Rabbimiz Ahkaf suresi ayet.15.te mealen şöyle buyurmaktadır: *** Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım…***
Kardeşlerim DİN, bir taraftan, Allah celle şanuhu ile insan arasında, temeli itaat, saygı ve Allah aşkına dayanan gönüllü bir bag iken; diger taraftan, temeli ahlaka dayanan, insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen dinamik bir soyal nizamdır. Kuranı kerimin getirmiş oldugu sosyal ahlak kendini siyasi, iktisadi ve hukuki süreçlerde gerçekleştirir. Kuranı kerim yirmi üç senelik nüzul tarihinde , egittigi toplulukla kendi mesajının özüne baglı, örnek bir toplumsal düzen oluşturmuştur. Toplumsal düzen bir taraftan savunulan inanç ve ahlak degerlerinin zorunlu tezahürününün bir bakıma dışa yansımasıdır. Kuranın ögretisine baktıgımızda diger taraftan bu inanç ve ahlaki degerlerin aynı zamanda koruyucusu oldugunu görüyoruz.
Kuranı kerimin öncülügünde, Peygamber efendimizin (sav) medinede geliştirdigi örnek topluma ve yaşadıgı döneme Asrı saadet yani mutluluklar asrı diyoruz. Bu örnek toplum aynı zamanda Ümmeti vasat olan bir dengeli toplumdur. Asrı saadet dönemini esas alan Müminler hayat tarzını yaşayışını bu döneme göre şekillendirmeyi zaruri sayarlar. Ondan sonra gelen toplumlar ne kadar saadet asrına uymuşlarsa kendilerini o derece bahtiyar sayarlar. İslam şeriatının özünde Saadet asrında yaşanan dini hayatın saglam izleri vardır, yol ve yöntemi, sistem ve metodu vardır.
Sonraki gelen nesiller Sünneti seniyyeye ne kadar itaatli davranırlarsa o kadar Allaha ve onun şanlı rasulüne teslim olduklarına inanırlar. Kuranı Kerimin ve Sevgili Peygamberimizin rehberligine inanan ve itaat eden, teslim olan müminler ögrendikleri dogruları hayata aksettirerek, amel noktasına dökerek islami bir yaşantıyı sürdürmenin mutlulugunu tadarlar. Nasıl çoluk çocugumuzu, neslimizi korumak bizlerin vazife olarak üzerimize yüklenmişse büyüklerimize, Ana-babalarımıza davranış şekillerimizde Kuranı kerimin ve hadisi şeriflerin ışıgı altında şekillenmelidir inancını taşıyoruz…
Ebedi hayat mektebimiz Kuranı Kerimde Cenabı Rabbulalemiyn Nisa suresi.ayet.36.da mealen şöyle buyuruyor: *** Allaha kulluk edin, O’na bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin. *** Peygamber efendimiz, Enes Radıyallahu anhın rivayet ettigi bir hadiste mealen şöyle buyurmaktadır: *** Ana babasına iyilik yapana ne mutlu. Allah onun ömrünü artırsın…*** Şurası bir gerçektirki; Öncelikle anne-baba, bizim varlığımız ve onların var olmaları sebebiyle itaate lâyıktır.
Anne-babamız bizim varlık sebebimizdir. Bu sebeplerden dolayı Ana babamıza ne kadar itaat etsek, sevgi, saygı, hürmet,izzet, ikram göstersek yeridir. Büyüklerimizi Ana-baba ve akrabalarımızı saygıyla anmak bizim imani görevlerimizdendir. Akraba deyince bilindiği gibi; Birbirine yakın kimseler, aralarında, neseb, süt veya evlilikten dogan bir yakınlık bulunanlar anlaşılır. Birbirinin soyundan gelmek veya evlilik sebebiyle eşlerden birinin kan hısımları ile diger eş arasında meydana gelen yakınlıga akrabalık; bu durumda olan her bir kimseye de akraba denir. Akraba, hısım manasına gelen –karib- kelimesinin çogulu olup, aslı –akriba-dır. Fakat bu kelime Türkçemizde akraba şeklinde yaygınlaşmıştır.
