AHZAB  SURESİ  ÜZERİNE  NOTLAR…

AHZAB Suresi, İsmini içinde geçen 20. âyetindeki “Ahzâb” kelimesinden almıştır. Bu  Sure  Medeni  bir  suredir yani  Medine’de  nazil  olmuştur. Bu  sure .73.Ayeti  kerimeden  oluşmaktadır. Rabbim  Ahzab  suresini geregi  bibi  anlamayı, kavramayı  ve ögrendiklerimizi  güzelce  âmel  noktasında  yaşamayı  nasib  eder  inşaallah.   Ahzab suresinde genel olarak: Hicretin 5. yılında vukua gelen Hendek yani Ahzâb savaşı; Yine aynı yılda meydana gelmiş Beni Kurayza gazvesi ve yine aynı yılın sonlarına doğru gerçekleşmiş peygamber efendimizin Hz. Zeynep annemizle izdivacı konuları gözler  önüne  serilir…

 

Ayrıca Uhud muharebesine Peygamber  efendimizin (sav) yerleştirdiği okçuların ganimete meylederek yerlerini terk edip, duruşlarını bozmaları sonucunda gelen hezimet İslâm düşmanlarını çok sevindirmişti. Yahudi’siyle, münâfık’ıyla, müşrikiyle tüm İslâm düşmanlarının moralleri bir anda yükselivermişti. Hepsi birleşip yeni bir saldırıyla Müslümanları kökünden kazıyacaklarına dair yeminler etmeye ve hazırlıklar yapmaya başlamışlardı. Müslümanların bu  durgunluğundan  faydalanan bu  taife Hadisenin üzerinden henüz iki ay bile geçmeden harekete geçmişlerdir.

 

Bu hareketin sonunda müşriklerle anlaşan bazı Arap kabileler peygamber efendimize müracaat ederek Müslüman olmak istediklerini ve kendilerine İslâm’ı öğretecek muallimler gönderilmesini talep ederler. Allah’ın resûlü onlara altı kişilik bir muallim grubu gönderir. Fakat niyetleri kötü olan bu kabileler Ric’i mevkiinde peygam-berimizin gönderdiği bu Müslümanlardan dördünü öldürürler, ikisini de esir alarak Mekke’ye götürüp düşmanlara satarlar. Ayrıca Beni Amir kabilesinin reisinin aynı konudaki isteğiyle Peygamber  efendimiz (sav) Sahabeden İslam  dinini  ögretmek  gayesiyle, 40 kişilik bir tebliğci heyeti gönderir. Ama onlar da tıpkı öncekiler gibi tuzağa düşürülür.

 

Maune kuyusu kenarında İslam egitimcileri, hafızları da toptan şehid edilir. Dışarıda bu menfur hadiseler olup biterken, diğer taraftan içeride, Medine’de de için için Müslümanları yok etmek için çırpınan Beni Nadir Yahudileri de cesaretlenerek peygamber efendimize (sav) başarısız bir suikast girişiminde bulunurlar. Evet Uhud yenilgisi akabinde Müslümanlar bir çok olumsuz hadisler yaşarlar. Sanki Medine etrafındaki tüm kabileler Müslümanların aleyhine geçerler. Bu arada Mekke müşriklerinin Hendek (Ahzâb) savaşının hazırlıkları da başlamıştır.

 

 

Aslında bu savaş sadece Mekke müşrikleriyle Müslümanlar arasında gerçekleşmiş bir savaş değil, İslâm’ı ve Müslümanları toptan yeryüzünden silmek isteyen tüm Arap kabileleriyle Müslümanlar arasında gerçekleşmiş bir savaştı. Medine’den çıkarıldıktan sonra Hayber’e yerleşmiş olan Beni Nadir Yahudileri de bu ahzâb savaşının içindeydi. Sadece kendileri de değil, Gatafan, Hudayl gibi kabileleri de ziyaret ederek onların güçlerini toplayıp kendilerine katmıştı. Böylece tüm Arap kabilelerinden oluşan çok büyük bir ordu Hicretin 5. yılının Şevval ayında Medine üzerine yürüdü.

 

 

Kuzeyden Beni Nadir, Beni Kaynuka Yahudileri, Doğudan Gatafan kabileleri, Beni Süleym, Fezare, Mürre, Aşca, Sa’d ve Esed kabileleri, güneyden ise müttefikleri ile birlikte Kureyşliler geliyordu. Şimdiki Müslümanlara çullanan ve  adına koalisyon  güçleri  denen kan içici İslam  düşmanlarına  ne  kadar  benziyor  değilmi. Bu durumdan haberdar olan Peygamber  efendimiz (sav) Medine’de tedbirini almakta gecikmedi. Altı gün içinde Medine’nin kuzey batısına bir hendek kazdırdı. Sel dağını arkalarına alarak hendeğin içinde 3000 kişilik bir orduyla düşmanı karşılamaya geçti.

 

 

Medine’nin güneyi bağlık ve bahçelik olduğu için o taraftan bir saldırının olması âdeta imkânsızdı. Doğu tarafta ise düşmanın ilerlemesine geçit vermeyecek büyük kayalıklar vardı. Güney batı tarafı için de aynı durum söz konusuydu. Bu durumda düşmanın ancak saldırı yapabileceği doğu batıyı da hendekle çevirmişlerdi. Müslümanları  imha  etmeye gelen Ahzâb yani Birleşik gayrımüslim orduları Medine’de böyle bir hendekle karşılaşacaklarını akıllarının ucundan bile geçirmiyorlardı. Çünkü böyle bir harp stratejisi Arapların bilmedikleri bir şeydi.

