş olurlar.

Adaletin İslâm toplumunda, yönetimde, Hukuk bütünlügünde Mahkemelerde ve insanlar arası ilişkilerde tam anlamıyla uygulanması zorunludur. Çünkü adalet mülkün yani Devlet yapısının temelidir. Adaletin olmadığı cemiyetlere zulüm, anarşi ve terör hâkim olur. Aynı son zamanlarda yaşandıgı gibi Toplumsal isyanlar çıkar, mahkemelere, devlete hatta fertlerin birbirlerine olan güveni kaybolur. İnanıyoruz ki Adaalet herkese ve her zaman mutlaka gereklidir.

Rabbimiz nisa suresi ayet.135.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey îmân edenler; kendiniz, ana-babanız ve ya¬kınlarınız aleyhinde de olsa Allah için şâhid olarak adaleti gözetin. îster zengin, ister fakır olsun; onları Allah’ın ko¬ruması daha uygundur. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer dilinizi büker veya yüz çevirirseniz; Allah, yaptıkları¬nızdan haberdârdır…***

İbni kesir tefsirinde bu ayet bizlere şöyle açıklanıyor: Allah Teâlâ; îmân eden kullarına adalet üzere olmalarını emredi¬yor. Ondan sağa ve sola sapmayacaklar, Allah için, ayıplayanın ayıpla¬ması onları bundan alıkoymayacak, hiçbir şey onları bundan çevirme¬yecek, bu konuda birbirlerine yardımcı olup, arka çıkacaklardır. Allah Teâlâ : «Allah için şâhid olarak adaleti gözetin.» buyuruyor. «Şâhidliği Allah için yapın.» (Talâk, 2) âyetinde de belirtildiği üzere; şâhidliğin yerine getirilmesi Allah rızâsı için olmalıdır. îşte o zaman şâ-hidlik adaletli, gerçek, sıhhatli, tahrîfden, değiştirme ve gizlemeden kurtulmuş olur.

Bunun içindir ki: «kendiniz aleyhine de olsa…» bu-yurulmuştur. Hattâ, zararı sana gelse bile şâhidlik yap. Bir iş hakkında sana sorulduğunda sana zararı dokunsa da doğruyu söyle. Muhakkak ki Allah Teâlâ kendisine itaat eden kimseleri rahatsız eden her durum¬dan çıkarıp kurtuluşa erdirecektir.Allah Teâlâ : «Ana-babanız ve yakınlarınız aleyhinde de olsa…» bu¬yuruyor ki; şâhidlik ana-baba ve yakınların aleyhinde dahi olsa bu hu¬susta onları gözetme; onlara zararı dokunsa da şâhidlik yap. Zîrâ hak; herkese hâkim olup herkesten öncedir.

Allah Teâlâ: «İster zengin, ister fakîr olsun, onları Allah’ın koru¬ması daha uygundur.» buyuruyor. Birisini; zengin olduğu için gözetme, diğerine; fakirliğinden dolayı acıma; Allah onların işini üzerine almış¬tır. Allah Teâlâ onları senden daha çok düşünür ve onlara uygun olanı en iyi bilir. Allah Teâlâ : «Adaletinizde heveslere uymayın.» buyuruyor. Heves¬ler, asabiyyet ve insanların size olan kızgınlığı; işlerinizde adaleti ter-ketmeye sizi sevketmesin. Tersine hangi halde olursa olsun adalete ya¬pışınız.

Başka bir âyet-i kerîme’de de şöyle buyrulur: «Ve bir toplu¬luğa karşı olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adalet edin. O, takvaya daha yakındır.» (Mâide, 8) Bu kabilden olarak Hz. Peygamber (s.a.) Hayber ahâlîsinin meyve ve ekinlerini tahmin ve takdir etmek üzere Abdullah İbn Revâha’yı gönderdiğinde; kendilerine acıması için ona rüşvet vermek istediler de Abdullah şöyle dedi: Allah’a yemîn ederim ki, size yaratıkların en sevgilisinin yanından geldim. Siz, sayınızca maymun ve domuzlardan bana daha kötüsünüz. Onu sevmem ve size kızmam sizin hakkınızda beni adaletsizliğe sevketmeyecektir. Onlar da: Gökler ve yer işte bu¬nunla ayakta durur, dediler…(İbni Kesir.Hadislerle Kuranı kerim tefsiri.c.5.sayfa.1960-1961)

İslam dininde Adalet kavramı sadece müslüman olanlara değil, kültür, bilgi, mevki, cinsiyet, ırk, dil ve din farkı gözet¬meden bütün insanlara, sadece insan oldukları için, aynı değer ve ölçüde uygulanması emredilmiştir. İslam tarihinin her safhası ve dönemi, Peygamber efendimizin (sav), sahabelerinin ve onlar gibi dini doğru anlamış ve hayatına tatbik etmiş kişi ve toplumların bu tarz düşünce ve uygulamalarının örnekleri ile doludur.