İslam dininde Akrabalar: 1.) Aynı sülbden gelenler (Kan akrabaları) 2.) Evlilikle kurulan (yani sıhri akrabalar) 3.) (Diger hukuk sistemlerinden ayrı olarak ) süt akrabaları olmak üzere üç kısımdır. Süt akrabalıgı, bir kimsenin süt çagındayken (yani iki yaşına kadar) sütünü emdigi kadın ve akrabalarıyla kendisi arasında meydana gelen akrabalık bagıdır. Mesela: Sütünü emdigi kadın onun süt annesi; kocası süt babası çocuklarıda süt kardeşleri olur. İki yaşına kadar emilen süt çocugun vücut yapısını tamamladıgı için, emzirenin bir parçası: emziren de emenin tıpkı öz annesi gibi bir Annesi durumundadır.
Bir de, hukuki işlemler sonucu olan , evlat edinme şeklinde bir akrabalık bagı vardır. Cahiliye devri arapları arasında yaygın olan bu tür bir akrabalıgı, İslam dini, bütün sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırmıştır. Dinimiz, akrabalar arasındaki ilişkilerin saglam, sıcak ve devamlı olmasına, akrabaların birbirine maddeten ve manen destek olmalarına çok önem vermektedir. Hısımlık hakkını gözetmek, Allah ve Rasulünün ısrarla emrettigi güzelliklerdendir. Toplumun çekirdegini oluşturan Aile ve onun etrafını sıkıca saran akrabalık bagları ne kadar saglam olursa toplum da o kadar saglam ve güçlü olur.
İlahi kanun geregi insanoglu, dünyaya bazı kişilerle arasında hısımlık bagları ile birlikte gelir. Bu bagın saglam olması, insana yüksek bir moral gücü kazandırır. İşte bu güç kişiye , hayatın zorluklarını gögüsleme ve ondan zevk alma şansını saglar. Peygamber Efendimiz (sav) mutlulugun kaynagı olan sevginin, veraset yoluyla (yani yakın ve uzak akrabalar kanalıyla) kazanılacagını belirtmiştir. Birbiriyle sıkı ve sıcak ilişkiler içinde olan akrabalardan meydana gelen cemiyetler de güçlü olur. Hatta, devlet de bundan güç alır. İslam dininin hedeflerinden biri de, saglam bir Müslüman toplum oluşturmaktır. İşte bundan dolayı Sılayı rahim dedigimiz akrabalık ilişkilerini devamlı ve canlı tutmanın büyük bir yeri vardır. (Ş.İ.Ansl.)
Müslümanlar sadece iyiligi ana baba evlat ve ve eşi ile sınırlı degildir. Akrabalarınada iyilikte bulunur, onları ziyaret eder. Yukarda ayette de görüldügü gibi Akrabalar önem bakımından ana babadan sonra gelmektedir. Kuranı kerim yukarıdan aşagıya dogru herkese bir makam vermiştir. Bu sıralamada önce Anne- Baba sonra akrabalar daha sonra da bütün insanlık ailesi gelir. Böylece İslami sorumluluk, mesuliyet aile çevresinden başlar, sonra akraba dairesine uzanır, sonrada cemaat çevresine geçer ve kolaylık, acımak, rıza ve sevgi ile hayatı insan ogluna layık, tatlı ve güzel yaşanası bir hale sokar.Bazılarında olduğu gibi hayatı birbirlerine zindan etmezler.
İslam dini akrabaya, hiç bir sistemde verilemeyen bir önem vermiş akraba ziyaretini teşvik edip alakayı kesenleri, akrabayı terk edenleri tehdit etmiştir.Kur’an ayetlerindende anlıyoruzki; İslamda akrabaya verilen önemi öne almakta onlara iyilikte bulunmak için insanların duygularını geliştirerek akrabalık hukukunu zayi olmaktan koruyup onlara kötü davranmaktan sakındırmak tadır.Kuranı kerim Allahtan korkmayı emretmiş, akrabayı da önemine binaen ögmüş ve yüceltmiştir. Akrabalıgın ehemmiyetini açıklamak için bir çok ayette Allaha imandan ve ana baba ya ihsan dan sonra akrabaya iyi davranmaktan bahseder. Akrabaya iyilik; tevhid, namaz, dogruluk ve iffet gibi bu dinin büyük alametleri arasında sayılmıştır.
