Amentümüzdeki Esaslar

Rabbimiz rum suresi ayet.30.da mealen şöyle buyurmaktadır: ***Sen yüzünü, Allah’ı birleyici olarak doğruca dîne çevir: Allah’ın yaratma kanununa (uygun olan dîne dön) ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez. işte doğru dîn odur. Fakat insanların çoğu bilmezler…***

Amentü. İman ettim anlamında, iman esasları hakkında kullanılan tabir. İnanç esaslarını topluca bildiren cümleler *Amentü* kelimesiyle başlamaktadır ki şu cümlelerdir: „Âmentü billâhi ve melâiketihi ve kütübihî ve rusulihî ve’l-yevmi’l-âhiri ve bi’lkaderi hayrihî ve şerrihî mine’llâhi teâlâ“. Bu cümlelerin dilimizdeki karşılıguını ifade edecek olursak: Allahın varlıgına ve birligine, indirilmiş olan kitap ve sahifelerin hak olduguna, Peygamberlere, meleklere iman, ahirete ve bunun kapsamına giren azaların bir araya getirilip haşrolunmaya, cennet ve cehennemin ebediligine, kainat düzeninin bozulacagına, yer ve dagların darmadagın olacagına …iman ediyorum diyoruz…*Ben, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere, hayır ve şer her şeyin Allah’ın yaratmasıyla olduğuna inandım. Diyoruz.*

Amentü terim olarak, iman esaslarını ifade için kullanılır. Zira Arapça’da inanç esaslarını topluca bildiren cümleler „âmentü“ kelimesiyle başlamaktadır. İmanın altı esası. Peygamber efendimizin (sav) kesin bir şekilde teblig etmesi ve tevatüren sabit olan ve dinde inanılması kati surette gerekli olan yani ıstılahtaki adıyla *Zarureti diniyye* dedigimiz ve derin bir tefekkür ve muhakemeye ihtiyaç duymadan insanlarda kati bir bilgi neticesi ortaya konulmuş olan ve yine insanların Zaruri ilim – kesin bilgi diye bilinen bir bilgi ile kabul ettigi esaslara da iman etmek gerekmektedir. Zaruratı diniyye diye bilinen ve her birine ayrı ayrı imanın farz oldugu esaslar manzumesidir Amentü…

Rabbimiz Nisâ suresinin 136. ayetinde mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ey iman edenler. Allah’a, O’nun peygamberine, peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği Kitab’a iman (da sebât) edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, ahiret gününü inkâr ederek kâfir olursa, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır…*** Cenâb-ı Allah bu ayette müminlere, Allah’a, O’nun peygamberi Hz. Muhammed’e, peygamberine indirdiği Kitab (Kur’an)’a, daha önceki peygamberlere indirdiği mukaddes kitaplara inanmalarını emretmekte ve Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr edenlerin doğru yoldan tam olarak sapıp kâfir olduklarını bildirmektedir.

Hz. Ömer efendimizden (r.a.) sahih senetle rivayet edilen bir hadiste Peygamber efendimiz (sav), iman esaslarını altı madde hâlinde bildirmiştir. Cibrîl hadîsi* diye meşhur olan bu hadise göre Cebrâîl (a.s.), Hz. Peygamber’in yanında ashabdan bir kısmının bulunduğu bir zamanda insan kılığında gelmiş ve Hz. Peygamber’in dizinin dibine oturarak İslâm, iman, ihsan ve kıyamet hakkında bilgi edinmek ve bunları ashaba öğretmek istemiştir. İmanla ilgili soruya Hz. Peygamber şöyle cevap vermiştir: „İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, bir de hayrı ve şerri ile kadere inanmandır.“ Cebrâîl de „doğru söyledin“ diye tasdik etmiştir. (Kütübi sitte.) Peygamber efendimizin (sav) bu ve benzeri hadislerinde, iman esaslarını altı madde halinde bildirmesiyle, iman esasları Âmentü dediğimiz cümlelerde altı madde halinde ifade edilmiştir. Ehl-i Sünnet mensuplarınca ondört asırdır bu maddeler iman esasları olarak kabul edilmiş ve bu hususta icmâ-ı ümmet* tahakkuk etmiştir.

Amentü esaslarımızdan birincisi olan Allaha imandır. Şu hususu öncelikle belirtelim ki; Allaha iman deyince, varlıgına, isimlerine ve sıfatlarına ve Kuranı kerimde Cenabı hakkın kendisini anlattıgı şekliyle bildirdiklerine inanıyoruz. Ben Allahın birligine inandım diyoruz. Allah vardır ve birdir diyoruz, Allahın şeriki ve nazırı yoktur diyoruz. Kâinatın ve onu meydana getiren varlıkların, kendiliklerinden ve tesadüfen meydana gelmiş olmaları imkansızdır…

Bizim İtikadda imamımız olan, İmam-ı Matûridi (rha) diyorki: *Akıl ve duyu organları vasıtasıyla hissedilen varlıklardan her biri ya pistir, ya temizdir, ya küçüktür, ya büyüktür, ya güzeldir, ya çirkindir vs… Bütün bunlar değişme ve zeval bulmanın alametleridir. Fani olma ihtimali bulunan bir şeyin, kendi zatı ile var olması mümkün değildir* buyurmaktadır. Yani bu alem sonradan yaratılmıştır, hadistir…

Varlığı zatından olan, var olmak için hiçbir şekilde diğer bir şeye muhtaç olmayan, bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf ve noksan sıfatlardan münezzeh olan, zaruri varlık Allahû Teâla (cc)’dır. Bütün alemleri ibda eden yani Yoktan var eden Allahû Teâla (cc)’dır. O’nun kudret ve azametinin nihayeti yoktur. Bizleri, bizim gördüğümüz ve göremediğimiz alemleri yaratıp, yaşatan ve rızıklandıran yalnız ve yalnız Allahû Teâla (cc)’dır.

Cenabı hak zümer suresi ayet.62.de mealen şöyle buyurmaktadır:***Allah her şeyi yaratandır, hem de her şeyin üzerinde nigehban (dilediği gibi tasarruf eden) dir…*** yine En’am Sûresi ayet.101.de mealen:***Allah gökleri ve yeri yoktan var edendir. O’nun nasıl çocuğu olabilir (bu nasıl düşünülebilir?) O’nun bir eşi de yoktur. Her şeyi o yaratmıştır ve O her şeyi hakkı ile bilendir…*** buyurulmaktadır.

Allahû Teâla (cc) zatında birdir. Fakat bu birliği sayı cihetinden değil, ortağı bulunmamak yönündendir. Birliğinin sayı cihetine inhisar etmemesi, kendisinden sonra bir yaratıcının bulunduğu vehmini ortadan kaldırmak içindir. Zira adet manası üzerinde düşünülünce, başka sayılar da akla gelir. Halbuki Allahû Teâla (cc)’nın; zatında, (sıfatında) eşi, benzeri ve ortağı yoktur…

İhlâs Sûresi ayet 1-4.te bu husus açıkça beyan buyurulmuştur: *** De ki Allah ehad’dir (Mahiyet’te ve kemal sıfatlarında eşi ve benzeri yoktur). Allah kimseye muhtaç değildir, samed’dir (Herşey O’na muhtaçtır, o hiçbir şeye muhtaç değildir). Doğurmamıştır da, doğurulmamıştır da O. Hiçbir şey O’nun dengi (ve benzeri) değildir…***

Mekke müşrikleri: „Melekler Allah’ın kızlarıdır“ iddiasındaydılar. Allahû Teâla (cc) doğurmamıştır, ifadesiyle onlara reddiyye vardır. Ayrıca Yahûdiler: „Üzeyr Allah’ın oğludur“ itikadında idiler, Nasraniler de: „Mesih (İsa) Allah’ın oğludur, anası da eşidir“ iddiasını ileri sürmüşlerdir. Nitekim bu husus açıkça tasrih olunmuştur: „Yahudiler „Üzeyr Allah’ın oğludur“ dedi(ler). Hristiyanlar da „Mesih (İsa) Allah’ın oğludur“ dedi(ler). Bu onların ağızlarıyla (geveledikleri cahilce) sözlerdir ki (bununla güya) daha evvel küfredenlerin sözlerini taklid ediyorlar.“(Tevbe: 30)

Dikkat edilirse; hem her hangi bir kitapları olmayan Mekke müşrikleri, hem de Yahudi ve Hristiyanlar, Allahû Teâla (cc)’ya inandıkları iddiasındadırlar. Ancak Allahû Teâla (cc)’ya; kız ve oğul nisbet etmekle küfre düşmüşlerdir. Zira doğma ve doğurma; bu alemdeki bazı canlıların vasıflarıdır. Doğan ve doğuran bütün canlılar ölümlüdür. Kur’an-ı Kerim’de bütün bu iddialar kat’i olarak çürütülmüştür…

Nitekim: „Allah hiçbir evlat edinmemiştir, O’na ortak hiçbir ilah da yoktur. (Öyle olsaydı) Bu takdirde elbette her ilah kendi yarattığını (sürükler) götürür ve elbette kimi kiminin üstüne çıkıp (galebe edip) yükselirdi. Allah onların bütün vasf (u isnad) ettiklerinden (Şirk’lerinden) münezzehtir“(Mü’minûn: 91) buyurulmuştur. Şurası muhakkaktır ki; Allahû Teâla (cc) yarattığı şeylerden hiçbirine benzemez. Bütün noksan sıfatlardan münezzehtir…

Sonuçta biz Müslümanlar Allaha (cc) şöyle inanırız: Allah (cc) vardır ve birdir. Varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. Allah yaratıklardan hiç birisine benzemez. Allah (cc)’ın varlığı kendisindendir. O hiç bir şeye muhtaç değildir, bütün her şey ona muhtaçtır. Allah (cc) daima diridir. Her şeyi bilir, görür, işitir, dilediğini yapar. Allah (cc) sonsuz kudret (güç) sahibidir, yaratıcıdır, dilediğini yoktan var eder. Allah(cc)’a böyle inanan kimse, hiç kimsenin görmediği bir yerde bile olsa kötülük yapamaz. Çünkü Allah (cc)’ın onu gördüğünü, duyduğunu ve cezalandıracağını bilir ve ona göre hareket eder…

Amentü esaslarımızdan ikincisi ise: Meleklere imandır. Meleklere iman İslamda İman esasları arasında önemli bir yer tutar. Kuranı kerim de, Bakara suresi ayet .98.de mealen şöyle buyurulmaktadır: ***Kim Allaha, Meleklerine, Peygamberlerine, Cebraile, Mikaile düşman olursa…Şüphesiz Allah da o kafirlerin düşmanıdır…*** Meleklere inanmak bir bakıma vahyi, Peygamberi ve Peygamberlerin getirdigi kitabı ve teblig ettigi din’i de tasdik ettigimizin delilidir. Allah korusun Meleklere inanmamak bu saydıgımız itikadi inanç bütünlügümüzü bozdugundan inanmayanlar, melekleri inkar edenler kafir olurlar denilmiştir. Çünkü dini hükümler Peygamberlere MELEK vasıtasıyla getirilmiştir…

Melekler nurdan yaratılmış latif varlıklardır. Erkeklik dişilik, yemek içmek, evlenmek, uyumak, yorulmak, usanmak, gençlik gibi beşeri hallerden uzaktırlar. Bununla beraber, güzel kokulardan, güzel söz ve hareketlerden, Kuranı kerimi dinlemekten, ilim meclislerinden, Allahın zikredildigi yerlerde bulunmaktan hoşlanırlar. Sogan, sarımsak ve benzeri kokulardan hoşlanmadıkları, yapılan fena bir hareketin, söylenen kötü bir sözün, dinin örtülmesini emrettigi bir tarafın açılmasının onlara eziyet verdigi hadisi şeriflerde bizlere kadar ulaştırılmıştır…

Meleklerden bir kısmının görevi, yalnız Allaha ibadet etmektir. Bir kısmı, Allahın kendilerine verdigi görevi yaparlar. Allahın arz’ını taşıyan, arşı tavaf eden daima zikir ile meşgul olan Melekler bulundugu gibi, rüzgarları savuran, yagmurları yagdıran, depremleri meydana getiren Melekler de vardır. Yani Tabiat hadiseleri diye bildigimiz ve güçlerinden tutunda Peygamberlere vahiy taşıyan Cebrail aleyhiselama kadar çok çeşitli derece ve yaratılışta Melekler mevcuttur diye inanıyoruz…

İnsanların yaptıkları işleri devmalı kayıt altında tutan Meleklerde vardır. Bunlara Hafaza, Kiramen katibin Melekleri denir. Bunlar insanlardan hiç ayrılmazlar. Her insanın yanında böyle iki Melek bulunur ve o kişinin yaptıgı her işi kayda alırlar. Melekler çok kısa zamanda, çok uzak mesafelere gidebilirler. Fakat onların gelip gitmesi, çıkması bizimkilere benzemez. Bir saniyede gökten yıldırımlar indiren Allah onları, diledigi zaman bütün yerleri ve gökleri dolaştırmaya kadirdir. Mesela infitar suresinin 10.12.ayetlerinden anlıyoruz ki; O makamlara Meleklerde, Cebrail de bir günde yükselirki dünya seneleri ile elli bin yıllık mesafedir…

Melekler, Allahın emir ve izni ile çeşitli kılık ve şekillere bürünebilirler. Mesela Cebrail aleyhiselam Allahın şanlı Rasulünün yanına, Dihyetül Kelbi adlı sahabinin suretinde geldigi gibi. Melekler gözle görünmez latif varlıklardır. Onların görünmeyişleri yok olduklarından degil, bizim gözlerimizin kendilerini görebilecek kabiliyet ve yapıda yaratılmamış olmasındandır. Melekler ancak peygamnerler tarafından asli yapılarıyla görülebilirler. Meleklerin büyükleri Cebrail vahiy getirmekle görevli olan melegin adıdır…

Mikail aleyhiselam, yaratılmışların rızıklarına kainatta olabilecek hadiselere, hastalık, şifa, rahmet ve benzerlerinin kullara ulaştırılması gibi görevlerle yükümlüdür. İsrafil aleyhiselam, Sur’a üfürmeye görevli bir Melektir. Kıyamet onun Sur’a üfürmesiyle olacaktır. Azrail aleyhiselam büyük Meleklerin dördüncüsüdür. Görevi ölüm sırasında canlıların ruhunu almak oldugu için ölüm Melegi olarak anılmıştır…(Tevhid ve akaid.Muhamed karaca.s.231-232.)

Amentü esaslarımızın üçüncüsü Kitaplara inanmaktır: Cenabı hakkın insanları hakka ve hak üzere davet etmek, hidayet yollarını yani iyiyi, dogruyu, gerçek olan güzeli göstermek ve dalaletten, sapıklıktan kurtarmak için Peygamberlerine indirdigi kitaplara inanmak imanın altı esası içerisindedir. İndirilen büyük kitapların sayısı dörttür. Bunlardan Tevrat Musa aleyhiselama indirilmiştir. Daha sonra Zebur Davut aleyhiselama ve İncil İsa aleyhiselama indirilmiştir. Bunlardan her biri teblig eden Peygamberlerden sonra tahrife ugramış, insan eli degmiş, bozulmuş ve ilahi olma özelligini kaybetmiştir. Bu kitapların asıllarının Allah kelamı ve Peygamberlerine indirdigi kutsal bir KİTAP olduklarına inanmak her Müslümana farz olup, bu mutlak dogruyu inkar etmek kişiyi küfre götürücü bir ameldir diye inanıyoruz…

Kuranı kerimde bizim Peygambermize (sav) indirilmiştir. Kuranını kerimi kıyamete kadar korumayı rabbimiz üzerine almıştır. Tevrat ve incilin tahrif edildigine dair mesela Bakara suresi ayet. 79.da mealen şöyle buyurulmaktadır: *** Vay haline o kimselerin ki, elleriyle kitabı yazıp, az sonra bir paraya satmak için bu, Allah katından dır derler. Ellerinin yazdıgından ötürü vay haline onların kazandıklarından ötürü vay haline…*** Böylece diyebiliyoruz ki; Kuranı kerimin dışında, ondan önce indirilmiş bulunan bütün kitapların tahrif edilmiş oldukları, degiştirildikleri hem Kurani bir gerçektir, hem de tarihen açıkça ispatlanabilen tarihi bir vakıadır…(Beşir eryarsoy.İman ve tavır.sayfa102.)

İndirilen suhufların – sahifelerin sayısı ise şöyledir: Bunların on adedi Adem aleyhiselama, on adedi, İbrahim aleyhiselama, elli adedi Şit aleyhiselama ve otuz adedi İdris aleyhiselama indirilmiştir. Her Müslümanın dört kitap ile yüz sahifenin hepsine iman etmesi ve ancak Kuranla amel etmesi gerekmektedir. Çünkü hükmü geçerli olan Kuranı Kerimdir. Kıyamete kadar devam edip gidecektir. Cenabı Allahın murdaı böyledir, kimse karışamaz…(Elfazı küfür.Hüseyin aşık.sayfa.88.)

Amentü esaslarımızdan dördüncüsü ise Peygamberlere imandır. Peygamberler; vahiy yoluyla Allahtan aldıgı emirleri muhatabı olan insanlara bildirmekle görevlendirilen ve bu görevini aynen yerine getiren kimselerdir. Peygamberlik, Yüce Allahın kendisine has ölçülere itibar ederek bilgi ve hikmetine uygun olarak diledigi kimseye verdigi bir görevdir. Risalet görevi, hiçbir kimseye kendi kişisel çabaları sonucu verilmedigi, ya da kişisel çabalarla elde edilemedigi gibi; insanların istek ve temennilerine göre de verilen bir görev ve ulaşılan bir makam degildir…

İlk Peygamber Adem aleyhiselam, son Peygamber ise alemlere rahmet olarak gönderilen, kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların ve cinlerin Peygamberi olan Hz. Muhammed Mustafadır (sav)Ahzab suresi ayet.40.da Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** Muhammed, sizin adamlarınızdan her hangi birinizin babası degildir. Fakat o, Allahın Rasulü ve Peygamberlerin sonuncusudur…**

İnsanların ferdi, ailevi, ahlaki ve ekonomik olarak, siyasi olarak ilişkilerinde örnek davranışlar ortaya koyan, hertürlü münasebetlerinde ve hatta eşya ile kainatla olan ilişkilerinde de örnek davranışlar ortaya koyan ve bunları belli bir şekilde disiplin altında tutan müstesna, seçilmiş şahsiyyetlere muhtaç oldukları kaçınılmaz bir gerçektir. Bu müstesna, seçilmiş şahsiyyetlerin en üstün ve kamil olanları ise şüphesiz ki Peygamberlerdir.

Peygamberlerin en kamil ve önceki Peygamberlerin örnekliklerini tamamlayıcı Peygamber ise Hazreti Muhammeddir (sav) O bakımdan insanların uyacakları biricik örnek odur. Dogruyu, hakkı, Allahı sevenlerin ve Allahın sevgisine mazhar olmak isteyenlerin her alanda örnek almaları gereken biricik yüce şahsiyyet ondan başkası olamaz. İnsanlar Peygamberlere iman etmekle, onların izinden gitmekle yükümlüdürler. Aksini yaptıkları takdirde her Peygamberden ümmeti hakkında şahitlik etmesi de istenecek ve bu şehadet onların kesinleşmiş ceza ve azabını daha bir pekiştirici anlam taşıyacaktır…

Peygamber efendimiz Abdullah bin Mesud dan gelen rivayette mealen şöyle buyurmaktadır: ** Resulullah (sav) eliyle bir çizgi çizip şöyle buyurdu: Bu Allahın dosdogru yoludur. Sonra sagına ve soluna da bir takım çizgiler çizdi ve şöyle buyurdu: İşte bu yollardan her birinin başında mutlaka o yola davet eden bir şeytan vardır. Sonra da şu: şüphesiz ki bu, benim dosdogru yolumdur, o halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Sonra o yollar sizi Onun yolundan uzaklaştırıp darmadagın eder. Ayetini okudu..** (Ahmed b. Hanbel)

Bunun için diyoruz ki, İslam dininin hükmü şudur ki: Müslümanların Şeriatın dışında daha başka kanunları yoktur. Şeriat Müslümanların düsturu ve Anayasalarıdır. Beşer tarafından Şeriata muhalif olarak konulmuş bütün kanun ve hükümler, ister anayasa, ister kanun, ister tüzük, ister kararname, isterse bir başka ad altında konulmuş olsunlar, Şeriatın kabul etmedigi bir kimlikte oldukça, Şeriatın nasslarına uymadıkça, Şeriatın genel ilkelerine ve ruhuna yabancı oldukça Müslümanım diyen inanmış insanlar tarafından kabul edilemezler…

Şurası gayet iyi bilinmelidirki: iman nurunu kalbinde yakan insana ilim nuru ışık tutar ve o kimseden cehalet ve küfür halleri uzaklaşıp gider. Bir insanın saadetini ebedileştirmesi o insanın imanlı olmasına baglıdır. İman Allah tealanın fazlı ve rahmeti ile kuluna verdigi bir nigmetidir. İman nurunu söndüren her şeyden sakınmak gerekmektedir. İnsanların dogru konuşmaları, sözlerinin ve işlerinin birbirine ters düşmemesi imanla alakalıdır diyoruz. Kim olursa olsun layık olmayan sözü söyleyen, sevmedigi hoşuna gitmeyecek sözleri duyacaktır mutlaka. Her istedigini düşünmeden söyleyen kimse istemediklerini işitmeye mahkumdur denilmiştir…

Nisa suresi ayet.150-152.de Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** Allah ile Peygamberine iman edip onlardan birini digerinden ayırmayanlar ise onlara da ecirlerini verecek Allah gafurdur, rahimdir…*** İnanıyoruz ki; peygamberlerde her insan gibi hastalık, zayıflık, açlık, susuzluk, elem, lezzet, hayat ve ölüm gibi olaylarla karşı karşıyadırlar. Ancak Peygamberlik görevini aksatacak kadar bir hastalıga veya sakatlıga mahku olamazlar…

Onlarda bir beşerdirler, kainatta Allaha ait tasarrufta her hangi bir fonksiyonları yoktur. Allahın kendilerine bildirdiginden başka gayba ait bilgileride yoktur. O zaman Peygamberlerin sıfatlarına bir göz atalım inşaallah. Peygamberlerin İSMET sıfatları vardır. Yani peygamberler İslama aykırı bir iş yapmazlar, günah işlemezler. Peygamberlerin sıfatlarından birisi de SIDK tır. Onlar dogru konuşurlar, dogruluktan ayrılmazlar. Sözleri ve fiilleri gerçegin taa kendisidir…

Peygamberler EMANET sıfatına sahiptirler. Onlar emanete riayet ederler. Söz ve davranışlarında asla hakikatin dışında hareket etmezler. Peygamberler TEBLİG sıfatıyla görevlendirilmişlerdir. Onlar, Allahtan aldıklarını oldugu gibi insanlara iletirler. İnsanların kınamalarından, işkencelerinden korkarak hakkı ve hak olanı gizlemezler. Peygamberler FETANET sıfatına sahiptirler. Yani Peygamberler keskin görüşlü ve zeki insanlardır. Görevlerini unutmazlar. Başkalarının sahip olamadıgı ileri görüşlülük ve uyanıklılık ve firaset sahibidirler. Yüce Allahın, kitabında isimlerini bildirdigi ve bildirmedigi bütün Peygamberlere inanmak, İmanın geregidir diye düşünüyoruz. Allah korusun bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak kafirliktir…

Amentü esaslarımızın beşincisi Ahirete imandır. İslami ıstılahta bu husus Öbür dünya diye de ifadesini bulur. Dünya canlıların yaşadıgı evvelki alem, Ahiret ise son alemdir. Allahu teala, içinde yaşadıgımız bu Dünyayı ve üzerindeki bütün varlıkları geçici bir zaman için yaratmıştır. Bir gün dünya ve dünyadaki bütün insanlar, canlı ve cansız varlıklar yok olacaklardır. Daglar, taşlar, yerler, gökler parçalanacak, Allahtan başka tüm alem son bulacaktır. Ahirete iman, kainatta meydana gelecek olan korkunç degişikligin kesin oldugunu kabul etmektir. Bu dünya hayatı tamamıyla son bulup, başka bir hayat başlayacaktır…

Bu aleme iman, İslam inancını meydana getiren altı esastan birisidir. Mümin, imanı ve Kuran ahlakı ile ahlaklanmasının neticesini ahirette görecegine, Allahın lütfuna nail olacagına yakinen inandıgı için ölüm ve Ahiret hayatı, onu tedirgin etmezken; hayatını küfür ve isyanla, zulüm ve haksızlıkla geçiren kafir, asi ve zalim ise ölümü ve ölümden sonraki AHİRET hayatını istemez. İnananlar için selamet, inanmayanlar için de sefalet hayatı olan Ahiret alemi, her tür insana gelecegini düşünmede en büyük ibretlik hadisedir. Müslüman öldükten sonraki Berzah yani Ruhlar alemine de inanır. Ölümden sonra Ruhların Kıyamete kadar kaldıgı alemdir Berzah alemi. Müslümanlar olarak bizler Sırata yani: mahşer yerinden itibaren Cehennemin üzerinden geçerek Cennete kadar uzanacak olan Sırat köprüsüne inanırız…

Ebbiya suresi ayet 47.de Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır:*** Kıyamet günü adalet terazileri koyacagız. Hiç bir kimseye hiç bir haksızlık yapılmaz. Hardal tanesi kadar bile olsa yapılanı ortaya koyarız. Hesabı görenler olarak bizler yeteriz…*** Mizan gününe yani Ahirette günah ve sevapların iyilik ve kötülüklerin ölçülüp, tartılacagı güne inanırız. Mizanda amellerin tartıldıktan sonra, amel defterlerimizi alacagımıza inanırız. Cennet ve Cehenneme inanırız…

Rabbimiz taha suresi ayet.76.da mealen şöyle buyurmaktadır: *** Adn cennetleri vardır ki altlarından ırmaklar akar. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar. İşte günahlardan temizlenenlerin mükafatı…***Bakara suresi ayet. 24.te mealen şöyle buyuruluyor: *** Artık o ateşten sakının ki, onun tutuşturucu – odunu- kafir insanlarla taşlardır. O –ateş- kafirler için hazırlanmıştır…***

Ehli sünnet vel cemaat inancına göre, * La ilahe illallah, Muhammedün resulullah* diyen ve bunun geregince iman edip salih amel işleyen her kimse, Allahın izniyle mutlaka cennete girecektir. Cennetlikler, hastalık, sakatlık , ihtiyarlık huysuzluk gibi hallerden uzak olarak yaşayacaklardır. Kesin olarak inanıyoruz ki, Ahiret gününe iman, İslam dininin iman esaslarından olup, genellikle Kuranı Kerimde Allaha imanla yanyana zikredilmiştir. Ahiret gününe inanmak, İLAHİ adaletin bir neticesidir. İnsan tabiidirki boşuna yaratılmamıştır. Yaratılış gayesini gerçekleştirmek, yeryüzünde Allahın halifesi olmak ve ancak Allaha kulluk yapmak için yaratılmıştır…

Amentü esaslarımızın altıncısı ise: Kaza ve Kadere inanmaktır. Bizim itikadda imamımız İmam Maturidiye göre Kader: Allah tealanın ezelden ebede yani sonsuzluga kadar olmuş ve olacak şeylerin zamanını, mekanını, sıfatlarını ve her türlü özelliklerini bilmesi, ezelde o mahiyet ve şekilde takdir ve tahdid etmesi. Kaza ise: Allahu tealanın ezelde irade ve takdir etmiş oldugu şeyleri, zamanı gelince, ilim, irade ve ezeldeki takdirlerine uygun olarak yaratmasıdır. Kamer suresi ayet 53.te Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: *** Bununla beraber işledikleri bütün işler defterlerde –kayıtlı-dır. Küçük ve büyük hepsi –levfi mahfuzda- yazılıdır…***

Allah Celle şanuhu her şeyi meydana gelmeden önce ezeli ilmi ile bilip, Onların vasıf ve özelliklerini , yerini ve zamanını takdir ve tesbit ederek *Levfi mahfuza* yazmıştır. Özel olarak bilinmesi ve inanılması gereken husus; Bu alemde var veya yok olan her şey, Allah tealanın kaza ve kaderi iledir. Her şey bu ilahi irade, ezeli ilim ve mutlak kudrete uygun olarak var veya yok olur. Yani kainattaki her şey bu İLAHİ kanuna tabiidir. Her şeyde ve her yerde kader, yani onu vücuda getiren vasıf ve ölçüler ile belirli sebepler mevcuttur. Bunlar ezeli olan Allahın ilmine ve iradesine baglıdır. Allahu tealanın ilmi, dilemesi ve yaratması söz konusu olmadan kainatta hiç bir olay meydana gelmez…

Şurası bir gerçektir ki; Kainatta görülen her şeydeki nizam, Allahın bilgisine delalet eder. Çünkü her şeyi o ezeli bilgisiyle yaratmıştır. Eger bilmedigi bir şey olsa, onu bilmeden yaratmış olurki, bu muhaldir. Bilmeden bu düzen ve intizam içerisindeki Kainat yaratılamaz. Şu hususu özellikle belirtmek gerekirki, Kaderin, mahiyetini ancak Allahın bilecegi bir sır olarak inanırız. İnsanların kıt ve aciz olan aklı böyle bir problemi çözmekten yoksundur…

Manastırlı ismail hakkı diyorki: Kaza ve kaderi ilahiye iman etmek Allahu teala hazretlerine İmanda dahildir. Çünkü kader, Allahu teala hazretlerinin olacak şeylerin vakit ve zamanını ve sair tafsilatını bilmesi; Kaza dahi, ilim ve iradeyi subhaniyyenin taalluku ezeliyesine muvafık olarak bütün eşya ve ahvali icat buyurması demek oldugundan kaza ve kadere iman, ilim ve irade ve tekvin sıfatı ilahiyyesinin bütün kainata şumüllerini bilip tasdik etmekten ibaret olur…

Evet sonuç olarak: Hayır ve şerri ile kaderin Allahtan olduguna, Kainatta olan her şeyin Allahın kaderi ile olduguna inanmadıkça mümin olunamaz denilmiştir. İnsanın kaza ve kaderin Allahtan olduguna kesin kes inanması gerekir. Rabbimiz Tegabun suresi ayet.11.de mealen şöyle buyurmaktadır: *** Başa gelen hiç bir musibet Allahın izni olmaksızın olmaz…***

Bir hadis mealiyle konumuzu baglayalım inşaallah. Muslimde geçen bir hadis mealen şöyle: ** Kuvvetli mümin Allaha, zayıf müminden daha iyi ve sevimlidir. Her şeyde bir hayır vardır. Sana fayda verecek şeye çalış. Allaha güven acze düşme. Sana bir şey isabet ederse şöyle yapsam böyle olacaktı deme. De ki: Allah diledi, diledigini, yaptı. Muhakkak *eger* sözü şeytana bir yol açar…**

Allahım sana, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret gününe ve Kadere, hayır ve şerrin yine senden geldigine inanıyor ve öylece İman ediyoruz. Bizlerden bu imanı alma ya Rabbi. Bizlerin hakkı hak bilip hakkı söylememizde, batılı batıl bilip batıldan kaçınmamızdaki dogru duruşumuzda cesaret ve metanet ver Allahım. Bizleri sıratı müstakimden ayırma, Bizleri ehli sünnet vel cemaattan koparma Allahım. Cennette cemalini görmeyi nasib eyle Allahım. Bizleri cehennem azabından koru. Sen her şeye kadirsin Allahım…Amin…

Sermedkadir…Lu…19.07.2009

Schreibe einen Kommentar

Deine E-Mail-Adresse wird nicht veröffentlicht.