Allah Sevgisi

Yüce Rabbimiz Bakara Suresi ayet.165.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** İnsanlardan kimisi, Allahtan başka eşler tutar; Allahı sever gibi onları severler. Müminler ise, en çok Allahı severler…***

İnanıyorum ki; Muhabbet, Allah sevgisi; Kutsi bir hal, Müslümanlar yani teslim olanlar nazarında, manevi inanışın zirve noktasıdır. Allaha karşı duyulan sevgi, Allah inancıyla eş anlamlıdır. İnanan insan için Allah sevgisi gayelerin en uç noktası ve oluş yani vuslat durumudur. Yani Müslümanın, Müminin emeli, arzusu, vuslatı, gayesi ancak ve ancak Allah sevgisi ile tamamlanır…

Mutlaka İnanan insan, yüce Rabbini, yaratanını, önce kendi nefsinden, ailesinden, Evladından, Ana ve Babasından, makam ve mevkisinden, servetinden daha çok sevmedikçe zaten Kamil manada İmana sahip olamaz. Hakikatte ise kesinlikle sevilmeye, muhabbete layık olan tabiidir ki, ancak Allah Celle celaluhu dur. Zira bütün varlık alemi ve yaşanılan her türlü hayat Allahın bizlere lütfudur…

Rabbimiz Maide Suresi Ayet. 54.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey İman edenler, sizden kim dininden dönerse bilsin ki; Allah yakında, öyle bir Cemaat getirecek ki,O, onları sever; Onlar da Onu severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu, şiddetlidirler. Allah yolunda CİHAD ederler. Hiç bir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allahın bir lütfudur; Onu diledigine verir. Allahın lütfu geniştir. O bilendir…

Peygamber Efendimiz bir Duasında mealen şöyle münacaat ediyor: ** Allahım beni sevginle mezkür kıl yani sevginle an. Seni sevenlerin sevgisini de bana lütfet. Seni bana sevdirecek İbadet ve amelleri de bana sevdir. Ve dahi, sevgini bana, nefsimden, Valideynimden yani Ana- babamdan, evladımdan, bütün insanlardan ve soguk sudan daha çok sevdir, mübarek kıl…**

İnanıyoruz ki Kainattaki her şey Yüce Rabbimizin bizlere bir hediyesidir ve İkramıdır. Kainattaki her şey Yüce Rabbimizin bizlere büyük bir nimeti ve İhsanıdır. İnsanı yaratılmışların en şereflisi kılan, Ona İslam ve İmanı bahşeden, veren; Kuranı Kerimi indiren; Peygamber Efendimize gönderen; İnsanlıga sıhhat ve Afiyetler, güzellikler veren, sayılamayacak kadar nimetlerle süsleyen Allahtır, Yüce Rabbimizdir…

Böyle olunca, Allah sevgisi, Allaha duyulan muhabbet, İmanın en yüce mertebelerinden biridir. İnsanlar bu güzel duyguyu kazanmadıkça, bütün amel ve İbadetler sönük ve ruhsuz kalacaktır ne yazıkki. Allah dostu Yunus Emre (Rh.a) bir kıtasında diyorki; Seni sevmek benim dinim İmanım. İlahi, Dinden, İmandan ayırma…

Yine Tasavvuf büyüklerimizden Mevlana Celaleddini Rumi (Rh.a) bu sevgiyi şöyle anlatıyor: Acılar, sevgiden tatlılaşır. Bakırlar, sevgiden altınlaşır. Tortular, Muhabbetten safileşir. Dertler, muhabbetten derman bulur. Ölüyü muhabbetten diriltirler. Şahı muhabbetten kul ederler…

İnanıyorum ki; Allah sevgisinin en yüce derecesi, kemal noktası kişinin zerrelerine kadar, bütün varlıgını Ona tahsis ile, Ona baglanmayla, Ona teslim olmakla ve kişinin her şeyini Allah yolunda feda ederek, büyük bir coşkuyla ve muhabbetle dolmasıyla mümkün olabilir. Aksi halde Eşya ve fani ve geçici olan hususların sevgisiyle dolan bir gönülde Allah sevgisinin yer tutması oldukça zordur belkide imkansızdır. Olsada böyle bir sevgi eksik bir sevgi olur. Hepimiz biliyoruz ki; hiç bir şey zorla olmaz hele hele sevgi hususunun zorla kalbe girmesi diye bir husus zaten mümkün degildir…