 

 

Bu durumda gelen kâfirlere bir tek seçenek kalıyordu. Şehrin güney doğusunda oturan ve peygamber efendimizle (sav) daha önce Medine’yi birlikte savunmak konusunda anlaşma yapmış Beni Kureyza Yahudilerini ikna edip anlaşmayı bozdurup kendi saflarında yer almaya zorlamak. Bunun için Huyay b. Ahtab’ı Yahudileri ikna etmek için gönderdiler. İlk görüşmede Yahudiler bu teklifi kabul etmediler. Biz ihanette bulunamayız dediler. Ama Huyay onlara onları derinden sarsacak ifadelerde bulundu. Dedi ki, bakın tüm Arap kabileleri ona karşı birleştiler ve kesin olarak onu ve dinini yok etmek için geldiler.

 

 

Eğer sizler bizimle beraber olmazsanız bu fırsat bir daha ele geçmez deyinde Allah düşmanı Yahudiler tüm ahlâki sorumluluklarını unutup karşı tarafa geçiverdiler. Anlaşmalarını bozup ihanet ettiklerini öğrenen Allah’ın Resûlü çok üzüldü. Müslümanları da büyük bir korku ve telaş sardı. Çünkü o tarafı sağlam görerek Müslümanlar hanımlarını, çocuklarını o bölgede yerleştirmişlerdi. Peygamber  Efendimiz (sav) onlara; eğer Yahudiler anlaşmaya hâlâ sadık davranıyorlarsa gelip bunu bütün Müslümanların, ordunun huzurunda açıklamalarını, yok eğer anlaşmaya ihanet etmişlerse bunu sadece kendisine söylemelerini orduya duyurmamalarını tembih etti.

 

 

Oraya vardıklarında Yahudilerin anlaşmaya ihanet edip düşman safında yer aldıklarını gördüler ve dönüp peygamberimize haber verdiler. Lâkin bu haber kısa zamanda ordunun arasında yayıldı ve Müslümanlar içinde çok büyük bir dehşete sebep oldu. Her taraftan sarıldıklarını anlayan Müslümanlarda büyük bir tedirginlik meydana geldi. Bu durum böyle bulanık zamanları kollayan münâfıkların cesaret ve faaliyetlerini artırdı. İslam  düşmanları fırsatı ganimet bilerek Müslümanların morallerini bozmak için ellerinden geleni yapmaya, dillerinden geleni söylemeye başladılar.

 

 

Onlardan birisi şöyle diyordu; “Ne garip değil mi? Peygamber bize Sezar ve Kisra’nın topraklarını vaad ediyor, oysa hiç birimiz buradan kaçıp kurtulabilecek bir durumda bile değiliz.” Bir başkası; ey peygamber, izin ver de bari gerideki evlerimizi, hanımlarımızı koruyalım, diye kaçmak için izin istiyor, bir başkası peygamberin düşmana teslim edilerek kurtulacaklarından söz ediyor, bir başkası başka bir hainlik peşine düşüyordu. Bu kargaşa esnasında Allah’ın Resûlü (sav) Gatafan kabilesi ileri gelenleriyle görüşerek savaştan çekilmeleri karşılığında kendilerine Medine hurmalıklarının üçte birini vereceğini vaad etti. Küfür cephesini bölerek savaşın seyrini değiştirmeyi denedi.

 

 

Sahabeyi Kirâm’dan  bazıları Peygamber efendimizin (sav) bu teklifinin sebebini sordular; ey Allah’ın Resûlü, bunu bizim kurtuluşumuz için mi yapıyorsunuz, yoksa Allah’tan gelen bir vahiy gereği mi? Resûlullah (sav); bunu tüm Arap kabilelerinin saldırısına karşı sizi koruyabilmek için yapıyorum buyurunca, dediler ki; ey Allah’ın Resûlü, eğer bunu bizim için yapıyorsanız bunların  sözüne  güvenilmez. Biz zaten müşrik olduğumuz dönemlerde de bu kabilelere haraç vererek boyun eğdik. Şimdi Allah ve elçisine iman şerefine erdikten sonra da mı boyun eğeceğiz?

 

 

Şerefimizle savaşır mukadderse şehid oluruz. Allah aramızda hükmünü verinceye kadar onlarla bizim aramızda hakem olarak kılıç vardır dediler. Onların bu sözlerine üzerine henüz imzalanmamış anlaşma metnini yırtıp attılar. Medine’nin kuşatması 25 günden fazla sürdü. Mevsim kış olup yiyecek ve içecek azalmıştı. Ayrıca saflar arasındaki bu ayrılık her iki tarafı da ürkütmeye başlamıştı. Bir gece müthiş bir rüzgar çıkmıştı. Kâfirler atlarını, çadırlarını bile göremez bir duruma gelmişlerdi. Tabiatları gereği bu tür sıkıntılara dayanamayan kâfirler bir gece hendeğin arkalarını terk edip çekip gitmişti. Sabahleyin uyandıklarında Müslümanlar bir baktılar ki düşmandan hiçbir eser kalmamıştı.