Öyle ki, Adalet kavramı, islam toplumuna, Adalet Mülkün yani Devletin Temelidir. önemli sözüyle dilimizde kıymetini açıkça ifade etmiştir. Peygamber efendimizin (sav) ikinci halifesi olan Hz. Ömer, bu anlamda adalet ile sembolleşmiş bir şahsiyet olmuştur. Allah ondan razı olsun.

Rabbimiz. Nisa suresi ayet.58.de mealen şöyle buyurmaktadır:*** Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiginiz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size bununla çok güzel bir ögüt veriyor. Allah işitmektedir, görmektedir…***

İbni Kesir tefsirinde konuyla alakalı şu bilgiler verilmektedir: Bir günlük adalet; kırk senelik ibadet gibidir.buyurulmuştur. Allah teala: Gerçekten Allah bununla size ne güzel ögüt veriyor- buyurmaktadırki; emanetleri ehline verme, insanlar arasında adaletle hükmetme ve benzeri emirleri şumüllü ve mükemmel kanunlarıyla Allah bize ne güzel ögüt vermiştir…(İbni Kesir, Hadislerle kuran tefsiri.c.4.s.1741)

Şehid seyyid kutup Allah ondan razı olsun bu ayet hakkında şu tefsiri yapıyor: „En büyük emanet“ ağacının dallarını oluşturan ikinci derecedeki emanetler arasında şunları sayabiliriz: İnsanlar arasında sağlıklı ilişkiler kurma, hiç kimsenin hakkını çiğnememe emaneti; alış-verişlerde, sözleşmelerde, verilmek üzere alınan her türlü eşyada güveni bozmama emaneti; yönetenlere ve yönetilenlere yönelik nasihat, doğruyu söyleme emaneti; ailede ve toplumda çocuklara bakma, onları iyi yetiştirme emaneti; toplumun dokunulmaz haklarını, mallarını ve sınır boylarını kollama-gözetme emaneti; kısacası hayatın bütün alanlarında ilahi sistemin insanlara yüklediği görevleri yerine getirme emaneti. Bu saydıklarımızın tümü yukarda okuduğumuz ayetin yaygın anlamlı kapsamına giren ve bu nitelikleri ile yerine getirilmeleri yüce Allah’ın emri olan emanetlerin başlıcalarıdır.

„İnsanlar“ arasında adalete uygun hükümler verme görevine gelince yüce Allah bu görevi tüm „insanları“ içerecek biçimde kayıtsız, yaygın ve geniş kapsamlı tutuyor. Başka bir deyimle İslam’ın istediği adalet sadece müslümanlar arasında geçerli olacak ya da müslümanlar dışında bir de kitap ehlini şensiye altına alarak diğer insanları kapsamı dışında tutacak sınırlı bir adalet değildir. İslâm’a göre adalet, her insanın, sırf „insan“ olmasından kaynaklanan doğal hakkıdır. Bu sistemde adalet hakkının tek gerekçesi insanın „insan“ olmasıdır. İnsan niteliği olduğuna göre insanlar arasında adalet dağıtılırken mümin-kafir, dost-düşman, siyah derili-beyaz derili, arap-arap olmayan ayırımı yapılamaz.

Müslüman ümmet, insanlar arasında hüküm verme görevi ile karşılaşınca onlar arasında adalet uyarınca hüküm etmekle yükümlüdür. Adalet ilkesinin böyle ayırımsız, böyle kayırmacasız uygulamasını insanlık sadece İslâm’ın eli altında, müslümanların egemenlik dönemlerinde, İslâm toplumunun insanlığa önderlik ettiği yerlerde ve zamanlarda görebilmiştir. İslâmdan önce ve İslâm’ın egemenlik yetkisini yitirdiği andan itibaren insanlık, böylesine onurlu, böylesine herkesi kucaklayan bir adalet düzeni ne görmüş ve ne de tadını tadabilmiştir.

