ALLAHIN RIZASI’NI KUŞANMA ÜZERİNE NOTLAR…

İbrahim Suresi Ayet.4. te Rabbimiz mealen şöyle buyuruyor: *** Kendilerine açıkça anlatabilmesi için, her Peygamberi kendi kavminin dili ile gönderdik.  Allah diledigini şaşırtır ve diledigine yol gösterir…***Biz müslümanlar kendi nefsimizden sorumlu – mesul oldugumuz gibi, İçerisinde yaşadıgımız aynı havayı beraber soludugumuz, aynı inançları paylaştıgımız toplum yapısındanda sorumluyuz. Bizim Müslüman ve Mü’min oluşumuz; İnandıgımız mukaddes bildigimiz degerler ugrunda anlamlı, faydalı ve insanlıgın işine yarayacak mücadelelerde bulunmamızı gerektirir.

 

Şükürler olsun Rabbimize: mademki Allah için yaratıldık ve sonunda muhakkak ona dönecegiz, o halde Rabbimizin dostlarını dost edinip Rabbimizin düşmanlarını da düşman edinmek gerektigini bilmemiz ve o dogrultuda mücadelemizi yürütmemiz zaruridir. Müslümanlar; Din ugrunda, mukaddes degerleri ugrunda yapmış oldukları görevlerine karşılık hiç kimseden bir ücret beklentisi içerisinde olamaz. İslami çalışmalar ücretle yapılırsa muhatabımız üzerinde, karşı taraf nezdinde etkisini kaybedecegi açıktır. Tarih şahittirki, ücretle yapılan işler ve bütün çalışmaların etkisi istenen neticeyi ortaya koyamaz.

 

İnanıyorumki; her Müslüman veren taraf olmalıdır. Eger alan ve el açan taraf olursa o kimsenin ve DAVASININ degeri düşer. Cemiyet – toplum nazarında kişiye ve hareketlerine deger verilmez. Bizler Müslüman olarak iyiye, güzele, dogru olana, hak olana insanları DAVET etmek sorumlulugunu üzerimizde taşımaktayız. Bunun içinde öncelikle Önder ve örnegimiz Peygamber Efendimiz ve  O’na (sav) kadar gelen Peygamberler Allah tarafından nasıl yönlendirilmişler ise öncelikle ona bakmamız lazımdır.

 

Öncelikle bilmemiz gerekirki; İnsanları dogruya, hakka, Allahın dinine davet noktasında Peygamberler her zorluga katlanarak mücadelelerini yürütmüşlerdir. Peygamberlerin yapmış oldugu  görev çok mübarek bir görevdir. Onlar yapmış oldukları bu göreve karşılık kimseden  bir ücret beklememiş, Onlar yalnız ALLAH RIZASINI gözetmişlerdir. Peygamber Efendimiz de dahil geçmiş Peygamberler Kavimlerini Dine davet ederken şöyle demişlerdir: *** Buna karşılık sizden bir ecir istemiyorum. Benim ecrim ancak Âlemlerin Rabbine aittir. (Şuara.109)***

 

Mealindeki Ayeti kerime de belirtilmiş oldugu gibi Peygamberlerin hepsi, yapmış oldukları çalışmalar karşılıgında  hiç kimseden bir ücret almamışlardı. Her türlü mücadelelerini, davetlerini ve çalışmalarını yalnız ve yalnız ALLAH RIZASI dogrultusunda yapmışlar ve mükafatlarınıda  Allahtan (cc) beklemişlerdi. Öncelikle Müslüman Peygamberini (sav) örnek ve önder edinen kimsedir. Peygamber Efendimiz (sav) nasılki yapmış oldugu davetine karşılık hiç kimseden bir ücret, bir iltifat  ve bir teşekkür beklemedi ise, Onun Ümmeti olan Müslümanlarda  aynı şeylerden uzak kalmasını bilmelidirler.

 

Müslüman yaptıgı bu görevi yalnız allah için yapmalı ve karşılıgını da yalnız Allahtan beklemelidir. Şayet iyilik ettigi taraf kendisine bir saygı ve minnet duygusu beslerse,  bunu da kendisinde  bir hak olarak bilmemelidir.  Gönlünü Allaha yaklaştırdıgı kimselerin faziletine ve anlayışına baglamalı  ve asıl kendisi  onlara minnet duyguları beslemelidir. İnsanları,  Allaha,  dini  değerlere,  mukaddesata ve  peygamber  efendimizin  işaret  buyurduğu hakikatlere çagıran, davet eden kimse  davet ettigi kimselerden aslında daha kârlı bir  yerde oldugunun  şuurunda  bilincinde  olmalıdır  bu  şuur  hiç  bir  yerde  kazanılmıyacak  bir  huzur’dur…

 

Müslümanların Allah için, din için, mukaddesatları için yapmış oldukları çabalardan dolayı alacagı mükafat anlayamayacagımız kadar fazladır. İslam dinini İnsanlara tanıtma ve benimsetmede en etkili faktörlerden biri tabiiki  örnek bir şahsiyet olmasıdır. Örnegi canlı olarak göstermek tabiidirki daha etkilidir. Yalnız anlatım yoluyla bazı zorlukları aşabilmek epey zordur. Peygamber Efendimiz (sav) Davet ettigi hususları bizzat yaşar ve örnek olarak gösterirdi.  Davete başlayınca  ilk önce etrafında örnek bir topluluk meydana getirdi.