Şu hususu iyice anlamamız gerekir ki: Bir defa Allah sevgisi kesinlikle ortaklık kabul etmez. O Mübarek sevgi, gönül dünyasını aydınlatmadıkça maksat yerine gelmez. Bizler Allahı seversek Onun tecellisini bilemesek te bir şekilde yaşar ve görürüz. Bunun yanında Allah sevgisine ulaştırıcı husular vardır onlarda; Mesela Kuranı Kerimi sevmek, İslam Peygamberine muhabbetle baglanmak, Allahın sevdigi kullarını sevmek bir şekilde Allahı sevmenin aynıdır diye ifade edilmiştir. Bu husus belki de Allah sevgisinde samimi ve sadık oldugumuzun belirtileridir…

Peygamber Efendimiz bir Hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: ** Sizden biriniz, İman da kemale ermez ta ki ben ona nefsinden, malından, evladından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça…** Bir gün Hazreti Ömer Efendimiz: Ya Rasulullah nefsim müstesna, sizi herkesten, her şeyden daha çok seviyorum. Demişti Peygamber Efendimiz (sav): Ya Ömer Sizden biriniz, beni nefsinden de daha çok sevmedikçe gerçek Mümin olamaz… buyurdular. Hazreti Ömer (ra) : Yemin ederim Ya Rasulullah, şu anda sizi, nefsimden de daha çok seviyorum. Deyince Peygamber Efendimiz (sav) : Şimdi oldu Ya Ömer, buyurdular…

Bu konuda Tahir Büyükkörükçü Hoca efendi diyorki: Allah sevgisinin, en ciddi şartlarından birisi, her halukarda, bil cümle harekat ve sekenatında yani davranışlarında kulun Rabbisine itaat etmesi, Günah ve hatalardan son derece kaçmasıdır. Çünkü nefsani arzularına esir, her aklına geleni yapan, ŞERİAT hududunu gözetmeyen bir kimsenin: Allahı severim. Demesi, kuru bir iddadır. Havf ve Haşyet yani Korku ve dehşet, kulun vasfıdır. Bir Mümin için, en önemli meziyettir. Ama SEVGİ, Allah ile kul arasında müşterek olan en üstün fazilettir…

Birazda dostun dostu sevmesinden dogan sonuçlar üzerinde kafa yoralım inşaallah; Cenabı Hak yarattıgı kullar üzerine nizam koyması yaşantılarına düzen ve ölçüler getirmesi Allahın kullarına verdigi sevgi ve merhamet aynı zamanda önemi ve muhabbeti gösterir diye inanıyoruz. İnsanlar dünya hayatında iken mutlaka Yaratıcının terbiyesinden geçmelidirler. Şayet böyle olursa baki ve sonsuz bir nimet olan Cennete girmeye hak kazanırlar…

İnsanlar kendi terbiyelerini yaratıcıdan almaya başlasın ki Meleklerden daha ulvi dereceleri elde etsinler. Ne zamanki Yaratıcının sözünü insanlar taa özlerine, dillerine zikir ederlerse ve İrtibatları yaratıcı ile olursa sevgi ve muhabbet ancak o zaman tam yerini bulmuş olur. İnsanlar Rablerine pazarlıksız ve acabasız şeksiz ve şüphesiz teslim olurlarsa o zaman sevginin önemi olur ehemmiyeti olur. Ancak o zaman Allah kuluna merhamet eder, korur ve gözetir…

Rabbimize öyle teslim olmalıyız ki; İbrahim aleyhiselamın Ateşe gidişi gibi, Ya da Oglu İsmail aleyhiselamın kurban olma teslimiyeti gibi. Ya da Mus abın (ra) sevdigi Rasul ugrunda kolunu kanadını kaybedişi gibi bir teslimiyet. Veya İbrahim Ethem in İnancı ugrunda saltanatı terk ediş teslimiyeti gibi. Ya da Yunus Emre nin söyledigi gibi: * Ballar balını buldum kovanım yagma olsun * düşünce şekli gibi. Ve tabiidir ki en ulvi şekliyle hürmetine Kainatın yaratıldıgı Peygamberler Peygamberinin (sav) HİCRET edişi gibi bir teslimiyet…