 

 

Peygamber  efendimiz (sav) arkad aşlarına şöyle buyurdu: **Artık bundan sonra Kureyş size hiçbir zaman saldıramayacaktır, şimdi artık sıra bizdedir.** Peygamber  efendimiz (sav) Efendimiz Hendek’ten dönünce Cebrâil aleyhisselâm gelip silahlarını bırakmadan Müslümanların Beni Kureyza Yahudilerinin işini bitirmeleri emrini getirdi. Bu emri alan Allah’ın Resûlü ashabına şöyle buyurdu: “İman ve itaatinde samimi olan hiçbir Müslüman Beni Kureyza Yahudilerinin topraklarına varıncaya kadar ikindi namazını kılmasın.”  Ordunun kendilerine doğru geldiğini anlayan Yahudiler ihanetlerini örtmek  amacıyla evlerinin damlarına çıkıp Müslümanlar hakkında iyi sözler söylemeye başladılar.

 

 

Ama söyledikleri bu sözler ihanetlerini örtmeye yetmedi. İslâm ordusu tarafından kuşatıldıklarını görünce büyük bir dehşete kapıldılar. Bir iki haftadan fazla bu kuşatmaya dayanamayarak haklarında Evs kabilesinden Sa’d b. Muaz’ın hüküm vermesi şartıyla teslim oldular. İslâm öncesi müttefikleri olan Evs kabilesinin ileri gelenlerinden bir Müslüman olan Sa’d’ın aracılığıyla sağ salim Medine’yi terk edebileceklerini umuyorlardı. Fakat onların bu kancıkça tavırlarını gören Sa’d efendimiz onların bu beklentilerinin aksine erkeklerinin öldürülüp, kadın ve çocuklarının esir alınıp mallarının Müslümanlar arasında ganimet olarak dağıtılmasına hükmetti.

 

 

Evet Uhud savaşı ile Hendek savaşı arasında geçen bu iki yıllık dönem böylesine kargaşalar içinde geçmişti. Peygamber efendimiz ve Müslümanlar bir an rahat yüzü görmemişlerdir. Bu dönemde evlenme ve boşanma gibi sosyal yasalara dair âyetler, miras hukuku, içki ve kumar yasağı gibi pek çok hükümler gelmiştir.

 

 

Ayrıca örnek  ve  önderimiz Peygamber  efendimizin aile hayatıyla ilgili bir  düzenlemeye dair âyetler nazil  oluyor  ve Müslümanların aile  hayatları  düzenleniyordu. Bu  ayetlere beraberce  bakalım  inşaallah: Ahzab Suresi ayet.28-35.ayetler  hakkında Mahmut Toptaş hocaefendi  diyor ki;  Ey Peygamber, hanımlarına söyle; „eğer siz dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, geliniz size mihrinizi vereyim ve sizi iyilikle bıra­kayım.“ Allah’a hamd olsunki evimizden, dükkanımızdan, dairemizden, cad­demizden kışlamızdan, üniversitemizden televizyon ve radyolarımız­dan kulaklarımıza hoş olan veya hoş olmayan sözler girerken; bu arada Allah (c.c.)’ın kelamı da gözlerimizden, kulaklarımızdan gönüllerimize doğru akıp durmaktadır.

 

 

Nasıl ciğerlerimizden hücrelerimize kadar hepsinin havaya ihtiyacı vardır, suya ihtayacı vardır, yiyecek ve giyecek maddelerine ihtiyacı vardır aynen ruhumuzun da, kanımızmda, canımızında, kalbimizinde, kahbımızmda Kur’an’a ihtiyacı vardır. Bazen gıdasızlıktan hastalanan hastanın gıdalı maddeleri görünce; yüzünü çevirmesi, içinin kaynaması, nefret etmesi gibi bazı insanlarımız Kur’an gıdasından öylesine mahrum kalmış, öylesine unutmuş ki, Kur’an’a karşı yüz çevirmekte, onu gö­rünce tiksinti duyar hale gelivermektedir. Bu tür insanlara, biz şef­katle, merhametle, hassas bir doktorun hastasına yaklaşması gibi yaklaşmalıyız.

 

 

Bu ve bundan sonraki ayet-i kerimelerde sevgili peygamberimizin özel hayatını bize anlatmaktadır. Mekke’deki sıkıntılar gitmiş, Medine’de mü’minler rahat bir nefes almışlardır. İşte böyle bir dönemde sevgili peygamberimizin hanımları ki, onlar bizim annelerimizdir. Diğer insanlar gibi -biraz da peygamber eşi olmayı hesaba ka­tarak- evin içerisinde yedikleri, içtikleri, giydikleri kullandıkları malze­melerin değişmesini ve ortama uygun bir şekilde olmasını arzu etmiş­ler. Peygamber efendimize(s.a.v.)’de bunu bildirmişlerdir. Bu olay üzerine bu ayetler nazil oluyor. Bu her ne kadar Sevgili peygamberimizin özel hayatı ise de, onun özel hayatı hakkındaki bilgiler, bizleri de ilgilendiren emirler, tavsiyeler, yasaklar, nasihatlar yerine geçer.

 

 

Efendimizin hayatı ile ilgili bilgiler, bizim de ne yapmamız gerektiği konusunda, bize tavsiyeler veya emirlerdir. Efendimiz (S.A.V) bu duruma biraz üzülüyor. Yani eşlerinin kendi­sinden daha fazla lüks bir hayat istemelerine üzülmüş. Şunun için üzülüyor. Peygamber Efendimiz; yepyeni bir toplum meydana getiri­yordu. Daha önce Mekke’deyken Mekke parlementosunun üyesi olan yeraltı dünyasının babası olan insanlar da İslam’a girmişlerdi. Onlar o babalığın ve parlementerliğin getirmiş olduğu dünyevi imkanları terkeden insanlar. Mekke’de zengin iken, Medine’de bir anda fakir oluveren insanlar var, Sevgili peygamberimizin etrafında yıllarca köle olarak alınıp satılan insanlar var, onlar hürriyetlerine kavuşturulmuş.