Akraba ziyareti ve akrabaya iyilik İslam dininin ilk prensiplerinden ve İslamın davete başladıgı ilk zamanlardan itibaren ortaya koydugu kurallardandır. Demekki akrabaya iyilik bu dinin en büyük en bariz alametlerinden biridir. Akrabaya iyiligi teşvik eden nasslar oldukça çoktur. Enes (ra) in rivayet ettigine göre Peygamber efendimiz (sav) mealen şöyle buyurmuştur: ** Rızkının genişlemesini ve ömrünün uzamasını istiyen akrabasına iyilik etsin.(Ksitte)** Öyleyse akrabaya iyilik insanın malına ve ömrüne bereket verecek; kişinin malı artacak ve ömrü uzayacaktır. Bunun aksi olan akrabalık baglarını koparmak da kişinin başına bela getirir,
Allahın ve insanların gazabını celbeder ve Ahirette cennetten uzaklaşmasına sebep olur. Nitekim Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: ** Akrabalık bagını koparan cennete giremez.** Akrabalık bagını koparan kimsenin bulundugu topluluga RAHMET inmez. Beyhakinin (rha) rivayet ettigi bir hadiste mealen şöyle buyuruluyor: ** İçlerinde akrabalık baglarını koparan topluluga rahmet inmez.** Bu yüzden büyük sahabi Abdullah b.Mesud (ra) meclisinde akrabalık bagını koparmış insanın bulunmasına müsaade etmez ve razı olmazdı. Çünkü o kişi o mecliste edilen duanın kabul olmasına engel olacaktır.
Taberani A’meş ten şöyle rivayet ediyor: İbni Mesud (ra), sabah namazından sonra bir halka içinde dediki: * Allah için akraba bagını koparmış biri varsa kalksın. Çünkü biz Rabbimize Dua etmek istiyoruz. Sema’nın kapıları ise akrabalık baglarını koparan kimseye kapalıdır. * Bir Cuma gecesi de Ebu Hureyre de Abdullah b.Mesud gibi yaptı ve şöyle dedi: * Akrabalık baglarını koparmış herkesin yanımızdan kalkması hususunda ısrar ediyorum. Üç defa böyle söyledigi halde kimse kalkmadı. İki sene önce halasını terk etmiş bir genç halasına gelerek yanına girdi. Halası ona: Yegenim seni buraya getiren nedir ? diye sordu. O genç te Ebu Hureyre’nin (ra) şöyle şöyle dedigini işittim dedi. Kadın ona git ve sor: Niçin böyle söylemiş? Ebu Hureyreye soruldugunda kendisinin Peygamberimizin şöyle dedigini işittigini söyler: ** İnsanoglunun amelleri her Perşembe akşamı yani Cuma gecesi Allaha arz edilir. Akraba baglarını koparmış olanın ameli kabul edilmez. (Buhari,Ahmed b. Hanbel.) **
Dikkatli ve ahiretinin selametini düşünüp Allah rızasını gözeten Müslüman bu nasslar karşısında derinden sarsılır. Zira akrabalık baglarını kesmek rahmete engel olur, ettigi dualar reddedilir, ameli kabul edilmez. Dua edip te duasının kabul edilmemesi, amelinin geri çevrilmesi ve Allahın rahmetine sıgındıkça ondan uzaklaşmış olması gerçekten de insan için en büyük beladır. Bu yüzden de bir müslümanın akrabalık baglarını koparacagı asla düşünülemez. Kardeşlerim, Akrabalık baglarını koparmak İslam dininin hidayetiyle aydınlanmış bir müslümanın işleyemeyecegi bir günahtır.
Kalbi İslam dini ile nurlanmış gönlü Allaha itaat ve rızasını kazanmak için açılmış Müslüman böyle bir şeyi asla yapmamalıdır. Çünkü akrabalık baglarının koparılması Allahın cezasını erken verdigi, ahiretten önce, o günahı yapanın dünyada cezalandırıldıgı günahlardandır. Akrabalık baglarının koparılması ve zulüm yakın manalardır. İnanıyoruz ki; Dünya meşgaleleri mal, eş ve çocukları muttaki ve şuurlu müslümanın akrabalarına ikramda bulunup iyilik yapmasına engel olamaz. Bu iyilik ve ikramı yaparken de İslam dininin çizdigi yolu takip eder. Anne den başlar sonra baba sonra da sırasıyla yakınları… Bu hususu şu hadisi şeriften anlıyoruz…
Ahmed b.Hanbel ve İbni Mace’nin rivayet ettigi bir hadis mealen şöyledir: ** Allah iyilik yapma hususunda size annelerinizi tavsiye ediyor, sonra yine annelerinizi tavsiye ediyor, sonra babalarınızı tavsiye ediyor. Ondan sonra da (sırasıyla) en yakın olanları tavsiye ediyor.** Nasslardan aldıgımız bilgiye göre Müslümanın akrabalarına yaptıgı her iyilik için iki ecir vardır. Biri akrabası oldugu için, digeri sadaka ecri. Bu yüzden de hediye ve ihsanın (iyiligin) akrabaya yapılması daha iyidir. Tabii ihtiyaçları varsa, böyle yaparsa Müslüman iki ecir yani katmerli sevap alacaktır. Ayrıca akrabası da kendisine sevgi besleyecektir.