 

Bu toplulugun örnek yaşantısını gören  herkes, İslam dinini benimsemeye ve kabul etmeye başlardı. Demekki önce örnek davetçi ortaya konulmalı, ondan sonrada  bu örnek davetçinin uygulayacagı metod üzerinde durulmalıdır.  Metod ne kadar  mükemmel olursa olsun, metodu uygulayan örnek bir davetçi olmazsa, iyi bir netice alınması güç olur. Bütün İnsanlıga dogru yolu gösterme işi o kadar mübarek vazifedirki, onun karşılıgını – ücretini DÜNYA malı ile tesbit edebilmek asla mümkün degildir.

 

Peygamber Efendimizden (sav) gelen Rivayetlerden birisinde, Hayberin fethi sırasında Hz. Ali Efendimize şöyle demişlerdir:

** Onları (düşmanları)  İslama çagır ve üzerlerine vacip olan İlahi hakları onlara söyle. Allaha yemin ederimki, Allahın bir kimseye senin sayende HİDAYET VERMESİ, senin için kırmızı develere malik olmandan daha hayırlıdır…** diyerek İnsanları hayıra çagırmasının karşılıgındaki büyük mükafatın, maddi bir karşılık degil, Allah nezdindeki manevi mükafat olduguna işaret edilmiştir. Bizlerinde, her konuda, her işimizde Müslüman olarak mücadelelerimizin tabir caizse ODAK NOKTASINI ALLAHIN RIZASI oluşturmalıdır.

 

Bu yolda yani Allah ve DİN yolunda; başımıza gelebilecek musibet, meşakkat, eza, cefa ve engellemelere her halukârda SABIRLA karşılık vermemiz, bu tür zorlukları Normal hayatımızın bir parçası olarak algılamamız bir zorunluluktur  inancını  taşıyoruz.Bu durum bir bakıma Müslüman oluşumuzun, Mü’min oluşumuzun, İnandıgını yaşama  gayreti içerisinde olan bir kul oluşumuzun geregi İMTİHAN  edilişimizin sanki ön şartlarından birisidir. Büyüklerimiz ne güzel söylemişler: * HİÇ BİR NİMET KÜLFETSİZ OLMAZ.* diye…

 

İslam Tarihine şöyle bir baktıgımızda; Yapılan tüm çabalar her türlü mücadeleler İslam dinini ve Müslümanları yok etmek için harcayan DİN DÜŞMANLARININ saldırı ve propagandalarına ve Müslümanlarında bu düşmanlara karşı ALLAH YOLUNDA, DİN YOLUNDA var güçleriyle yaptıkları İslami direnişlere şahitlik etmiş ve hâla da etmektedir. Günümüzde de hak ve Batıl mücadelesi aynı hızla devam etmektedir. Misal olarak son zamanlarda  Türkiyede  İslam  dinine zıt  ve  aykırı  sergilenene  İslam  dışı  yaşantılar  gösterilebilir…

Örneğin  Noel  ve YILBAŞI  kutlamalarına  yakın  tarihide  katarak  bakmaya  gayret  edlim. Miladi yeni yıl geliyor. Dünya üzerinde olağanüstü bir hareketlilik başlıyor. Bunun için eşantiyonlar veriliyor. Hediyeler alınıyor ve dağıtılıyor. Envai çeşit eşyalar sipariş ediliyor. Kimi verecekleri yerleri, kimi alacakları şeyleri kurguluyor.  Miladi yılbaşı münasebetiyle hediye ve eğlence furyası alıp başını gidecek. Bunların fıkhi boyutuna girmeden meselenin seyrine bakmak lazım. Miladi yılbaşı nedir derseniz şunu öncelikle dile getirmemiz lazım. En eski âlemşümul bir müşrik bayramıdır.

Bu tarih kilise tarafından  İsa Aleyhiselamın doğum günü sayılarak bayram kabul edilmiştir. İlk defa Roma’da tesis edilmiştir. Hemen  belirtelimki, Hıristiyan âleminin ilk üç asrında böyle bir bayram yoktur. 354 senesinde Roma Piskoposu Liberius’un kararıyla 25 Aralık Hz. İsa’nın doğum günü kabul edildi. Bu geceye Noel adı verildi. Bunun bu adı alması 597 yılındadır. 1 Ocak  İsa Aleyhiselamın sünnet edildiği tarih kabul edilmiştir. Sezar yılbaşını 1 Ocak gününe aldı.

Daha  başka  dini  günlere  bakacak  olursak  mesela; 21 Mart Nevruz İran takviminin yılbaşısıdır. Zerdüşt bayramıdır. Türkiye’de 26 Aralık 1925’te 698 Sayılı Kanun ile 1341 yıllık takvim kaldırdı miladi takvim kabul edildi. Buna rağmen milletimiz çocuklarına Recep, Şaban, Ramazan, Muharrem adını veriyor da Aralık, Ocak, Şubat ve saireyi koymuyor. Bütün bunlardan sonra diyebilir ki, Noel’in kimliğini merak edenler, bu efsane hakkında tatminkâr bilgi alamamaktadırlar. Yabancı dille yazılmış eserlerde bile Noel hakkında, “Çocuklara Noel gecesi (yılbaşı gecesi) bir takım hediyeler getiren efsanevi kişidir” denilmektedir.

Onun Hıristiyanlıkla bir ilgisi yoktur. O’nun Baltık Totemlerinin Orman İlahı olduğunu söylerler. Açıkçası Noel bir safsatadan ibarettir.  Noel, farklı  dillerde kutsal gece anlamına gelmektedir. Miladi yılbaşı kutlamalarının temeli ifade  ettiğimiz  gibi, putperestliğe dayanır. Şimdi de yılbaşı eğlenceleri bu bozuk temele dayanmaktadır. Bunun için bu adet ve ananelerden sakınmak lazımdır. Yunan efsanesine katılmamak lazımdır. Hakkında kati bir şey söylenemeyen ve tamamen efsaneden ibaret olan Noel, milat kelimesinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. İsa Aleyhiselamın doğumunu ifade eder.

Bir takvimin başlangıcını ifade eden bu  tarih Miladi yılbaşı olarak kutlanır. Tamamen Hıristiyanların âdeti olmuştur. 31 Aralık-1 Ocak şeklindeki kutlama bu törene katılmanın kılıfıdır. Bugünkü Hıristiyanlık İsa Aleyhiselamın tebliğ ettiği hak dinin enkazı üzerine kurulmuş putperest inanışlardan ve mitolojik görüşlerden derlenmiş devşirme bir dindir. İncil’in başına gelenler de herkesçe bilinmektedir. Noel Baba diye  anlatılan  kişi: Kiliselere göre değişik değişik azizlerdir.

Domuz eti ve hindi eti Noel alameti olarak  kabul  edilmiştir. İçki, kumar ve diğer eğlence âlemleri, yılbaşı bahanesiyle tekrar edilen kötülüklerdir. Dinler ve yılbaşı hakkında açacağımız küçükbaşlığın altında kısaca şu bilgileri verebiliriz: * Hıristiyanlar Noel’i 24 Aralık’ta kutlarlar. * Ermeniler 6 Ocak’ta kutlarlar. * Süryaniler 25 Aralık günü kutlarlar. * Bir bölük Hıristiyanlar da Nevruz’da yani 21 Mart günü kutlarlar. *

Museviler Roş Aşana’da tanrının huzurunda bütün günahlardan arınılan gündür. Ailelerin söylediği Kiduş diye  bilinen  eğlence  ritüelleriyle yeni yıla girilir. Yakın  tarihimizdeki  Noel  ve  Yılbaşı  etkinliklerine  kısaca  bakacak  olursak; Bilindiği  gibi Osmanlı döneminde yılbaşı kutlamaları gayr-ı müslimlerce yapılırdı. 1829’da İngiliz elçisinin İstanbul Haliç’te bir gemide tertip ettiği yılbaşı kutlamasına Mustafa Reşit Paşa gibi Avrupa yanlısı Osmanlı devlet adamları da çağrılır. 1856’da Sultan Abdülmecid, Fransız elçisinin dâvet ettiği yılbaşı balosuna Islahat Fermanları’nın oluşturduğu siyasî baskıdan dolayı gitmek mecburiyetinde kaldıgı  yazılır.Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi”, Batılılaşma yanlısı olanlarla Türkiye vatandaşı olan Yahudilerin yılbaşı kutlamalarına nasıl meylettiğine dair bilgiler veriyor.

  1. Asır ortalarında Türkiye Yahudileri tarafından, odaları kiraya verilmek için yaptırılan ve Müslümanlarca ‘Yahudihâne’ olarak adlandırılan apartmanlar Noel kutlamalarının yapıldığı mekânlardır. Dîni geleneklerinde Noel kutlaması olmamasına rağmen apartman sahibi Yahudiler sırf para kazanmak için bu âdeti cazip hâle getirirler ve İstiklâl Caddesi’nde ‘Noel alayları’ düzenlerlerdi. Cumhuriyet Türkiye’sinde asrî,çağdaş, medeni eğlence, kadınlı erkekli balo, danslı ve içkili yerlere gitmek gibi pespâyelikler yılbaşı kutlamalarının resmîleştirilmesiyle yaygınlaşmıştır.

Kemalist Cumhuriyet’in ilân ettirilişinden sonra 1 Ocak 1926 tarihinin yılbaşı olarak kabul edilişi, zoraki ders “Atatürk ve İnkılâp Tarihi” kitaplarında “övünçle” ve  ballandıra  ballandıra  anlatılır. İslam  Ümmetini  hasım  olarak  gören o  günkü  idareciler  ve Atatürkçü Cumhuriyet’in ilk yılbaşı kutlaması 31 Aralık 1925’tir. Bu kutlamada Batılılaşan devrimci Cumhuriyetin ilk yılbaşı şerefine İstanbul Elektrik İdaresi’nce saat 00.00’da şehrin bütün ışıkları bir dakika söndürülür. Bu âdet, tahrif edilmiş Hıristiyanlıkla paganizmin modern kapitalizmle sentezinden doğan bir eğlence tarzıdır.

Mustafa Kemal, Kur’an-ı Kerim okunarak açılan ilk Meclis ve Hükümetin Başkanı olarak içki yasağının kararlaştırıldığı bir dönemde Rusya gibi bazı devletlerin temsilcileriyle birlikte Ankara’nın Keçiören semtinde içkili eğlenceli yılbaşı kutlaması düzenlediği bilinen bir  tarihi  gerçektir. Dahası var,1929’da Ankara Hariciye Köşkü’nde devlet erkânı ile askerî bürokrasinin katıldığı ve dekolte giyinmiş kadınlarla papyonlu erkeklerin şampanya içip dans ettiği yılbaşı balosu tertip ettirmesiyle Valilik ve Kaymakamlıklarda, Cumhuriyet sisteminin muhtevasını oluşturan CHP teşkilâtlarıyla bu çizgideki Şehir Kulüpleri ve Halk Evleri’nde yılbaşı kutlamaları yapılmaya başlanır.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Ankara” romanında anlatılan ve başkahramanı M. Kemal olan yılbaşı kutlamalarının Avrupa’ya benzemenin bir yolu olarak resmileştirildiği anlaşılıyor: Yakup  kadri  diyorki: “Bu kış yani sene. 1929 Noel ve yılbaşı balolarına Ankara’da her seneden daha zevkli bir hazırlanış vardı. Çünkü bu eğlenceler, henüz açılmış olan Ankara Palas’ın, büyük hall (hol) ve salonlarında yapılacaktı. Buranın bin kişiden fazla davetli alabileceği söyleniyordu. Onun için birçok ailelerin daha iki ay evvelinden İstanbul terzilerine taşındığı görülmeye başladı.”

“Popüler Tarih” dergisinin yıl: 2003 / 29. sayısındaki “Osmanlı’dan Cumhuriyete Yeni Yıl Eğlenceleri” ve “Yılbaşı Baloları” adlı yazılarda anlatılanları hülâsa ederek yılbaşı kutlama rezaletinden kareler göstermeye çalışalım. 1927’nin 1 Ocak günü hafta sonuna denk gelince yılbaşı eğlenceleri Kemalist Cumhuriyet yandaşlarınca büyük rağbet görür ve yılbaşı kutlamaları resmî gelenek hâline getirilir. Ertesi yıl yani.1928.de, İstanbul’un yılbaşı kutlamalarında piyango çekilişine katılanların sayısı artar, eğlence yerleri dolup taşar. Yıldız Sarayı âdeta kumarhâneye döner. Kemalist devletin müsaadesiyle ecnebi işletmeciler rulet masaları kurar.

Bu yılbaşı gecesinde hiçbir kanunî kısıtlama olmadan bu kadar kumar oynanmamıştır. Cumhuriyet Devleti’nin İslam  ümmeti kimliğine muhalif siyasetinin sağladığı imkânlarla (!) azınlıkların oturduğu Beyoğlu, Batılılaşmaya meyilli yerli insanların yılbaşı eğlencelerine katıldığı mekândır. Kemalist devlet katında kutlamalar başladığında, Beyoğlu’ndaki yılbaşı kutlamaları daha da artar ve Türkiye’ye yayılır. Dergiler yılbaşı sayıları çıkarmaya, gazinolar yılbaşı baloları düzenlemeye başlar.

Mustafa Kemal ve İsmet İnönü imzasıyla 1 Ocak 1936 tarihinin resmî tatil ilân edilmesiyle yılbaşı kutlamaları propagandalarla yaygınlaşır. İlk yılbaşı tatilinin ertesinde devrin gazetelerinde övücü yazılar çıkar şöyleki:  “Bu yıl yılbaşı gecesi gayet neşeli geçti. Beyoğlu gazinoları bir gecede, bir sene içinde görmedikleri kadar bol müşteri buldu ve yılın ziyanını örtecek kadar satış yaptı. Dün sabah 10’dan akşama kadar, sokaklarda sayım gününü hatırlatan tenhalık seziliyordu. Tatili fırsat sayarak sabaha kadar içenler, ayılıp da sokağa çıkamamıştı.”

Kemalist rejimin dayatmasıyla doksan yıldır dini  değerleri  hiçe  sayan,  dışa  bağımlılığı  çağdaş  ve  medenilik  sayan  mâneviyatsız kitle yılbaşı kutlamalarının bağımlısı olmaya devam ediyor. Balolar, partiler, programlar, geziler yılbaşıyla daha özel hâle getirilmeye çalışılıyor. Milletin din ve geleneklerinde düşmanca reformlar yapan lâ-dîni Cumhuriyet’in sunduğu bir yılbaşı manzarası görmek istiyorsanız devrin yazarlarından Ahmet Rasim’in şu satırlarını lâhavle çekerek okuyoruz: “Evvelleri biz Türkler, yılbaşı günlerinde başımızı sokmadığımız yer kalmazdı. Galata, Beyoğlu, kısacası Ortodoks takvimini tutan milletlerin cümlesine kendimizi dâvet eder, sabahlara kadar eğlenirdik.

O ne sefahat gecesi idi!.. Her gazino, her kahve, her koltuk (küçük meyhane demek), bir kumarhânedir. Her sokakta çalgı, saz eğlentisi, çengi, köçek… Her evin odasında bir ziyafet sofrası. Üstünde hindiler, yemişler, rakılar, biralar, etrafında türlü türlü erkekler… Eğlence evlerinin birinden çık ötekine gir… Kumarhânenin birinde yutul, ötekinde kazan!.. Sarhoşluğa ait hangi ve kaç türlü vasıta varsa hepsi ayakta; bildiğimiz karnavallar, yahut eski Roma’nın satürnalleri (Saturnus şenlikleri) buralarda akşamleyin dirilir, sabahleyin can çekişirdi. (…) Kâh kapılardan coşan karı kümeleri yol keserler, tepsiler içinde susuz, mezesiz rakılar dağıtırlar…”

Batılılaşmaya meyilli yerlilerin yılbaşı kutlamalarına ilgisi işgal günlerinde, Bolşevik Devrimi’nden kaçıp İstanbul’a yerleşen Beyaz Ruslarla başlar. Cumhuriyeti ilân ettirdikten sonra Mustafa  Kemal’in de ilgi duyduğu ve arka çıktığı Beyaz Rus kadınları içkili eğlence yerleri işletir ve yılbaşı kutlamalarına “öncülük” ederler. Refik Halit Karay  o  yılları  anlatırken şu  ifadeleri  kullanıyor: “Mütareke yılbaşılarına kadar bizler, saat 12’yi çalarken ışıkların söndürülmesi düzenbazlığını bilmezdik; limandaki vapurların da bu merasime düdük çalarak katılmalarını işgal senelerinde öğrenmiştik.

Esasını ararsanız, Müslüman halkı Beyoğlu tarafına alıştıran da haraşolar (Beyaz Ruslar) oldu. Arkasından gelen Garblılaşma hareketi, kaç-göçün kalkması, balolara rağbet, bize yılbaşı geceleri sabahlama âdetini de kabul ettirdi. Ama dikkat ediniz: Bu âdetin sadece eğlence tarafını almışızdır. Zira bizdekinin hıristiyanlardaki gibi dinle alâkası yoktur, hayır ve hasenat işlemekle de, hele bir hafta evvel gelen Noel’le de! Tuhafı şudur ki, tek geleneğimize dayanmayan bu yeni âdete, yâni yılbaşı sabahlamasına, bütün âdet ve bayramlarımızdan fazla gayretle, dört elle sarılmış haldeyiz! Bakalım şehirden köye de gidecek mi?”

Kısaca  yakın  tarihini  vermeye  çalıştığımız  Noel  ve  yılbaşı eğlencelerininin günümüzde  son  sürat  devam  ettiğine  şahit  oluyoruz. Günümüzde  Ortodoks,  katolik  ve  protestan  kültürü ve  hatta  daha  fazlası günümüz  Türkiyesinde çılgınlığın  en  son  raddesinine  kadar  devam  etmektedir. İşin  gaerip  tarafı daha  dün Osmanlıda  Yahudihane  diye bilinen  bir  kaç belirli  salonlarda  yapılan  kutlamalar günümüzde  sokaklara  taşmış  vaziyette ve  sanki  Müslüman  opldugunu  söyleyen  halkın kendi  gelenek,  görenek  ve  adetleriymiş  gibi kutlanır  hale  geldi ve  görsel, yazılı  medya  tarafından tamamiyle  benimsendiğine şahit  oluyoruz…

Günümüzde yılbaşı kutlamalarının propagandasını yapanlar “Noel” ci Cumhuriyetin zihniyetine sahip gazete ve televizyonlardır. Bu şenî faaliyetin propaganda görevini üstlenen  yazılı  ve  görsel  medya haberlerine  göz  atmak  yeterlidir  sanıyorum… Cemiyeti yozlaştırmaya yönelik sayfalar dolusu yılbaşı yazılarından şu birkaç başlık facianın büyüklüğünü gösteriyor:“Aşk melekleri sizi yeni yıl alışverişine çağırıyor!” , “Yeni Yılı İtalyan Güzellerle Karşılayın!”, “ Alış  veriş  merkezlerinde Kır­mızı-Beyaz Günler!”, “Noel Anne İle Noel Baba Burada!”, “Çocuklara Özel Yılbaşı Partisi!”

Hâsılı- kelâm, Noel  ve  Yılbaşı  çılgınlıkları  görünen  o  ki; Müslüman  olduğunu  ve  Teslimiyetininin  sorgusunu yapmayan  yapamayan  Müslümanların  sırtında  hergün  büyüyen  bir  kambur  gibi  durmaktadır. Cenabı  hak  hepimize  şuur  ihsan  eylesin…İnanıyoruzki; Müslüman için manası, ömürden sayılı senelerden birinin daha bitmesi, ölüm denen kesin akıbete biraz daha yaklaşılması, gençlik günlerinin tükenip, ihtiyarlık demlerinin gelmesi ve bir takvim değişikliği demektir yılbaşı.

Müslümanın sefahata düşmek yerine ahireti, ebedî âlemi düşünerek geçen bir yılın muhasebesini yaptığı gecedir yılbaşı. Hıristiyan için ise yılbaşı güya  İsa Aleyhiselamın doğum günü olarak kabul edilir ve kutlanır. Yılbaşı, bid’at olarak icat edilmiş, dini olanı dünyevileştiren bir Batılılaşma ritüelidir. Çam fidanı yılbaşı temsilcisi unsuruna dönüştürülmüş, Noel Baba dinden arındırılmış bir tür mitolojik kahramana indirgenmiş, alkol ve kumar eğlence aracı olarak sentezlenerek, dini mahiyetinden sözde ayıklanarak Batılı ama seküler ritüel olarak icat edilmiştir.

Avrupa’nın pagan âdetinin modernize edilerek Müslüman topluma dayatılmış halidir yılbaşı. Dinden yüz çevirip hevâlarına uymuş, bencillik ve kibir içerisinde dünyaya dalmış, “medenî olmanın(!)” bir gereği diye tek dişi kalan medeniyet canavarına sokulan gafletteki Müslümanlara İslam düşmanı güç odaklarının oyunudur yılbaşı. Müslümanlar da bu empozeyi bilinçsizce, bir peygamberin doğum gününü yılbaşı adı altında eğlence, içki, kumar, dans, zina gibi şeylerle kutluyorlar.

Yeryüzünü kana bulayan, mazlum Müslümanların çaresiz çığlıklarının yükselmesine sebep olan, her kıtada çeşit çeşit vahşete ve işkencelere imza atan, insanlıktan yoksun caniler sürüsünün bayramı olan yılbaşını kutlamak abartı ötesi bir yok oluşun, silinişin feryadıdır. Ahlaksızlıkta, sefahatte sınır tanımayan, kapitalizmin tüketim çılgınlığını simgeleyen bir araç haline getirilmiş olan yılbaşını kutlamak ruhi açıdan çürümüşlüğünün tescilidir. Bu kadar acının kederin olduğu bir zaman diliminde yılbaşı kutlamak hiçliğe atılan bir adımdır.

Siyonist ve neo-conlardan müteşekkil zulüm ve tuğyan güçlerinin İslam ümmetinin hayatlarını ve servetlerini çaldığı, iradelerini kırıp, toplumsal yapılarını değiştirmek isteğiyle bin bir çeşit vahşete ve işkenceye imza attığı kara günlerde Hıristiyanların yılbaşı heyecanına ortak olmak zulme ortak olmaktır. Müslümanlar açlıktan ölürken, öz yurtlarından, vatanlarından kaçmak zorunda kalıp denizlerin bilinmezliklerinde kaybolurken bir Müslüman yılbaşında eğlenemez düşüncesindeyiz.

Irak, Suriye, Myanmar, Filistin kan gölüne çevrilmişken, mazlum Müslümanların feryadı yürekleri dağlarken, İslam topraklarında akıtılan kan ve gözyaşı sel olurken, ümmeti Muhammed zulüm içinde inlerken, şehit haberleriyle yüreklerimiz dağlanırken Müslüman yılbaşı kutlayamaz inancını  taşıyoruz.

Ülkede patlatılan bombalarla ve terör saldırılarıyla öldürülen bunca asker, polis eşlerinin ve yetimlerinin gözlerinden yaşlar akarken, şehit analarının ağıtları yürekleri dağlarken, güvenlik güçlerimiz terör belasından ölümle burun burunayken Müslüman, kardeşlerinin derdiyle dertlenir ve yılbaşı bahanesiyle sabaha kadar vur patlasın çal oynasın diyerek eğlenmekten birazcık hayâ eder  ifadelerini  haykırıyoruz. Darbe, terör, ekonomik kriz, savaş tehdidi, bunca bela ve musibetten sonra kendi elleriyle işleyeceği günahlar nedeniyle yenileriyle karşılaşmamak için Müslüman, Allah’ın sınırlarını aşmaktan çekinir  itikadını  ifade  ediyoruz.

Müslüman, kavimleri helak eden içki, kumar, zina ve azgınlık gibi büyük günahların tamamının toplu halde işlenip, adeta insanlığın toptan Allah’a isyan yarışına girdiği bir gecede safını belli ederek, günahın dibine düşülen bu gece Rabbine sığınır. Müslüman bilir ki zalimler yılbaşı bahanesiyle Suriye’yi parçalamanın, Halep’i boşaltmanın, Arakan’da Müslümanları diri diri yakmanın, Afrika’da aç bırakmanın, Gazze’de ambargo uygulamanın, Bangladeş’te Müslüman liderleri darağaçlarında sallandırmanın ve ümmetimize karşı başlattıkları son emperyalist ve haçlı saldırının kutlamasını yapacaklar.

Türkiyenin  Güneydoğusunda ve birçok şehirde insanlar kan ağlarken, ülkede  fitne  ve fesat  tohumları  atan huzur  ve  bütünlüğü bölmeye çalışanlar azgınlıklarına devam ederken, yürekler her gün ölüm  ve  bombalama  haberiyle sarsılırken, bir gün sıranın kendisine geleceğini bilmeden vur patlasın çal oynasın zihniyeti yaşayanlar zaten insanlıktan nasibini almamış olanlardır. Hıristiyan paskalya ve yortularında, onlar gibi bayram yapmak, onlar gibi yılbaşını kutlamak, imanımızı yaralamaktır, şerefimizi yok etmektedir. İbadetlerimizi, ahlâkî ve millî değerlerimizi yaralayıp, cemiyet hayatımızı bozmaktadır.

Batılıların maddî ve manevi savaşına aldırış etmeden taklit, kokuşmuş değerlerini kabulleniş bir onur kaybıdır, bir alçalmadır. Allah Resulü (s.a.v.) “Kim bir kavme benzerse o da onlardandır” buyuruyor. Kime benziyoruz, kimlerdeniz, Nasıl  hesap  vereceğiz, mutlak  surette  öylesi  bir  yaşantının  ve  imanın  sahibi  olmalıyız  düşüncesini mutlaka  hayata  hakim  kılmalıyız  inancını  taşıyoruz. İmtihanın  şuuruna  varamayanlar  ebedi  kaybedenlerden  olacaklardır. Bu  hakikati  kesinlikle  unutmamalı  ve imanımızı  diri  tutmalıyız…

İfade  edeilmki; İnanç, İnanmak ve İMAN tabiiki  büyük bir ihtiyaçtır. İnsanlar bir şekilde bu ihtiyaçlarını yaşama gayreti içerisinde olacaklardır bu gayet dogaldır. Eger bizler İslam dinini okullarımıza sokmazsak ki, soktugumuz söylenemez, Hıristiyanı, Yahudisi, Moonu, Yoga’sıyla inekperestleri kollarını sıvayıp huzur dagıtma avına çıkacaklar  kendi  inanç, itikad  ve düşüncelerin  hayatımıza  sokmaya  çalışacaklardır…

Şu anda Türkiye ve  diğer  halkı  müslüman  olan  ülkeler, Dini zaaf bakımından bulunmaz bir ortamdır diye düşünüyoruz. Allah sonumuzu hayırlara yönlendirsin. Din gayreti içerisinde olması gereken Müslüman için; Toplumun – cemiyetin gidişatını HAK ölçüler çerçevesinde düzenlemek gibi ulvi, mukaddes bir vazife önümüzde dururken, Müslümanların; eyyamcılıkla, hurafelerle, statükoculukla, derin devlet ilişkileriyle şu ya da bu gibi meselelerle gününü gün etmesi ve zamanını – vaktini boşa harcaması yalnızca lüzumsuz konuşmalarla, malayani sözlerle oyalanması kabul edilecek bir davranış degildir.

 

Bu  durum sadece zaman israfı olur düşüncesindeyiz. Hem İnanan insanların karakterinde açıkçası; tıpkı Bukalemunu andıran ve dogru yanlış demeden  her şekil ve konuma uyum saglamak hususunda  azami gayret göstermesi icap eder. En önemlisi; oldugu gibi görünmemede Tabir caizse Şeytana parmak ısırtan bir toplumda Müslüman bireyin en önde gelen vazifesi; Toplumu Rahmani bilgilere – ögretilere davet etmek, bunun için gayret göstermek, ter dökmek inanıyorumki kutsal bir görevdir…

 

Zaten bizim Mü’min oluşumuzda , Peygamber Efendimizin (sav) ikazı ve yönlendirmesi ile: Toplumun, genel manada bütün insanlıgın dertleri ile dertlenmemiz  gerekmektedir. Bu hususta İmani noktada ilerleme kaydetmemize, kurtuluşa dogru yönlenmemize vesile olacak hayırlı çalışmaların başlangıcı olabilir. Kendimizi HAK yola yönlendirmemiz Kuru bir Müslümanlık çıgırtkanlıgından tabiidirki ayrı tutmakla mümkündür…

 

Yine Allah RIZASI için bu yola koyulmakla zora, meşakkate, feragate, kan ve can vermeye, gözyaşımızı akıtmaya  talip olmak zorunda oldugumuzu hiç bir zaman unutmamalıyız. Aynı zamanda Mü’min olarak Allahın yolunda yani SIRATI MÜSTAKİMDE ilerlerken, gidişatımızı engelleyecek, köstekleyecek olan engelleri, manileri  ve yollarımıza kurulacak olan ŞEYTANİ TUZAKLARI da hesaba katarak yol almamız İslamın temel hükümleri dogrultusunda hayatımıza çeki düzen vermemiz de sorumluluklarımız- mesuliyetlerimiz arasındadır diye düşünüyoruz…

 

Bunun sonucunda bilinmelidirki Allah (cc) İman eden ve Aksiyon – hareketlilik bakımından kendisinin istedigi  kıvama ulaşmak gayretindeki kullarına yardım edecektir.  Ve inşaallah o Müslümanlar sonunda ZAFERE ulaşacaklardır. Açıkcası, İnanan insanlar olarak  kendi varlıgımızı, Özeldeki rahat ortamlarımızı, gelecegimizin mamur olması için feda edemiyeceksek gelecekten hayırlı bir nasip beklemekte hayal olur sanıyorum.

 

Sorumluluk yüklenmekten gölgesinden kaçar gibi uzaklaşan, diğer  din,  kültür  ve  ritüelleri  kabul  etmekte  mahzur  görmeyen ne  idiğü  belirsiz insaanlardan bizlerde uzak duracagız. Biliyoruzki; Müslümanlar Allaha kul olmanın sorumlulugunu her an omuzlarında taşıyan ve kendisine  Yalnız ve yalnız, sadece ALLAHIN KULU olmak gibi şereflerin en büyügü olan vasfından daha büyük bir RÜTBE, daha büyük bir MAKAM yakıştırmayan, yakıştıramayan bir İNANCIN sahibidir. Ne mutlu böyle olabilenlere…

Allah’ım. Bizleri senin rızana muvafık hareket edenlerden eyle. Bizi küfürden, inkârdan, isyandan, tuğyandan, dalâletten, riyâdan ve kendini begenme hastalıgından muhafaza eyle. Bizi Sana ulaşmaktan alı koyan engellere takılmaktan koru. Nefis ve şeytan gibi azılı düşmanlarımıza karşı bizden yardımını esirgeme. Bizi hakka teslim olan kulların zümresine dahil eyle. Bizi hakîkat üzere olanlardan eyle. Bizi katındaki doğruya yönlendir. Aklımızı nûrunla aydınlat. Kalbimizi hidâyetinle arındır. Gönlümüzü Sana ulaşma arzûsuyla uyandır. Nefsimizi Senin güzel korkunla terbiye eyle. Duygularımızı Senin güzel sevginle düzene koy. Bizi rızâ makâmına eriştir. Bizleri hristiyan, Yahudi ve  diğer  gayrımüslim adet,  gelenek,  görenek  ve  örfüne  sahip  çıkanlardan  eyleme. Bizleri  İslami değerlere sahip olanlardan  eyle.  Sen her şeye kadirsin Allahım… Amin…

Sermedkadir… Lu…31.12.2016…

 

 

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.