Allah aşkı, Allah sevgisi ve tabiiki İslam davası gönüllerde bir yüce sevda bilinmelidir. Bu sevda mutlaka samimiyet ister, fedakarlık ister. Zaten Allah katında kulun deger ölçüsü Samimiyet ve fedakarlıga baglıdır. Bilinen Allah dostları başta Peygamberler olmak üzere Sahabe, Tabiin, Etbai tabiin ve zamanımıza gelene kadar bütün İslam alimleri, evliyalar, erenler, şehid ve şühedalar Samimiyet ve Fedakarlık basamaklarını tırmanarak bulundukları makamlara kavuşmuşlardır…

Bu sevdanın baglıları, yaşantılarını Allahın koydugu Kanuna, nizama, düzene ve o ölçülere göre hayatlarını düzenlemişler sonunda nimetelere bu şekilde kavuşmuşlardır. Bu sevdanın baglıları, Hak yolunun yolcuları, samimiyetle akıttıkları gözyaşlarıyla çölleri yeşertmişler tıpkı İbrahim Aleyhiselam da oldugu gibi sonuçta Ateş GÜLİSTANA dönüşmüştür. Sözlerimiz, özümüzle aynı dili konuşmadıgı müddetçe bilelimki yolumuz bizi kurtuluşa götürmeyecektir…

Asıl gerçek ve Hakikat olan husus o dur ki; Allahın kulları üzerine koydugu kanun ve nizam hangi şartlar altında olursa olsun mutlaka tatbik edilmeye çalışılmalıdır. Çünkü Cenabı hak İnsanı yaratıp onu yeryüzüne kendi adına iş yapması için HALİFE olarak tayin ettiginde kopmayacak olan ilişki ve baglantı aslında saglanmış oluyor. Bu aynı zamanda bir muhabbet ve sevgi bagıdır diye inanıyoruz…

Cenabı Hak sevdigi ve yaratılmışların en şereflisi olan insana aynı zamanda görev ve sorumluluklarda yüklemiştir. İnsanları hiç bir şey bilmiyorken Peygamberleri vasıtasıylada bilgilendiren, iyiyi, güzeli, dogruyu, yapılacak ve yapılmayacak olanları da ögreten yüce Rabbimizdir. İnanıyoruz ki insanların özü İslami duygularla, İslami bilgilerle doldurulmak durumundadır. Yoksa insanın yapısında maddi açlık, korku, gazap halleri gibi olumlu ve olumsuzluk içeren haller çok fazladır…

İnsandaki bu açlık, bu ihtiyaç en önemlisi Tevhidle doldurulmazsa, Allah korusun başka birileri o açlıgı, o ihtiyacı zamanımızda oldugu gibi başka şeylerle doldururlar. Mutlaka insan fıtratında birilerine inanma ve baglanma duygusu vardır. Bu duygu Allaha baglılıkla, Allah aşkıyla, Allah sevgisiyle doldurulursa insan hayatında sadece tek yönlü bir dünya hayatı kurulacak. İnsan benligini Allah sevgisi dolduracak Şeytan ve Şeytanın işbirlikçilerine fırsat tanınmayacaktır…

Bunun zıddına hareket tarzı hayat nizamı olarak kabul edilirse Allah muhafaza etsin, Şirkle, küfürle ve İsyanla doldurulursa İnsan yaşantısı her zaman ikilem içerisinde olacak, bunun sonucunda insanlık gemisi su almaya başlayacak, daha sonrada bir bakılacak ki bütün bir dünya fesada ugramış olarak görülecektir. Bizler şükürler olsunki Müslümanız varlıgımız ise mutlaka Rahmet vesilesidir…

Cenabı Hak bazen yazılı ve sözlü vahiy aracılıgıyla ki bunu Seçilmiş insanlar olan Peygamberleri vasıtasıyla bizlere ulaştırmayı gerçekleştirmiştir. Yani buradaki temel olgu, Cenabı Hak her dönemde Yani Hazreti Adem Aleyhiselamdan Peygamber Efendimize kadar geçen zaman içerisinde İnsanı muhatap almıştır. Allah Celle şanuhu Tabiatı, Kainatı bir bakıma İnsanın emrine vermiştir. Lakin şu hususu hiç bir zaman unutmamamız gerekir ki; Tabiatın insana boyun egmesi insana yine Tabiatın yaratıcısı tarafından biçilen konum dolayısıyladır diye inanıyoruz…