Peygamber efendimiz de (sav) buna teşvik etmektedir. Abdullah b. Mesudun (ra) eşi zeynep sekafiye (ra) Rasulullahın (sav) şöyle buyurdugunu söylüyor: ** Ey kadınlar toplulugu mücevherlerinizden de olsa sadaka verin.** Rasulullah (sav) her fırsatta akrabaya iyiligin faziletini açıklar ve bunu üzerinde önemle dururdu. Samimi sadık ve şuurlu Müslüman akrabasına iyilikte bulunur. İslam dininin hoşgörüsü Akrabalar gayri müslim dahi olsalar onlara iyilikte bulunmayı tavsiye edecek kadar yüce’dir.
İnsani duygular Müslüman kalbinden kopup ayrılamaz. Bilakis o duygulardan müslüman olmasalar dahi her akraba nasibini alır. Daha önce Müslüman olmasalar dahi İslam dininin ana babaya iyilige teşvik ettigi görülür. Önce en yakın hısımlarını uyar- ayeti nazil olunca, Rasulullah (sav) Kureyş kabilesinden olanları çagırdı. Yakınları ve uzakları gelip toplandılar onlara karşı şöyle buyurdu: ** Ey Abdi Şems ogulları ! Ey K’ab b. Lüey ogulları ! Kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Mürre b. Ka’b ogulları ! Kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Abdi Menaf ogulları ! Kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Abdulmuttalip ogulları ! kendinizi ateşten kurtarınız. Ey Fatma Kendini ateşten kurtar. Çünkü ben Allaha karşı sizin için suyuyla suladıgım akrabalıgınız hariç hiç bir şey (yapmaya) malik degilim. (Muslim) **
Peygamber efendimiz (sav) –Suyuyla suladıgım akrabalıgınız hariç- şeklinde olmuştur. Bu ifade Arap belagatının yani düzgün hakikatli güzel söz incilerinden biri sayılır. Çünkü akrabalıgı iyilik ile sulanıp meyve veren bir topraga benzetti. Onun kesintiye ugramasıyla ise toprak kuraklaşıyor kin ve cefa bitiyor o topraktan. Evet, Müslüman sever ve sevilir. Onu bütün insanlar sever Çünkü onda İslam ahlakının müşahhas (teşhis edilmiş, şahsiyeti belli olmuş,cinsi anlaşılmış) hali görülür. Bu sebepten Hz. Ömer (ra) Rasulullahın (sav) kendine gönderdigi hulleyi ki bu giysi belden aşagı ve belden yukarı olan iki parçadan ibaret olan elbise oluyor, müşrik olan Anne bir kardeşine hediye etmekte bir beis (sakınca) görmedi. İşte burada da müslüman olmasalar dahi akrabaya iyiligi teşvik etmektedir.
Bu da İslam dininin hoş görülü insani bir din oldugunun delilidir. Bu garip bir durum degildir. Çünkü Allah Celle şanuhu, Peygamberine *** Seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. *** buyurmakta. Peygamber efendimiz de (sav) ** Ben ancak üstün ahlakı tamamlamak için gönderildim. ** buyurmaktadır. Müslüman Akrabaya iyiligi geniş manasıyla anlamak durumundadır. Akrabaya iyilik çogu zaman zannedildigi gibi sadece onlara mal vermekle olmaz bilakis bundan daha geniş ve derin bir manası vardır. Bu bazan akrabanın fakirlerine mal vermek ile olur. Bazan akrabalık baglarını kuvvetlendiren , sevgiyi pekiştiren ve karşılıklı şefkat ve merhameti güçlendiren ziyaretle olur.