Bütün insanların ortak sıfatı olan „insan“likan başka hiçbir nitelik gözetmeyen adalet uygulaması, müslümanların söz sahibi olmadıkları toplumlarda ve dünyada tatlı bir rüya olmaktan ileri gidemez.İslâm’da toplumsal hayatın temelini nasıl -geniş kapsamı ve bütün anlamları ile- emanet oluşturuyorsa egemenliğin, hükümranlığın temelini de adalet oluşturur. Emanetleri, taşıyabilecek olanlara yüklememizi ve insanlar arasında adalete uygun hükümler vermemizi emreden ifadeleri izleyen yorum cümlesi bize bu ilkelerin yüce Allah’ın öğüdü ve direktifi olduğunu, O’nun ne güzel öğütler ve direktifler verdiğini hatırlatıyor. Okuyoruz:

„Hiç şüphesiz Allah işiten ve görendir.“ Ayette emanetleri lâyık olanlara yükleme ve insanlar arasında adalete uygun hükümler verme yükümlülükleri dile getirilmişti. Bu yükümlülükler ile yüce Allah’ın „işitici ve görücü“ oluşu arasında hem açık, dolaysız ve hem de esprili, düşündürücü bir uyum, bir çağrışım var. Sebebine gelince, yüce Allah, adalete ve emanete ilişkin meseleleri „işitir“ ve „görür“. Ayrıca adalete ilişkin uygulamalar titiz bir „dinleme“ ve görme duyarlığım, olayları iyi değerlendirme yeteneğini, şartları ve olguları tutarlı biçimde göz önünde bulundurmayı, bunların yanısıra şartların ve dış olguların derinine inen bir irdeleme çabasını gerektirir.

Son olarak da bu iki emir, herşeyi „bilen“ ve „gören“ yüce Allah’tan geliyor. İmdi, emanetin ve adaletin ölçüsü, kriteri nedir? Bu ilkeler hayatın bütün alanlarında, bütün faaliyetlerinde hangi yönteme göre kavramlaştırılacak, tanımlanacak, belirlenecek ve uygulanacaktır`? Acaba emanet ve adalet kavramlarının belirlenmesini, uygulama ve gerçekleştirme yöntemlerini insanların geleneklerine, uzlaşmalarına, akıllarının yargılarına ya da keyfi isteklerine mi bırakacağız?

Akıl, insanın doğruyu bulma ve bilgi edinme araçlarından biridir. Bu niteliği ile önemli bir ağırlığı ve değeri vardır. Bu doğru. Fakat insan aklı, pratikte belirli bir toplumda yaşayan fertlerin ve gurupların, çeşitli faktörlerin etkisi altında olan akılları demektir. yani ortada mutlak bir kavram olarak „insan aklı“ diye adlandırabileceğimiz bir yetenek yoktur. Bunun yerine „benim aklım“, „senin aklın“, „falancanın ya da filâncanın aklı“, belirli yerlerde ve dönemlerde yaşayan „belirli insan guruplarının akılları“ vardır.

Bu ayrı ayrı akıllar da çeşitli faktörlerin etkisi alımda kimi zaman bu tarafa ve kimi zaman şu tarafa doğru eğilim göstermekle yakınlaşmaktadırlar. Buna değişmez bir ölçü gereklidir. Bu çok sayıda aklın hakemliğine başvuracağı, hükümlerinde ve düşüncelerindeki doğru ve yanlışları terazisinde belirleyeceği, yargılarında ve tasarımlarındaki saçmalıkları, taşkınlıkları, yanılgıları ve yetersizlikleri miheng taşına göre tespit edeceği ortak bir kritere ihtiyacı vardır. Bu noktada aklın değeri, fonksiyonu şudur: Bu keyfi arzulara göre eğilim değiştirmeyen, değişik faktörlerin etkisi altında yön değiştirmeyen kararlı ölçekte ve sabit kriterde tartılacak hükümlerinin ortaya çıkacak olan göreceli ağırlıklarını bilecek olan araç yine odur, başka bir deyimle akıl, kendisi hakkında verilecek olan yargıyı yine kendisi onaylayacaktır. Bu alanda insanların kendileri tarafından ortaya konacak ölçülere, kriterlere güvenemeyiz, bel bağlayamayız.