Rabbimiz Araf suresi Ayet54.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Dikkat edin yaratmada emirde Onundur. Alemlerin Rabbi olan Allah Celle celaluhu yücedir…*** İnsan yeryüzünde Allah adına iş yapacak kapasitede ve olgunlukta ve farklı özelliklerle donatılmıştır. Bu özelliklerin temel dayanagı ise tüm Kainat ilişkilerinde Allahın söz sahibi olmasını temin etme çabasıdır…

İnancımız odur ki; İşte Peygamberlerin gönderiliş gayesinde yatan sır buradadır Allahu alem. Kuranı Kerimin Bizzat kendisi Allah – İnsan ilişkisinin en büyük delilidir. Şu halde tamelde esasta var olan Allah tır ve Vahid olandır. Allah aşkında, Allah sevgisinde Allaha karşı duyulan muhabbet olgusunda ve Tevhidi anlayışın temelinde Kainatın bütünüyle Allaha baglı oldugu gerçegi, hakikati ortaya çıkacaktır. İnsanoglu yaratıldıgından itibaren hiç bir şekilde başıboş bırakılmamıştır. Allahın varlıgına, İmanımızın şüphe götürmeyen gerçekligine, Mukaddesatımıza ne kadar sahip çıkarsak Allaha duydugumuz sevginin o kadar artacagı kanaatindeyim…

O bakımdan Dini duygularımızı her zaman diri ve canlı tutmamız zaruridir, şarttır, gereklidir. Allah celle şanuhu bizleri dogru bilgiden, Mutlak dogrulardan uzak tutmasın. Gönüllerimizi Kurana, Sünnete ve her türlü İslami ilimlere açsın. Mukaddes degerlerimizle aramızda mesafe olmasın inşaallah. İnanıyorum ki; Allahın varlıgına itikadımız, İmanımız ne kadar kuvvetli olursa Allaha karşı duydugumuz sevgi de o derece kuvvetli olacaktır…

Yüce Rabbimiz İhlas Suresinde mealen şöyle buyuruyor: *** De ki: O Allah bir tek’tir. Allah her şeyden müstagni (Kimseye ihtiyacı olmayan) ve her şey ona muhtaçtır. O dogurmamış ve dogmamıştır. Hiç bir şey ona denk degildir…***

Adem Aleyhiselamdan beri DÜNYA yüzüne ne kadar Peygamber gelmiş ise hepsi de ÜMMETİNE Allahın varlıgını ve birligini söylemişlerdir. Peygamberlerin sözüne hiç şüphe etmeden inanmak lâzımdır. Çünkü onlar Allahın emrine uymaya mecburdurlar. Katiyyen yalan ve yanlış söz söylemezler.

Bütün SEMAVİ kitaplar ve tabiiki dört büyük KİTAP Allahın varlıgını isbat etmeya kâfi birer delildirler. Allahın varlıgını ve birligini bildirmişlerdir. Musa Aleyhiselam TEVRATI kendisinin yazdıgını söylememiştir. ON EMİR levhalara yazılı olarak alınmıştır. Ve Musa Aleyhiselam bu emirleri ÜMMETİNE göstermiştir.

İNCİL’İ İsa Aleyhiselam yazmamıştır. Allahtan gelen emirleri Havarilerine – Arkadaşlarına ve Halka teblig etmiştir.

Hz.Muhammed (sav) Kuranı Kerimi yazdıgını hiç bir zaman iddia etmemiştir. Allah tarafından Ayet ayet ve Sure sure geldigini bildirmiştir. Peygamber Efendimiz (sav), Allah kelamı ile kendi sözleri olan HADİS’LERİN birbirinden ayrılmaları için büyük ğayret göstermiştir. Allahtan Vahiy geldigi zaman derhal ASHABINI ve ve Vahiy katiplerini çagırmış gelen Ayetleri okumuş ezberletmiş ve ondan sonra da yazdırmıştır.