Nasihat ile, yardım ile olur. Bazan güzel bir söz ile, bazan tatlı bir yüzle olur. Kalplerde sevgi kaynaklarını fışkırtan diger hayırlı amellerle olur. Peygamber efendimiz (sav) bir hadisi şerifte mealen şöyle buyuruyor: ** akrabalarınıza selamla dahi olsa iyilik ediniz.** Müslümanlar akrabalarına onlar kendisine iyilik etmeselerde karşılık beklemeden iyilik ederler. Çünkü o bu davranışıyla eger Allahın rızasını ve İslami bir ahlak ile ahlaklanmayı istemişse iyiligine karşılık beklenmez. Bilakis onlar kendisini terk etse dahi, örnek müslüman ahlakını göstermek için onlara yine iyilikte bulunarak İslam dininin insanda olmasını istedigi yüce ahlakı onlara gösterir.
Müslümanda bulunması gereken bu manayı Peygamber efendimiz (sav) bir hadisi şerifte mealen şöyle buyuruyor: ** Akrabaya karşılık bekleyerek iyilik eden, iyilik etmiş olmaz. Asıl iyilik eden akrabası kendisini terk etse de akrabalık bagını koparmayandır. (Buhari) ** Kardeşlerim, Peygamber metodu yumuşak huylulugu, sabrı, affı ve hoşgörüyü teşvik edip akrabaya iyilik yapanın gönlünde bu degerlerin yer etmesini saglamaya çalışmaktır. Çünkü akrabasından kötülük ve cefa gördügü halde onlara iyilik yapmak ahlakların en yücesi sayılır.
Nitekim yüce Allah akrabaya iyilik edenle birlikte oldugunu buyurmuş ve iyiligi reddedip akrabalık baglarını koparanları korkuyla uyarmıştır. Peygamber efendimize(sav) bir adam gelerek şöyle dedi: -Ya rasulullah ! benim bazı akrabalarım var. Ben onlara gidiyorum ama onlar benden uzak duruyorlar. Onlara iyilik yapıyorum, bana kötülük yapıyorlar. Onlara yumuşak davranıyorum onlar bilmemezlikten geliyorlar. Peygamber (sav) bunun üzerine şöyle buyurdu: ** Eger dedigin gibiysen sen onlara kızgın kül içiriyor gibisin. Bu hal üzere oldugun sürece Allahtan senin yanında onlara karşı bir yardımcı vardır. (Muslim) **
Bu hadisi şerif, Akrabaya iyilik eden ve akrabalarının kendisinden uzak durmasına ragmen buna sabreden kimseye Allahın yardımcı verdigini belirtmektedir. O yardımcı akrabalarına karşı o şahsın kalbini sabır ile doldurur ve onun o yüce ahlakında sabit kalmasını saglar. Hadis aynı zamanda kendilerine iyilikte bulunan kimseye kötülükle cevap verenlere uygulanacak cezayı da kızgın kül yemeye benzetir. (Müslümanın şahsiyeti.Ali Haşimi.) Müslüman birey her türlü şartlarda akrabasına Allahın rızasını gözeterek iyilik yapar, zaman zaman onları ziyaret eder veya diger iyilik şekilleriyle onları hatırlar.
Ve küçük insanların yaptıgı gibi bazı basit şeylerden dolayı akrabaya sırt çevirmez. YERYÜZÜ NÜN halifesi olan insanoğlunun en büyük arzusu emeli, gayesi dünyevi ve uhrevi saadeti elde etmektir. Bütün gayretler, çabalar, didinmeler inanıyorumki bu gayeye ulaşmak içindir. Yani iki cihan saadeti. Her güzellikte olduğu gibi iki cihan saadetini elde etmenin yolları, şartları ve kuralları vardır. Sadece aradığımızın doğru olması yetmez, neyi, nerede ve nasıl bulacağımızı da bilmeliyiz, doğruyu doğru yerde aramamız gerekir. Dünyevi ve uhrevi saadetin elde etmenin adresi inanıyoruzki; ailedir. Aile, cennet köşelerinden bir köşedir.
Gerçek mutluluğa ancak ailenin sıcak atmosferinde erişilebilir. Tabir caizse, Evlerini akşam yatılan otel ya da karın doyurulan lokanta gibi görenler, orada huzur bulamazlar. Aile, toplumun çekirdeğidir. Ağacın sağlamlığı çekirdeğinden başlar. Sağlıklı bir toplum da sağlam ailelerden oluşabilir. Yine toplum vücuda benzer. Bu vücudu meydana getiren hücreler ise ailelerdir. Hastalıklı hücrelerin çoğalması bazan insanın hayatına bile mal olabilir. Sevgi, saygı ve dayanışmadan uzak aileler hastalıklı hücrelere benzerler. Böylesi ailelerden oluşan toplumlar yıkılışa sürüklenir. Bir bina sağlam tuğlalardan meydana gelmelidir ki, ayakta durabilsin.