 

 

Peygamberimizle be­raber aynı koltuklara oturabilen, aynı sofrada yemek yiyebilen toplu­mun en saygı değer insanları arasına gelmiş Bilal’ı Habeşi, Ammar b. Yasir, Süheyb-i Rumi gibi insanlar yar. Sevgili peygamberimiz eline bir şey geçtiğinde, o can dostlarıyla paylaşıyor. Topluma hergün grublar halinde katılanlar var, müslüman olanlar var. Bunların içerisinde durumu iyi olanlar var, durumu iyi olmayanlar var. Peygamber efendimiz kendi evinin geçimini kendi temin ediyor. Kendi ihtiyacını karşılamakla birlikte birtaraftanda dağıtıyor. O insan­ların hem dünyevi, hem uhrevi ihtiyaçları ile doğrudan ilgileniyor. Yani hem mideleri ile ilgileniyor, hem de gönülleriyle ilgileniyor.

 

 

Sevgili Peygamberimize, eşlerinden; „kazanılanların evde harcan­ması ve dışarıya yapılan yardımların biraz durdurulması“ ile ilgili teklif gelir. Bu konuda Buharı de bir hadis-i şerif vardır. Aişe validemiz rivayet ediyor. „Bir zamanlar benim bir elbisem vardı. Düğün yapan kızlar gelin­lik olarak o elbiseyi giyerlerdi. Medine’ye gelip belirli bir zaman geçtikten sonra refah seviyesi epeyce yükseldi. Benim elbisemi isteyen yok. Herkes gelinlik elbiseler kadar güzel elbiseler giymeye başladı“ buyuruyor. İşte bu refah seviyesinin yükselişinde Aişe, Hafsa, Sevde validelerimiz peygamberimizden(s.a.v.); kendilerinin de evleri­nin, eşyalarının değişimi konusunda istekte bulunuyorlar.

 

 

Sevgili pey­gamberimiz buna üzülüyor. Fakat üzüntüsünü çevreye duyurmuyor. Fakat Hz. Ebubekir, Hz. Ömer bunu hissediyorlar ve sevgili peygam­berimize durumu öğrenmek üzere geliyorlar. Karşılıklı konuşuyorlar. Hz. Ömer, peygamber efendimizi o üzüntülü gününde epeyce güldürdü­ğünü nakleder hadis-i şerifler. Bazı şeyler söyleyerek peygamber efendimizi neşelendiriyor. Bu olay üzerine ayet-i kerime nazil oluyor. „Ey Peygamber! Hanımlarına söyle; eğer siz dünya hayatını istiyor­sanız, bu dünyanın süsünü istiyorsanız, geliniz size bazı dünyevi im­kanlar vereyim ve sizinle iyilikle ayrılayım. Sizi serbest bırakayım.“ buyruluyor. İfadelere dikkat edelim, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), eşlerine bir teklifte bulunuyor. Örnek alınacak bir aile! peygamber efendimizin ailesi. Bu sebeble hanımlarının meşru ve hukuki olan bu istekleri, bazı mahzurlarından dolayı yerine getirilmiyor. Rabbim de yerine getirilmemesi konusunda peygamberimizi uyarıyor. Onlar kıyamete kadar gelecek olan bütün in­sanların örnekleri. Bu isteklerinden dolayı peygamberimiz onları azarlı­yor mu? Hayır! Dövüyor mu? Hayır, Efendimizin nikahı altında dokuz tane hanımı olduğunu biliyoruz. Dokuz hanımından bir tanesine, bir tek tokat vurduğu hiç bir hadis kitabında nakledilmemiştir.

Buhari’nin naklettiğine göre; „Peygamberimiz eşlerinden Hz. Aişe va­lidemizin evinde kalırken diğer eşi bir tatlı getiriyor. Diğer eşi bir tatlı göndermiş. Tatlıyı getiren insan, tatlıyı Hz. Aişe validemize takdim edince; Hz. Aişe validemiz elinin tersiyle bir tokat vuruyor ve tabak yere düşüyor, kırılıyor. Sevgili Peygamberimiz kalkıyor tabağı birbirine yapıştırıyor, tamir ediyor. Hz. Aişe validemize de bir şey demiyor. Dünyada hiçbir şey eşinizin gönül telini kırmaya değmez. Bunu böyle bilelim. Hanım efendiler içinde aynı şey geçerlidir. Dünya da hiç­bir şey eşlerinizin gönül telini kırmaya değmez.

 

 

İlla ki, ısrarlıysanız, ayeti kerimenin anlamı bu. Yani dünyevi ha­yatı yaşamak istiyorsanız o zaman bir tercihte bulunacaksınız. Ben sizi güzellikle boşayacağım. İsterseniz ayrılabilirsiniz. Ama nasıl ayrılabiliriz. Çok iyilikler yaparak ayrılacağız. Sahabeden de ayrılanlar olmuştur. Yani bizim altın nesil, örnek nesil diye değerlendirdiğimiz, kabul ettiğimiz, gül devri dediğimiz o devrede de sahabeden de eşlerinden ayrılanlar olmuştur. Evlenilir ama insanların mizaçla­rının ayrılığı bunların hayatlarını 50 sene zindana çevirmeyi gerektir­mez. Ayrılanlar  olmuş lakin, İslam kardeşliği devam etmiş. Ayrılan eşler ayrıldıktan sonra, kadın evleneceğinde boşayan kocası maddi yardımda bulunmuşlardır.