Peygamberlik gelmeden önce 40.sene halkı arasında yaşamış, hiç bir zaman yalan söylememiş tam ve kâmil bir ahlâk sahibi idi. Peygamber olduktan sonra 23.sene İSLAM Dinini Ümmetine ve İnsanlıga anlatmış ve bizzat hayatında tatbik etmiştir. Binlerce ASHABIYLA yaşamış, birlikte CİHADA çıkmış ve birlikte Hacc’etmiştir.

Peygamber Efendimiz (sav) ve onu takip eden dört Halife (622-660) Büyük bir İslam Devleti kurmuşlardır. Bunları Emeviler (660-750) ve ondan sonra Abbasiler ( 750-1259) takip etmiştir. Peygamber Efendimizi (sav) göremiyen ve ya onun zamanına yatişemeyen fakat Ashabdan biri veya bir çogu ile görüşen, konuşan Peygamber Efendimiz hakkında malumat alan kimselere de Tabiin denilir. Bunların sayıları yüz binleri buluyordu…

Bütün bu insanlar Peygamber Efendimize (sav) onun yaydıgı DİNE ve Allaha inanıyorlardı. Bunlar arasında Dinimizin dört büyük İmamı da vardır. Binlerce, On binlerce ASHAB ve Tabiinden ve dört büyük MEZHEB İmamından nakledilen ve bizlere kadar gelen hakikatlerden Kuranı Kerimin nasıl nazil oldugu, Hz. Muhammedin (sav) ne suretle Ayet ve Sureleri ve VAHİY katiplerine nasıl yazdırdıgı, Büyük MUCİZESİ olan MİRACI ve Allaha olan inancı tevatüren ve tarihi bir hakikat olarak sabit olmuştur…

İslam Dininin hak bir Peygamberi, hak bir Kitabı yüz bine varan ASHABI Ümmeti tarafından söylenmiş ve bu İLAHİ kitap hiç bir degişiklige ugramadan bize kadar intikal etmiştir. Kuranı Kerimde İlme aykırı hiç bir şey yoktur. Farzı muhal KUL eseri olmuş olsaydı içinde çelişkili ifadeler bulunurdu ve O husus ta şimdiye kadar birileri tarafından tesbit edilebilirdi.

1428. seneden beri İlme ve hakikate aykırı düşen tarafları meydana çıkmış olurdu. Böyle bir şey olmamıştır ve inanıyoruz ki kesinlikle olmayacaktırda. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; Bu saydıgımız nakli delillerde Allahın varlıgını ve BİRLİGİNİ göstermektedir.

İlk İnsan ve İlk Peygamber olan Adem Aleyhiselamdan beri. İnsanlara dogru yolu göstermek için bir çok Peygamberler gelmiştir. Bunların bir kısmına KİTAP gönderilmiş bir kısmı da kendinden evvel gelen Kitaplarla ÂMEL etmişlerdir. Hz. Ademden (AS) beri gelen bütün Peygamberler MEKKE ve KUDÜS arasındaki sahada yaşamışlardır.

Bütün Peygamberlerin bu mıntıkada gelmiş olmasının bir kaç sebebi vardır. Bir defa ilk insanlar bu cografyada çogalmışlardır. İkincisi: bozulan Dinler kuruldukları yerde düzeltilmek istenmiştir. Üçüncüsü. Bu cografyada MEKKE ve KUDÜS gibi iki mukaddes yer vardır. Bilindigi gibi yer yüzünde ilk BİNA ve ilk MABED KABE dir.

Allah indinde Kabenin mevkii çok büyüktür. Allah (cc) bu yeri mübarek kılmıştır. Çünkü İslam Alimlerinin rivayetlerine göre; dördüncü kat göklerde Kabenin üstünde * BEYTÜL MAMUR * denilen yüce bir makam vardır. Her gün yetmiş bin MELEK tarafından ziyaret ve tavaf edilir.

Hz. Muhammed (sav) evvela Kudüse, sonra Mekkeye dogru Namaz kıldıgından her iki kıblenin de Peygamberi olmuştur. Bundan dolayı Peygamber Efendimize (sav) *Nebiyyül Kıbleteyn * denilmiştir. Bu suretle kendisinden evvel gelen bütün Peygamberlerin en şereflisi olmuştur.