Aileler, toplum binasının tuğlalarıdır. Aile sağlam olmadıkça toplum da sağlam olmaz. Sosyal bünyesi zayıf olan bir devletin güçlü olması düşünülemez. Huzurlu bir toplumun temelini teşkil edecek ailenin de, şahsiyetli fertlerden meydana geleceği açıktır. Zira toplum, içice üç halkadan meydana gelir ki, bunlar da; fert, aile ve toplumdur. Aileyi teşkil eden fertler, şahsiyetli, sorumluluğunun bilincinde iyi insanlar olduğu takdirde bunların meydana getirdiği aile ve toplum da, üstün meziyetleri olan bir cemiyet olarak dünyada yerini alır. Fertleri ve aile düzeni bozulmuş, ahlaki çöküntüye uğramış insan kalabalıklarının oluşturacağı bir toplumun mutlu olması da, varlığını devam ettirmesi de mümkün değildir.
Dayanıksız ve birbirine bağlanmamış tuğlalardan sağlam bir bina meydana getirilemez. Bir binanın sağlam olması, onu oluşturan malzemelerin sağlam ve birbirine kenetlenmiş olması iledir. Toplum da aynen böyledir. Kötü malzemelerle iyi bir eser ortaya çıkmaz. Cemiyetin mutluluğunu, huzurunu ve güvenini temin için, toplumu teşkil eden ailelerin her türlü tehlikelerden korunması gerekir. Bu bakımdan ailenin dayandığı temel esasların iyi bilinmesi ve bunların korunması zaruridir. Ailelerin sağlam olması geleceğin teminatıdır. Toplumun huzuru için ailenin ne kadar önemli olduğunu artık gözardı etmek mümkün değildir. Öyleyse elbirliği ile aile konusunda herkes sorumluluğunun idraki içinde olmalıdır. Bu sorumluluk hepimizindir.
Hepimiz derken,Ben, sen, o, biz, siz, onlar! Anne babalar, akrabalar, büyükler, küçükler ve dalga dalga en sonunda devlet. Bunlar bir makinenin muhtelif parçaları gibi, birbirleriyle ahenkli işbirliği yaparlarsa mesele kalmaz. Herkes kendi imkânları ölçüsünde bir yuva kurabilir. Mühim olan yuvayı kurmaktır tabiiki. Lakin kurulan yuvayı huzur ve mutluluk içinde devam ettirebilmek daha önemlidir kanaatındayız. Mutlu Bir Yuva Kurup Korumanın Şartları iki Kısımdır. Yuva Kurmadan Önceki Şartlar: Her Müslüman; sadece arayan değil, aranan insan olmalıdır. Denilmiştirki; Üç şeyi seçmede titiz davranmalıdır. Eşini, işini ve aşını. Bu şartların hepsine uyulmalıdır ki, ömür boyu mutlu olunabilsin. Evlenecek kişiler önceden bilgilendirilmelidir.
Mesela her iki taraf üzerine düşen farzı ayın ilimleri ögrenmekle mükelleftir. İlim kadın ve erkege farzdır. Anne-baba adayları daha işin başında bu egitimi almak durumundadırlar. Evlilik müessesesi kolaylaştırılmalı, zorlaştırılmamalıdır. Kur’an ve sünnet’teki aile eğitimiyle ilgili hususlar öğretilmeden yapılan evlilikler ne yazıkki uzun ömürlü olmamaktadır. Bizler kendi inancımızdan habersiz bir hayat yaşarsak yaşadıgımız hayatı İslamın emirleri zanneder Allah korusun sokak ne derse, dış dünya nasıl anlatırsa, İletişim araçları, evlilik kurumunu nasıl yansıtırsa bu ve bunun gibi zararlı unsurların etkisinde kalırız. Örnegin zamanımızda görsel Medyanın olumsuzlukları ve tehlikelerine karşı aile savunmasız bırakılmamalıdır.