 

 

„Eğer siz Allah’ı, Rasülü’nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, muhakkak Allah sizden iyilik yapanlara büyük mükafat hazırladı.“ Allah’ı isteyen, Allah’ın rızasını isteyen kişi, Rasülü’nü isteyen, Rasülü’nün muhabbetini isteyen kişidir. İnanıyoruz ki; Allah’ı ve Rasülünü seversek, Allah ve Rasülü de bizi sevecek olursa, ahiret yurdu kazanılmış demektir. Cennette Allah (c.c.) inşallah kendisini sevdiğimizden dolayı, Rasülü’ne olan bağlılığımız, O’nun pe­şinden gidişimiz sebebiyle; O’nun yanında komşu olmayı hepimize nasib etsin (amin). „De onlara! Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin“ Yani biz Allah’ı seviyorsak, Allah’ın emir ve yasaklarına nasıl uyacağımız konusunda örneğimiz peygamberimiz (s.a.v.)’e uya­cağız. O’na uyarsak ahirette onunla beraber olacağız inşallah.

 

 

„(O gün bütün insanları önderleri ile beraber çağıracağız“ diyor Allah (C.C.) Bu dünya da kimin peşinde gitmişseniz, ahirette onun yanında ola­caksınız. Hud Suresi 98. ayetinde Rabbim, Firavun ve ona uyanlardan bahsederken; „Kavminin önüne düşer, onları cehenneme götürür. O ne kötü bir gidiş yeridir.“ buyuruyor. Firavun’a uyanlar onunla beraber ateşe doğru gidiyorlar ve en önde  de Firavun var. Biz Allah (c.c.)’ı istiyoruz, Rasülünü istiyoruz. Bu ikisini isteme de samimi olursak; Allah (c.c), ahiret yurdunu da bu mü’minlere bağışla­yacağını, büyük mükafatlar vereceğini va’d ediyor.

 

 

Ey Peygamber kadınları, sizden kim, açık bir terbiyesizlik ya­parsa ona azap ikiye katlanır. Bu Allah’a çok kolaydır. Sizin yaptığınız kötü bir hareket, ağzınızdan çıkan kötü bir söz ve bir davranışınız; diğer insanlarınki gibi değildir. Sizin azabınız iki kat olur. Niye iki katı olur? Siz Piygamber terbiyesinden geçmiş insanlar­sınız, O’nun eğitimi ile eğitildiniz, siz insanların örnek alacağı bir aile hayatı sergiliyorsunuz. Bir kendi yaptığınızdan dolayı günaha girersi­niz, bir de öbürüne örnek olduğunuzdan dolayı günaha giriverirsiniz. Sevgili Peygamberimiz Bizans Kralı Heraklıyus’a yazdığı mektu­bunda da öyle diyor du; „Müslüman ol, kurtul. Allah senin mükafatını iki kat verir“ (Buharı)

 

 

Yani Bizans’lı herhangi bir insan müslüman olmakla, dünya ve ahiretini kazanır, büyük sevablâr alır. Ama yönetici durumundakiler müslüman olacak olursa, iki sevab alır diyor hadis-i şerifinde. Aynı zamanda yönetici kadro günah işlerse, cezanın iki katını alır. Sevgili Peygamberimiz de; „Mü’min, müminin aynasıdır“ buyurmuş. Onun İçin İnsanların, bü­tün söz ve davranışlarını kontrol etmeleri gerekir. Kontrol ederken de kriterleri, ölçüleri Kur’an olacaktır. Zira Allah-u Teala Hud suresinde, „Festekim Kema Ümirte“ „Emrolunduğun gibi dosdoğru ol“ buyuruyor.

 

 

Günümüzde ahlaksızlığın herçeşidini yapan bir erkek veya kadın, münakaşalarında kendilerinin çok haklı olduğunu ifade ediyor, Doğruyu ve doğruluğu kendisinde toplu­yor. Sizde onun karşısına çıkıp bir doğru ileri sürerseniz hanginizin ki doğrudur?, doğruluğu ölçen nedir?

Bizim ölçümüz, bizi yaratan Allah’ın emir ve yasaklarıdır. O’nun doğru dedikleri kesin doğrulardır. O’nun yanlış, haram ve ya­sak dedikleri de kesin yanlışlardır. Öncü durumunda olan insanlarımız, onların eşleri ve çocukları çok dikkatli olacaklardır inşaallah. Sizden kim Allah’a ve Rasülü’ne itaat eder, salih amel işlerse ona mükafatım iki kat veririz, ona güzel bir rızik hazırladık. Ameli  salih,  bir insanın dışa yansıyan bütün  amelleri Kur’an’a uyarsa, buna ameli salih denir. Eğer sizden iyi ameller ortaya çıkarsa mükafatınız iki kattır. Nimetle, külfet dengesidir bu.

 

 

Sevgili Peygamberimizin eşi olma nimetini elde ettiler. Bu büyük bir nimettir. Yeryüzünde hiçbir insana nasip olmayan bir nimete sahib ol­dular. Bunun nimeti, yaptıkları iyiliklerin iki kat sevabının olmasıdır. Külfeti ise, kötü hareketlerinin iki kat günahının olmasıdır. Günümüzde insanların önünde olanlarımız davranışlarına dikkat edecekler ve en güzel bir şekilde olmasına dikkat edeceklerdir. Onlar için çok güzel nimetler hazırladık diyor Rabbimiz. Ey Peygamber kadınları, siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiziniz. Eğer sakınırsanız sözü yumşak (eda’lı) bir şekilde söyle­meyin. Yoksa kalbinde hastalık olan tamah ederler. Güzel söz söyle­yin.