Kitaba ve Peygambere inanmayan ilk kavim NUH Kavminden çıkmıştır. Bu yüzden büyük TUFAN olmuş, sonra gelen kavimler içinde Peygamberlere ve Allaha inanmayan Ad, Semud ve Lüt kavmi gibi bazı kavimler çeşitli afetlerle mahvolmuşlardır. Musa Aleyhiselamdan, İSA Aleyhiselama kadar gelen bütün Peygamberler TEVRAT hükümlerine göre âmel etmişlerdir. Tevratın esası olan ON emir Tur dagında, Hz. Musanın konuştugu İBRANİ dili ile iki levha üzerine aksettirilmiştir.

ON emir kısaca şöyledir:
1.) Puta tapma. Semada ve zeminde olan şeylerin şeklini yapıp onlara secde etme.
2.) Tanrın olan Yahovanın ismini boş yere anma.
3.) Altı gün çalış. Yedinci gün istirahat et.
4.) Pederine ve Validene Yani Ana ve babana saygı göster.
5.) Adam öldürme.
6.) Zina işleme.
7.) Hırsızlık yapma.
8.) Yalan yere şahitlik etme.
9.) Rüşvet alma.
10.) Komşuna fena gözle bakma ve hiç bir şeyine tamah etme.

Şu anda Yahudilerin ellerinde bulunan ve Tevrat (Ahdi atik) denilen kitapları muhtelif zamanlarda ve muhtelif kimseler tarafından yazılmış olan kitaptır. Ve bir çok yerleri tahrif edilmiş, Yahudilerin arzuları istikametinde degiştirilmiştir.Tevratın degiştirilmiş – tahrif edilmiş oldugu okununca kesin olarak anlaşılmaktadır.

Ayrıca ZEBUR takriben 3.bin sene evvel DAVUD Aleyhiselama gönderilen İlahi kitaplardandır. Zebur dört büyük kitabın hacim bakımından en küçügüdür. Şu anda zamanımızda halen bu kitapla âmel eden bir MİLLET yoktur. Davud Aleyhiselam Zebur’da bulamadıgı bahislerde – meselelerde Tevrata göre amel etmiştir.

Davud Aleyhiselam : ** Ya Rab bizi dogru yola ilet bizi yalan söylemeyen, dedikodu yapmayan, Parasını FAİZE vermeyen, Rüşvet almayan, Dostuna yardım eden, Yeminini tutan kullarından eyle. Ya Rab. Beni himaye eden sensin. Kudret ve İnayet sana mahsustur. Gün senin gece de senindir. Günahlarımızı bagışla bizi dogru yoldan ayırma…** Diye dua ediyordu. Bundan da anlıyoruz ki; Zebur ve Davud Aleyhiselamda Allahın varlıgını ve birligini bildirmiştir.

İNCİL Semavi bir Kitap olup İSA Aleyhiselama Allah tarafından gönderilmiştir. Bu Dine İsevilik, Nasranilik veya daha sonraları Hristiyanlık denmiştir. Hz. İsanın (AS) diger bir ismide MESİH’tir. Manası ise KURTARICI demektir.

395. yılında yapılan İZNİK Toplantısına kadar Hristiyanların elinde muteber bir İNCİL mevcut degildi. Yüzlerce İncil arasından Hristiyan Din adamları seçe seçe halen günümüzde bilinen DÖRT İNCİL kabul edilmiştir. Fakat bunlarında hakiki İncil’in yerini tutabilecegini hiç bir Tarihçi ve bilim adamı iddia etmemiştir.

Bu sayısı dörde indirilen incillerr isim olarak şöyledir: MATTA, LUKA, MARKOS ve YUHANNA’dır. Her ne olursa olsun bütün İnciller kendilerinden evvel gelen, Tevrat ile Zebur’u ve diger Peygamberleri tasdik etmişlerdir. Ahiretin, Cennet ve Cehennemin de varlıgını kabul etmişlerdir.

Sonuç olarak Araf Suresi Ayet.158.de Rabbimiz şöyle buyuruyor: *** Ey İnsanlar Muhakakki ben göklerde, yerin saltanatına sahip olan, Ondan başka tapacak bulunmayan, yaşatan ve öldüren Allahın hepinize gönderdigi Peygamberim. Sizde Allaha ve Allahın sözlerine inanın. Ümmi Peygambere inanınki hidayete eresiniz…***

Hicazi Tefsirinde bu Ayeti kerimeyi izah ederken şu ifadelere yer veriyor: * Peygamber Efendimizin (sav) özellikleriyle ilgili olarak Buhari ve Muslimin sahihlerinde yer alan bir Hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur : ** Benden önce her bir Peygamber özel olarak kendi kavmine gönderildi. Bense bütün insanlıga Peygamber olarak gönderildim.** Şüphesiz ben, tam mülk sahibi Allahın Rasulüyüm. O, göklerde, göklerin âlemlerinde ve yerlerde yetki ve tasarruf sahibidir.

Göklerle yerler ve bu ikisindeki âlemler, her şeyi yaratan sanatkarın birligine, kudretinin eksiksizligine, ilim ve hikmetinin kemaline tanıklık-şahitlik eder. O, Allahtır. Varlık alanında Ondan başka hakiki bir tapınılacak – ibadet edecek yoktur.

Onun dışındaki şeyler vehimdir, hayaldir, hurafedir, akıllı kimselere lâyık degildir. Çünkü her canlıya hayat veren, her ölüyü öldürmüş olan O’dur. Hayat ve ölüm Allahın elindedir. Bütün emir O’na aittir. Noksanlıklardan münezzeh ve yücedir.

Sen de görüyorsun ki; Cenabı Allah, kendi zatını üç şeyle nitelemiştir: Malik O’dur. Alemlerde tasarrufta bulunan O’dur. Varlık alanında hakiki mabud O’dur. Hayatın ve ölümün yartatıcısı O’dur. Bu vasıflara sahib olan, delil ve bürhanlarla teyid edilmiş Peygamberler gönderen bir varlıga İMAN etmemiz gerekir.

Bu zat kahredici güce sahip, Bütün kemal sıfatlarla muttasıf, bütün eksikliklerden münezzeh olan RAB’DIR. Onun Peygamberine İMAN edin. Çünkü deliller O Peygamberin dogrulugunu kanıtlamıştır. Okuyup yazması olmayan O Peygambere İMAN edin ki, Rabbiniz size Rahmetinden iki kat versin. Yürüyebilmeniz için size kılavuzluk edecek bir NUR ve aydınlık versin. Sizi bagışlasın.

O Peygamberki, size kitap ve hikmeti ögretir. Hayır ve kurtuluş yolunu size gösterir. Sizleri hurafelerden, pisliklerden, putlardan, şirkten, sapıklıklardan temizleyip arındırır. Peygamberler zincirinin son halkasıdır. Bütün semavi kitaplar, Onun Peygamber olarak gönderilecegini önceden müjdelemişlerdir. O’nun Dini kolay, müsamahakar, her zaman ve mekana elverişli olan İslam Dinidir.

O, Allaha eksiksiz olarak iman eden Peygamberdir. İmanında asla şüphe yoktur. Allahın Peygamberlerine indirilen kelimelerinin tamamına inanır. Bu kelimeler, noksanlıklardan münezzeh, yüce Allahın hikmet ve kudretinin görünümleridir. O’nun emir ve yasaklarına riayet edin. Böylece dogru yola erişme hususunda sizi başarılı kılacagı ümid edilir.

Ey Müslümanlar ! Kuranı Kerimin sözü ve ögüdü işte budur. Bu ögüde uyun ki, dogru yola erişebilesiniz. Allaha and olsun; Kur’andan başka hiç bir yerde hidayet yoktur. Dine ve KUR’ANA yakın oldugumuz nisbette Dünya ve Ahirette kurtuluşa erebiliriz…Hicazi. Furkan Tefsiri.cilt.2.sayfa.353-354.)*

Adem Aleyhiselamdan beri hiç bir fikir, düşünce ve ilim adamı Allah yoktur diyemedi. Allahın varlıgından şüphe edenler ise onu isbat edemediler. Allaha ve hiç bir Dine inanmayanlar olmadımı ? Oldu ama onlarda dinsiz ve inançsızlıklarıyla beraber gayya kuyusuna, aşagıların aşagıların aşagısına yuvarlanıp gittiler.