Çünkü bu ölçülerin kendileri de bozuk olabilir. O zaman bütün değerler alt-üst olur. insanlar mutlaka dediğimiz nitelikte değişmez, sağlam bir ölçeğe başvurmak zorundadırlar. İşte yüce Allah bu değişmez ölçüyü bizzat ortaya koyuyor. İnsanlar için ortaya konan bu ilâhi ölçü, emanet ve adalet de dahil olmak üzere bütün değer yargılarına, bütün hükümlere ve hayatın bütün alanlarına ilişkin faaliyet türlerine değişmezlik ve istikrar kazandırır. (Seyyid Kutup.Fi zilali Kuran.)

Adalet deyince İslam anlayışında her ferdin ve her toplumun karşılıklı olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış, istek heva ve heveslere yer verilmemiş, sevgi ve nefretlere uyulmamış, akrabalık ve yakınlık gözetilmemiş, zengin-fakir, kuvvetli ve zayıf ayırımı yapılmamıştır.

Sahihi muslimde geçen br hadisi şerif mealen şöyledir:** Hükmünde yönetimi ve velayeti altındakiler hakkında adil davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır…**(Muslim,imare.18)

Buharide rivayeti günümüze taşınan hadis mealen şöyledir: **Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allahın yüce lütfuna ve himayesine mazhar olacakların öncüleridir…**
Ahlak ve hukukun en temel kavramı Adalettir. Adalet o kadar önemlidir ki, adaletin söz konusu oldugu yer öncelikle İnsan insan ilişkileri, İnsan – toplum ilişkisi ve Toplum – toplum ilişkileridir. Adalet haklıya hakkını ve suçluya da cezasını verme hareketinin ifadesidir. İslâm’da adaleti gerçekleştirmek için çeşitli müesseseler kuruldugu bilinen bir gerçektir. Asrı saadet döneminde Peygamber efendimiz (sav) davalara bizzat kendisi bakmıştır.

Enes radıyallahu anh anlatıyor: „Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: „Kim kadılık talep eder ve bunun gerçekleşmesinde şefaatçilere baş vurursa (iş) kendisine yıkılır (Allah’ın yardımı olmaz). Kime de o iş zorla verilirse, Allah onu doğruya sevkedecek bir melek gönderir.“ (Ebu Dâvud)

İslam dininde Adaletin çok büyük önemi vardır. Bilinmelidirki, vatan, yurt, bütün bir toplum adalet ile ayakta durabilir. Adaletin işlemedigi bir yerde devlet düzeninden bahsetmek abesle iştigaldir diyebiliriz. Günümüzde adalet sistemi ne yazıkki işletilmediginden dolayı kişiye göre hak ve hukuk düzeni kendisini gösterdiginden dolayı bütün hukuk sistemi karmakarışık bir vaziyet almıştır. Bir misal verecek olursak suçları sabit gibi görülen bir kuvvet komutanı mahkemeye getirilememekte, ifadesi alınamamakta bütün bir toplum un gözü önünde Laik ve demokratik oldugu söylenen devletin savcısının haysiyeti ayaklar altına alınmaktadır.

Başka bir hukuksuzluk ise mahkemelerin çok yavaş işlemesi nedeniyle tutuklular daha hüküm verilmeden yıllarca hapishanelerde yatırılmakta suçsuzlugu kesinleşincede hiç bir şey olmamış gibi beraat ettin denilerek salıverilmektedir. Bazı davaların süreleri bilinçli olarak senelerce sürdürülmekte, sekiz yada daha uzun yıllar izini kaybettiren suçlular zaman aşımı nedeniyle davaları düştügünden dolayı serbestçe dolaşabilmektedirler…

Gazetelerin bu günlerde yazdıgı hukuk skandallarından birisi ise: Mesela uzun süredir cezaevinde ya da hastahanelerde yatan tutukluları bir günlügüne nöbetçiligi devralan bir nöbetçi hakim bulundukları yerden hepsini salıvermekte, ertesi gün işinin başına dönen diger yetkili hakim salıverilen tutukluları teker teker toparlayıp hapse tıkmaktadır. Ya da adalet bakanlıgının atamış oldugu bir savcıyı bu bizim adamımız degil diyen hakimler ve savcılar yüksek kurulu anında görevden uzaklaştırıp kendi adamlarını tayin etmektedirler…

Bunları neden yazıyorum ? Adalet, hak, hukuk gibi kavramlar kesinlikle şakaya gelmeyecek kadar ciddi kurumlardır. Devleti devlet yapan kurumların başında hukuk sistemi gelmektedir. Onun için diyoruzki; adalet mülkün yani vatanın, yani devletin temelidir. Adalet sistemi çökmüş bir sistemden düzen, nizam, sistem, idari yönetim gibi hususların beklenemeyecegi gayet açıktır. Tabiidirki konumuz İslam dininin adalete bakışı oluşturmaktadır.