Aile bir nevi sigortadır. Maalesef sosyal garantimiz olan aileyi yıkmak, aile değerlerini gözden düşürmek için sistemli, güdümlü ve iğrenç bir kampanya sürdürülmektedir. Adeta bir işgal medyası gibi, ahlaki duygularımıza saldıran, nikâh ve mukaddes degerlerimizi lüzumsuz gören, haysiyet, şeref, iffet, namus gibi değerleri ayak bağı zanneden bu art niyetli program ve kuruluşlara karşı harekete geçmeli ve kötülüklerini önlemeli, doğruları ve ailenin korunmasına, güçlenmesine yararlı olacak çaba ve gayret içerisine girmemiz zaruridir. Kaynagımız temiz olmalı temiz yoldan beslenmesini bilmeliyiz…
Ailede “iyi örnek olma” üzerinde titizlikle durulmalıdır. Çünkü çocuklar, büyüklerin gözleriyle görür, onların kulaklarıyla işitirler. Unutmayalım, çocuğa göre “iyi” de, “kötü” de bu içinde yaşanılan çevrenin iyi ya da kötü gördükleridir. Aile ve çocuk konusunda cahili anlayışlara, cahili sistemlerin yaymaya çalıştığı görüş ve programlara dikkat edilmelidir. Çünkü cahiliye insanı çocuğa değer vermez. Harun İbni Muaviye’nin dediği gibi: “Cahiliye adamı köpeğini besler, büyütür, çocuğunu öldürürdü.” Evler, İslam yaşanılarak, öğrenilerek “cennet bahçesi” ne dönüştürülmelidir. Evler; mektep, mescid ve hizmet cephesi haline getirilmelidir. Evde bulunamayan mutluluk ve huzur, başka yerlerde asla bulunamaz. Mutluluğun adresi, kendi evlerimizdir.
Hiçbir kurum ailenin yerini tutmaz. Hane halkı, birbirlerinin din kardeşi ve dava arkadaşlarıdır ve birbirlerine karşı görevleri ve sorumlulukları vardır. Herkes sorumluluğunu yerine getirmelidir. Akraba, komşu ilişkileri güçlendirilmeli ve “temiz çevre” oluşturulmalıdır. Ailenin sağlıklı olması, sevgi ve saygı havasının hâkim olmasına bağlıdır. Bu da aileyi oluşturan fertlerin güçlü bir inanca sahip olmalarıyla mümkündür. Hane halkının fizyolojik, biyolojik, ruhi her türlü ihtiyaçları karşılanmalıdır. Nesiller, Asıllarını unutmadan haysiyetli ve şahsiyetli, kimlikli yetiştirilmelidir. İnsanların hayattan bekledikleri sadece fizyolojik, biyolojik ihtiyaçlarının karşılanması değildir;
Bunlarla birlikte psikolojik ihtiyaçlarının da karşılanmasını ve hayatlarının bir anlamı olmasını arzu ederler. Anlamlı hayat, mutluluk içinde geçen hayattır. Ancak mutluluğun katilleri, engelleri vardır. Bunların iyi bilinmesi lazımdır ki, mutlu olunabilsin, mutlu kalınabilsin. Mutluluğumuzu mahveden şeylerin başında hırs, tamah, açgözlülük, kanaatsizlik, maddeye esaret, ahiret inancının zayıflığı gelir. Şöyleki daha çok mutlu olacagım diye evlerimizi geniş geniş düzenleyip, her çocugumuza ayrı ayrı oda vermek imkanlarımız elveriyorsa güzeldir. Lakin neslimizi rahat ettirecegiz derken Ana babalarını huzur evine kapatma düşüncesi içinde olanlar Ne bu dünyada ne de Ahirette Rahat ve huzuru bulamayacaklardır…
Bir düşünür, “Allah bütün insanları mutlu kılmak için yaratmıştır. Bedbaht, mutsuz ve umutsuz oluyorlarsa kendi hataları yüzündendir” der. Hayatın bizzat kendisi umut ve mutluluk kaynağıdır. Unutmayalımki; Onu mutsuz eden bizleriz. Arzularımızı biraz kısıtlarsak, yanlış isteklerimizi frenlersek inanıyoruz ki mutlu olacağız. Evlerimiz genişlesin odalarımız ferahlasın ama aynı zamanda kalplerimiz, gönüllerimiz daralmasın. Dünyaya gelmemize vesile olan büyüklerimizi hayatlarının son deminde öksüz, yetim, çaresiz ve kimsesiz bırakmayalım…
Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: Yanında ana babası, ya da onlardan biri yaşlanıp da, gerekeni yaparak cennete giremeyen kimsenin burnu sürtülsün…
Ebû Hureyre (ra) Müslim…** Kardeşlerim inanıyoruzki; Kuvvetli inanç, mutluluğun temel şartıdır, inançsızlık en büyük huzursuzluk kaynağıdır. İman mutluluk anahtarıdır ve bütün güzelliklerin kaynağıdır. İnsanı insan yapan bütün değerler ondan çıkar. İnsanı huzura ulaştıran en önemli unsur, bu dünyada başıboş olmadığına inanması, bir sahibinin bulunduğunu görmesi ve bilmesidir. İman etmek gerekli, fakat yeterli değildir. Son değil, başlangıçtır. İmanın bir kısım gerekleri vardır. Bunları yapan mutlu ve huzurlu olur inancındayız. Karamsarlıktan, olumsuz düşüncelerden uzak durmaya gayret edelim.