 

 

Ey Peygamber Hanımları! Siz diğer kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Dikkatli olmanız gerekiyor. Çünkü siz Peygamberimizin ha­yatının yarısını, yani gece hayatını da görerek yaşayan insanlarsınız. (Mesela Hz. Aişe validemiz ikibinin üzerinde hadis rivayet etmiştir.) Eğer Allah’tan  sakınıyorsanız,  konuşmalarınıza dikkat ediniz. Konuşurken kırıtarak konuşmayınız. Burada şu akla gelmesin. Onlar böyle konuşuyorlarmış da, bu sebeble uyanlıyorlar, anlamında değil. Onlar dikkat ediyorlar. Ama rab­bimiz yine de  güzel  bir  şekilde  uyarıyor. Devamla;

 

 

„Kalblerinde hastalık olan insanlara, ümit verici konuşmalar yap­mayınız.“ İfadeler ne kadar güzel.  Ümit veren konuşma, ne demek? Kelimelerde bir ümit verici bir şey yok. Kelimelerin ifade edilişinde vardır. Gazete de okumuştum İngilterede bir şirket sekreterini görevden uzaklaştırmış. Kadın da mahkemeye vermiş, tekrar görevine dönmek istiyor. Mahkeme, bilir kişiye havale ediyor. Şirketten çıkartan insanlar di­yorlar ki; „ses tonu telefonun ucundaki müşterilerimizi gıcıklıyor.“ Bilir kişi görevden alman hanımı telefondan dinliyor ve gerçekten uzaklaş­tırılmasına karar veriyor. Konuşulan kelimelerde bir sakınca yok ama kelimelerin ifade edilişinde bir sakınca var.

 

 

Rabbimiz buna dikkatimizi çekiyor. Güzel sözler söyleyiniz. Maruf sözler söyleyiniz Maruf iki türlü an­laşılır. Toplumun müştereken kabul ettiği tavırlar ve sözler söyleyiniz.Allah’ın tasvib ettiği; söylenmesini isteği ve söylenmesini iste­mediği şeylere dikkat ederek konuşmaktır. Saygın bir şekilde evlerinizde oturun. İlk dönem cahiliye açılıp saçılması gibi, açılıp saçılmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah’a ve Rasülü’ne itaat edin. Ey ehli beyt, ancak Allah sizden pis­liği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. „Evlerinizde izzetiniz, iffetiniz ve vakarınızla oturunuz“ Bazıları bu­rayı yanlış anlıyor. Diyorlar ki; bak burada evde oturmak emrediliyor, dışarı çıkmak yasakmış“ Öyle bir şey yok.

 

 

Aişe validemiz ve diğer hanımları Peygamberimizle Uhud’a gitmişlerdir, Bedir’e gitmişlerdir, Mekke’ye gitmişlerdir. Peygamber efendimiz hanımıyla yatsıdan sonra caminin kapısında konuşurken, iki sahabe yanlarından süratle geçmiş, peygamberimiz onları durdurmuş ve “ bu benim eşim Safiyye“ demiş. Sahabe aklına böyle bir şey gelmediğini belirterek özür beyan eder;“Suhhanaîlah Ya rasulallah“ diyor. Sevgili peygamberimiz bunu niye yapıyor? Sahabe hiç kötülük dü­şünmez ama   ya düşünürlerse!? vede kıyamete kadar gelecek olanları da uyarmak için, bu hareketi yapıyor. Karşıdaki insana suizan beslet­memek bizimde görevimizdir.

 

 

Burada yasaklanan; dışarıda gezilirken ilk dönem cahiliye kadınları gibi dolaşmaktır. Bütün allıklarını pulluklarını sürdükten sonra, erkekle­rin iştahını çekecek yerlerini de açtıktan sonra çarşılarda dolaşanlar var. Böyle dolaşmamaları gerektiğini Allah (c.c.) ifade ediyor. Evlerinizde izzetlerinizle ve iffetlerinizle oturunuz. Namazlarınızı dos­doğru kılınız, zekatlarınızı veriniz, Allah’a ve Rasülü’ne itaat ediniz. Bunları niye emreder Allah (c.c.)? Sizden kötülüğün, pisliğin uzaklaş­ması ve size bulaşmaması için. Ehl-i Beyt-i tertemiz yapmak için, Peygamber efendimizin hanımla­rından evlerde fazla kalınması isteniyor. Onun sebebide açıklanıyor.

 

 

Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti (sünneti) hatırlayın. Şüphesiz Allah herşeye nüfuz eden, herşeyden haberdar olandır. Sizin evinizde okunan ayetleri hatırlayınız. Allah’ın ayetlerini ve hik­meti hatırlayınız. Yani, siz vahyin geldiği evde yaşıyorsunuz. O vahyin nasıl yaşandığını peygamberden görüyorsunuz. Hikmet burada. İslam, peygamber efendimizin bütün sözleri, davranışları, onayladıklarıdır. Bunları siz gözünüzle görüyorsunuz. Bunları hatırlayınız.