Lakin halkının yüzde doksan dokuzunun Müslüman oldugu ifade edilen bu toplumda adaletin, hukuk sisteminin nasıl felç oldugunu görmemek için kör olmak ya da üç maymunları oynamak bizleri bir adım ileriye götürmemektedir düşüncesindeyim. Allahın kanunlarını, hükümlerini tek tek yok sayan doksan yaşındaki laik, demokratik ve hukuk devleti oldugunu ifade eden sistem, bilhassa çok partili döneme geçtikten sonra her on senede bir anayasa eskitmiş, en son orhan aldıkaçtıya yaptırılan 12.eylül anayasasında arjantine varana kadar neredeyse bütün anayasalardan alıntılar yapılmış, tek itibar edilmeyen ise ne yazıkki Kuranı kerim olmuştur…

Şimdilerde bu anayasa da eskimiş madde madde çöpe atılır olmuş halkın ihtiyaçlarına cevap vermek yerine büsbütün hukuk sistemini tabir caizse rayından çıkarmış laçlalaşmıştır. Adalete ehil olan insanların getirilmesini düşünen iktidar partileri ne yazıkki zamanımıza kadar tam tersini yapmışlardır. Mesela on sene önceki adalet bakanı mehmet mogultaya neden hep kendi adamlarını adalet bakanlıgına doldurdugunu soran gazetecilere, ya ne yapsaydım diger partilerin adamlarınımı doldursaydım diyerek mesnetsiz uygulamalarını yüzsüzlüge dönüştürmüştür…

İdari sistemde en kuvvetli, en güçlü, en güvenilir kurum olması gereken adli yargı ne yazıkki yirmi birinci yüzyıl Türkiyesinde lime lime dökülmektedir. İstatistiklere bakılacak olursa; Son beş senedir avrupa insan hakları mahkemelerine en fazla müracaat Türkiyeden yapılmakta, Türkiye hemen her konuda suçlu bulunup milyonlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalmaktadır. 1960.lı yıllara kadar mahkemelerde sürünmeyi göze alamayan türk insanı, mahkemelere müracaat etmeyip kendi işini kendisi hallederken, şimdilerde degil türk mahkemeleri avrupa insan hakları mahkemelerini davalarıyla doldurmaktadırlar…

Birileri şöylede düşünebilirler belkide, efendim 1960. yıllara kadar türk insanı cahil bir toplumdu, halkın yüzde altmışı okuma yazma bilmiyordu, dolayısıyla haklarını aramaktan aciz idiler…Evet o sıralarda İstanbul, ankara ve karadeniz teknik üniversitesinin kuruldugu trabzon olmak üzere, üç şehirde üniversite vardı. Şimdilerde 81.ilde üniversite var. Ve okur yazar sayısı ise neredeyse yüzde doksanın üzerinde. Lakin mahkemelerimiz, hukuk sistemimiz, adliyemiz tıkanmış durumda toplum ne anayasa mahkemesine, ne yargıtaya, ne danıştaya ve ne de sayıştaya inanıyor yani ne yazıkki gelinen durum hukuki açıdan tam bir fiyasko diyebiliriz…

Sanki şu hadisi şerif günümüzü on dört asır öncesinden gözler önüne seriyor: Abdullah İbnu Ebî Evfa anlatıyor: „Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: „Kadı zulmetmedikçe, Allah Teâla hazretleri onunla birliktedir (yardımcısıdır). Zulme yer verdiği zaman onu terkeder, artık şeytan onunla beraber olur.“ (Tirmizî, Ahkâm)

Bir başka hadis şerifi Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: „Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: „Kim Müslümanların kadılık hizmetini talep edip elde etse, sonra adaleti zulmüne galebe çalsa cennete girer. Zulmü adaletine galebe çalsa, ateş onundur“. (Ebu Dâvud)

İnancımız odurki: Adalet, hak, hukuk iyi bilinmeli ve kaynağı doğru tesbit edilmelidir. Zalimden, hukuksuzdan adalet beklemek, ateşten yakmamasını istemeye benzer.
Zalimlere ve zulme asla meyledilmemeli, sadece zulmünden uzak kalınmakla yetinilmemeli, zulme ve zalimlere karşı olunmalı, hakk’ı tutup kaldırmalıdır. Haklar iyi bilinmeli, hukukun üstünlüğü esas alınmalı ve haklar sonuna kadar savunulmalıdır.