İnanıyoruzki Rabbiyle irtibatı güçlü insanın umutsuz, mutsuz ve huzursuz olması mümkün değildir. İnsanın Allah ile O’nun indirdiği kitap ve gönderdiği Peygamber ile irtibatı zayıfladıkça huzursuzluğu, mutsuzluğu artar, kendi hayatını kendisi karartmış olur. Müslüman şahsiyet, Her türlü olumsuz düşüncelerden, psikolojik, biyolojik ve sosyal zaaflardan sıyrılmalı ve kâmilleşme olgunlaşma mücadelesi vermelidir. İnsan hayatı boşluk kabul etmez. Hayırlı, faydalı ve güzel şeylerle meşgul olmalıdır. Gevşeklik, tembellik, vurdumduymazlık, duyarsızlık gibi zaaflar içinde hep huzursuzluk tohumu taşıyan ve insanı mahveden hastalıklardır. Bunlardan kurtulmak lazımdır. Kanaatsizlik, yanlış yönde kullanılan hırs ve tamah, gereksiz kuşku ve korkular terk edilmelidir. Haline şükretmeli, şikâyetlerimizi azaltmalıyız.
Yardımlaşma ve dayanışma hususunda önem verilmeliyiz. Ahiret inancı güçlü olan ve geçici dünyaya metaına fazla aldanmaz. Mutluluğun baş adresi evimiz, yuvamızdır. huzur ve mutluluk ocağıdır. Evimize, yuvamıza, işimize, aşımıza, ailemize, çoluk çocugumuza, büyüklerimize, ana babamıza, yakın akrabamıza sahip çıkmalıyız, hürmet ve saygı da kusur etmemeliyiz. Unutmayalım itibar ettigimiz ölçüde itibar görürüz. Peygamber efendimiz bir hadisinde mealen şöyle buyurmaktadır: **Allahın hoşnutluğu babanın hoşnutluğunda, öfkesi de babanın öfkesindedir…Tirmizî…** Kardeşlerim ahir zamanlarında Annemizin babamızın intizarlarını almayalım, onları mutsuz, çaresiz, kimsesiz koymayalım, nasılki onlar bizler bebek yaşlarındayken üzerimize sevgi ve şefkatla titredilerse bizlerde onların ihtiyarlık dönemlerinde aynı saygı, şefkat ve hürmetle onların gönüllerini almaya çalışalım…
Bunun yanında yakın ve uzak akrabalarımızıda unutmamaya gayret edelim. İslam alimlerine, Allahın dinini ögretenlere, Anne ve babalarımızın arkadaşlarına ve komşularımızada aynı ilgi ve duyarlılıkla saygı ve hürmet göstermemiz onların gönüllerini almamız, dinimizin gereklerindendir diye düşünüyor amel noktasına getirmemizin bizlere sayısız mükafatlar kazandıracagına inanıyoruz. Allah (cc) bizleri büyüklerine ve akrabalarına saygılı, hürmetli olanlardan eyler inşaalah. Allaha onun rasulüne, sahabeye, tabiine ve ondan sonra gelen tebei tabiine ve onlardan sonra zamanımıza kadar gelen İslam alimlerine baglı kalıp itaatli olan Müslümanlar inanıyorumki Atalarına, dedelerine ve akraba haklarına riayet ederler yoksa onun dışında bir kurtuluş yolunun olmadıgını bilmemiz, kavramamız pek te zor degildir.