 

 

Yani sevgili peygamberimiz kendisine nazil olan ayetleri çeşitli vesilelerle insan­lara duyuruyor. Eğitim merkezi olarak mescid birinci derecede, çarşılar, dükkanlar, işyerleri, dağlar, tepeler kullanılıyor. Kur’an’ın üslubuna baktığımızda dünya bir medresedir. Eğitim salonu yalnız okullar değildir. Oralarda eğitim salonudur ama yeryüzü bir eğitim salonudur. Buralarda eğitim devam ederken, peygamber efendimizin ömrünün yansıda evde geçiyor. Evde peygamber efendimizin hanımları nazil olan ayetleri, ve o ayetlerin paygamber efendimiz tarafından yapılan hem sözlü, hem de davanış yorumlamala­rının da kıyamete kadar gelecek insanlara nakledilmesi gerekiyor.

 

 

İşte bu nakletme görevi de o annelerimize düşüyor. Bu sebeble Allah (c.c.) onları uyarıyor. Evleri onların eğitim merkezi olmuş oluyor. Öğretmenleri de sevgili peygamberimizdir. Ders kitapları Kur’anı Kerimdir ve efendimizin hayatıdır. Bütün bunların nakledilmesi gerektiğinden rabbimiz bunu emrediyor. O annelerimiz de gerekeni yapmışlar. Allah o annelerimizle bizi, cen­netinde buluştursun inşallah. Allah herşeye nüfuz edendir, Allah herşeyden haberdardır.

 

 

Müslüman erkekler ve mûslüman kadınlar, Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (Allah’dan) korkan erkekler ve (Allah’dan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkekler ve namuslarını koruyan kadınlar. Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar, Allah onlar için büyük mükafat hazırlamıştır. Dürüst erkekler ve dürüst kadınlarla birlikte hareket edeceğiz. Dünyevi hayatımızda, maddi hayatımızı birlikte yürüttüğümüz gibi, dini hayatımızı da beraber yürüteceğiz.

 

 

Müslüman erkekle, müslüman kadınlar el ele verecekler, gönül gönüle verecekler, dünyalarını güzel eyleyecekler, ahiretlerini de güzel eyleyecekler. Cennette beraber olmak için birbirlerine yardım edecek­ler. Başlarına gelebilecek herşeye de birlikte sabredecekler. Allah’ı çok zikretme konusunda erkek hanımına, hanım erkeğine yar­dımcı olacak. İhtiyaç sahiplerine birlikte yardım edecekler. Orucu tutma konusunda birbirlerine yardımcı olacaklar.Allah’ın kitabım anlama konusunda, birbirlerine yardımcı olacaklar.

 

 

Allah’ın yurdunda, Allah’ın verdiği ayaklarla yürürken, Allah’ın ver­diği dillerle konuşurken, gözlerle bakarken, bu verdiği nimetleri kulla­nırken, kötü yerlerde kullanmamaya dikkat edecekler. Namuslarım korumada bir ürpertinin içerisinde olacaklar. İşte bu mümin kadın ve erkeğe de Allah(cc); bildikleri veya bilmedikleri mükafaatlar hazırladığını müjdeliyor.(M.Toptaş)

 

 

Kardeşlerim, Ahzab suresi gibi  geniş  bir  sureyi bir sohbetlik  zaman  diliminde  anlatmak  tabiidir ki imkansız. Yalnız  bizler bazılarını  yine de  anlamaya ve  anlatmaya  çalışalım  inşaallah…Rabbimiz Ahzab suresi  ayet.59.da mealen  şöyle  buyurmaktadır: ***Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına hep söyle de cilbablarından (dış elbiselerinden) üzerlerini sımsıkı örtsünler. Bu onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Bununla beraber Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir…***

 

 

Müfessirlerimiz  bu ayeti açıklarken şöyle diyor: O yıllarda Medine’de bazı ahlâksız erkekler vardı. Bunlar gece karanlık basınca Medine sokaklarına çıkar, kadınlara sataşırlardı. O yılların Medine evleri dar ve basitti. Bu yüzden gece olunca kadınlar abdest bozmak amacı ile dışarı çıkarlardı. Sözü geçen ahlâksız erkekler de bunu kollarlardı. Sıkı örtünmüş kadın görünce „bu köle olmayan, özgür bir kadındır“ diyerek ondan uzak dururlardı. Fakat sıkıca giyinmemiş kadın gördüklerinde „bu köledir“ diyerek üzerine çullanırlardı.

 

 

Müfessirlerimizden Mücahid de bu ayeti açıklarken şunları söylüyor: Kadınlar bol örtüye bürünerek köle olmadıklarını, özgür kadınlar olduklarını belli ederler. Öyle olunca ahlâksız kadın avcıları onlara sarkıntılık etmez, kimlikleri konusunda kuşkuya düşmezdi. Ayetin sonunda „Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir“ buyuruluyor. Yani kadınların cahiliye döneminde bu sıkı örtünme kuralına uymamaktan doğan kusurlarını bağışlar. Çünkü o dönemde bu kuralı bilmiyorlardı.

 

 

Bu ayetlerde arap toplumunu ahlâksızlıklardan arındırma uğruna harcanan sürekli çabayı, bütün fitne ve anarşi sebeplerini ortadan kaldırmak için yapılan sıkı telkinleri, fitnenin ve anarşinin alanını mümkün olduğu kadar daraltmak için gösterilen özeni görüyoruz. Amaç islam geleneklerini topluma tam anlamı ile yerleştirmek, egemen kılmaktır.