Bunlar olacaktır; dünya bir İMTİHAN alanıdır. İnananlar ve inanmayanlar İlahi hesabın görüldügü günde ya mükafat ya da cezalarını göreceklerdir. Buna kesinlikle ve şüphe tanımıyan bir itikadla inanıyoruz. Kısaca işaret ettigimiz gibi Allahın varlıgını NAKLİ delillerle ortaya konulmuştur.

Rabbimiz Hadid Suresi ayet.28.de mealen şöyle buyuruyor. *** Ey inananlar. Elçi size Rabbinizden gerçegi getirdi. Kendi iyiliginiz için inanın. Eger inkar ederseniz,- bilin ki göklerde ve yerde olanlar Allaha aittir. Allah bilgindir, bilgedir… ***

Bütün varlıgımızla tekrar ediyoruz ki; Bizler nasıl varsak ve bizim varlıgımız nasıl bir hakikatse, Allahın varlıgı milyon kere milyon daha da hakikidir. Ateistler ve diger Din, Felsefe ve inanç mensupları inanmasalarda; Hz. Muhammed (sav) HAK bir Peygamberdir. KURANI KERİM HAK BİR KİTAP VE ALLAH KELAMIDIR…

İnanıyoruz ki; İslam, ebedi saadeti, mutlulugu saglayacak vahyin adıdır. İslam, akıl, fikir ve zihnin üzerine çöken kiri, pası, her türlü lekeyi silen ve kendi öz benligine döndüren bir Dinin adıdır. Bizim dinimizde yaratana inanıpta, yaratanın programına inanmayanın yaratana gerçek manada inancı yoktur. İmanın merkezi kalptir. Kalbinde sınırsız ve sınıfsız bir ÜLKE taşıyan her mümin bizim kardeşimizdir. Sevmeyen, duymayan, duyurmayan, söylemeyen kalpler olmayalım…

Sevgimizi her şekilde ifade edelim inşaallah. Tabiidirki bu ifade tarzının başı İbadetlerdir. İslam dininin müntesibi, bagımlısı, İslam dininin hayranı, İslam dininin kurbanı olmadıkça İslama tabii oldugumuz gerçegi yarım kalacaktır. Allah sevgisine ulaşmada Peygamber efendimizin hayatının bir kısmını degil bütün hayatını ölçü almamız, örnek almamız esastır…

Şurası bir gerçektir ki; Hakikatli Müminin agzını baglasalar, kalbindekini yüzü ifade eder. Yüzü gözü bir şeyler anlatır ve söyler. Sonuç olarak diyoruz ki; Sevginin ve nefretin illeti, sebebi Allah celle şanuhu olmalıdır. Kalbin, ruhun, bilegin ve kafanın ve bedenin tümüyle nasıl kullanılacagını Allah Rasulünden ögrendigimiz takdirde Allah sevgisine ve Allah aşkına gerçek manada ulaşacagız inşaallah…

Allah’ım. Şeksiz ve şüphesiz inanıyoruz ki; Varsın, Haksın, BİRSİN, TEKSİN, Bizi hakkı hak bilip hakka ittiba eden – baglanan kulların zümresine dahil eyle. Batılı bâtıl bilip bâtıldan içtinap eden – kaçınan kulların arasına dahil eyle. Bizi Sıratı müstakimden ayırma. Bizi Sünnet ve cemaat ehli olan O Saadet asrı mutlu insanların yolundan ayırma.

Bizi Peygamber Efendimiz’in (sav) yolundan, sözünden, tarzından, tavsiyelerinden, Sünnetinden ayırma. Bize hidâyet verdikten sonra kalplerimizi dalâlete meylettirme. Yüce katından bize her zaman verdigin Rahmetinle bizleri şereflendir. Hata, kusur ve günahlarımızı yüce merhametinle affeyle. Ya Rabbi Sev, sevdir, sevindir. Seni seven ve senin sevdigin bahtiyar ve mesut, mutlu kulların zümresine bizleri de dahil eyle. Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…

Sermed Kadir… 02.03.2007

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht. Erforderliche Felder sind mit * markiert