Haksızlık, hukuksuzluk kim tarafından, kime yapılırsa yapılsın karşı olunmalı, haksızlığa ve haksızlara meydan verilmemelidir. Adaletin yararları; zulmün zararları gündemde tutulmalı, zulüm ve haksızlığa devam eden ve vazgeçmeyenlere karşı kamuoyu oluşturulmalı, insanları uyarmalı ve zulme karşı çıkma bilinci geliştirilmelidir. Adaletin, hukukun her yerde işlenmesi ve uygulanması sağlanmalıdır. Haklara karşı çok dikkatli davranılmalı, kul hakkının önemi üzerinde çok durulmalıdır.

Hak, hukuk ve adalet herkes için ve her yerde lazımdır. Gerçek adaleti, hakkı, hukuku ancak âdili mutlak olan Cenab-ı Hakk’a inananlar sağlayabilir. Cenab-ı Hakk’a inanan haksızlık, hukuksuzluk yapmaz, hak yemez, haksızdan yana olmaz, zulme boyun eğmez. Hesap gününe inanan hesapsız, kitapsız iş yapmaz. Hukukun üstünlüğünü savunan ve insan haklarına önem veren kuruluşlar desteklenmeli vegüçlendirilmeli, yaygınlaştırılmalıdır.

Atalarımız “Ayağın taşa takıldıysa, içine bak, kendinden bil.” demişler. Kendi hayatında hakhukuk tanımayanlar başkalarından haksızlık görürler. Toplum olarak haklara, hukuka sahip çıkmayanlar, yaşadıkları gibi idare olunurlar. Dünya çapında hukukçular yetiştirilmelidir. Hukukta, kanunlarda görülen eksik ve yanlışlar mutlaka giderilmeli, insan haklarının kullanımını engelleyen yasa ve yönetmelikler en kısa zamanda değiştirilmelidir. Kimse yoruma muhtaç şeylerin arkasına sığınarak haksızlık yapma fırsatı bulamamalı ve insan haklarının önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.(Misak dergisi sayı.229.)

Sonuç olarak Adalet bizim inancımızda büyük bir öneme sahiptir ve de Adaletin geciktirilmeden hak sahibine verilmesi asıl tutulmuştur. Bu yüzden geciken Adaletin adaletsizlik oldugu hükmü verilmiştir. Mutlaka Adaletin olmadıgı zamanlarda zulüm ve Anaşi hüküm sürmüş Adil yaşayış biçiminde de huzur ve sükun hayatta yerini almıştır. Unutmayalım Adalat herkese lazımdır.
Peygamber Efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyuruyor:** Bir kavmin içinde Devlet, mahkeme ve aile fertleri arasında hak ve adaletten uzak hüküm verilirse, o kavimde mutlaka kan dökümü yaygınlaşır…** Adalete riayet etmek en temel görevlerimizden olur inşaallah…
Allahım bizleri yaşadıgımız müddetçe haktan, hukuktan, adaletten, dogruluktan,dürüst bir yaşantıyı sürdürmekten ayırma. Bizleri hakkı hak bilip haktan ve hukuktan ayrılmayan, batılı batıl bilip batıla yaklaşmayan kulların zümresine dahil eyle.Bizlere sadece dogruyu, hakkı, gerçegi ifade etme cesareti ver. Bizleri, canı pahasına da olsa zalim sultanların karşısına geçip hakkı haykıran, egilip bükülmeyen, dimdik durmasını bilen, belam vari yaltaklanmayı aklından dahi geçirmeyen ehli sünnet alimlerinin izinden ve yolundan ayırma yarabbi. Bizleri senin dogru yolun sıratı müstakimden ayırma. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…

Sermedkadir… Lu… 22.05.2010

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.