 

 

Bölümün sonunda müslüman toplum arasında birliği sarsıcı dedikodular yayan münafıklara, hasta ruhlu kimselere ve bozgunculara yönelik bir tehdit ile karşılaşıyoruz. Bu kesin ifadeli, sert tehdidin içeriği şudur: Eğer bu bozguncular bu kötü tutumlarını değiştirmezlerse, mümin erkek ve kadınları rahatsız etmekten ve toplumsal huzuru bozmaktan vazgeçmezlerse Peygamberin sert önlemleri ile karşı karşıya kalacaklardır.

 

 

Daha önce yahudilere uyguladığı sert önlemleri onlar hakkında da yürürlüğe koyacaktır. Açıkçası onları Medine’den sürerek şehrin havasını pisliklerinden arındıracaktır. Bu amaçla can dokunulmazlıkları kalkacak, nerede yakalanırlarsa öldürüleceklerdir. Bu önlemler, yüce Allah’ın yasasının gereği idi. Daha önce Peygamber eli ile yahudiler hakkında uygulandığı gibi vaktiyle toplumlarının huzurunu bozan diğer kötülük düşkünlerine de uygulanmıştı.(S.Kutub)

 

 

Ali küçük Rahmetli bu  ayetler  hakkında  diyor ki: Ey Peygamber, hanımlarına söyle, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, ilân et ki onlar dış elbiselerini üstlerine giysinler. Giysinler cilbablarını üzerlerine. Öyle bir giyinsinler ki, dışardan bakanlara vücut hatları belli olmasın. Elbiseleriyle üzerlerini tepeden tırnağa kapatsınlar. Böyle yapmaları, böyle giyinmeleri onların özgür, iffetli olduklarının bilinip tanınmaları içindir. Onların eziyet görmemeleri, eziyete maruz kalmamaları içindir. Allah Gafûr’dur, Rahimdir.

 

 

Böylece Allah yasalarına riâyet ederek, Allah’ın istediği gibi giyinerek kendilerini de Allah’ın koruması altına almış olurlar, ahlâkî boyutu düşük olan insanların eziyetlerinden de korunmuş olurlar. Hem kendileri korunmuş olurlar, hem de insanların hevâ ve heveslerine engel olmuş olurlar. Nûr sûresindeki âyetlerle birlikte düşünecek olursak, eğer müslüman hanımlar, biz müslümanız diyen kadınlar eğer gerçekten Rablerinin emirlerine boyun eğmek, Rablerinin istediği gibi tertemiz bir hayat yaşamak istiyorlarsa, unutmasınlar ki onların kılık ve kıyafetlerini Allah ve Resûlü belirleyecektir.

 

 

Yaşadıkları ortam, bulundukları şartlar ve coğrafya ne olursa olsun, hangi zaman diliminde bulunurlarsa bulunsunlar, yaşadıkları çağın ismi ne olursa olsun, insanların benimseyip kabullendikleri hayat tarzı ne olursa olsun hiçbir şey Allah’ın onlar üzerindeki haklarını düşürebilecek değildir.

 

 

Her ne kadar Allah’ı tanımayan, Allah’a inanmayan, Allah’ın kitabını, Allah’ın isteklerini, Allah’ın arzu ve emirlerini tanımayan ya da bildikleri halde inanmayan insanlar “bizler bu dünyada özgürüz” diyorsa da, “biz bu dünyada dilediğimiz şekilde yaşama, dilediğimiz şekilde giyinme hakkına sahibiz” deseler de, “ama ben özgür irademle müslümanlığı seçtim, tercihimi, seçimimi Allah ve Resûlü’nden yana kullandım” diyen kimselerin artık hayat programları konusunda bir seçim haklarının kalmadığını ayetlerden  anlamış  bulunmaktayız…

 

 

Artık müslüman olduğumuz andan itibaren, boyunlarımızdaki kulluk ipinin ucunu Rabbimizin eline verdiğimiz, irademizi Allah ve Resûlüne teslim ettiğimiz andan itibaren, Allah ve Resûlünün hükmettiği hiçbir işimizde muhayyerlik hakkımız, seçim hakkımız kalmamıştır. Hiçbir seçim hakkımız kalmamıştır. Allah’ın bizim için seçtiğinin dışında seçim imkânımız yoktur. İşte bu âyetiyle Rabbimiz kadınlara seçtiği hayatı, kıyafeti bildiriyor. Ben sizin için bunu seçtim buyuruyor. Biz sadece Allah’ın istediği şekilde bir hayat yaşamak zorundayız, sadece Allah’ı memnun etmek zorundayız. Bizim üzerimizde egemen olan sa-dece Rabbimizdir.

 

 

Hayatımızı takvaya bina ederek yaşamak zorundayız. Üzerimize giyeceğimiz elbiselerimizi takvâya yönelik, takvâya uygun giymek, takvâya götürücü olarak giymek zorundayız. Yarışımız takvâ konusunda olmalıdır. Müslümanların imrenmeyeceği, yaşadıkları müslümanca bir hayattan aşağılık duygusu duymayacakları bir hayat yaşamak zorundayız. Allahım  bizleri  senin  emir  ve  yasaklarına  uyan, hayatını Kuranı kerimin nuruyla, Sünneti  seniyyenin  ışıında yaşayanlardan  eyle. Bizleri  ahlakını, edebini, iffetini, haysiyet  ve  şerefini Kur’an  ve  Sünneti  seniyye’den  alanlardan  eyle. Bizleri nefsimizin  oyuncağı  eyleme. sen  her  şeylere  kadirsin  Allahım…Amin…

 

 

Sermedkadir…LU…23.03.2019…

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert